İster dost ol, ister düşman, bu mektubumu rabbinle yanlız
kaldığında, şeytandan Allah’a sığınarak, benim aşağıda kendini temize çeken bir
kafa adına yazdığım tavırdan tiksinerek, nefsini temize çekmeden oku kardeşim.
Koltuklarımızı kim kabarttı da kendimizi yükseklerde
zannettik bilmiyorum. Çok gerçekçiydi, içten hissettik. Belki de internet
çağının sanallığının bir tür yansıması bu. Âlimlerimiz sanal, talebelerimiz
sanal, kardeşlerimiz sanal, düşmanlarımız sanal. Bağlantı hızı yüksek olduğu
kadar, hat kesilmeleri de bir o kadar serî. Lakin dillerimizin ve kalplerimizin
kazandıkları hepsinden gerçek.
Kardeşliklerimizi yolculuk, komşuluk ve alışveriş gibi ortak
imtihanlarda sınanmaksızın, ücretsiz download ederek yola çıktık. Ticaret
yaptık, komşuluk ettik. Neden sonra toz dağıldı, ancak anladık hangi bineklere
bindiğimizi.
Peter prensibinde denildiği gibi; yükselme ne kadar fazlaysa
düşüş o kadar acı.
Kendimizi her zaman isabet ettiğinde övülen sahabelerle
özdeşleştirdik, kardeşlerimize bunu çok gördük yahut en iyi ihtimalde onlar olsa
olsa, hata ettiğinde eleştirilen sahabelerden olabilirlerdi. Bu bile aslında
gözümüzde büyüdü. Çünkü sanki kardeşimizle eşit olabileceğimiz konumlardan
Allaha sığınır gibiydik. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
öfkelendiğinde iki kaşı arasında kabaran damarının, kızaran yüzünün, yükselen
sesinin muhatabı olarak kendimizi hiç düşünmedik. “Başlarının eşekbaşına
çevrilmesinden korkması gereken”, “gözleri kendisine döndürülmemekten endişe
etmesi gereken” hiç biz olmadık.
“Kardeşine ey kafir yahut ey Allah’ın
düşmanı” diyen kimse isabet etmediğinde bu sözün kendisine döneceği,
okuyuşları beğenilmesine rağmen okudukları Kur’an’ın gırtlaklarından aşağı
inmeyen, dahası okun yaydan çıkışı gibi dinden çıkacak olan kimselerin
haberlerini ashab Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den şifahen
dinlediler, bu tehdidin korkusunu içten hissettiler. Nifak hasletleri
zikredildiğinde en çok kendi nefislerini muhatap bildiler. Daha birçok eleştiri
ve kınamalara doğrudan, rû be rû muhatap oldular, muhatap olmayı bildiler de,
onlar bizim selefimiz oldu, örnek alalım diye.
Halbuki biz kınanan, eleştirilen olamazdık. Hadisleri okuyan
biz olduğumuz, hitap eden biz olduğumuz halde nasıl olur da bizim okuduğumuz
hadisler bizim aleyhimizde kullanılır, nasıl olur hitap ettiğimiz kimseler
bizi, bizim silahımızla vurmaya kalkışırlardı! Bunu hazmedemeyiz. Çünkü biz,
silah edinirken kalkan edinmeyi unuttuk. Hamle yapanın sadece biz olacağımız
hesabıyla meydanlara çıktık. Bağdattan dönen hesaptaki yanlışı da görmekten
aciz kaldık.
Biz olaylara yukarıdan bakanlarız. Aleyhimize olan her kayıttan
müstesna olmamız en kolayı, hoşa giden kayıtlara kendi karakterimizi
yerleştirmemiz ise en haz verenidir.
Biz hep en yüksek perdeden, hasmını en güzel üslupla çarpan,
taşı lok diye gediğine oturtan, daima ve her zaman sünnete en uygun olanı yapan
(!), bid’atle ve sapmakla uzaktan yakından alakası olmayan kimseleriz(!)
Kükremiş sel gibiyizdir, bendimizi çiğner aşarız, fakat hangi çılgın bizi eleştiri
zincirine vuracaksa da teessüf eder, şaşarız. Bu kumaşa bizden başka makas
layık değildir. Fakat hep makas oluruz, kumaş olamayız. Sonuç daha güzel olsa
bile bir tarafımızın kırpılmasına, bir yerimize iğne batırılmasına
katlanamayız.
Bize dil uzatmaya cüret eden herkeste sırıtan bir bozukluk
vardır(!) Keçi gibidir o, tamamen meydandadır(!) Çünkü dil uzatıyorsa, konuşan
hayvan insandır. İnsan olduğuna göre birçok kusuru vardır. Ya niyeti bozuktur,
ya kara cahildir, ya meşhur olmak istiyordur, ya taassupçudur, ya haset
ediyordur, ya yalan söylüyordur, ya cimridir, ya korkaktır, ya yiyicidir, ya
gıybetçidir, ya iftiracıdır, ya dönektir, dün başka bugün başkadır, ya ağzı
bozuk, ya dengesizdir, ya düşüncesizdir, ya fitnecidir, ya kabadır,
ya gevşektir, ya yağcıdır, ya aşırı yumuşak ya çok serttir, ya da en iyi
ihtimalde hata etmekte, yanılmaktadır. Her kim bizi eleştirmeye kalktıysa
bunlar ya da benzeri kusurlar mutlaka vardır. İnsan ise vardır. Ama kendimize
yakıştırmayız, zira biz kendimizi insanüstü gördüğümüzün de farkında
değilizdir.
Namazda arka safa çekilecek olan başkasıdır, onun yerine ön
safa durdurulması gereken hep bizizdir. Çünkü Kur’an’ı biz daha iyi okuruz,
sünneti biz daha iyi bilirizdir. Büyük olan bizizdir.
Şam’lı azizlere secde edildiğini görünce bunu Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem’e karşı uygulama hatasına düşen hep başkalarıdır. Biz
bundan uzağız(!)dır.
“Yoksa beni Allah’a denk mi tutuyorsun!” sözünün muhatabı
başkasıdır. Biz olamayız.
“Sünnetimden yüz çeviren benden değildir” sözünün
muhatapları da bizden başkalarıdır. Çünkü biz saç tarayışımızda ve
giyinişimizde bile sünnete son derece hassasiyet gösteren kimselerizdir, o
sahabeler gibi yanlışa düşer miyiz hiç(!)
Hiç kimse bize “Sende cahiliyye hasleti var” diyemez. Derse de
çok ayıp eder, üslüpsuz, edepsiz, kaba saba görürüz onu.
Biz kendisini överken, yüzümüze toprak saçarsa onun
nankörlüğü(!) değil midir bu?
Namazda konuşmanın yasaklandığını işitmeyip de namazda
konuşmaya kalkan, yahut mescide bevleden biz olamayız.
Kendisine: “Burnun yerde sürtse de…” denilen de biz değiliz.
“Sen fitneci misin ey falanca! Namazı hafif kıldır”
hitabından da bize hisse düşmez. Çünkü bizim namazımız mükemmeldir(!)
“Her suret yapan ateştedir” sözünün muhataplarının hepsi
öldüler. Bu manadaki hadisler bize hiç hitap etmemektedir.
“Topuktan aşağısı ateştedir” sözü de bizi etkilemez, zira
biz kibirden uzak insanlarız(!) Fiillerimiz, şekillerimiz benzese de biz kendimizi
başkalarına hiç benzetemeyiz.
Kahraman desinler diye cihad edeni, alim desinler diye
ilimle meşgul olanı, ne güzel okuyor desinler diye Kur’an okuyanı bizim
gibilerin arasında göremezsiniz. Varsa “onlar”da vardır. Çünkü hem Allah’ın
rızasını hem de bunun yanında başka bir gaye güdenin savaşmasını soran o sahabe
gibi biz hata etmeyiz, bu düşünceler bizim aklımızdan dahi geçmez. O kadar
temizizdir.
Biz kıyas yaparsak bize yakışır. Vahiy almasak da hevâmız
vahye yakındır. Re’ylerimiz neredeyse masum gibidir. Bizden başkaları ya çok
batinî zorlamalar yapar, yahut maksatları gözetmeyen kuru zahircilerdir!
Bir kadının itirazı sebebiyle fetvasından dönen Ömer radıyallahu
anh’ın bu hareketinden ibret almayız. Bilakis burada iki tane hata icat ederiz;
birincisi fetvada acele etmek, ikincisi kendisi gibi alim olmayan birinin
itirazı sebebiyle görüş değiştirmek. Böyle yapan biri olursa onu “dönek”, “sebatsız”,
“bugün başka, yarın başka fikirde” diye eleştirebilmenin rahatlığı vardır
bizde. Çünkü ne de olsa o, Ömer değildir. Faziletleri rezalet diye takdim
etmekte üstümüze yoktur. Biz yukarılardayız, ne fetva verirken acele ederiz, ne
de verdiğimiz fetvadan döneklik yaparız! Biz her şeyi yerli yerince yaparız ki,
birileri bizi kılıcın düzeltildiği gibi doğrultmaya cüret edemesin!
Ne kendimiz, ne ev barkımız, ne aile efradımızda hiçbir
kusur bulunmasın diye paranoyaklaşırız, düşmanlarımıza koz verip
eleştirilmemize sebep olacak da, insafsız dillerin maskarası olacağız
korkusuyla çoluk çocuğumuza baskı kurar, beceremezsek başkalarının tenceresinin
dibinin bizim tenceremizden kara olduğunu ispat ederek teselli buluruz! Altta kalacak
değildik ya!
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem deyyus sözünü, “ailesini
kıskanmayan” diye açıklasa da biz her zaman bu kapsamın dışındayızdır. Zira “pezevenklerin”
bu sözün kapsamına girdiğinde ihtilaf yoktur. Bu sözden hissemize düşen kısmını
bertaraf edip, kendimize leke kondurmamak varken, neyi nasıl konuşacağını
bilmeyen, Allah rasulünün sözlerini uzaydan düşmüş gibi, nasıl anlaşılacağını
hesaba katmadan konuşana kefen biçip, çıbanın başını erken koparmak dururken, Allah
rasulünün bize zerre kadar dokunmayan sözünü aleyhimize söylenmiş zannettirecek
üslupsuzlara fırsat verseydik de karizmalarımız yerle bir mi olsaydı yani?
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Sizin için
kadınlardan daha zararlı bir fitne/imtihan sebebi bırakmadım” derken bizi
kastetmedi ya, bu sözün muhatapları öldüler gittiler. Biz fitneden eminliğin
had safhada olduğu bir zamanda yaşıyoruz ne de olsa. Yaramız yok ki
gocunalım(!)
“Faizin en düşüğü kişinin anasıyla otuz defa zina
etmesinden daha kötüdür” sözü bizim zamanımız için söylenmemiş gibidir.
Böyle hadisleri olur olmaz yerlerde söyleyip de fitne(!) çıkarmayız. Şartları
ve maslahatları biz daha iyi biliriz(!) Derdimiz tabi ki prestijimizin sarsılıp
itibarımızın iki paralık olması değil, “Allah’ın ve rasulünün inkâr
edilmesinden” endişe ediyoruz, derdimiz bu. Harika tespitimizle anladık ki,
asrımızın insanının maslahatı; onların Allah ve rasulünün sözleriyle yüzyüze
gelmemesidir(!) “Namazın terkinin küfür” olduğunu gösteren delilleri
gizlememiz, mezhep imamlarını ve falan ile filan âlimin görüşlerini bunun önüne
geçirmemiz de işte bu kadar hâlisanedir!
Bize bidat veya sapma yakıştıranlar ya aşırı sert, ya
haricilik unsuru taşıyan kişiler olsalar gerek! Alışverişle ilgili bir meselede
aktardığı hadise muhalefetinden dolayı Muaviye radıyallahu anh’ı eleştiren ve
onunla aynı beldede yaşamak istemeyen Ebu’d-Derda radıyallahu anh bizim bu
harika anlayışlarımıza göre bir aşırılık olmalıdır. Zira bir hatadan dolayı
çizmiştir! Tıpkı mescidde bir bid’at gördü diye orayı terk eden İbn Ömer radıyallahu
anhuma’nın, yahut bayram hutbesini namazdan önce okuyan halifeye karşı çıkan ve
orayı terk eden Ebu Said el-Hudrî radıyallahu anh’ın aşırılıkları gibi(!) Bu
sahabeler bize yetişemediler(!) Yetişseydiler onlara; öyle bir hatadan dolayı
hemen birinin çizilmeyeceğini, güzel güzel anlatmak gerektiğini, baktın
olmuyor, “Allah bizi kardeş kılmış” diyerek tevhidin hatırının nasıl gözetileceğini
bir güzel öğretirdik(!)
Hükümetle arası iyiyken bid’at önderlerine reddiye vereni, “onların
ilahlarına sövmeyin” ayetine muhalif davranmakla ve fitne çıkararak davete
zarar vermekle suçlarız. Biz ise davetin maslahatı için (!) ehveni şer olan zalimlerle
ilişkimizi hiç bozmayız, gerekirse oy bile veririz(!), bid’at ehline ise ancak
hükümetle araları açıldıktan sonra reddiye veririz. Bizimki “onların ilahlarına
sövmek” olmaz. Zira herşeyi yerli yerinde yapan bizizdir. Mükemmel(!) üslubumuza
halel getirmeyiz. Hakka icabet eden kardeşlerimizi harcamak pahasına da olsa,
davetin maslahatı için inkârcıların ileri gelenlerini razı etmek önceliklidir.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in tozlu topraklı,
kamışdan tavanlı mescidlerde ashabını diz çökerterek yerde ilim halkaları
kurması, sanki kaba saba bedevîlerin ıslah ve terbiyesi içindi de, bizim gibi
insanlar bunları aşmış bir topluluktur(!) Mescidlerin devri geçmiştir, davetimizin
selameti derneklerde, kürsü sahibi hatibimizin, sandalye ve koltuklara
kurularak muhatapların rahata erdirildiği seminerlerdedir. Bu sayededir ki
marjinal kalmayız, selefimizin akıl edemediği şeyleri düşünmüşüzdür, daveti
milyonlara ulaştırmışızdır(!)
Dırar (!) mescidleri kurmayız. Bilakis davetin selameti için
kan kussak da kızılcık şerbeti içtik diyecek olgunluktayızdır. Tevhidin hatırı
için öyle tesbihmiş, mihrapmış, bid’atmiş, böyle küçük(!) şeylere takılmayız.
Kim de bizim gibi yapmıyorsa, davet ulaşmamış bu insanları tekfir ediyor
demektir(!) Selefin yolu daha selametliydi ama, bizimki daha ilmî, daha
hikmetli ve hem de çağın maslahatlarına daha uygundur(!) Var mı bizim gibi
ölçüp biçen!
“Aman ha hadisler bizden başkaları okumasın! Sonra yanlış
anlayıp aleyhimizde kullanırlar. En güzel biz okur, en güzel biz anlarız,
anlatılması gerekeni anlatır, anlatılmaması gerekeni en iyi biz saklarız! Öyle
hadis usulü falan okuyup ukala olmasınlar! Herkes bizim gibi edepli, ahlaklı,
üsluplu, takvalı olamaz. Sonra tutup bizi de o eleştirilen sahabe ile aynı
kefeye koymaya kalkarlar!”
Evet, farkında mısınız bizler öyle mükemmel selefîler olduk
ki, eleştirilere muhatap olmaya, hatayı itirafa katlanmakla öne geçen selefimizi
dahi beğenmez hale geldik! Öyle ki, selefimizin hata ettiğini kabul ederiz de,
kendimizin hata ettiğini yakıştırmayız. Kimse bizim selefiliğimize laf edemez. Hele
bize sapık diyen kesin haricîdir. Hatta bize insan diyeni neredeyse hakaret
etmiş gibi sayarız. Zira insan kusurdan kurtulamaz.
Bunları düşündüğümüz zaman bu asrın insanları olarak bizleri rasulüyle doğrudan karşılaştırmamasının aslında Allah'ın bizlere bir lütfu olduğu anlaşılır. Zira bizim burunlarımız kendilerine yöneltilen eleştirileri lehlerine çeviren ashabdan birkaç numara büyüktür ve kıldan münezzehtir(!).
Hazır konfeksiyon ürünlerini sadece biz biçeriz, bizim
imalatımızdan başka gömlek giyen kendini damgalamış demektir. Kimsenin aklına
muhtaç bırakmayan bir uzmanlığımız vardır, her alanda geçerlidir.
Yine acı gerçeği söylemek zorundayım. Zan haktan bir şey ifade
etmez. Gözümüz yukarıdan bakıyor ama, kendimiz çok aşağılardayız. Yahut tepe taklak durmaktayız. Daha da
aşağılara batmaya çabalamazsak eğer, umulur ki Allah’ın rahmetiyle kazanırız. Kendini insanüstü zannedenlerinki gibi değil, "insanların iman ettiği gibi siz de iman edin" denilmiştir.
Kimden taraf olduğumu, senin gibi sıradan(!) birinin anlayamayacağı
bir ustalıkla(!) yazdım. Eğer bu yazıda beni karşı tarafında görüyorsan, asıl o zaman karşına geçerim. Hata
bende değil senin anlayışındadır derim. Kendine yakıştırmadığın hatâyı kabullenmemi
beklemen ve kendinin de kusursuz olduğunu düşünmen bir hatâ değil midir?
Allah’ım, hamdinle seni noksanlardan tesbih ederim. Şehadet ederim
ki senden başka ibadete layık hak ilah yoktur. Senden bağışlanma diler ve sana
tevbe ederim.