Namazın Hidayetleri
Muhammed b. Abdilvehhab
et-Temimî (vefatı:1206)
Tercüme: Ebu Muaz Seyfullah
el-Çubukâbâdî
Bismillahirrahmanirrahim
Allah sana rahmet etsin, bil ki, Allah Teâlâ kullarına bu
beş vakit namazı kendisinden kullarına bir nimet ve bir rahmet olarak meşru
kılmıştır. Onlara kulu ve rasulü Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem
vesilesiyle namazı öğretmiştir. Onun Allah katındaki değerinin ve öneminin
büyüklüğünden dolayı, Allah Teâlâ bunu Cebrail vasıtasıyla yeryüzüne
indirmemiş, nebisi sallallahu aleyhi ve sellem’e mirac gecesi bizzat
emretmiştir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e amellerin en
üstününün hangisi olduğu sorulunca:
الصَّلاَةُ عَلَى وَقْتِهَا
“Vaktinde kılınan namaz” buyurmuştur.[1]
Allah Subhanehu ondan bedene bir nasip ve kalp için bir nasip
kılmıştır. Kalbin namazdan nasibi, bedenin nasibinden daha büyüktür. Kalbin
nasibi maksattır. Bedenin nasibi ona tabidir. Kalbin nasibi; namazda Allah
Subhanehu’ya yönelmesi, Allah’ın önünde hazır bulunması, dünyadan ve onun
meşgalelerinden ayrılmasıdır. Rabbinin katında bir müddet bulunması, dili
üzerinden rabbinin kelamı ve zikri geçerken tefekkür etmesi, rabbinin kendisi
üzerindeki hakkını, O’nun azametini, celâlini ve kibriyasını düşünmesi,
Rabbinin hakkı hususunda kusurlarını ve kendi nefsi ve maslahatları hakkındaki
kusurlarını itiraf etmesi, namazdan ayrıldığında, namaza girdiği andan daha
temiz kalple ve sekinet ve Allah Azze ve Celle için boyun eğmeye bürünmüş bir
bedenle ayrılmasıdır.
Bunun ilki; maddi ve manevi pisliklerden dış temizliktir. Rabbinin
huzuruna temizlenerek girer. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem abdest alan
kimsenin, abdesti bitirdikten sonra şöyle demesini meşru kılmıştır:
أَشْهَدُ أَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللهُ وَحْدَهُ لَا شَرِيكَ لَهُ
وَأَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ
“Şehadet ederim ki Allah’tan başka ibadete layık hak ilah
yoktur. O birdir, ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed O’nun kulu ve
rasulüdür.”[2]
Sonra şöyle der:
اللهُمَّ اجْعَلْنِي مِنَ التَّوَّابِينَ وَاجْعَلْنِي مِنَ
المُتَطَهِّرِينَ
“Allah’ım! Beni tevbe edenlerden kıl ve beni
temizlenenlerden kıl.”[3]
Suyla dış temizliğini sağlar, tevhid ile şirk necasetinden
temizlenir ve tevbeyle de günahlardan temizlenir.
Bunu yaptığı zaman hizmet için efendisinin evine doğru
yürür. Bunun için farz namazla kulluğunu etmek üzere mescide yürür.
Efendisinin evine geldiği zaman yüzüyle Beytu’l-Haram’a
(Kâbe’ye) yönelir, kalbiyle Allah’a yönelir ve hizmetçinin makamında suçlu ve
zelil bir halde durur.
Namaza ilk başladığı şey önünde zilletle durduğu bu efendiyi
tekbir edip yüceltmektir. “Allahu ekber” der. Büyüklüğün Allah’a ait olduğunu
itiraf ettiği zaman kula da boyun eğmek düşer. Kibir afetinden kurtulur.
Büyüklüğün rabbi Azze ve Celle’ye ait olduğunu bildiğinden Allah için zillet ve
insanlar için tevazu gösterir. Yine Allah’ın, dünya ihtiyaçlarından büyük
olduğunu, O’nun hakkının daha büyük olduğunu bilir ve namazında dünya
meseleleri kendisini rabbinden meşgul etmez.
Sonra şöyle der:
سُبْحَانَكَ اللهُمَّ وَبِحَمْدِكَ
“Allah’ım! Hamdinle seni tesbih ederim.”[4]
Tesbih; Allah’ı kendisine layık olmayan şeylerden tenzih
etmek demektir.
Hamd; Allah için kemâli ispat etmektir.
Rabbini mülkünde ve ona kulluğunda şirkten tenzih ederek
över. O’nun izni olmadan kimse O’nun katında şefaat edemez. O’nu her türlü eksiklikten
tenzih eder ve hamd ile O’nu över. Bu her kemalin ve üstünlüğün yalnızca
Allah’a ait olduğunu söylemektir.
وَتَبَارَكَ اسْمُكَ
“İsmin bereketlidir” demesi, rabbini isminin
bereketiyle övmesidir. Allah Teâlâ’nın isminin bereketi sayılamayacak kadar
çoktur. Bu yüzden cennete ancak O’nun isminin bereketiyle girilir, cehennemden
ancak O’nun isminin bereketiyle kurtulunur. Yemekte O’nun ismi anıldığında
şeytan ona ortak olamaz. Eve girerken O’nun ismi anıldığında şeytan o evde
geceleyemez. Hayvan boğazlarken ismi anıldığında o helal olur, aksi halde bir
leş olur.
وَتَعَالَى جَدُّكَ
“Azametin yücedir” der. El-Ceddu kelimesi Arap
dilinde azamet, otorite ve zenginlik demektir. Böylece Allah’ı yüceliği,
kadrinin yüksekliği ve otoritesinin büyüklüğü ile över.
وَلَا إِلَهَ غَيْرُكَ
“Senden başka hak ilah yoktur” sözüyle Allah’ın
uluhiyyette tek olduğunu ikrar eder. Gökte ve yerde ne meleklerin, ne
rasullerin ne de başkalarının ilahlığı söz konusu değildir.
إِنْ كُلُّ مَنْ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ إِلَّا آتِي
الرَّحْمَنِ عَبْدًا • لَقَدْ أَحْصَاهُمْ
“Göklerde ve yerde olan herkes istisnasız, kul olarak Rahmân'a gelecektir.
O, bunların hepsini kuşatmış ve sayılarını tesbit etmiştir.” (Meryem 93-94)
Tekbir, tesbih ve başlangıç duasını bitirdiği zaman sözlerinin
en üstünü olan rabbinin kelamını okumaya başlar.
Allah’ın kitabındaki en faziletli sure Fatiha suresidir. Bu
yüzden Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem namazda bu surenin okunmasını
farz kılmıştır.
Allah Teâlâ’nın şu ayetinde emredildiği gibi kıraate istiâze
ile başlanır:
فَإِذَا قَرَأْتَ الْقُرْآنَ فَاسْتَعِذْ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ
الرَّجِيمِ
“Kur'an okuduğun zaman o kovulmuş şeytandan Allah'a sığın!” (Nahl 98)
İstiazenin manası; Şeytanın şerrinden, kişiye dini veya dünyasıyla ilgili
bir kötülük dokundurmasından Allah’a sığınmak demektir.
Bu çok kapsamlı bir duadır lakin insanların çoğu kalbinden değil, dilinden
söylerler.
Sonra “بسم الله الرحمن الرحيم” (Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla) der. İşlere Allah’ın
adıyla başlamanın manası, tevekkül etmek ve yardım istemektir. Yani; ben kendi
gücümle yapmıyorum, bilakis tam anlamıyla kabul görmesi için Allah’ın adıyla,
O’na tevekkül ederek ve O’ndan bereket umarak yapıyorum demektir.
Sonra Fatiha’yı okur.
Bunun manasını anlamak mümkün değildir. Lakin onun bir kısmı mutlaka anlaşılır.
İnsan, hayvanlardan bununla ayrılır. Allah Teâlâ onlar hakkında şöyle
buyurmuştur:
وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَثِيرًا مِنَ الْجِنِّ وَالْإِنْسِ
لَهُمْ قُلُوبٌ لَا يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ أَعْيُنٌ لَا يُبْصِرُونَ بِهَا
وَلَهُمْ آذَانٌ لَا يَسْمَعُونَ بِهَا أُولَئِكَ كَالْأَنْعَامِ بَلْ هُمْ
أَضَلُّ
“And olsun, cinlerden ve insanlardan pek
çoğunu cehennem için yarattık ki onların kalpleri vardır onunla anlamazlar,
gözleri vardır fakat onlarla görmezler; kulakları vardır ama onlarla
işitmezler. Bunlar hayvan gibidirler, hatta daha da şaşkındırlar. İşte onlar
gafillerin ta kendileridir.” (A’raf 179)
Bil ki,
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
يقول اللهُ تَعَالَى قَسَمْتُ الصَّلَاةَ بَيْنِي وَبَيْنَ عَبْدِي
نِصْفَيْنِ وَلِعَبْدِي مَا سَأَلَ فَإِذَا قَالَ الْعَبْدُ {الْحَمْدُ لِلَّهِ
رَبِّ الْعَالَمِينَ} قَالَ اللهُ حَمِدَنِي عَبْدِي وَإِذَا قَالَ {الرَّحْمَنِ
الرَّحِيمِ} قَالَ اللهُ أَثْنَى عَلَيَّ عَبْدِي وَإِذَا قَالَ {مَالِكِ يَوْمِ
الدِّينِ} قَالَ الله مَجَّدَنِي عَبْدِي وَإِذَا قَالَ {إِيَّاكَ نَعْبُدُ
وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ}قَالَ الله هَذَا بَيْنِي وَبَيْنَ عَبْدِي وَلِعَبْدِي
مَا سَأَلَ وَإِذَا قَالَ {اهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ} إلى آخرها قَالَ
الله هَذَا لِعَبْدِي وَلِعَبْدِي مَا سَأَلَ
“Allah Teâlâ
buyurdu ki: “Namazı kendimle kulum arasında iki kısma ayırdım. Kuluma istediği
verilecektir. Kul: “Âlemlerin rabbine hamd olsun” dediği zaman Allah şöyle
buyurur:
“Kulum bana
hamd etti.” Kul: “Rahman’dır, Rahîm’dir” dediği zaman Allah:
“Kulum bana
övgüde bulundu” der. Kul: “Din gününün sahibidir” dediği zaman Allah:
“Kulum beni
yüceltti” der. Kul: “Ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım isterim”
dediği zaman Allah:
“Bu benimle
kulum arasındadır. Kuluma istediği verilecektir” der. Kul: “Bizi dosdoğru yola
hidayet et” dediği ve sureyi sonuna kadar okuğu zaman Allah şöyle buyurur:
“Bunlar kulum
içindir. Ona istediği verilecektir.”[5]
İnsan bu hadisi iyi
düşündüğü zaman Allah Subhanehu’nun Fatiha suresini yedi ayet kıldığını, başından
üç ayeti kulun rabbini övmesine ayırdığını, sonundan üç ayette de Allah’ın,
kulun ihtiyaçlarını nasıl isteyeceğini öğrettiğini anlar.
Hamd etmede mahlûkatı
dışında O’nun övüleceği şeyleri ispat etmeyi, gök ve yer halkı olan âlemlerin
rabbi oluşunu, kulların O’na olan şiddetli ihtiyaçlarını düşünür. Allah
subhanehu’nun kendisini geniş rahmetle nitelemesini de düşünür. İlk cümlede
O’nun rab oluşunu itiraf eder. Sen de, bütün melekler ve rasuller de birer
kulsunuz. Fakir ve muhtaç olan herkes, göz açıp kapayıncaya kadar O’ndan
mustağni olamazlar.
İkinci cümlede
Allah’ın rahmetini umarsın, işlemiş olduğun günahlardan O’na yönelirsin.
“Din gününün
sahibidir” sözüyle Allah’a övgüde bulunarak O’ndan korktuğunu ifade edersin.
İnsanların iyi ve kötü amelleriyle mutlaka hesap göreceklerini bilirsin:
فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُ • وَمَنْ يَعْمَلْ
مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ
“Artık kim zerre ağırlığınca hayır işlerse,
onu görür. Kim de zerre ağırlığınca bir şer işlerse, onu görür.” (Zilzâl 7-8)
Yine faydaların en
büyüğü olan tevhidi ifade etmiş olursun. Anlarsın ki o gün:
لَا تَمْلِكُ نَفْسٌ لِنَفْسٍ شَيْئًا وَالْأَمْرُ يَوْمَئِذٍ
لِلَّهِ
“Kimsenin kimseye fayda veremiyeceği gündür; o
gün emir yalnız Allah’ındır.” (İnfitar 19)
Dördüncü cümleye
gelince; başında: “Ancak sana ibadet ederiz” sözü rabbin Azze ve Celle’ye hiç
kimseyi, ne bir yakın meleği, ne bir gönderilmiş nebiyi ne de başka bir şeyi
ortak koşmadan ibadet edeğine söz vermendir. “Ve ancak senden yardım isteriz”
sözü, Mevlân Subhanehu’dan sana dinin ve dünyan ile ilgili işlerde yardım
istemendir. Göz açıp kapayıncaya kadar seni nefsine bırakmamasını,
mahlûkatından birine de bırakmamasını istemendir. Sen bu sözle rabbin tebarek
ve teala’dan başkasından yardım istemediğini de haber vermiş oluyorsun.
Beşinci,
altıncı ve yedinci ayetlerde:
اهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ • صِرَاطَ الَّذِينَ أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ
غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّالِّينَ
“Bizi
dosdoğru yola ilet! Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna; gazaba uğrayanların
ve sapanlarınkine değil.” (Âmîn)
Seni cennetin
yoluna iletmesini istiyorsun. O yolda eğrilik yoktur. Cennete giden yol ancak
tevhiddir ve şirkten uzaklaşmaktır. Farzları yerine getirmek ve haramları terk
etmek buna tabidir.
Altıncı ayette:
“Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna” sözüyle anlarsın ki Mevlandan seni
hidayet etmesini istediğin yol, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ve ashabının
yoludur. Hakkı bilme ve onunla amel etme yoludur.
Sonra yedinci
ayette “Gazaba uğrayanların ve sapanların yoluna değil” sözünde gazaba
uğrayanların kimler olduğu ortaya çıkar. Onlar; Allah’ın kendilerine anlayış
verdiği, hakkı öğrenip batıldan ayıran lakin onunla amel etmeyen kimselerdir.
Sapanlar ise amel edenler, hak yolu isteyenler ancak, cahil kalıp bilmeden amel
edenlerdir.
Kul cahillik
afetinden selamet bulduğu zaman marifet ehlinden olur. Sonra fısk (günah)
afetinden selamet bulduğu ve Allah’ın emirlerine göre amel ettiği zaman
Allah’ın kendilerine nimetler veridği kimselerden, dosdoğru yolun ehlinden
olur.
Bu iyilikleri
kapsayıcıdır. Dünyanın iyilikleri ve ahiretin iyilikleri. Ahiretin iyiliklerini
kapsaması hususu gayet açıktır. Dünyanın iyiliklerine gelince, Allah Teâlâ
şöyle buyurmuştur:
وَلَوْ أَنَّ أَهْلَ الْقُرَى آمَنُوا وَاتَّقَوْا لَفَتَحْنَا
عَلَيْهِمْ بَرَكَاتٍ مِنَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ
“O ülkelerin
halkı iman edip sakınsalardı elbette onların üzerine gökten de yerden de
bereketler açardık.” (A’raf 96)
İman ve takva
(Allah’tan sakınmak) işte dosdoğru yol budur. Nitekim Allah Azze ve Celle bunun
gök ve yerin bereketlerinin açılmasına sebep olduğunu haber vermiştir. Burada
kastedilen rızık hakkındadır.
Yardım ve
desteğe gelince, Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
وَلِلَّهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِهِ وَلِلْمُؤْمِنِينَ
“Oysa
üstünlük (izzet) Allah’ın, rasulü’nün ve mü’minlerindir.” (Munafikun 8)
Allah Azze ve Celle iman ile kazanılan izzetin (üstünlüğün) dosdoğru yolun ta
kendisi olduğunu haber vermiştir. İzzet ve destek kazanıldığı ve gökle yerin
bereketleri elde edildiği zaman işte dünyanın iyilikleri budur. Allah Subhanehu
en iyi bilendir.
[1]
Sahih. Buhârî (7534) Muslim (85)
[2]
Sahih. Muslim (234)
[3]
Sahih. Tirmizî (55)
[4]
Sahih. Nesâî (2/132) Tirmizî (243) İbn Mâce (806) Hâkim (1/360) el-Elbani
es-Sahiha (2996)
[5]
Sahih. Muslim (395)