Şeyh Abdulkadir
el-Geylani rahimehullah’ın kadere rıza hakkında bir meclisi (Fethu'r-Rabbani'den)
Konuşma tarihi: Hicrî 3 Şevval 545,
Milâdî 1150.
Kader başa geldiği zaman gönderene kafa
tutmak, inancı öldürür, tevhid nurunu söndürür, tevekkül ve ihlâsı yok eder.
Îman sahibinin kalbi, “niçin ve neden
oldu” gibi sözleri bilmez. Belki “şundan veya bundan oldu” gibi yersiz lafları
da dile getirmez. Bildiği tek şey vardır, o da;
“Baş üstüne, hoş geldi, sefalar
getirdi!” diye karşılamaktır.
Nefis, tümüyle muhalefet safında durur.
Durmadan niza çıkarır, daima karışıklık ister. Onun ıslahını dileyen, cihad
ehli olsun. Ta şerrinden emin oluncaya kadar. O nefis, şer içinde şerdir. Onunla
cihad edersen emin olabilirsin. Neticede göreceksin ki, hayır içinde hayır
oluyor. Cihad devam ettiği müddetçe, onu her iyiliğe uyar bulursun. İbadetleri
hoşlukla yapmaya koyulur. Ve bu uyarlık mükâfatı olarak şu ilâhî hitap ona
gelir:
“Ey mutmainne nefis, Rabb’ine dön! O,
senden razı; sen de O’ndan hoşnut olarak!” (el-Fecr, 89/27-29)
Bu cihad sonunda, nefse itimat caiz
olur. Çünkü şerli yönü ıslah olmuştur. Nefsi halkın eline bırakma! Ta ki,
manevî pederi İbrahim'e (a.s) nispeti yerinde olsun.
O ki, nefsi bir yana atmıştı. Ve
herkesten ayrı tutmuştu. Şahsî hevesini söndürmüştü. Boşlukta uçuyordu. Bütün
varlığı ile sakindi. Her şey onu ateşten korumaya geliyordu. Ama onun bunlara
aldırış ettiği yoktu. Allah'tan başka kimseden talebi yoktu.
“O’nun hâlimi bilmesi, bana yeter!”
diyordu.
Çünkü tam teslim olmuştu. Hakkiyle
tevekkül etmiş, Rabb’ın zatına sığınmıştı. İşte bu sığınmadır ki;
“Biz ateşe, ‘İbrahim'e yakıcı olma,
serin ve selâmet üzere ol!' dedik.” (el-Enbiyâ, 21/69) mealinde gelen ilâhî
fermanın inzaline sebep oldu.
Sabırlı kullara, Allah'ın bu dünyada
hesapsız yardımı olur. Âhirette ise sayısız nimetleri… Şu âyet-i kerime
sözümüze şahittir: “Sabırlı kulların mükâfatı bol ve hesapsız verilir.”
(ez-Zümer, 39/10)
Sabırlı kulların bu âlemde çektiği cefa,
O’nun gözünden kaçmaz.
Siz, bir an olsun O’nun uğruna sabır
yolunu tutun; yıllarca ecrini alırsınız. Zaten ömür boyunca “Kahraman”
lakabıyla gezen, onu, bir anlık cesaret sonunda almıştır.
“Allah sabırlı kişilerle olur.”
(el-Bakara, 2/153) Bu oluş, maddî bir terim değildir, manevîdir. Sabırlıyı
Allah zafere ulaştırır, yardımını bol eder. Siz sabra devam ettikçe her an
yardımcınız O olur. Yeter ki, O'na bağlanmayı ve O'nun varlığına sığınmayı
bilesiniz. O'nunla sabredin, O'nunla ayık olun; gaflet uykusundan uyanın.
Uyanmayı, ölüm anına bırakmayın; önceden
uyanın. Biliniz ki, o anda uyanmanız sizi felâketin kucağından çeviremez. O'nun
huzuruna varmadan uyanın. O'nun şedit emirlerini duymadan gözlerinizi açın.
Sonra pişman olursunuz; ama ne çare ki, faydasız olur.
Kalplerinizi ıslâh etmeye çalışın. Çünkü
onun salâh bulması, bütün varlığın salâha ermesi sayılır. Bu mevzuda, Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem’in şu hadîs-i şerifini anlatmak yerinde olur:
“Ayık olun, insanda bir et parçası
vardır. O iyi olunca, bütün duygular güzelleşir. O fesada uğrarsa bütün
duygular iyiliğini kaybeder. İşte o et parçası ‘kalp’tir.”
Kalbin salâhı; takva, tevekkül ve bütün
işlerde ihlâs sahibi olmakla mümkündür. Fesadı ise; bunların yokluğu ile olur.
Kalp, şu bünye kafesinde bir kuş
gibidir. Ve bir şişe içinde saklı inciye benzer; hazinede gizli, muteber bir
meta gibidir. Bakılacak şey, kafes değil, içindeki kuştur. İçindeki inciye
bakılmalıdır, şişeye değil. Hazinedeki muteber nesne dururken, duvarına,
kerpicine bakmak neye yarar.
Allah’ım, duygularımızı itaatinde
kullan. Kalplerimizi marifet nurunla doldur. Hayatımız boyunca yolunda kalmak
için bizlere başarı ihsan eyle! Bizleri geçmişteki iyilere kat. Onlara
verdiğini bize de nasip et. Onlara zatını vermiştin; bize de ver! Âmin!
Ey cemaat! Allah yolunda olun. Sâlihler
böyle yaptı da erdi. Siz Allah yolunda olursanız, O da size yardımcı olur.
Sâlih kişiler, hak yolda böylece erdiler; bir an bile ilâhi yardım onlardan
kesilmedi.
Hak katından çıkacak kararların lehinize
olmasını arzu ediyorsanız, O'nun itaatine koşun. O'nun yolunda sabırla devam
edin. Yaptığı işlere boyun eğin. Hakk'ın hükmü ne olursa olsun, razı olun.
Gerek size, gerekse başkasına bu yolda her ne ki geldi, uhdenize düşen razı
olmaktır, teslim olmaktır.
Allah yolcuları dünyayı bir yana
attılar. Kısmetlerini alırken takva eli ile aldılar. Bu arada verâ hâlini de
bir yana atmadılar. Bu hâli benliklerine sindirdikten sonra öbür âlemi
istediler. Bu işleri bitince, âhiret yolculuğuna hazırlık yapmaya koyuldular.
Nefislerine karşı isyan bayrağını çektiler. Yaratanları önünde boynu bükük ve
itaat ehli oldular. Onların vazifesi, önce nefislerini yola getirmek, sonra
başkalarını. Önce özlerine öğüt verdiler; sonra da başkalarına.
Ey evlat! Önce nefsine öğüt ver. Onu
yola getir; sonra da başkalarını. Sana nefsin özelliklerini bulmak başlıca
vazifedir. Bunu yapmadan başkasına gitme. Senin, henüz ıslaha muhtaç hâllerin
vardır. Bunu sen de biliyorsun. Yazıktır; bunu bildiğin hâlde, gayrın ıslahı
sana nice nasip olur? Gözlerin bir adım öteyi görmüyor. Körleri neyinle yola
getirmek sevdasındasın? İnsanları, ancak ileri görüşlü ve basiret sahibi
olanlar yola getirebilir. Daimî dalgalarla kabaran denizden ancak Mahmûd sallallahu
aleyhi ve sellem kurtarabilir. Ve onun hakiki vârisleri... İnsanları Allah'a,
Allah'ın irfan ve tam îman nasip ettiği kimseler götürebilir. Ama onun hakikî
ilminden ve irfanından nasibi olmayanlar, öncü olamazlar.
Hak tasarrufundan sana laf açmak düşmez.
Sana gereken; O'nu sevmek ve O'ndan gayrı kimseden korkmamak. Ve bütün işleri
O'nun uğruna görmek… Bunlar kalple olur. Dil gürültüsüne getirip söze boğmakla
olmaz. Sonra mihenk taşına vurulunca utanırsın. Herkesin içinde iddia etmek
yakışmaz. Kuru davaya kimse inanmaz. Halk arasında söylediğin sözleri, yalnız
kaldığın zaman da söylüyor musun? Aynı duyguları tek başına kaldığın zaman da
duyman kabil oluyor mu? İşte, en önemli iş, bu oluyorsa mesele yok! Kapı önünde
tevhid, içeri girince de şirk! Yakışır mı? Bu, nifak alametidir. İçi bozuk olmanın
ta kendisidir.
Acırım sana. Sözün ittikâ -kötülükten
sakınma- dan açılıyor, kalbin ise fitne çıkarmaya meyyal. Şükrü dilinden
bıraktığın yok; ama kalbin daima itiraz hâlinde. Allah Teâlâ bir kudsî hadiste
şöyle buyurur:
“Ey insanoğlu, iyiliğim sana daima
inmekte; ama senin de kötülüklerin bana gelmekte... Bu nasıl oluyor?”
Tehlikede olduğunu görüyorum; acıyorum.
Allah'a kul olduğunu iddia ediyorsun, ibadet ederken de kalbinde başkasını
saklıyorsun. Hakiki mânada O'na kulluk etseydin, O'nda yok olurdun. O'nun varlığında
erir, kaybolurdun.
Tam îmana sahip olan, nefis şeytanına
boyun eğmez. Şahsî arzularına uymaz. Aslında îman sahibi, nefis denen bir şeye
hak tanımaz. Hakkı tanınmayan ve bilinmeyen bir varlığa nasıl boyun eğilir ki?
Hele kötülüğü herkesçe müsellem olunca... Îman sahibi, Rabb’inden başkasına
inanmaz ve varlık tanımaz, O’nun gayrını bir yana atmıştır. Hele dünyalık
şeylerden hiç hoşlanmaz, öbür âlemi arzular. Bu hâle eren, elbette ki Mevlâsı
ile olur. Bütün kulluğunu O'nun uğruna yapar. Cümle vaktini O'nun yolunda
geçirir.
Îman sahibi, can kulağı ile şu ilâhî
hitabı işitmiştir:
“Onlar yalnız Allah'a kullukla
emrolunmuşlardır. Din yolunda pak ve ihlâs sahibi olarak.” (el-Beyyine, 98/5)
Varlığında beslenen halkı, Hakk’a eş
etmekten sakın. Allah'ı tevhid et. Çünkü bütün eşyanın yaratıcısı O'dur. Her ne
varsa hepsi O'nun elindedir. Ey O'nsuz şey arayan adam, başta aklını ara! Sen
aklını yitirmişsin. O'nun hazinesi dışında bir şey var mı? Şu âyet-i kerimeyi
iyi dinle:
“Bize göre, saklı hiçbir şey yoktur. Her
şey bize malûmdur.” (el-Hicr, 15/21)
Ey evlat! Kader oluğu altında uyu.
Uyurken sabra yaslan, önce uyur görün, sonra tam uykuya dalar, hakikate
erersin. Kurtuluş yolunu gözeterek kulluğa devam et. Böyle devam ettikçe,
iyilikler akar, gelir. Yazılandan gayri gelmez. Bu arada iyi olmayacağını
sandığın şeyler de gelebilir. Tam arzu ettiğin de gelir; hepsini hoş gör.
Ey cemaat! Kadere uyun. Bu yolda hayli
emek sarf eden Abdulkâdir'e dönün. Onun tuttuğu yolu siz de benimseyin. Kader,
yolunda boynu eğiklerden olduğum için beni Kâdir'e -Allah'a- ulaştırdı.
Geliniz, varlığımızı bir yana atarak
O'na koşalım. Bu yolda biraz da perişanlık çekelim. Halk bizi rezil (!) görsün.
Ne çıkar! Biraz zahmet çeksen, O'na vardıktan sonra hepsi geçip gider. İçimize
ve dışımıza sultan kesilen nefsimizi Hak yoluna çevirelim. Cihan Şahı'nın
elçisine başvuralım. Onu gönderenin hatırı için elini eteğini bırakmayalım.
Tazim bizi küçültmez. Bilakis yükseltir. Size bir elçi gelse sözlerini
dinlemeden kapıya mı koyarsınız? Tecrübe etmeden itimatsızlık mı beyan edersiniz?
Onu sevin ve ona bağlanın. Bunu yaparsanız, Hakk'ın sohbetine erer, iyilik
kaynağını bulursunuz.
İşte, dediklerimi dinle, göreceksin ki
velayet derecesi kapıda seni bekliyor. Sen onu aramasan dahi o seni bulur.
İlâhî ilim denizinden doya doya içmen böylece kabil olur.
O’nun fazilet kapısına anlattığımız
yoldan gidilir. Başka yol yoktur. Fazilet sofrasına böyle oturmak kabil olur.
O’nun rahmeti, kadere uyana gelir. Bu hâlin sahipleri teklerdir. Milyonda bir
çıkar. Her soyda ve her kabilede bir tane ancak çıkar. Belki de çıkmaz.
Takva hâli sana gerekli iştir. Allah
yolunun gerçek erlerine uy. Nefsine uyar olma. Şeytan ve kötü arkadaşlarından
kaç! Îman sahibi, bunların cihadından fariğ olmaz. Bunların elinden kurtulup
başını dışa çeviremez. Nefisle cihad etmekten alnının teri kurumaz. Onun
üzerinden ne zırhı çıkar, ne de atının eğeri sökülür.
O büyükler, uykuyu yenmek için uyurlar.
Nefse karşı çarpışmak için yerler. Zaruret olmadan konuşmazlar. Onlara âdet,
susmaktır. Ancak Rabb’lerinin kaderi onları konuşturur. İlâhî fiiller onları
konuşturur; onlar bunun farkına varmazlar. Benlikleri ölmüştür. Yarın kıyamet
olduğunda duyular nasıl konuşursa, burada onlar öyle konuşur. Onları Allah
konuşturur, Allah herkesi konuşturmaya güçlüdür. Sebepler yaratılır; onlar da
konuşurlar. Herhangi bir iş için onların kullanılması gerekince, sebepler hazır
olur.
Allah'ın dileği üstündür. Arzu ettiği
şeyi yapar. O büyüklerin bu şekilde konuşmaları bir hikmete dayanır.
Peygamberlerin vefatı sonunda, yerlerini bu büyükler aldı. Bir hüccet olarak
konuşurlar. Her konuşmaları bir hükme dayanır. Yarın kıyamet günü olunca,
halkın özrü kalmaz. Çünkü müjde ve çekinme mevzuunda, her sözü bu büyükler
beyan etmiştir.
Peygamberlerden sonra halk, yararını
onlardan öğrenecektir. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem: “Alimler, nebilerin
vârisleridir.” buyuruyor.
Asıl veraset, yukarıda anlattığımız ve
daha anlatacağımız huyları benimsedikten sonra başlar.
Ey cemaat! Allah'ın nimetlerine
şükredin. Sizde bulunan nimetleri O'ndan görün. Çünkü yaratanımız buyurdu:
“Sizde bir nimet varsa, o Allah'tandır.”
(en-Nahl, 16/53)
Hani O'nun nimetlerine şükrünüz? Hâlbuki
O'nun iyilikleri sizi sarmıştır. Nimetleri içinde dönüp duruyorsunuz.
Hâlin nicedir, iyiliği başkasından gören
çaresiz! Bir taraftan iyiliği Allah'tan başkasına mal edersin, beri yana döner,
nimeti az bulursun! Size gerekmeyeni, yaramazı neden beklersiniz? Allah'ın
verdiği kuvvet ve kudreti O'na isyanda harcamanıza sebep ne?
Ey evlat! Yalnız kaldığın zaman, seni
kötü işten koruyacak duyguya muhtaçsın. Ayak kaymasını önleyecek tedbirin
olmalı. Hakk’ın her an seni kontrol ettiğini içinden sezmelisin. Bu düşünceler
varlığını sarmalı. Anlattıklarımıza şiddetle ihtiyacın vardır. Benliğini bu
öğütlerle donattıktan sonra nefisle cenge çıkman kabil olur.
Halk arasında büyük olarak tanınan
kimseleri ufak bir hata yıkabilir; zahidleri şehvetler perişan eder. Ebdâlleri,
maddî varlığını manevî varlığa katmak isteyenleri, yersiz düşünce süründürür.
Bilhassa yalnızlık hâllerinde, kötü fikirlerden kendilerini korumaları
gerektir.
Doğruların yıkılışı bir an işidir. Çünkü
bunlar şahın kapısında beklerler. Tek tek halkı Hakk'a çağırmaya memur
edilmişlerdir. Onlar, mahlûkata şöyle hitap ederler:
“Ey kalpler! Ey Ruhlar! Ey insanlar ve
cinler! Hak yolunu istiyorsanız bana gelin! Gelişiniz kalp adımı ile olsun.
Takva ve vera' caddesinden aşın, gelin. Dünyayı bırakın. Âhireti bir yana atın.
Mevlâ’nızdan başkasını düşünmeyin. Bana bu duygularla dolarak gelin!
İşte, bize uyanlar böyle olur.
Gayretleri sayesinde yerle gök arasındaki boşluk dolar.
Ey evlat! Nefsi bir yana at. Şahsî
arzularından geç. Yukarıda, azıcık vasıflarını anlattığımız er kişilerin
ayakları altında toz ol, toprak ol! Onlar ellerini birbirine vurduğu zaman
gözden kaybolacak kadar küçül!
Hak, hem Aziz, hem de Yüce’dir, ölüyü
diriltir. Dilediği an dirileri de öldürür.
İbrahim (aleyhi's-selâm)’ın ana, babası
küfürle gitmişti. O, iki ölüden diri çıkardı. Onlardan koca bir İbrahim aleyhi's-selâm
doğdu. Îman sahibi diridir. Küfür ehli ölü sayılır. Allah'ı tevhid nuru ile
bilen diri; müşrik ise ölüdür. Allah Teâlâ, geçmişteki peygamberlerine
indirdiği bazı kitaplarda şöyle buyurdu:
“İlk defa şeytan öldü; çünkü bana karşı
geldi. Bu yanlış iş, onun sonsuz yıkılışına sebep oldu.”
Artık yaşadığımız zaman, son demlerini
geçirmektedir. Ortalığı yalan, nifak tohumlan kapladı. İçi dışına uymayan
kimselere yanaşmayın. Yalancı ve insanları doğru yoldan saptıran kişilerden
uzak durun. Onların kılığı deccal kılığıdır. Tipleri şeytana benzer. Bu vasfı
onların, yalnız dış cephelerinde aramayın. İçlerini biraz sezecek olursanız,
onların fenalığını hemen anlarsınız. Kendi iç bünyende de bulabilirsin. Nefsin
de şeytan kılığına girip seni azdırabilir. Onun da bir vasfı, deccal'dır.
Onları da ıslaha çalış. Kötü arzularını da yenmeye gayret et. Nefsin
fenalığını düşünmeden başkasını kötülersen, “sana yazıklar olsun!”, derim.
Varlığında her cins kötülük saklı; münafıklık, aldatıcılık, daha birçok
fenalık onda varken başkasına sataşman ne gerek? O ayrıca Allah'a şirk de koşuyor;
bunu bildiğin hâlde neden göz yumuyorsun?
Nefsine muhalif ol. Ona uyma. Onu
kuvvetle bağla, çözme. Onu hapset. Yalnız hakkı kadar ver. Fazla verme, sonra
azar, baş edemezsin. Her zaman onunla mücadele et ve onu yenmeye çabala.
Şahsî arzularına bin. Onlar sana yük
olmasınlar; işte buna meydan verme. Tabiî hevâyı yık, yeniden yap. Onun aklı
yoktur. Küçücük çocuğa benzer. Gözleri de kördür. Gideceği yolu sen göster.
Ondan bir şey de öğrenmen mümkün değildir; kendi bildiklerinden ona belki
öğretebilirsin. Öğrenmek istemez, ama hissen iyiye yanaşabilir. Aksi hâlde
ondan kabul edeceğin her hareket, senin ebedî yıkılıp gitmene sebep olur.
Şeytana nasıl yakın oluyorsun? O, senin
düşmanındır. Aranıza bir kan davası girmiştir. Babanı öldürdü. Anneni
kandırdı. Âdem Baba ile Havva Ana'ya neler etti. Bilirsin, ama yine ondan ayrı
olmuyorsun. Kork, sonra onlara yaptığını, sana da yapar.
Elindeki silah takva ve tevhid olsun.
Yalnız hâlinde şüpheli iş tutma. Allah'tan yardım dile. Doğru olmak ve yardım
dilemek, senin askerlerindir, işte silâh, işte asker, kumanda edebilirsen ne
âlâ; yoksa yanarsın. Bunlar sana yeter. Gayret et, şeytanı da, nefsi de, kötü
duyguları da yenebilirsin. Hak’tan yardım diledikçe, O seninledir. Bu olduktan
sonra nasıl başarı elde edemezsin ki?
Ey evlat! Bir eline dünyayı, öbür eline
de âhireti al. İkisini yan yana getir. Bir yere yerleştir. Aralarından çık.
Mevlâ’na yönel. Tek olarak Hakk’a yönel. Kalbin çıplak olsun; onda ne dünya; ne
de âhiret bulunsun. Hiç biri olmamalı.
Mevlâ’ya yöneldiğinde, sivâdan -Hak’tan
gayrı işlerden- soyun. Yaratan ile yaratılmışları karıştırma. Hâlık'ı bırakıp
halk ile olma. Bütün sebeplerden kesil. Yaratıcılık iddia edenleri yere vur.
Bunları yap, sonra dünya ile âhireti bıraktığın yere git; dünyayı nefsine ver.
Âhireti kalbine koy, Mevlâ’yı da sırrında sakla.
Ey evlat! Nefisle olma. Kötü arzuyla
olma. Dünya ile olma. Âhireti de bırak. Hakk'ın gayrı bildiğin her şeyden
sıyrıl. Bunları yapabildiğin an, tükenmez hazineye erersin, sonsuz hazine
dedikleri budur. Hidayet bu yolda olur; oraya erersen ölmek senin için muhal
sayılır.
Günahtan dön. Koşar adımla efendine git.
Tevbe edeceğin zaman dışını ve içini temizle. Tevbe ilk defa kalple olur.
Tam ve pürüzsüz dönüşle Mevlâ'na sarıl;
günah libasından çık. Mecazî mânada değil, hakikî mânada Allah'tan utan. Bunlar
kalp işidir; olması için kalbin temiz olması şarttır. Peygamber’in göstermiş
olduğu yola girmek gerekir.
Kalıbın kendine has işi vardır. Kalbe de
has olan bazı işler bulunur. Sebep kisvesinden soyunmak, kullara dayanmamak,
kalbin yapması gereken şeydir. Kalp, tevekkül denizinde yüzer. Allah bilgisini
varlığına sindirir. O’nun sonsuz ilim denizine dalar. Sebebi bırakır. Sebebin
asıl sahibini arar. Bu durumda vasat hâlde bulununcaya kadar zahmet çeker.
Sonra içine döner ve şöyle der:
“Bizi yaratan, doğru yolu gösterir.”
(eş-Şuârâ, 26/78)
Sonra yoluna devam eder. Yerleri aşar.
Sahilleri dolaşır. Sonra... Sonra, doğruyu bulur. Yolunu aydınlık kaplar.
Allah'a hakiki mânasıyla inanır. Yolunu kesen engeller yok olur.
Hakk'ı arayanın kalbi, mesafeleri aşar.
Her adımda görüşü ötelere geçer. Yürüdüğü yolda korkulu bir şey gelse, îman
kalkanı onu saklar; ona şecaat duygusu verir. Korku buharı kalmaz, ateş
korları yok olur, emniyet nuru gelir; yakınlık sevgisini benliğinde bulur.
Ey evlat! Başına bir iş gelecek olursa,
sabır eli ile karşıla. Şifa buluncaya kadar dur. Bağırma, çağırma. Şifa
gelirse, şükür eli ile al. Bu hâle geldiğin zaman, en güzel şeyi bulmuş
olursun.
Cehennem korkusu, îman sahiplerinin
ciğerlerini parçalar. Renklerini değiştirir. Kalpleri mahzun olur. Bu duygu
sonunda Allah'ın rahmet suyu üzerlerine saçılır. Lütuf hoşluğuna kavuşurlar.
Âhiret kapısı onlar için açık olur; sevdikleri makamı görür ve sonunda oraya
yerleşirler. Bir zaman rahat edip huzur bulduktan sonra, bu defa Celâl perdesi
açılır. İlk korkudan daha büyük bir ürperme hâsıl olur. Kalpleri Hakk’a doğru
uçmaya başlar. Bu devir de biterse, Cemâl kapısına yol açılır. Artık
bulacaklarını bundan sonra bulurlar. Sakin ve emin olurlar; fakat bu emniyet
ilk defadan çok üstün ve hoş olur. Dereceler bir bir artar, perdeler arka
arkaya açılmaya başlar. Duyguları yeni yeni şeyler sezmeye koyulur, çünkü
Hakk’ın tam yakını olmuş olurlar.
Ey evlat! Gayretin yemek, içmek ve evlenmek
olmasın. Bunların tümünü gönlünden çıkar. Gayen bunlar olmasın. Çünkü hepsi
nefsin arzularıdır. Tabiatın gereği sayılır. İlâhî kuvvet, bunlarla seni bulamaz.
Bunlara kapılırsan kalbin hakikî isteği nerede kalır? Onlar, Hakk’ı ararlar.
Sana da iç âlemin isteği gerek. Bütün gayretin en çok lâzım olana olmalı. O en
lüzumlu olan ise Allah'tır. O'nu ara. Allah ve O’nun katında olan sana yeter.
Her şeyin bir karşılığı olur. Dünyaya
âhiret, yaratılmışlara ise Yaratan bedeldir. Dünyayı kalbinden atarsan yerini
âhiret alır; halk bir yana bırakılırsa onun yerini Hak alır.
Şu günün, ömrün için son olduğunu bil.
İşlerini ona göre ayarla. Bu duygu sana yeter. Öbür âleme hazırlık yap. Ölüm
meleğini candan bekle. Onun gelişi seni sevindirmeli.
Îman sahiplerine dünya, pişme ocağıdır.
Âhiret onları hazır bekler. Hakk'ın gayreti onların kapalı perdesini açar.
Onlarda Tekvin -istediğini yapabilmek- sıfatı tecelli eder. Bu, öbür âlemde
olması gereken bir vasıftır. Ama onların dünyası da bir âhiret olur. Dünya
ile âhiretin onlara bir değişik hâl getirmediği de, ayrıca iddiası gerekmez bir
gerçektir.
Yalancı! Allah'ı sevdiğini
belirtiyorsun. Nimet hâlinde “Allah!” de; sonra da kaç, kaybol; bu yakışır mı?
Belâ geldi mi, sanki ilâhî duyguların sönüyor ve sen çırpınıyorsun. Allah'ı
yalnız iyilik içinde mi anacaksın? Belâ karşısında dağ gibi olmalısın. Allah
sevgisi o zaman belli olur. Bu duygudan mahrumsan hiçsin. Bu yol, içi bozukları
hemen açığa çıkarır. En ufak bir değişik hâl, iç âlemi perişan etmeye yeter.
Bir adam Nebî sallallahu aleyhi ve
sellem’e geldi: “Seni seviyorum, yâ Rasûlallah!” dedi. Nebî sallallahu aleyhi
ve sellem şöyle buyurdu:
“O hâlde fakirlik hâline razı ol!” Bir
kişi yine geldi:
“Ben Allah'ı seviyorum!” dedi. Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem buna da şunları söyledi:
“O hâlde, belâ gömleğini giy. Allah ve
Peygamber sevgisini fakirlik hâli ve belâ takip eder.”
Bundandır ki, birçok iyiler şöyle
derler:
“Belâ velilere gelir. Ta ki, bir iddia
peşinde koşmayalar. Böyle olmasaydı herkes velilik iddiasında bulunurdu.”
Allah, belâ anında dimdik durmayı
iyilere verdi. Fakirlik ve ihtiyaç hâli ise bu sevginin gereğidir.
“Yâ Rabbi, bizi ateşten koru. Dünyada
iyilik, âhirette yine iyilik ver.” (el-Bakara, 2/201)