Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

8 Eylül 2019 Pazar

Namazın Hidayetleri / Muhammed b. Abdilvehhab

Namazın Hidayetleri
Muhammed b. Abdilvehhab et-Temimî (vefatı:1206)
Tercüme: Ebu Muaz Seyfullah el-Çubukâbâdî

Bismillahirrahmanirrahim
Allah sana rahmet etsin, bil ki, Allah Teâlâ kullarına bu beş vakit namazı kendisinden kullarına bir nimet ve bir rahmet olarak meşru kılmıştır. Onlara kulu ve rasulü Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem vesilesiyle namazı öğretmiştir. Onun Allah katındaki değerinin ve öneminin büyüklüğünden dolayı, Allah Teâlâ bunu Cebrail vasıtasıyla yeryüzüne indirmemiş, nebisi sallallahu aleyhi ve sellem’e mirac gecesi bizzat emretmiştir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e amellerin en üstününün hangisi olduğu sorulunca:
الصَّلاَةُ عَلَى وَقْتِهَا
Vaktinde kılınan namaz” buyurmuştur.[1]
Allah Subhanehu ondan bedene bir nasip ve kalp için bir nasip kılmıştır. Kalbin namazdan nasibi, bedenin nasibinden daha büyüktür. Kalbin nasibi maksattır. Bedenin nasibi ona tabidir. Kalbin nasibi; namazda Allah Subhanehu’ya yönelmesi, Allah’ın önünde hazır bulunması, dünyadan ve onun meşgalelerinden ayrılmasıdır. Rabbinin katında bir müddet bulunması, dili üzerinden rabbinin kelamı ve zikri geçerken tefekkür etmesi, rabbinin kendisi üzerindeki hakkını, O’nun azametini, celâlini ve kibriyasını düşünmesi, Rabbinin hakkı hususunda kusurlarını ve kendi nefsi ve maslahatları hakkındaki kusurlarını itiraf etmesi, namazdan ayrıldığında, namaza girdiği andan daha temiz kalple ve sekinet ve Allah Azze ve Celle için boyun eğmeye bürünmüş bir bedenle ayrılmasıdır.
Bunun ilki; maddi ve manevi pisliklerden dış temizliktir. Rabbinin huzuruna temizlenerek girer. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem abdest alan kimsenin, abdesti bitirdikten sonra şöyle demesini meşru kılmıştır:
أَشْهَدُ أَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللهُ وَحْدَهُ لَا شَرِيكَ لَهُ وَأَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ
Şehadet ederim ki Allah’tan başka ibadete layık hak ilah yoktur. O birdir, ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed O’nun kulu ve rasulüdür.”[2] Sonra şöyle der:
اللهُمَّ اجْعَلْنِي مِنَ التَّوَّابِينَ وَاجْعَلْنِي مِنَ المُتَطَهِّرِينَ
Allah’ım! Beni tevbe edenlerden kıl ve beni temizlenenlerden kıl.”[3]
Suyla dış temizliğini sağlar, tevhid ile şirk necasetinden temizlenir ve tevbeyle de günahlardan temizlenir.
Bunu yaptığı zaman hizmet için efendisinin evine doğru yürür. Bunun için farz namazla kulluğunu etmek üzere mescide yürür.
Efendisinin evine geldiği zaman yüzüyle Beytu’l-Haram’a (Kâbe’ye) yönelir, kalbiyle Allah’a yönelir ve hizmetçinin makamında suçlu ve zelil bir halde durur.
Namaza ilk başladığı şey önünde zilletle durduğu bu efendiyi tekbir edip yüceltmektir. “Allahu ekber” der. Büyüklüğün Allah’a ait olduğunu itiraf ettiği zaman kula da boyun eğmek düşer. Kibir afetinden kurtulur. Büyüklüğün rabbi Azze ve Celle’ye ait olduğunu bildiğinden Allah için zillet ve insanlar için tevazu gösterir. Yine Allah’ın, dünya ihtiyaçlarından büyük olduğunu, O’nun hakkının daha büyük olduğunu bilir ve namazında dünya meseleleri kendisini rabbinden meşgul etmez.
Sonra şöyle der:
سُبْحَانَكَ اللهُمَّ وَبِحَمْدِكَ
Allah’ım! Hamdinle seni tesbih ederim.”[4]
Tesbih; Allah’ı kendisine layık olmayan şeylerden tenzih etmek demektir.
Hamd; Allah için kemâli ispat etmektir.
Rabbini mülkünde ve ona kulluğunda şirkten tenzih ederek över. O’nun izni olmadan kimse O’nun katında şefaat edemez. O’nu her türlü eksiklikten tenzih eder ve hamd ile O’nu över. Bu her kemalin ve üstünlüğün yalnızca Allah’a ait olduğunu söylemektir.
وَتَبَارَكَ اسْمُكَ
İsmin bereketlidir” demesi, rabbini isminin bereketiyle övmesidir. Allah Teâlâ’nın isminin bereketi sayılamayacak kadar çoktur. Bu yüzden cennete ancak O’nun isminin bereketiyle girilir, cehennemden ancak O’nun isminin bereketiyle kurtulunur. Yemekte O’nun ismi anıldığında şeytan ona ortak olamaz. Eve girerken O’nun ismi anıldığında şeytan o evde geceleyemez. Hayvan boğazlarken ismi anıldığında o helal olur, aksi halde bir leş olur.
وَتَعَالَى جَدُّكَ
Azametin yücedir” der. El-Ceddu kelimesi Arap dilinde azamet, otorite ve zenginlik demektir. Böylece Allah’ı yüceliği, kadrinin yüksekliği ve otoritesinin büyüklüğü ile över.
وَلَا إِلَهَ غَيْرُكَ
Senden başka hak ilah yoktur” sözüyle Allah’ın uluhiyyette tek olduğunu ikrar eder. Gökte ve yerde ne meleklerin, ne rasullerin ne de başkalarının ilahlığı söz konusu değildir.
إِنْ كُلُّ مَنْ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ إِلَّا آتِي الرَّحْمَنِ عَبْدًا لَقَدْ أَحْصَاهُمْ
Göklerde ve yerde olan herkes istisnasız, kul olarak Rahmân'a gelecektir. O, bunların hepsini kuşatmış ve sayılarını tesbit etmiştir.” (Meryem 93-94)
Tekbir, tesbih ve başlangıç duasını bitirdiği zaman sözlerinin en üstünü olan rabbinin kelamını okumaya başlar.
Allah’ın kitabındaki en faziletli sure Fatiha suresidir. Bu yüzden Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem namazda bu surenin okunmasını farz kılmıştır.
Allah Teâlâ’nın şu ayetinde emredildiği gibi kıraate istiâze ile başlanır:
فَإِذَا قَرَأْتَ الْقُرْآنَ فَاسْتَعِذْ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
Kur'an okuduğun zaman o kovulmuş şeytandan Allah'a sığın!” (Nahl 98)
İstiazenin manası; Şeytanın şerrinden, kişiye dini veya dünyasıyla ilgili bir kötülük dokundurmasından Allah’a sığınmak demektir.
Bu çok kapsamlı bir duadır lakin insanların çoğu kalbinden değil, dilinden söylerler.
Sonra “بسم الله الرحمن الرحيم” (Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla) der. İşlere Allah’ın adıyla başlamanın manası, tevekkül etmek ve yardım istemektir. Yani; ben kendi gücümle yapmıyorum, bilakis tam anlamıyla kabul görmesi için Allah’ın adıyla, O’na tevekkül ederek ve O’ndan bereket umarak yapıyorum demektir.
Sonra Fatiha’yı okur. Bunun manasını anlamak mümkün değildir. Lakin onun bir kısmı mutlaka anlaşılır. İnsan, hayvanlardan bununla ayrılır. Allah Teâlâ onlar hakkında şöyle buyurmuştur:
وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَثِيرًا مِنَ الْجِنِّ وَالْإِنْسِ لَهُمْ قُلُوبٌ لَا يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ أَعْيُنٌ لَا يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ آذَانٌ لَا يَسْمَعُونَ بِهَا أُولَئِكَ كَالْأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ
And olsun, cinlerden ve insanlardan pek çoğunu cehennem için yarattık ki onların kalpleri vardır onunla anlamazlar, gözleri vardır fakat onlarla görmezler; kulakları vardır ama onlarla işitmezler. Bunlar hayvan gibidirler, hatta daha da şaşkındırlar. İşte onlar gafillerin ta kendileridir.” (A’raf 179)
Bil ki, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
يقول اللهُ تَعَالَى قَسَمْتُ الصَّلَاةَ بَيْنِي وَبَيْنَ عَبْدِي نِصْفَيْنِ وَلِعَبْدِي مَا سَأَلَ فَإِذَا قَالَ الْعَبْدُ {الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ} قَالَ اللهُ حَمِدَنِي عَبْدِي وَإِذَا قَالَ {الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ} قَالَ اللهُ أَثْنَى عَلَيَّ عَبْدِي وَإِذَا قَالَ {مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ} قَالَ الله مَجَّدَنِي عَبْدِي وَإِذَا قَالَ {إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ}قَالَ الله هَذَا بَيْنِي وَبَيْنَ عَبْدِي وَلِعَبْدِي مَا سَأَلَ وَإِذَا قَالَ {اهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ} إلى آخرها قَالَ الله هَذَا لِعَبْدِي وَلِعَبْدِي مَا سَأَلَ
Allah Teâlâ buyurdu ki: “Namazı kendimle kulum arasında iki kısma ayırdım. Kuluma istediği verilecektir. Kul: “Âlemlerin rabbine hamd olsun” dediği zaman Allah şöyle buyurur:
“Kulum bana hamd etti.” Kul: “Rahman’dır, Rahîm’dir” dediği zaman Allah:
“Kulum bana övgüde bulundu” der. Kul: “Din gününün sahibidir” dediği zaman Allah:
“Kulum beni yüceltti” der. Kul: “Ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım isterim” dediği zaman Allah:
“Bu benimle kulum arasındadır. Kuluma istediği verilecektir” der. Kul: “Bizi dosdoğru yola hidayet et” dediği ve sureyi sonuna kadar okuğu zaman Allah şöyle buyurur:
“Bunlar kulum içindir. Ona istediği verilecektir.”[5]
İnsan bu hadisi iyi düşündüğü zaman Allah Subhanehu’nun Fatiha suresini yedi ayet kıldığını, başından üç ayeti kulun rabbini övmesine ayırdığını, sonundan üç ayette de Allah’ın, kulun ihtiyaçlarını nasıl isteyeceğini öğrettiğini anlar.
Hamd etmede mahlûkatı dışında O’nun övüleceği şeyleri ispat etmeyi, gök ve yer halkı olan âlemlerin rabbi oluşunu, kulların O’na olan şiddetli ihtiyaçlarını düşünür. Allah subhanehu’nun kendisini geniş rahmetle nitelemesini de düşünür. İlk cümlede O’nun rab oluşunu itiraf eder. Sen de, bütün melekler ve rasuller de birer kulsunuz. Fakir ve muhtaç olan herkes, göz açıp kapayıncaya kadar O’ndan mustağni olamazlar.
İkinci cümlede Allah’ın rahmetini umarsın, işlemiş olduğun günahlardan O’na yönelirsin.
“Din gününün sahibidir” sözüyle Allah’a övgüde bulunarak O’ndan korktuğunu ifade edersin. İnsanların iyi ve kötü amelleriyle mutlaka hesap göreceklerini bilirsin:
فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُ وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ
Artık kim zerre ağırlığınca hayır işlerse, onu görür. Kim de zerre ağırlığınca bir şer işlerse, onu görür.” (Zilzâl 7-8)
Yine faydaların en büyüğü olan tevhidi ifade etmiş olursun. Anlarsın ki o gün:
لَا تَمْلِكُ نَفْسٌ لِنَفْسٍ شَيْئًا وَالْأَمْرُ يَوْمَئِذٍ لِلَّهِ
Kimsenin kimseye fayda veremiyeceği gündür; o gün emir yalnız Allah’ındır.” (İnfitar 19)
Dördüncü cümleye gelince; başında: “Ancak sana ibadet ederiz” sözü rabbin Azze ve Celle’ye hiç kimseyi, ne bir yakın meleği, ne bir gönderilmiş nebiyi ne de başka bir şeyi ortak koşmadan ibadet edeğine söz vermendir. “Ve ancak senden yardım isteriz” sözü, Mevlân Subhanehu’dan sana dinin ve dünyan ile ilgili işlerde yardım istemendir. Göz açıp kapayıncaya kadar seni nefsine bırakmamasını, mahlûkatından birine de bırakmamasını istemendir. Sen bu sözle rabbin tebarek ve teala’dan başkasından yardım istemediğini de haber vermiş oluyorsun.
Beşinci, altıncı ve yedinci ayetlerde:
اهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ صِرَاطَ الَّذِينَ أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّالِّينَ
Bizi dosdoğru yola ilet! Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna; gazaba uğrayanların ve sapanlarınkine değil.” (Âmîn)
Seni cennetin yoluna iletmesini istiyorsun. O yolda eğrilik yoktur. Cennete giden yol ancak tevhiddir ve şirkten uzaklaşmaktır. Farzları yerine getirmek ve haramları terk etmek buna tabidir.
Altıncı ayette: “Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna” sözüyle anlarsın ki Mevlandan seni hidayet etmesini istediğin yol, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ve ashabının yoludur. Hakkı bilme ve onunla amel etme yoludur.
Sonra yedinci ayette “Gazaba uğrayanların ve sapanların yoluna değil” sözünde gazaba uğrayanların kimler olduğu ortaya çıkar. Onlar; Allah’ın kendilerine anlayış verdiği, hakkı öğrenip batıldan ayıran lakin onunla amel etmeyen kimselerdir. Sapanlar ise amel edenler, hak yolu isteyenler ancak, cahil kalıp bilmeden amel edenlerdir.
Kul cahillik afetinden selamet bulduğu zaman marifet ehlinden olur. Sonra fısk (günah) afetinden selamet bulduğu ve Allah’ın emirlerine göre amel ettiği zaman Allah’ın kendilerine nimetler veridği kimselerden, dosdoğru yolun ehlinden olur.
Bu iyilikleri kapsayıcıdır. Dünyanın iyilikleri ve ahiretin iyilikleri. Ahiretin iyiliklerini kapsaması hususu gayet açıktır. Dünyanın iyiliklerine gelince, Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
وَلَوْ أَنَّ أَهْلَ الْقُرَى آمَنُوا وَاتَّقَوْا لَفَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَرَكَاتٍ مِنَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ
O ülkelerin halkı iman edip sakınsalardı elbette onların üzerine gökten de yerden de bereketler açardık.” (A’raf 96)
İman ve takva (Allah’tan sakınmak) işte dosdoğru yol budur. Nitekim Allah Azze ve Celle bunun gök ve yerin bereketlerinin açılmasına sebep olduğunu haber vermiştir. Burada kastedilen rızık hakkındadır.
Yardım ve desteğe gelince, Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
وَلِلَّهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِهِ وَلِلْمُؤْمِنِينَ
Oysa üstünlük (izzet) Allah’ın, rasulü’nün ve mü’minlerindir.” (Munafikun 8) Allah Azze ve Celle iman ile kazanılan izzetin (üstünlüğün) dosdoğru yolun ta kendisi olduğunu haber vermiştir. İzzet ve destek kazanıldığı ve gökle yerin bereketleri elde edildiği zaman işte dünyanın iyilikleri budur. Allah Subhanehu en iyi bilendir.



[1] Sahih. Buhârî (7534) Muslim (85)
[2] Sahih. Muslim (234)
[3] Sahih. Tirmizî (55)
[4] Sahih. Nesâî (2/132) Tirmizî (243) İbn Mâce (806) Hâkim (1/360) el-Elbani es-Sahiha (2996)
[5] Sahih. Muslim (395)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)