Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

17 Eylül 2019 Salı

Muhammed b. Abdilvehhab’ın Tekfir Ettiği Kimselerin Türleri

Muhammed b. Abdilvehhab’ın Cehaleti Mazeret Görmesi ve Tekfir Ettiği Kimselerin Türleri
Bu fetva, Şeyh Muhammed b. Abdilvehhab rahimehullah’ın; Salih b. Abdirrahman el-Atram ve Muhammed b. Abdirrazzak ed-Duveyş tarafından tahkikli neşriyle yayınlanan Fetavasında yer alan ikinci meselenin tercemesidir. Daha önce sitemde diğer terceme ettiğim makalelerde de uyarı yaptığım üzere, bu fetvayı da terceme etmiş olmam, içeriğini olduğu gibi kabul ettiğim manasında değildir. Bilakis tekfirin manası üzerinde Tekfir Sapması adlı eserimde delilleriyle açıkladığım gibi; netice olan hükmün nifak küfrüyle tekfir mi, yoksa irtidat küfrüyle tekfir mi olduğunun ayırt edilmesi, sonra irtidat küfrüne hükmeden kimsenin de yetki sahibi kadı mı, yoksa böyle bir yetkisi olmayan başka birisi mi olduğu hususunda ayrıma dikkat edilmesi gerekir.
- Ebu Muaz el-Çubukâbâdî -
Muhammed b. Abdilvehhab dedi ki:
“Şerif bana ne üzerine savaştığımızı ve kişiyi neyle tekfir ettiğimizi sordu. Ona samimiyetle haber verdim ve düşmanların iftira olarak attıkları yalanı açıkladım. O da benden yazmamı istedi. Diyorum ki:
“İslamın beş rüknünden ilki iki şehadet sözüdür. Sonra diğer dört rükün gelir. Kişi diğer dört rüknü kabul eder de gevşeklikle terk ederse biz bunların yerine getirilmesi için savaşsak da bunların terkinden dolayı tekfir etmeyiz. Âlimler inkâr söz konusu olmaksızın bu rükünlerin tembellikle terk edilmesi hususunda ihtilaf etmişlerdir. Biz ancak bütün âlimlerin icma ettikleri şey üzerine savaşırız ki, o da iki şehadet kelimesidir. Yine öğrettikten sonra inkâr ederse tekfir ederiz. Deriz ki: Düşmanlarımızın türleri vardır:
Birinci tür: İnsanlara izhar ettiğimiz tevhidin Allah’ın ve rasulünün dini olduğunu öğrenen, yine taşlar, ağaçlar ve insanların genelinin dini olan beşer hakkındaki itikatları kabul eden - ki bunlar Allah’ın yasaklamak ve dinin tamamen Allah’a ait olması için ehliyle savaşmak üzere rasulünü gönderdiği şey olan Allah’a şirk koşmaktır - bununla beraber tevhide yönelmeyen, onu öğrenmeyen ve ona dâhil olmayan, şirki terk etmeyen kimse, işte bu küfrü sebebiyle savaştığımız kâfirdir. Çünkü o rasulün dinini öğrenmiş ve ona tabi olmamıştır. Şirkin dinini öğrenmiş ve onu terk etmemiştir. Bununla beraber rasulün dinine de buğzetmez, fakat ona dâhil de olmaz. Şirki övüp insanlar için süslü göstermez.
İkinci tür: Bütün bunları bilen, lakin rasulün dinine sövdüğü ortaya çıkan birisinin bu dinle amel eden biri olduğunu iddia eden, Kuveyt halkından; Yusuf’a, el-Aşkar’a, Ebu Ali ve el-Hıdır’a ibadet edenleri övdüğü ortaya çıktığı halde bu kimseyi Allah’ı birleyenlerden ve şirki terk edenlerden üstün tutan kimse. Bu tür, ilkinden daha büyüktür! Böyleleri hakkında Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
O tanıdıkları şey kendilerine gelince, onu inkâr ettiler. Artık Allah’ın laneti o kâfirlerin üzerinedir.” (Bakara 89) Yine bu kimse, Allah Teâlâ’nın haklarında şöyle buyurduğu kişilerdendir:
Eğer antlaşmalarından sonra, yine yeminlerini bozarlarsa ve dininize dil uzatırlarsa, bu durumda küfrün önderleriyle savaşın. Çünkü onların yeminleri yoktur. Olur ki vazgeçerler.” (Tevbe 12)
Üçüncü tür: Tevhidi bilen, seven ve tabi olan, şirki bilen ve onu terk eden, lakin tevhide girenlerden hoşlanmayıp şirk üzere kalanları seven kimse. Yine bu da kâfirdir. Böyleleri hakkında Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
İşte böyle; çünkü onlar Allah’ın indirdiğini çirkin gördüler, bundan dolayı O da, onların amellerini boşa çıkardı.” (Muhammed 9)
Dördüncü tür: Bütün bunlardan selamette olan lakin ülkesinin halkı tevhide düşmanlığı ve şirk ehline tabi olmayı açıkça ortaya koyduklarında ve savaştıklarında, vatanını terk etmek zor geldiği için mazeret öne süren, ülkesinin halkıyla beraber tevhid ehline karşı malıyla ve canıyla savaşan kimse. Yine bu da kâfirdir. Zira onlar kendisine Ramazan orucunu terk etmeyi emretseler ve onlardan ayrılmadıkça oruç tutmaya imkân bulamasa bunu yapar, ona babasının karısıyla evlenmesini emretseler, onlara muhalefet etmedikçe bunu yapamasa bunu yapar. Onlar Allah’ın ve rasulünün dininin önünü kesmek istedikleri halde canıyla ve malıyla savaş konusunda onlara uyması bütün bunlardan çok daha büyüktür! Yine bu da kâfirdir ve böyleleri hakkında Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
Hem sizden emin olmayı hem de kendi toplumlarından emin olmayı isteyen diğerlerini de bulacaksın ki her ne zaman fitneye çağrılsalar ona baş aşağı dalarlar. Şayet sizden uzak durmaz ve sizinle barış yapmazlar ve ellerini çekmezlerse onları yakalayın ve kendilerini bulduğunuz yerde öldürün. İşte onlar ki size kendileri için apaçık bir yetki vermişizdir.” (Nisa 91)
İşte bizim söylediğimiz budur. Yalan ve iftiralara gelince, diyorlar ki güya biz halkın genelini tekfir ediyormuşuz ve dinini izhar etmeye gücü yetenin bize hicret etmesini vacip görüyormuşuz! Yine bizim tekfir etmeyenleri ve savaşmayanları tekfir ettiğimizi iddia ediyorlar! Bunlar ve bundan kat kat fazlası yalanlar! Bütün bunlar Allah’ın ve rasulünün dininden insanları alıkoymak için uydurulan yalan ve iftiralardır. Bizler Abdulkadir’in kabri üzerine dikilen puta, Ahmed el-Bedevi’nin kabri üzerindeki puta ve benzerlerine ibadet edenleri, cahil olmaları ve onları uyaracak kimse bulunmaması sebebiyle tekfir etmediğimize göre nasıl olur da Allah’a ortak koşmayan kimseleri bize hicret etmedikleri, tekfir etmedikleri ve savaşmadıkları için tekfir edebiliriz? Allah’ım seni tenzih ederim, bu ne büyük bir iftira! Bilakis bizler (yukarıda saydığım) dört sınıfı Allah’a ve rasulüne karşı çıktıkları için tekfir ediyoruz. Allah, nefsine bakan ve onun; katında cennet ile cehennemin bulunduğu Allah ile karşılaşacağını bilen kimseye rahmet etsin. Allah’ın salatı ve selamı Muhammed’e, âline ve ashabının üzerine olsun.”

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)