“İnsanların Yanında Yabancı Oldukları Sünnetleri Açığa
Çıkarmayın” Sözü Hakkında
Şeyh Mahir b. Zafir el-Kahtani
Tercüme: Ebu Muaz el-Çubukâbâdî
Bismillahirrahmanirrahim. Es-Selamu aleykum ve rahmetullahi
ve berakatuhu
Şeyhimiz Şeyh Vasiyullah Abbas – Allah onun ömrünü faydalı
kılsın - benden “İnsanlara garip kalmış sünnetlerden açıkça işlenecek ve
gizlenecek olanları” hakkında yazmamı talep etti. Zira ilme nispet edilen bazı
kimselerin ayrıntıya girmeden mutlak olarak bunun caiz olmadığını söylediğini
işitmiştir.
Allah’tan yardım isteyerek ve O’na tevekkül eden
muhtaçlardan biri olarak derim ki: Ey sünnet ehli! Şunu iyi bil ki, bu mesele
doğu ve batıda önemli din meselelerindendir. İnsanlara göre ıslahatçı alimlerden
sayılan bazı kimseler, sünneti doğru olmayan veya bütün selefin fehminden
sapmış görüşlerle anlamayı işaret etmektedirler. Dinde el-Emin olan Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in ve hidayet olunmuş sahabelerinin sünnetinden
cahil bir şekilde, büyük bir söz ediyorlar! Bilmiyorlar mı ki, onların bu
sözleri İslam’ı yıkmak ve müslümanları kayba uğratmaktır! Zira sünnet; öncekilerin
ve sonrakilerin seyyidinden ve ıslahatçı sahabelerinden gelen, tevhidden
başlayıp müslümanların yolundan eziyeti kaldırmaya kadar gelen her şeydir. Tevhid’in
dışındaki konuları kastediyor olsalar dahi bu söz güzel değildir! Çünkü selefin
yolu tabi olmaktır.
Sünnet, tevhidin duvarıdır. Sünnetle amel terk edilirse din
ölür ve insanlar şaşırmış ve sapmış halde kalırlar. Diyorlar ki: “Birbirine
ülfet eden, cemaat olmuş kimseler olmadıkça insanların çoğunluğunun amel
etmedikleri terk edilmiş sünnetlerle amel etmeyin!” Bunun ne zamana kadar;
hiçbir zaman mı, kıyamete kadar mı, yoksa belli bir zamana kadar mı olduğunu da
açıklamazlar!
Onlar, Buhari’nin Aişe radıyallahu anha’dan rivayet ettiği
şu hadisi delil getiriyorlar: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Aişe radıyallahu
anha’ya dedi ki: “Kavmini görmüyor musun, Kabe’yi İbrahim’in kurduğu
temelleri üzerine kurmadılar!” Aişe radıyallahu anha dedi ki: “Ey Allah’ın
rasulü! Onu İbrahim (aleyhi's-selâm)’ın kurduğu temele döndürmeyecek misin?”
Buyurdu ki: “Şayet kavmin küfürden yeni kurtulmuş olmasalardı elbette bunu
yapardım.”
Onlar bilmezler mi ki, hiçkimse, alemlerin rabbinin kitabı,
ilmiyle amel edenlerin seyyidi olan Muhammed b. Abdillah (sallallahu aleyhi ve
sellem)’in sünneti ve sahabeden – ki onların başında raşid halifeler gelir -
gelenleri gücü yettiği kadarıyla bir araya getirmedikçe, ilimden bir bab ile
fakih olmaz! Şayet ancak görüşü edindikten sonra delil getirdikleri bu hadisi
iyi düşünselerdi, nasıl bir cehaletin içine düşmüş olduklarını anlayacaklardı. Emin
Rasul sallallahu aleyhi ve sellem, Kabenin İbrahim aleyhi's-selâm’ın kurduğu
temeller üzerine dikilmesi sünnetini kıyamet gününe kadar gizlemeyi
emretmemiştir! Bilakis, insanların dinin hakikatlerini doğru bir şekilde
anlamalarına kadar ertelemeyi dilemiştir. Ta ki bunu işittiklerinde, bu işten geri
kalarak inkarcı olmasınlar! Bu sünnetin gizlenmesinin illeti, bunu bilmeyen
müslümanlar tarafından; Allah ve alemlerin rabbinin rasulünün yalanlanması gibi
bir bozgunculuk çıkarma sebebi olmamasıdır.
Bu yüzden insanların din meselelerini öğrenip bu illet
ortadan kalkınca, ıslahatçı alim sahabelerden biri olan İbn Zubeyr radıyallahu
anh Kabe’yi İbrahim aleyhi's-selâm’ın kurduğu temeller üzerine bina etti.
Raşid halifelerden biri olan Ali radıyallahu anh’ın: “İnsanlara
anlayabilecekleri şeyleri söyleyin. Allah’ın ve rasulünün yalanlanmasını ister
misiniz” sözü de böyledir. Yahut dinde bir fitne ve iyiliğe ağır basacak bir
kötülüğe sebep olacaksa, bu her zaman için değil, belli bir zamana kadar
gizlenebilir.
İbn Mes’ud radıyallahu anh’ın şu sözü de böyledir: “Bir
topluluğa akledemedikleri şeyleri söylemek mutlaka onlar için bir fitne olur.”
İmam Malik rahimehullah, alemlerin rabbini, insanlara
benzetme hatasına düşmeyecekleri bir seviyeye gelinceye kadar Rab Azze ve Celle’nin
“Sak; baldır” gibi bazı sıfatlarını cahillerin önünde anlatmaktan ve böylece
dinde fitneye sebep olmaktan sakındırırdı. O halde alimin görevi, insanların
anlayış kapasitelerini gözeterek öğretmektir ki, böylece sünneti ilmiyle amil
olan selefin fehmiyle akledebilsinler. İşte o zaman onlara bu sünnetleri
anlatır ve böylece rabbani alimlerden olur.
Bundan dolayı Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, Muaz radıyallahu
anh’e, insanların işittikleri takdirde buna güvenerek amel etmeyi terk
edebilecekleri bir sünneti gizlemesini emretmiştir. Bu da “Kim la ilahe
illallah derse cennete girer” hadisidir. Bu söz, azab görenlerin Allah razı
olduktan sonra cehennemden çıkarılmalarını kapsayacak mutlaklıkta değildir. O
da bunu her zaman için gizlememiştir. Bilakis insanlar dini anladıkları zaman
durumu açıklamış, rasullerin seyyidinin ilmini gizleyerek günahkar olmamak için
bu hadisi söylemiştir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, insanların dinde
fitneye düşmemeleri ve azaba uğrayan kimselerden olmamaları için bu bilgiyi
yalnız Muaz radıyallahu anh’e vermişti.
Böylece anlaşılmıştır ki, sünnetin açıklanması halinde bir
kötülük takdir edilen şey, her zaman için değil! bu kötülüğün ortadan
kalkmasına kadar gizlenir. Sünnetin ıslahatçı hadis ehli alimlerinin hassas
terazileri vardır. İmam Ahmed şöyle demiştir: “İlimde konuşanların en güzeli
hadis ehlidir.” Ben de derim ki: “Onların terazileri vardır, bırak cahillerin
sözlerini, dinde fıkhetmeye yönel, nebilerin ve rasullerin mirasını elde
edebilmek için rabbanî alimlerden al, böylece alemlerin rabbinin cennetinin
yolunu tutarsın. Ebedi olarak orada nimetlenenlerin en üstünlerinden olursun.
Muslim’in Sahih’inde Huzeyfe b. el-Yeman radıyallahu anh’den rivayet ettiği şu
hadiste Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ne doğru söylemiş!:
“Dedim ki: “Ey Allah’ın rasulü! Bizler şer içinde idik,
Allah bize hayrı getirdi ve biz de onun içindeyiz. Bu hayrın ardında bir şer
olacak mı?” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Evet”
Ben: “O şerden sonra bir hayır olacak mı?” dedim. Rasulullah sallallahu aleyhi
ve sellem: “Evet” buyurdu. Ben: “Peki o hayırdan sonra bir şer olacak
mı?” dedim. “Evet” buyurdu. Ben: “Nasıl olacak” dedim. Buyurdu ki: “Benden
sonra benim hidayetime tabi olmayan ve sünnetime uymayan önderler olacak.
Aralarında kalpleri şeytan kalbi olan, insan cisminde kimseler hükümran olacak”
Ben: “Onlara yetişirsem ne yapayım ey Allah’ın rasulü?” dedim. Buyurdu ki: “Dinle
ve yöneticiye itaat et. Sırtına vurup malını alsa bile dinle ve itaat et.”
Yine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Size
sünnetime uymak düşer” buyurmuştur. Bu hadis sünneti yaymayı vacip kılmaktadır.
Vacibin ancak kendisiyle tamamlandığı şey de vaciptir. Buhari şöyle demiştir: “Müslümanların
en faziletlisi insanlar arasında öldürülmüş bir sünnete davet eden kimsedir.
Sebat edin ey Sünnet ehli! Şüphesiz sizler azınlıksınız.” Şayet biz “Yabancı
kalınan sünnetleri ortaya çıkarmayın” sözünü insanlar arasında zahiren
söylersek, bunun arkasındaki sevab da iptal edilmiş olur. Muslim, Sahih’inde
Ebu Hureyre radıyallahu anh’den merfu olarak rivayet ediyor: “İslam garip
olarak başladı, tekrar başladığı gibi garip haline dönecektir. Gariplere
müjdeler olsun!” Bir rivayette: “Onlara isyan edenler, itaat edenlerden
fazladır” şeklinde geçer.
Derim ki, insanları davette hikmeti gözetmek adına, garip
kalmış sahih sünnetleri ortaya çıkarmayanlar, onlara güzel görünmek için sadece
insanların bildikleri kadar sünnetle amel etmelerinden dolayı gariplerden
olabilirler mi?
Ebu Abdillah Mahir b. Zafir el-Kahtani.