Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

23 Mart 2014 Pazar

Umûma Özel Mektup


İster dost ol, ister düşman, bu mektubumu rabbinle yanlız kaldığında, şeytandan Allah’a sığınarak, benim aşağıda kendini temize çeken bir kafa adına yazdığım tavırdan tiksinerek, nefsini temize çekmeden oku kardeşim.
Koltuklarımızı kim kabarttı da kendimizi yükseklerde zannettik bilmiyorum. Çok gerçekçiydi, içten hissettik. Belki de internet çağının sanallığının bir tür yansıması bu. Âlimlerimiz sanal, talebelerimiz sanal, kardeşlerimiz sanal, düşmanlarımız sanal. Bağlantı hızı yüksek olduğu kadar, hat kesilmeleri de bir o kadar serî. Lakin dillerimizin ve kalplerimizin kazandıkları hepsinden gerçek.
Kardeşliklerimizi yolculuk, komşuluk ve alışveriş gibi ortak imtihanlarda sınanmaksızın, ücretsiz download ederek yola çıktık. Ticaret yaptık, komşuluk ettik. Neden sonra toz dağıldı, ancak anladık hangi bineklere bindiğimizi.
Peter prensibinde denildiği gibi; yükselme ne kadar fazlaysa düşüş o kadar acı.
Kendimizi her zaman isabet ettiğinde övülen sahabelerle özdeşleştirdik, kardeşlerimize bunu çok gördük yahut en iyi ihtimalde onlar olsa olsa, hata ettiğinde eleştirilen sahabelerden olabilirlerdi. Bu bile aslında gözümüzde büyüdü. Çünkü sanki kardeşimizle eşit olabileceğimiz konumlardan Allaha sığınır gibiydik. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in öfkelendiğinde iki kaşı arasında kabaran damarının, kızaran yüzünün, yükselen sesinin muhatabı olarak kendimizi hiç düşünmedik. “Başlarının eşekbaşına çevrilmesinden korkması gereken”, “gözleri kendisine döndürülmemekten endişe etmesi gereken” hiç biz olmadık.
Kardeşine ey kafir yahut ey Allah’ın düşmanı” diyen kimse isabet etmediğinde bu sözün kendisine döneceği, okuyuşları beğenilmesine rağmen okudukları Kur’an’ın gırtlaklarından aşağı inmeyen, dahası okun yaydan çıkışı gibi dinden çıkacak olan kimselerin haberlerini ashab Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den şifahen dinlediler, bu tehdidin korkusunu içten hissettiler. Nifak hasletleri zikredildiğinde en çok kendi nefislerini muhatap bildiler. Daha birçok eleştiri ve kınamalara doğrudan, rû be rû muhatap oldular, muhatap olmayı bildiler de, onlar bizim selefimiz oldu, örnek alalım diye.
Halbuki biz kınanan, eleştirilen olamazdık. Hadisleri okuyan biz olduğumuz, hitap eden biz olduğumuz halde nasıl olur da bizim okuduğumuz hadisler bizim aleyhimizde kullanılır, nasıl olur hitap ettiğimiz kimseler bizi, bizim silahımızla vurmaya kalkışırlardı! Bunu hazmedemeyiz. Çünkü biz, silah edinirken kalkan edinmeyi unuttuk. Hamle yapanın sadece biz olacağımız hesabıyla meydanlara çıktık. Bağdattan dönen hesaptaki yanlışı da görmekten aciz kaldık.
Biz olaylara yukarıdan bakanlarız. Aleyhimize olan her kayıttan müstesna olmamız en kolayı, hoşa giden kayıtlara kendi karakterimizi yerleştirmemiz ise en haz verenidir.
Biz hep en yüksek perdeden, hasmını en güzel üslupla çarpan, taşı lok diye gediğine oturtan, daima ve her zaman sünnete en uygun olanı yapan (!), bid’atle ve sapmakla uzaktan yakından alakası olmayan kimseleriz(!) Kükremiş sel gibiyizdir, bendimizi çiğner aşarız, fakat hangi çılgın bizi eleştiri zincirine vuracaksa da teessüf eder, şaşarız. Bu kumaşa bizden başka makas layık değildir. Fakat hep makas oluruz, kumaş olamayız. Sonuç daha güzel olsa bile bir tarafımızın kırpılmasına, bir yerimize iğne batırılmasına katlanamayız.
Bize dil uzatmaya cüret eden herkeste sırıtan bir bozukluk vardır(!) Keçi gibidir o, tamamen meydandadır(!) Çünkü dil uzatıyorsa, konuşan hayvan insandır. İnsan olduğuna göre birçok kusuru vardır. Ya niyeti bozuktur, ya kara cahildir, ya meşhur olmak istiyordur, ya taassupçudur, ya haset ediyordur, ya yalan söylüyordur, ya cimridir, ya korkaktır, ya yiyicidir, ya gıybetçidir, ya iftiracıdır, ya dönektir, dün başka bugün başkadır, ya ağzı bozuk, ya dengesizdir, ya düşüncesizdir, ya fitnecidir, ya kabadır, ya gevşektir, ya yağcıdır, ya aşırı yumuşak ya çok serttir, ya da en iyi ihtimalde hata etmekte, yanılmaktadır. Her kim bizi eleştirmeye kalktıysa bunlar ya da benzeri kusurlar mutlaka vardır. İnsan ise vardır. Ama kendimize yakıştırmayız, zira biz kendimizi insanüstü gördüğümüzün de farkında değilizdir.
Namazda arka safa çekilecek olan başkasıdır, onun yerine ön safa durdurulması gereken hep bizizdir. Çünkü Kur’an’ı biz daha iyi okuruz, sünneti biz daha iyi bilirizdir. Büyük olan bizizdir.
Şam’lı azizlere secde edildiğini görünce bunu Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e karşı uygulama hatasına düşen hep başkalarıdır. Biz bundan uzağız(!)dır.
Yoksa beni Allah’a denk mi tutuyorsun!” sözünün muhatabı başkasıdır. Biz olamayız.
Sünnetimden yüz çeviren benden değildir” sözünün muhatapları da bizden başkalarıdır. Çünkü biz saç tarayışımızda ve giyinişimizde bile sünnete son derece hassasiyet gösteren kimselerizdir, o sahabeler gibi yanlışa düşer miyiz hiç(!)
Hiç kimse bize “Sende cahiliyye hasleti var” diyemez. Derse de çok ayıp eder, üslüpsuz, edepsiz, kaba saba görürüz onu.
Biz kendisini överken, yüzümüze toprak saçarsa onun nankörlüğü(!) değil midir bu?
Namazda konuşmanın yasaklandığını işitmeyip de namazda konuşmaya kalkan, yahut mescide bevleden biz olamayız.
Kendisine: “Burnun yerde sürtse de…” denilen de biz değiliz.
Sen fitneci misin ey falanca! Namazı hafif kıldır” hitabından da bize hisse düşmez. Çünkü bizim namazımız mükemmeldir(!)
Her suret yapan ateştedir” sözünün muhataplarının hepsi öldüler. Bu manadaki hadisler bize hiç hitap etmemektedir.
Topuktan aşağısı ateştedir” sözü de bizi etkilemez, zira biz kibirden uzak insanlarız(!) Fiillerimiz, şekillerimiz benzese de biz kendimizi başkalarına hiç benzetemeyiz.
Kahraman desinler diye cihad edeni, alim desinler diye ilimle meşgul olanı, ne güzel okuyor desinler diye Kur’an okuyanı bizim gibilerin arasında göremezsiniz. Varsa “onlar”da vardır. Çünkü hem Allah’ın rızasını hem de bunun yanında başka bir gaye güdenin savaşmasını soran o sahabe gibi biz hata etmeyiz, bu düşünceler bizim aklımızdan dahi geçmez. O kadar temizizdir.
Biz kıyas yaparsak bize yakışır. Vahiy almasak da hevâmız vahye yakındır. Re’ylerimiz neredeyse masum gibidir. Bizden başkaları ya çok batinî zorlamalar yapar, yahut maksatları gözetmeyen kuru zahircilerdir!
Bir kadının itirazı sebebiyle fetvasından dönen Ömer radıyallahu anh’ın bu hareketinden ibret almayız. Bilakis burada iki tane hata icat ederiz; birincisi fetvada acele etmek, ikincisi kendisi gibi alim olmayan birinin itirazı sebebiyle görüş değiştirmek. Böyle yapan biri olursa onu “dönek”, “sebatsız”, “bugün başka, yarın başka fikirde” diye eleştirebilmenin rahatlığı vardır bizde. Çünkü ne de olsa o, Ömer değildir. Faziletleri rezalet diye takdim etmekte üstümüze yoktur. Biz yukarılardayız, ne fetva verirken acele ederiz, ne de verdiğimiz fetvadan döneklik yaparız! Biz her şeyi yerli yerince yaparız ki, birileri bizi kılıcın düzeltildiği gibi doğrultmaya cüret edemesin!
Ne kendimiz, ne ev barkımız, ne aile efradımızda hiçbir kusur bulunmasın diye paranoyaklaşırız, düşmanlarımıza koz verip eleştirilmemize sebep olacak da, insafsız dillerin maskarası olacağız korkusuyla çoluk çocuğumuza baskı kurar, beceremezsek başkalarının tenceresinin dibinin bizim tenceremizden kara olduğunu ispat ederek teselli buluruz! Altta kalacak değildik ya!
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem deyyus sözünü, “ailesini kıskanmayan” diye açıklasa da biz her zaman bu kapsamın dışındayızdır. Zira “pezevenklerin” bu sözün kapsamına girdiğinde ihtilaf yoktur. Bu sözden hissemize düşen kısmını bertaraf edip, kendimize leke kondurmamak varken, neyi nasıl konuşacağını bilmeyen, Allah rasulünün sözlerini uzaydan düşmüş gibi, nasıl anlaşılacağını hesaba katmadan konuşana kefen biçip, çıbanın başını erken koparmak dururken, Allah rasulünün bize zerre kadar dokunmayan sözünü aleyhimize söylenmiş zannettirecek üslupsuzlara fırsat verseydik de karizmalarımız yerle bir mi olsaydı yani?
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Sizin için kadınlardan daha zararlı bir fitne/imtihan sebebi bırakmadım” derken bizi kastetmedi ya, bu sözün muhatapları öldüler gittiler. Biz fitneden eminliğin had safhada olduğu bir zamanda yaşıyoruz ne de olsa. Yaramız yok ki gocunalım(!)
Faizin en düşüğü kişinin anasıyla otuz defa zina etmesinden daha kötüdür” sözü bizim zamanımız için söylenmemiş gibidir. Böyle hadisleri olur olmaz yerlerde söyleyip de fitne(!) çıkarmayız. Şartları ve maslahatları biz daha iyi biliriz(!) Derdimiz tabi ki prestijimizin sarsılıp itibarımızın iki paralık olması değil, “Allah’ın ve rasulünün inkâr edilmesinden” endişe ediyoruz, derdimiz bu. Harika tespitimizle anladık ki, asrımızın insanının maslahatı; onların Allah ve rasulünün sözleriyle yüzyüze gelmemesidir(!) “Namazın terkinin küfür” olduğunu gösteren delilleri gizlememiz, mezhep imamlarını ve falan ile filan âlimin görüşlerini bunun önüne geçirmemiz de işte bu kadar hâlisanedir!
Bize bidat veya sapma yakıştıranlar ya aşırı sert, ya haricilik unsuru taşıyan kişiler olsalar gerek! Alışverişle ilgili bir meselede aktardığı hadise muhalefetinden dolayı Muaviye radıyallahu anh’ı eleştiren ve onunla aynı beldede yaşamak istemeyen Ebu’d-Derda radıyallahu anh bizim bu harika anlayışlarımıza göre bir aşırılık olmalıdır. Zira bir hatadan dolayı çizmiştir! Tıpkı mescidde bir bid’at gördü diye orayı terk eden İbn Ömer radıyallahu anhuma’nın, yahut bayram hutbesini namazdan önce okuyan halifeye karşı çıkan ve orayı terk eden Ebu Said el-Hudrî radıyallahu anh’ın aşırılıkları gibi(!) Bu sahabeler bize yetişemediler(!) Yetişseydiler onlara; öyle bir hatadan dolayı hemen birinin çizilmeyeceğini, güzel güzel anlatmak gerektiğini, baktın olmuyor, “Allah bizi kardeş kılmış” diyerek tevhidin hatırının nasıl gözetileceğini bir güzel öğretirdik(!)
Hükümetle arası iyiyken bid’at önderlerine reddiye vereni, “onların ilahlarına sövmeyin” ayetine muhalif davranmakla ve fitne çıkararak davete zarar vermekle suçlarız. Biz ise davetin maslahatı için (!) ehveni şer olan zalimlerle ilişkimizi hiç bozmayız, gerekirse oy bile veririz(!), bid’at ehline ise ancak hükümetle araları açıldıktan sonra reddiye veririz. Bizimki “onların ilahlarına sövmek” olmaz. Zira herşeyi yerli yerinde yapan bizizdir. Mükemmel(!) üslubumuza halel getirmeyiz. Hakka icabet eden kardeşlerimizi harcamak pahasına da olsa, davetin maslahatı için inkârcıların ileri gelenlerini razı etmek önceliklidir.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in tozlu topraklı, kamışdan tavanlı mescidlerde ashabını diz çökerterek yerde ilim halkaları kurması, sanki kaba saba bedevîlerin ıslah ve terbiyesi içindi de, bizim gibi insanlar bunları aşmış bir topluluktur(!) Mescidlerin devri geçmiştir, davetimizin selameti derneklerde, kürsü sahibi hatibimizin, sandalye ve koltuklara kurularak muhatapların rahata erdirildiği seminerlerdedir. Bu sayededir ki marjinal kalmayız, selefimizin akıl edemediği şeyleri düşünmüşüzdür, daveti milyonlara ulaştırmışızdır(!)
Dırar (!) mescidleri kurmayız. Bilakis davetin selameti için kan kussak da kızılcık şerbeti içtik diyecek olgunluktayızdır. Tevhidin hatırı için öyle tesbihmiş, mihrapmış, bid’atmiş, böyle küçük(!) şeylere takılmayız. Kim de bizim gibi yapmıyorsa, davet ulaşmamış bu insanları tekfir ediyor demektir(!) Selefin yolu daha selametliydi ama, bizimki daha ilmî, daha hikmetli ve hem de çağın maslahatlarına daha uygundur(!) Var mı bizim gibi ölçüp biçen!
Aman ha hadisler bizden başkaları okumasın! Sonra yanlış anlayıp aleyhimizde kullanırlar. En güzel biz okur, en güzel biz anlarız, anlatılması gerekeni anlatır, anlatılmaması gerekeni en iyi biz saklarız! Öyle hadis usulü falan okuyup ukala olmasınlar! Herkes bizim gibi edepli, ahlaklı, üsluplu, takvalı olamaz. Sonra tutup bizi de o eleştirilen sahabe ile aynı kefeye koymaya kalkarlar!”
Evet, farkında mısınız bizler öyle mükemmel selefîler olduk ki, eleştirilere muhatap olmaya, hatayı itirafa katlanmakla öne geçen selefimizi dahi beğenmez hale geldik! Öyle ki, selefimizin hata ettiğini kabul ederiz de, kendimizin hata ettiğini yakıştırmayız. Kimse bizim selefiliğimize laf edemez. Hele bize sapık diyen kesin haricîdir. Hatta bize insan diyeni neredeyse hakaret etmiş gibi sayarız. Zira insan kusurdan kurtulamaz.
Bunları düşündüğümüz zaman bu asrın insanları olarak bizleri rasulüyle doğrudan karşılaştırmamasının aslında Allah'ın bizlere bir lütfu olduğu anlaşılır. Zira bizim burunlarımız kendilerine yöneltilen eleştirileri lehlerine çeviren ashabdan birkaç numara büyüktür ve kıldan münezzehtir(!).
Hazır konfeksiyon ürünlerini sadece biz biçeriz, bizim imalatımızdan başka gömlek giyen kendini damgalamış demektir. Kimsenin aklına muhtaç bırakmayan bir uzmanlığımız vardır, her alanda geçerlidir.
Yine acı gerçeği söylemek zorundayım. Zan haktan bir şey ifade etmez. Gözümüz yukarıdan bakıyor ama, kendimiz çok aşağılardayız. Yahut tepe taklak durmaktayız. Daha da aşağılara batmaya çabalamazsak eğer, umulur ki Allah’ın rahmetiyle kazanırız. Kendini insanüstü zannedenlerinki gibi değil, "insanların iman ettiği gibi siz de iman edin" denilmiştir.
Kimden taraf olduğumu, senin gibi sıradan(!) birinin anlayamayacağı bir ustalıkla(!) yazdım. Eğer bu yazıda beni karşı tarafında görüyorsan, asıl o zaman karşına geçerim. Hata bende değil senin anlayışındadır derim. Kendine yakıştırmadığın hatâyı kabullenmemi beklemen ve kendinin de kusursuz olduğunu düşünmen bir hatâ değil midir?
Allah’ım, hamdinle seni noksanlardan tesbih ederim. Şehadet ederim ki senden başka ibadete layık hak ilah yoktur. Senden bağışlanma diler ve sana tevbe ederim.

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)