Muaz b. Cebel radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
عُمْرَانُ بَيْتِ الْمَقْدِسِ خَرَابٌ لِيَثْرِبَ
وَخَرَابُ يَثْرِبَ خُرُوجُ الْمَلْحَمَةِ وَخُرُوجُ الْمَلْحَمَةِ فَتْحُ الْقُسْطَنْطِينِيَّةِ
وَفَتْحُ الْقُسْطَنْطِينِيَّةِ خُرُوجُ الدَّجَّالِ ثُمَّ ضَرَبَ بِيَدِهِ
عَلَى فَخِذِ الَّذِي حَدَّثَهُ أَوْ مَنْكِبِهِ ثُمَّ قَالَ إِنَّ هَذَا لَحَقٌّ
كَمَا أَنَّكَ هَاهُنَا أَوْ كَمَا أَنَّكَ قَاعِدٌ
“Beytu’l-Makdisin mamur olması, Yesrib’in (Medine’nin)
harab olması demektir. Yesrib’in harab olması büyük savaşın çıkması demektir.
Büyük savaşın çıkması Kostantiniyye’nin fethi demektir. Konstantiniyye’nin
fethi deccalin çıkması demektir.” Sonra (Muaz radıyallahu anh) eliyle
hadisi rivayet ettiği kimsenin dizine veya omuzuna vurdu ve dedi ki:
“Muhakkak ki bu senin şurada oturduğun gibi gerçektir.”[1]
Kostantiniyye
(İstanbul)’un fethi Mehdi’nin zamanında olacaktır. Bu da İsa aleyhi's-selâm’ın
zamanıdır.
Denildi ki: “Beytu’l-Makdis’in
umranı, hilafetin oraya intikal edeceği zaman olacaktır.” Bu da Kudüs’ün
özgürlüğe kavuşmasını gerektirir. Oranın özgürlüğü ise Yahudilere karşı orada
İslamî meşrû cihadın meydana gelmesini gerektirir.
Mikdad b. el-Esved
radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken
işittim:
لَا يَبْقَى عَلَى
أَهْلِ الْأَرْضِ بَيْتُ مَدَرٍ وَلَا وَبَرٍ إِلَّا أَدْخَلَ اللَّهُ عَلَيْهِمُ الْإِسْلَامَ
بِعِزِّ عَزِيزٍ أَوْ بِذُلِّ ذَلِيلٍ إِمَّا يُعِزَّهُمُ اللَّهُ فَيَجْعَلُهُمُ اللَّهُ
مِنْ أَهْلِهَا أَوْ يُذِلُّهُمْ فَيَدِينُونَ لَهَا
“Yeryüzünde
Allah'ın İslâm kelimesini azizin izzeti veya zelîlin zilleti ile
bildirmeyeceği, köyde, kasabada ve şehirde hiç bir ev kalmayacaktır. Ya Allah
onlara izzet verip kendilerini bu din halkından kılacak veya onlara zillet
verip onlar buna boyun eğeceklerdir.”[2]
Denildi ki: Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in “Buna boyun eğecekler” sözü, cizyeye işarettir.
Yine bu durumun İsa aleyhi's-selâm’ın nüzulünden önce olacağına işarettir. Çünkü
İsa aleyhi's-selâm kimseden cizye kabul etmeyecektir. Zira Ebu Hureyre
radıyallahu anh’ın rivayet ettiği hadiste şöyle buyrulmuştur:
Ebu Hureyre radiyallahu anh’den: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
وَالَّذِي
نَفْسِي بِيَدِهِ لَيُوشِكَنَّ أَنْ يَنْزِلَ فِيكُمْ ابْنُ مَرْيَمَ حَكَمًا
عَدْلًا فَيَكْسِرَ الصَّلِيبَ وَيَقْتُلَ الخِنْزِيرَ وَيَضَعَ الجِزْيَةَ
وَيَفِيضَ المَالُ حَتَّى لاَ يَقْبَلَهُ أَحَدٌ حَتَّى تَكُونَ السَّجْدَةُ
الوَاحِدَةُ خَيْرًا مِنَ الدُّنْيَا وَمَا فِيهَا
“Nefsim elinde olana yemin ederim ki Meryemoğlu’nun adil bir hakem
olarak nüzul etmesi yakındır. Haçı kıracak ve domuzu öldürecek, cizyeyi
kaldıracaktır. Mal öyle artacak ki onu kimse kabul etmeyecektir. Bir tek secde
dünya ve içindekilerden daha hayırlı olacaktır.” Sonra Ebu Hureyre
radiyallahu anh dedi ki: “İsterseniz şu âyeti okuyun:
“Kitap ehlinden hiçkimse yoktur ki ölümünden önce O’na iman etmesin.
Kıyamet gününde de onlara bir şahit olacaktır.” (Nisa 159)”[3]
Haçı kırması;
Hristiyanlık dinini iptal etmesi demektir. Domuzu öldürmesi, onu yemenin
haramlığındaki mubalağadır. Zira Hristiyanlar domuz yemeyi helal saymışlardır.
Cizyeyi kaldırması/bırakması, onu terk etmesidir. Zira İsa aleyhi's-selâm’ın
nüzulünden sonra İslam’a girmedil bir kitap ehli kalmayacaktır. Dolayısıyla
cizye verecek bir zimmet ehli kalmayacaktır. Hafız İbn Hacer dedi ki: “Bunu
İmam Ahmed’in diğer yoldan Ebu Hureyre radıyallahu anh’den bir rivayetinde
geçen şu ifade desteklemektedir:
وَتَكُونُ الدَّعْوَى أي الملة وَاحِدَةٌ
“Davâ (yani
din) tek olacak.”[4]
Derim ki: yukarıdaki
hadisin Temim ed-Dari radıyallahu anh’den gelen tarikinde konunun cizye ile
alakası açıklanmıştır: Temim ed-Dârî radıyallahu anh dedi ki:
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim:
لَيَبْلُغَنَّ
هَذَا الْأَمْرُ مَا بَلَغَ اللَّيْلُ وَالنَّهَارُ وَلَا يَتْرُكُ اللهُ بَيْتَ مَدَرٍ
وَلَا وَبَرٍ إِلَّا أَدْخَلَهُ اللهُ هَذَا الدِّينَ، بِعِزِّ عَزِيزٍ أَوْ بِذُلِّ
ذَلِيلٍ عِزًّا يُعِزُّ اللهُ بِهِ الْإِسْلَامَ وَذُلًّا يُذِلُّ اللهُ بِهِ الْكُفْرَ
وَكَانَ تَمِيمٌ الدَّارِيُّ يَقُولُ قَدْ عَرَفْتُ ذَلِكَ فِي أَهْلِ بَيْتِي لَقَدْ
أَصَابَ مَنْ أَسْلَمَ مِنْهُمُ الْخَيْرُ وَالشَّرَفُ وَالْعِزُّ وَلَقَدْ أَصَابَ
مَنْ كَانَ مِنْهُمْ كَافِرًا الذُّلُّ وَالصَّغَارُ وَالْجِزْيَةُ
“Elbette bu iş gece ve gündüzün ulaştığı heryere
ulaşacak, Allah bu dini azizin izzetiyle ve zelilin zilletiyle sokmadığı
çamurdan veya kıldan bir ev bırakmayacaktır. Aziz olan Allah’ın İslam ile aziz
kıldığı ve zelil olan da Allah’ın küfürle zelil kıldığıdır.” Temim ed-Dari
radıyallahu anh şöyle derdi:
“Ben bunu ev halkımda gördüm. Onlardan müslüman olanlar
hayra, şerefe ve izzete kavuştu. Onlardan kâfir olanlar ise zillet, küçüklük ve
cizyeye maruz kaldı.”[5]
Bu hadisler İslamî hilafetin döneceğini ve bütün dünyayı
kuşatacağını ifade etmektedir! Hilafet müslümanlara semadan inen bir kâğıtla
gelecek değil, lakin çeşitli vesileleri olan Allah’ın yardımıyla gelecektir.
Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Roma’nın fethini müjdelemiştir:
Ebu Kubeyl (Hay b.
Hani el-Meafiri) rahimehullah dedi ki:
كُنَّا عِنْدَ
عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَمْرِو بْنِ الْعَاصِ فَسُئِلَ أَيُّ الْمَدِينَتَيْنِ تُفْتَحُ
أَوَّلًا قُسْطَنْطِينِيَّةُ أَوْ رُومِيَّةُ؟ قَالَ فَدَعَا بِصُنْدُوقٍ طُهُمٍ -
وَالطُّهُمُ الْخَلْقُ - فَأَخْرَجَ مِنْهَا كِتَابًا فَنَظَرَ فِيهِ ثُمَّ قَالَ كُنَّا
عِنْدَ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ نَكْتُبُ مَا قَالَ فَسُئِلَ
أَيُّ الْمَدِينَتَيْنِ تُفْتَحُ أَوَّلًا الْقُسْطَنْطِينِيَّةُ أَوِ الرُّومِيَّةِ؟
فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَدِينَةُ هِرَقْلَ تُفْتَحُ
أَوَّلًا يَعْنِي الْقُسْطَنْطِينِيَّةَ
“Biz Abdullah b. Amr b. el-As radıyallahu anhuma’nın yanında
oturuyorduk. Şöyle soruldu: “İki şehirden hangisi önce feth edilecek?
Kustantiniye mi yoksa Roma mı?” Abdullah radıyallahu anh halkalı sandığının
getirilmesini söyledi. Oradan bir kitap çıkardı, ona baktı ve dedi ki:
“Biz Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’ın etrafında
yazıyorduk. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e şöyle soruldu:
“İki şehirden hangisi önce feth edilecek? Kustantiniyye mi
Roma mı?” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
“Hiraklin şehri önce feth edilecek.” Yani
Kustantiniyye.”[6]
Bu fetih ancak Allah Azze ve Celle yolunda cihad, bunun için
sabır, malların ve canların fedâ edilmesi ile gerçekleşecektir. Bu cihadı da,
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’İn haber verdiği gibi nübüvvet minhacı üzere
olan bir halifelik gerçekleştirecektir:
Huzeyfe radıyallahu
anh şöyle dedi: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
إِنَّكُمْ فِي النُّبُوَّةِ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ
تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةٌ عَلَى
مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا
إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا عَاضًّا فَيَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ
أَنْ يَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ جَبْرِيَّةً
فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا
ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةٌ عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ
“Nübüvvet aranızda
Allah’ın dilediği kadar kaldıktan sonra yine dilediği zaman onu kaldıracaktır.
Ondan sonra nübüvvetin yolunu izleyen hilafet olacaktır. Bu hilafet Allah’ın
dilediği kadar kaldıktan sonra yine dilediği zaman onu kaldıracaktır. Sonra
zorba bir saltanat olacaktır. Bu saltanat da Allah’ın dilediği kadar kaldıktan
sonra yine dilediği zaman onu kaldıracaktır. Ondan sonra diktatörlük olacaktır.
Bu diktatörlük de Allah’ın dilediği kadar kaldıktan sonra yine dilediği zaman
onu kaldıracaktır. Bunun da ardından nübüvvetin yolunu izleyen hilafet
olacaktır.”[7]
Nübüvvet minhacı üzere olan halifeliğin menheci
Taifetu’l-Mansura’nın menhecidir ki o da salih selefin menhecidir. Bu menhec
sünnete ittiba, bid’atleri terk üzere kuruludur. Çünkü yeryüzünde halifeliğin
iadesine güç yetirebilecek yegâne sahih menhec budur. Bununla beraber bu davayı
yüklenebilecek azim ve takvâ sahibi kimselere ihtiyaç vardır. Onların eğitimi
kitap ve sünnet üzeredir. Müslümanların şu an yaşadıkları acı vakıanın ilacı;
Allah’ın tertemiz dinini, ona sonradan dâhil olan görüşlerden, mezheplerden,
tarikatlerden, fırkalardan, bid’atlerden temizlemektir.
Ebu Hureyre radiyallahu anh’den: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
لاَ تَقُومُ
السَّاعَةُ حَتَّى تُقَاتِلُوا اليَهُودَ حَتَّى يَقُولَ الحَجَرُ وَرَاءَهُ
اليَهُودِيُّ يَا مُسْلِمُ هَذَا يَهُودِيٌّ وَرَائِي فَاقْتُلْهُ
“Siz Yahudilerle savaşmadıkça kıyamet kopmaz. Hatta taş, arkasındaki
Yahudi’yi haber vererek: “Ey Müslüman! İşte arkamda bir Yahudi var, onu öldür”
diyecek.”[8]
* Muslim’in bir rivayetinde şu şekildedir:
لَا تَقُومُ
السَّاعَةُ حَتَّى يُقَاتِلَ الْمُسْلِمُونَ الْيَهُودَ فَيَقْتُلُهُمُ
الْمُسْلِمُونَ حَتَّى يَخْتَبِئَ الْيَهُودِيُّ مِنْ وَرَاءِ الْحَجَرِ
وَالشَّجَرِ فَيَقُولُ الْحَجَرُ أَوِ الشَّجَرُ يَا مُسْلِمُ يَا عَبْدَ اللهِ
هَذَا يَهُودِيٌّ خَلْفِي فَتَعَالَ فَاقْتُلْهُ إِلَّا الْغَرْقَدَ فَإِنَّهُ
مِنْ شَجَرِ الْيَهُودِ
“Müslümanlar
Yahudilerle savaşmadıkça kıyamet kopmaz. Müslümanlar onları öldürürler, hatta
Yahudi taşın veya ağacın arkasına saklanır da taş veya ağaç der ki: “Ey
Müslüman! Ey Allah’ın kulu! İşte arkamda bir Yahudi var, gel onu öldür.” Ancak
Garkad ağacı hariçtir. Çünkü o Yahudilerin ağacıdır.”[9]
Abdullah b. Ömer radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
تُقَاتِلُكُمُ
اليَهُودُ فَتُسَلَّطُونَ عَلَيْهِمْ ثُمَّ يَقُولُ الحَجَرُ يَا مُسْلِمُ هَذَا
يَهُودِيٌّ وَرَائِي فَاقْتُلْهُ
“Yahudilere karşı savaşırsınız ve onlara musallat
olursunuz. Sonra taş der ki: “Ey Müslüman! İşte arkamda bir Yahudi! Onu öldür!”[10]
Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat katında kural; kitap ve sünnetin
naslarını zahirleri üzere işletmektir. Yani ilk bakışta zihne gelen mana Allah
Teâlâ’nın ve rasulü sallallahu aleyhi ve sellem’in muradına uygun olan
anlamdır. Özellikle şahsi görüşlerin müdahale alanı bulunmayan Allah’ın
sıfatları, ahiret âlemi ve gayb meseleleri gibi konularda!
İmam Şafii rahimehullah şöyle demiştir:
آمنت
بالله وبما جاء عن الله على مراد الله وآمنت برسول الله وما جاء عن رسول الله على
مراد رسول الله صلى الله عليه وسلم
“Allah’a ve Allah’tan gelenlere Allah’ın muradına göre iman
ettim. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ve Rasulullah sallallahu aleyhi
ve sellem’den gelenlere Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in muradı üzere
iman ettim.”[11]
Taşların ve ağaçların konuşmaları mecaz değil hakikattir!
İmam Nevevi hadisle ilgili olarak şöyle demiştir: “Garkad
ağacı, Beytu’l-Makdis beldelerinde bilinen dikenli bir ağaçtır. Deccal’in ve
yahudilerin öldürülmeleri orada olacaktır.”[12]
Nitekim bugün İsrail’liler bu ağacı çokça yetiştirmektedirler!
Burada Yahudilerle savaştan kastedilen Deccal’in çıkıp İsa
aleyhi's-selâm’ın nüzul ettiği zamandır.[13]
İmam Ahmed, Cabir radıyallahu anh’den Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
… حتى أن الشجرة والحجر ينادي يا رُوحَ الله هذا يهودي فلا يترك
ممن كان يتبعه أحدًا إلا قتله
“… Hatta ağaç ve taş seslenerek der ki: “Ey Ruhullah!
İşte bir Yahudi!” Ona (Deccal’e) tabi olanlardan öldürmedik kimse bırakmaz.”[14]
Yine hadisler müslümanların ve onların devletinin
Beytu’l-Makdis’te olcağını açıklamaktadır. Deccal ve beraberindekiler – ki
onların çoğu Yahudilerdir – dışarıdan Filistine gelecekler, orada
bulunamayacaklar, Mehdî ve beraberindekiler onları kuşatacaklar, ta ki İsa
aleyhi's-selâm nüzul edecektir. İsa aleyhi's-selâm ve beraberindeki mü’minler
Deccal’in ve beraberindekilerin işini bitirecek, İsa aleyhi's-selâm Deccal’i
Lud kapısında öldürecektir. Sonra Deccal’in taraftarlarını öldürecek, taşlar ve
ağaçlar müslümanlara onların yerini bildirecektir.
Bütün bunlar bize tek bir şeyi gösteriyor: Yahudilerin şuan
Filistin’de gaspettikleri topraklarda bulunan devletleri yok olacaktır!
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bu hadisteki
mücahidleri genel vasıfla müslüman olarak nitelese de, onların daha özel
vasıfları Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat ve Taifetu’l-Mansura olmalarıdır:
İmran b. Husayn radiyallahu
anh dedi ki: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
لَا تَزَالُ
طَائِفَةٌ مِنْ أُمَّتِي يُقَاتِلُونَ عَلَى الْحَقِّ ظَاهِرِينَ عَلَى مِنْ
نَاوَأَهُمْ حَتَّى يُقَاتِلَ آخِرُهُمُ الْمَسِيحَ الدَّجَّالَ
“Ümmetimde kıyamet
gününe kadar hak üzerine savaşıp kendilerine düşmanlık edenlere galip gelen ve
sonuncuları mesih Deccal’e karşı savaşacak olan bir taife bulunmaya devam
edecektir.”[15]
Bu hadis, Deccal ve
taraftarlarına, çoğunluğu Yahudilerden olan yardımcılarına karşı savaşacak
kimselerin salih seleflerinin menhecinde olan tevhid ve sünnet ehli müslümanlar
olacağına işaret etmektedir. Deccal’e en çok tabi olanların Yahudiler, kadınlar
ve bedevîler (sahih sünnet ilimlerinden uzak duranlar) olacakları hadislerde
ifade edilmiştir. Bugün de selefî davete en çok muhalefet edenler bu tip
kimselerdir!
Murre el-Behzî radıyallahu anh’den: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
لَا تَزَالُ
طَائِفَةٌ مِنْ أُمَّتِي عَلَى الْحَقِّ ظَاهِرِينَ عَلَى مَنْ نَاوَأَهُمْ وَهُمْ
كَالْإِنَاءِ بَيْنَ الْأَكَلَةِ حَتَّى يَأْتِيَ أَمْرُ اللهِ وَهُمْ كَذَلِكَ
قُلْنَا يَا رَسُولَ اللهِ وَأَيْنَ هُمْ؟ قَالَ بِأَكْنَافِ بَيْتِ الْمَقْدِسِ
“Ümmetimden bir taife, kendilerine düşmanlık edenlere
karşı hak üzere zahir olmaya devam eder, onlar yiyiciler arasında bir kap
gibidirler. Taki onlar bu haldeler iken Allah’ın emri (kıyamet) gelir.”
Dedik ki: “Ey Allah’ın rasulü! Onlar nerededir?” Şöyle buyurdu:
“Beytu’l-Makdis etrafındadırlar.”[16]
Bu hadisler ve daha başka
birçokları Deccal’e karşı savacak kimselerin Taifetu’l-Mansura olan Ehl-i
Sünnet ve’l-Cemaatin ta kendisi olduğunu açıkça ifade etmektedir. Ahir zamanda
onların bulunacakları mekânlar da belirtilmektedir.
Muslim, Cabir radıyallahu anh’den rivayet ediyor: Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
لَا تَزَالُ
طَائِفَةٌ مِنْ أُمَّتِي يُقَاتِلُونَ عَلَى الْحَقِّ ظَاهِرِينَ إِلَى يَوْمِ
الْقِيَامَةِ قَالَ فَيَنْزِلُ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ فَيَقُولُ أَمِيرُهُمْ
تَعَالَ صَلِّ بِنَا فَيَقُولُ لَا إِنَّ بَعْضَكُمْ عَلَى بَعْضٍ أُمَرَاءُ تَكْرِمَةَ اللَّهِ
هَذِهِ الْأُمَّةَ
“Ümmetimden bir taife kıyamet gününe kadar hak üzere
zahir olup savaşmaya devam ederler. Îsâ b. Meryem aleyhi's-selâm nüzul eder,
emirleri: “Gel bize namazı kıldır” der. O da der ki: “Hayır! Allah’ın bu ümmete
bir ikramı olarak siz birbiriniz üzerine emirler kılındınız.”[17]
İstanbul’un Sultan Mehmed
tarafından daha önce feth edilmiş olmasının bir önemi yoktur, zira Sultan
Mehmed orayı feth ettiğinde İslam halifesi değildi ve orada sahih İslam hüküm
sürmemiş, 1. Dünya savaşından sonra ateist kâfir Mustafa Kamal’ın kurduğu T.C.
hükümetiyle küfrün idaresine geçmiş, kâfir Türkler Yahudilerle anlaşmalar yapmışlar,
ülkeyi Yahudilere açmışlar, ülkede İslam ile alakalı ne varsa kaldırmaya
çabalamışlardır. İstanbul, Yahudilerin ve Hristiyan avrupalıların tahakkümü
altında kalmaya devam etmektedir.
Nitekim Kudüs de Ömer b.
el-Hattab radıyallahu anh zamanında feth edilmişti, lakin sonradan haçlılar
orayı işgal etmişler, sonra Salahuddin el-Eyyubî tarafından feth edilmiş, sonra
Tatarlar zamanında işgale uğramış, sonra yine feth edilmiş, sonra İngilizler
işgal etmiş, sonra Yahudiler işgal etmişlerdir. Sonra Kudus’ün umrânı
tamamlanacak, İstanbul’un fethinden önce bir kez daha feth edilecektir!
İstanbul’un fethi, büyük
melhamede, savaşsız olarak, tekbir ve tehliller ile gerçekleşecektir.
Ebu Hureyre radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
سَمِعْتُمْ بِمَدِينَةٍ جَانِبٌ
مِنْهَا فِي الْبَرِّ وَجَانِبٌ مِنْهَا فِي الْبَحْرِ؟ قَالُوا نَعَمْ يَا رَسُولَ
اللهِ قَالَ لَا تَقُومُ السَّاعَةُ حَتَّى يَغْزُوَهَا سَبْعُونَ أَلْفًا مِنْ بَنِي
إِسْحَاقَ فَإِذَا جَاءُوهَا نَزَلُوا فَلَمْ يُقَاتِلُوا بِسِلَاحٍ وَلَمْ يَرْمُوا
بِسَهْمٍ قَالُوا لَا إِلَهَ إِلَّا اللهُ وَاللهُ أَكْبَرُ فَيَسْقُطُ أَحَدُ جَانِبَيْهَا
قَالَ ثَوْرٌ لَا أَعْلَمُهُ إِلَّا قَالَ الَّذِي فِي الْبَحْرِ ثُمَّ يَقُولُوا الثَّانِيَةَ
لَا إِلَهَ إِلَّا اللهُ وَاللهُ أَكْبَرُ فَيَسْقُطُ جَانِبُهَا الْآخَرُ ثُمَّ يَقُولُوا
الثَّالِثَةَ لَا إِلَهَ إِلَّا اللهُ وَاللهُ أَكْبَرُ فَيُفَرَّجُ لَهُمْ فَيَدْخُلُوهَا
فَيَغْنَمُوا فَبَيْنَمَا هُمْ يَقْتَسِمُونَ الْمَغَانِمَ إِذْ جَاءَهُمُ الصَّرِيخُ
فَقَالَ إِنَّ الدَّجَّالَ قَدْ خَرَجَ فَيَتْرُكُونَ كُلَّ شَيْءٍ وَيَرْجِعُونَ
“Sizler bir yakası karada, bir yakası denizde olan bir
şehir işittiniz mi?” Sahabe: “Evet işittik yâ Rasulullah” dediler.
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“İshak oğullarından (Rumlardan) yetmiş bin kişi o
beldeyle savaşmadıkça kıyamet kopmaz. Bu ordu o beldeye gelip konakladıkları zaman
silah ile savaş yapmazlar, ok da atmazlar. Lailahe illallahu vallahu ekber:
Allah’tan başka ilah yoktur ve Allah en büyüktür derler. Bunun üzerine o şehrin
iki yakasından biri düşer.” Ravi Sevr şöyle demiştir: “Onun ancak şöyle
dediğini biliyorum: “Deniz tarafındaki kısmı düşer” Sonra ikinci defa
Lailahe illallahu vallahu ekber diyecekler ve şehrin diğer yakası da
düşecektir. Sonra üçüncü defa Lailahe illallahu vallahu ekber dediklerinde
kendileri için gedik açılacak ve buradan şehre girerek ganimetleri elde
edeceklerdir. Ordu ganimetleri taksim etmekle meşgul oldukları sırada bir
bağıran:
“Muhakkak Deccal çıkmıştır” der. Bunun üzerine ordu her
şeyi terk ederek geri döner.”[18]
Ahmed Şakir rahimehullah şöyle demiştir: “Hadiste müjdesi
geçen İstanbul’un fethi yakın gelecekte veya uzak zamanda olacak, bunu Allah
bilir. Oranın gerçek fethi, müslümanların şu an uzaklaştıkları dinlerine tekrar
döndüklerinde olacaktır. Bizim asrımızdan önce Türklerin orayı fethetmiş
olmasına gelince, bu ileride olacak olan büyük fethe zemin hazırlamıştır. Sonra
orası şu an müslümanların elinden çıkmıştır. Nedeni Türkler orada yeni devlet
kurup onun İslami bir devlet değil de lâik bir devlet olduğunu açıklamışlar,
İslam düşmanı kâfir devletlerle sözleşmeler imzalamışlar ve kendi çıkardıkları
küfür kanunlarıyla hükmetmişlerdir. İnşallah, Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem’in müjdelediği islami fetih orada gerçekleşecektir.”[19]
Bütün bunlar gelecekte Allah’ın dininin tam anlamıyla
yeryüzüne galip geleceğini göstermektedir.
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
يُرِيدُونَ أَنْ يُطْفِئُوا نُورَ اللَّهِ
بِأَفْوَاهِهِمْ وَيَأْبَى اللَّهُ إِلَّا أَنْ يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ
*
هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ
عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ
“Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Oysa
kâfirler istemese de Allah, kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor. Müşrikler
istemese de o dini bütün dinlere üstün kılmak için rasûlünü hidayetle ve hak
din ile gönderen O’dur.” (Tevbe 32-33)
هُوَ
الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ
كُلِّهِ وَكَفَى بِاللَّهِ شَهِيدًا
“Ki O, rasûlü’nü hidayetle ve hak din ile, diğer bütün dinlere karşı
üstün kılmak için gönderdi. Şahid olarak Allah yeter.” (Fetih 28)
يُرِيدُونَ لِيُطْفِئُوا نُورَ اللَّهِ
بِأَفْوَاهِهِمْ وَاللَّهُ مُتِمُّ نُورِهِ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ * هُوَ الَّذِي
أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ
وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ
“Ağızlarıyla Allah’ın nurunu
söndürmek istiyorlar. Oysa Allah, kâfirler hoş görmese bile nurunu
tamamlayacaktır. Müşrikler
istemese de o dini bütün dinlere üstün kılmak için rasûlünü hidayetle ve hak
dinle gönderen O’dur.” (Saf 8-9)
Bu konuda gelen âyetler ve hadisler geleceğin İslam’a ait
olacağını gösteriyor. Kur’ân ayetleri İslam’ın diğer dinler üzerine galip
geleceğini ifade etmektedir.
Yine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in mutevatir
hadisleri de bunu ifade etmektedir:
1- - Sevbân
radiyallahu anh’den: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
إِنَّ اللهَ زَوَى لِي الْأَرْضَ فَرَأَيْتُ مَشَارِقَهَا وَمَغَارِبَهَا
وَإِنَّ أُمَّتِي سَيَبْلُغُ مُلْكُهَا مَا زُوِيَ لِي مِنْهَا وَأُعْطِيتُ
الْكَنْزَيْنِ الْأَحْمَرَ وَالْأَبْيَضَ…
“Muhakkak ki Allah
bana yeri dürdü, onun doğusunu batısını gördüm. Şüphesiz ki, ümmetim bana
dürülen yerlerin mülküne ulaşacaktır. Bana kırmızı ve beyaz iki define de
verildi...”[20]
2- Aişe radıyallahu anha’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi
ve sellem şöyle buyurdu:
لَا يَذْهَبُ اللَّيْلُ وَالنَّهَارُ حَتَّى تُعْبَدَ اللَّاتُ وَالْعُزَّى
فَقُلْتُ يَا رَسُولَ اللهِ إِنْ كُنْتُ لَأَظُنُّ حِينَ أَنْزَلَ اللهُ {هُوَ
الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى
الدِّينِ كُلِّهِ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ} أَنَّ ذَلِكَ تَامًّا قَالَ
إِنَّهُ سَيَكُونُ مِنْ ذَلِكَ مَا شَاءَ اللهُ ثُمَّ يَبْعَثُ اللهُ رِيحًا
طَيِّبَةً فَتَوَفَّى كُلَّ مَنْ فِي قَلْبِهِ مِثْقَالُ حَبَّةِ خَرْدَلٍ مِنْ
إِيمَانٍ فَيَبْقَى مَنْ لَا خَيْرَ فِيهِ فَيَرْجِعُونَ إِلَى دِينِ آبَائِهِمْ
“Lat ve Uzza’ya ibadet edilmeden gece ve gündüz
bitmez.” Kendisine: “Ey Allah’ın rasulü! Allah Teâlâ: “Müşrikler
istemese de o dini bütün dinlere üstün kılmak için rasulünü hidayetle ve hak
dinle gönderen O’dur” (Tevbe 33) ayetini indirince İslam dininin tamamen
hâkim olacağını düşünmüştüm” dediğimde şu karşılığı verdi:
“Bir süre dediğin şekilde olacaktır. Ancak daha
sonra Allah Teâlâ hoş kokulu bir esinti yollayacak ve kalbinde hardal tanesi
kadar dahi hayır bulunanların ruhunu alacaktır. Sonrasında geriye hayırsız
kişiler kalacak ve tekrar atalarının dinine döneceklerdir.”[21]
Bu hadisler ve daha önce geçen hadisler, yukarıda geçen
ayetleri açıklamaktadır. Ayetin geniş kapsamlı anlamına göre Allah Subhanehu’nun
kelamından İslam’ın bütün yeryüzünü kuşatacağı, şehirli olsun, köylü olsun
bütün insanlara bu davetin ulaşacağı anlaşılmaktadır.
Hiç kimse bu durumun Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in
zamanında, raşid halifeler zamanında veya müslümanların salih hükümdarları
zamanında gerçekleşmiş olduğunu sanmasın!
Şüphe yok ki dinin galip gelmesi ve yayılması onların
zamanında genişlemiştir. Ancak hadiste tamamına ulaşması söz konusu
edilmektedir. Haber verildiği gibi yeryüzünün doğusuna batısına ulaşacak ve bu
mutlaka olacaktır. Bunun geleceğinde bir şüphe yoktur.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in haber verdiği gibi
Kustantiniyye (İstanbul) mutlaka (Mehdi tarafından) feth edilecektir.
Mehdî’den Önce Raşid Hilafet Olacağına Delil Getirilen Hadisin Durumu
Abdullah b. Havale el-Ezdî radıyallahu anh’den:
بَعَثَنا
رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ حَوْلَ الْمَدِينَةِ على
أقدامنا لِنَغْنَمَ فرجَعنا ولم نغنم شيئًا، وعَرَفَ الجَهْدَ في وجوهنا فقام فينا
فقال اللَّهُمَّ لَا تَكِلْهُمْ إِلَيَّ فَأَضْعُفَ وَلا تَكِلْهُمْ إِلَى أَنْفُسِهِمْ
فَيَعْجَزُوا عَنْهَا وَلا تَكِلْهُمْ إِلَى النَّاسِ فيستأثِروا عَلَيْهِمْ ثمَّ قَال
لَيُفْتَحَنَّ لكم الشَّامُ والرُّوم وفارس -أو الروم وفارس- حتى يكون لأَحَدِكُمْ
مِنَ الإبل كَذَا وَكَذَا ومن البقر كَذَا وَكَذَا ومن الغنم حتى يُعْطى أَحَدُهُم
مئةَ دِينَارٍ فَيَسْخَطُهَا ثمَّ وضع يَده على رَأْسِي -أو هامتي- فَقَالَ يَا
بْنَ حَوَالَةَ إِذَا رَأَيْتَ الْخِلَافَةَ قَدْ نَزَلَت الأَرْضَ الْمُقَدَّسَةَ
فَقَدْ دَنَتِ الزَّلَازِلُ وَالْبَلَايَا وَالْأمُورُ الْعِظَامُ وَالسَّاعَةُ
يَوْمَئِذٍ أَقْرَبُ إلى النَّاسِ مِنْ يَدِي هَذِهِ مِنْ رَأْسِكَ
“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bizi ganimet almamız
için Medine etrafına yaya olarak gönderdi. Bir ganimet alamadan döndük.
Yüzlerimizden yorgunluğumuzu anladı ve aramızda kalkıp şöyle buyurdu:
“Allah’ım! Onların işini bana bırakma. Çünkü ben onlara
yardımdan âcizim. Onların işini kendilerine de bırakma. Çünkü kendi
nefislerinin ihtiyaçlarını teminden kendileri de âcizlerdir. Onları insanlara
da bırakma. Çünkü insanlar kendilerini onlara tercih ederler.” Sonra buyurdu
ki:
“Muhakkak ki size Şam, Rum ve Faris (veya Faris ve Rum dedi) feth
edilecektir. Hatta birinizin şöyle ve şöyle develeri, şöyle ve şöyle inekleri
ve koyunları olacak. Onlardan birine yüz dinar verilse buna kızacak.” Sonra
elini başımın üzerine koydu ve buyurdu ki:
“Ey İbn Havale! Halifeliğin Arzu’l-mukaddeseye (Şam'a) intikal ettiğini
gördüğün vakit sarsıntılar, bunalımlar ve önemli hadiseler yaklaşmış
olacaktır. İşte o gün kıyamet (alâmetlerinin ortaya çıkması), insanlara, elimin
senin başına olan yakınlığından daha yakındır.”[22]
Bu hadiste ahir
zamanda hilafetin Kudus’te olacağı, bundan sonra kıyametin büyük alametlerinin
zuhur edeceği bildirilmektedir. Said
Havva “Hilafetin arzu’l-mukaddeseye intikal ettiğini görüğün zaman” kavli
hakkında şu notu düşmüştür:
“Hadisin zahiri,
hilafette Kudus’ün başkent olacağını göstermektedir. İsa aleyhi's-selâm
Dımeşk’e nüzul ettikten sonra Kudus’e gidecektir. Bu da o zaman Filistin’in müslümanların
elinde olacağını Yahudi devletinin yok olup gideceğine işaret etmektedir.”[23]
El-Elbani hadisin
sahih olduğunu söylemiştir.
Derimki: İsnadında
(Abdullah) b. Zugb el-Eyadî’nin sahabi oluşunda ihtilaf edilmiştir. Ondan
sadece Damra b. Rebia rivayette bulunmuştur. Dolayısıyla İbn Zugb meçhuldür.
Nitekim hadis sahih bir tarikten; Cubeyr b. Nufeyr – Abdullah b. Havale
radıyallahu anh yoluyla rivayet edilmiş
olup, son cümledeki ziyade bu sahih tarikte geçmemektedir. O rivayetin metni
şöyledir:
Abdullah b. Havâle el-Ezdî radıyallahu anh’den:
“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
سَيَصِيرُ الأَمْرُ
إِلَى أَنْ تَكُونُوا جُنُودًا مُجَنَّدَةً فَجُنْدٌ بِالشَّامِ وجُنْدٌ بِالْيَمَنِ
وجُنْدٌ بِالْعِرَاقِ قَالَ ابْنُ حَوَالَةَ خِرْ لِي يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنْ أَدْرَكْتُ
ذَلِكَ قَالَ عليك بالشام فَإِنَّهَا خِيْرَةُ اللَّهِ مِنْ أَرْضِهِ يَجْتَبِي إِلَيْهَا
خِيْرَتَهُ مِنْ عِبَادِهِ فَإِنْ أَبَيْتُمْ فَعَلَيْكُمْ بِيَمِنِكُمْ وأَسْقُوا
مِنْ غُدُرِكُمْ فَإِنَّ اللَّهَ قَدْ تَكَفَّلَ لِي بِالشَّامِ وأَهْلِهِ
“Şam’da bir tane, Irak’ta bir tane ve Yemen’de
bir tane olmak üzere ordular hazırlayacaksınız.” Ben: “Bu zamana yetişecek
olursam hangisine katılayım? Benim için tercih et” dedim. Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Sana Şam’ı tavsiye ederim. Zira orası
Allah’ın seçtiği yerdir ve orası için kullarını seçer. Şam’a gitmek
istemezseniz Yemen’inize gidin ve oradaki havuzlardan için. Allah bana Şam ve
Şam halkı hakkında teminat verdi.”[24]
Bundan dolayı İbn Zugb
yoluyla gelen rivayetteki son cümlede (Hilafetin Kudus’e intikal etmesi
kısmında) münkerlik vardır. Allah en iyi bilendir.
Hulasa: Mehdî’den önce raşid hilafetin gerçekleşeceğine
dair sahih ve sarih bir nas sabit olmamıştır. Ancak buna işaret olabilecek bazı
rivayetler bu yazıda geçmiştir. Bu raşid hilafet ancak Mehdî ile gerçekleşecektir
ve Mehdi’nin, sonra İsa aleyhi's-selâm’ın taraftarları yalnızca salih selefin
menhecinde olan, mezhep ve tarikat gibi fırkalara ayrılmayıp Kur’ân ve sahih
sünnetten ibaret vahye tabi olan Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat müslümanlar
olacaktır.
[1]
Hasen. Buhari Tarihu’l-Kebir (5/193)
İbn Ebî Şeybe (7/458, 490) Hâkim (4/467) Ahmed (5/232, 245) Ebû Dâvûd (4294)
İbnu’l-Ca’d Musned (3405) Hanbel b. İshak el-Fiten (25) Taberânî
Mu'cemu'l-Kebîr (20/108) Taberânî Musnedu'ş-Şamiyyîn (190, 3520) Tahavi Şerhu
Muşkili’l-Asar (519) Hatib Tarih (10/223) Ziyau’l-Makdisi Fedailu
Beyti’l-Makdis (s.71) İbn Asakir Tarih (56/520) Elbani Sahihu’l-Cami (4096)
[2]
Muslim'in şartına göre sahih. İbn
Mende el-İman (1084) Buhârî Tarih (2/150) Ahmed (6/4) İbn Hibbân (15/93) Hâkim
(4/476) İbn Mende et-Tevhid (319) Taberânî (10/255) Taberânî Musnedu’ş-Şamiyyin
(572) Yahya b. Sellam Tefsir (1/458) İsmail el-Esbehanî Delailu’n-Nubuvve (303)
Ebu’l-Abbas el-Asam Musannefat (134) Beyhakî (9/181) İbn Asakir Mu’cem (501,
1012) Mukbil b. Hadi Sahihu’l-Musned (1142)
[3]
Sahih. Buhârî (3448) Muslim (155)
[4]
Hasen. Ahmed (2/394) Ma’mer Cami
(1467) Bezzar (14/385) Fethu’l-Bari (6/492)
[5]
Muslim'in şartına göre sahih. Ahmed
(4/103) Hakim (4/477) İbn Mende el-İman (1085) Taberânî Mu'cemu'l-Kebîr (2/58)
Taberânî Musnedu'ş-Şamiyyîn (951) Beyhakî (9/181)
[6]
Sahih. Ahmed (2/176) Dârimî (486)
Hâkim (4/468, 554, 598) İbn Ebî Şeybe (4/219) ed-Dani Fiten (607) el-Elbani
es-Sahiha (4)
[7]
Hasen. Ahmed (4/273) Tayalisi (439)
Bezzar (7/223) Beyhakî Delailu’n-Nubuvve (6/491) el-Mustagfiri
Delailu’n-Nubuvve (48) el-Elbani es-Sahiha (5)
[8]
Sahih. Buhârî (2926) Muslim (2922)
[9]
Sahih. Muslim (2922)
[10]
Sahih. Buhârî (3593) Muslim (2921)
[11]
İbn Teymiyye Mecmuu’l-Fetava (6/354)
[12]
Şerhu Sahihi Muslim (18/44)
[13]
Bkz.: Fethu’l-Bari (6/610)
[14]
Muslim'in şartına göre sahih. Ahmed
(3/367) Hâkim (4/575) İbn Huzeyme et-Tevhid (1/102) Tahavi Şerhu Muşkili’l-Asar
(5694) Ebu’l-Mehasin el-Baci Mu'tasaru’l-Muhtasar (2/219) İbn Abdilberr
et-Temhid (16/180)
[15]
Muslim'in şartına göre sahih. Hanbel
b. İshak el-Fiten (11) Ebû Dâvûd (2484) Hâkim (2/81, 4/497) Ahmed (4/434, 437)
Taberânî (18/116) Taberî Tehzibu’l-Asar (933) el-Elbani es-Sahiha (1959) Mukbil
b. Hadi Camiu’s-Sahih (4, 528)
[16]
Sahih. Buhârî el-Kuna (no:752) Taberânî Mu’cemu’l-Kebir (20/317) Fesevî el-Marife
ve’t-Tarih (2/171) İbn Asakir Tarihu Dımeşk (1/209-210)
* Ebu
Umame radıyallahu anh’den:
Abdullah b. Ahmed Zevaidu’l-Musned (5/269)
[17]
Sahih. Muslim (156) İbn Carud
el-Munteka (1/257) İbn Hibban (15/231) Ahmed (3/345, 384) Ebu Avane (1/99)
Beyhaki (9/180) Deylemi (7603) İbn Mende el-İman (1/517) İbn Hazm el-Muhalla
(1/9, 7/391)
[18]
Sahih. Muslim, (2920)
[19]
Ahmed Şakir, Umdetu’t-Tefsir (2/256)
[20]
Sahih. Muslim (2889)
[21]
Sahih. Muslim (2907) Hâkim (4/446)
[22]
Münker. Ahmed (5/288) Buhârî Tarih
(8/436) Ebû Dâvûd (2535) Hâkim (4/471) Ziyau'l-Makdisi el-Muhtâre (9/276) Ebu
Ya’la (12/281) Taberânî Musnedu'ş-Şamiyyîn (2019) İbn Ebi'd-Dunyâ el-Ukubat
(262) Beyhakî (9/169) İbn Asakir Tarih (1/389, 27/436) el-Elbani Sahihu Suneni
Ebi Davud (2210)
[23]
El-Esas Fi’s-Sunne (2/1025)
[24]
Muslim'in şartına göre sahih. Ahmed
(4/110, 5/34) Ebû Dâvûd (2483) Ziya el-Muhtare (9/272) İbn Hibbân (16/296)
Hâkim (4/555) Taberânî Musnedu’ş-Şamiyyin (292, 2540) Ebu Ahmed el-Hakim
el-Esami ve’l-Kuna (4/160) Fesevi Ma’rife (2/288) İbn Ebî Âsım el-Âhâd
ve'l-Mesânî (2295) Tahavi Şerhu Muşkili’l-Asar (1114) Ebû Nuaym
Hilyetu'l-Evliyâ (2/3-4) Ebu Nuaym Delail (478) Beyhakî Delail (6/327) Ebu Amr
ed-Dani el-Fiten (500) İbn Asakir Tarih (1/77) İbnu’l-Adim Bugyetu’t-Taleb
(1/337) Mizzi Tehzibu’l-Kemal (27/361) Mukbil b. Hadi Delailu’n-Nubuvve (s.541)