Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

24 Eylül 2018 Pazartesi

Şehirlilerin Bedevîlere Benzemesi ve Bunun Aksi

Şeyh Ebu Muaz el-Çubukâbâdî dedi ki: “Şeyh Abdullah b. Ahmed en-Nahibî (1428) bize umumî icazetle; Ömer b. Hamdan el-Mihrasî’den (1368), o; Ebu’n-Nasr Muhammed b. Abdilkadir b. Salih ed-Dimeşkî el-Hatib’den (1324), o; El-Vecih Abdurrahman b. Muhammed el-Kuzebrî’den (1262), o; Mustafa b. Muhammed eş-Şamî er-Rahmetî’den (1205), o; Abdulganî b. İsmail en-Nablusî’den (1143), o da Necmuddin el-Gazzî rahimehullah’tan rivayet etti. Şeyh Necmuddin el-Gazzî rahimehullah, Husnu’t-Tenebbuh Lima Verade Fi’t-Teşebbuh (10/309 vd.) kitabında dedi ki:
 
Hadarî ve Bedevî
El-Hadar, el-hudra, el-hâdira ve el-hadâre, bâdiyenin aksidir. El-hadâret; şehirde ikamet etmektir. El-Kamus’ta böyle denilir.[1]
Yine orada denilir ki: el-Buduv, el-bâdiye, el-bâdât ve el-bedâvet; hadarın (medeniyetin) aksidir. Tebdî; orada (badiyede) ikamet etmektir. Tebâdî; onlara (bedevîlere) benzemektir.[2]
Es-Sihah’ta şöyle geçer: “el-bedâvet; badiyede ikamet etmektir. El-bâdiye; hâdira’nın (şehrin) aksidir. Sa’leb dedi ki: “el-Bedâvet kelimesini yalnızca Ebu Zeyd’den biliyorum.”[3]
El-Misbahu’l-Munir sahibi dedi ki: “Hadar kelimesi, el-buduvv’un aksidir. Ona nispetle “hadarî” denilir. Hadar; şehirde ikamet etmektir. El-Hadâret (veya el-Hidaret); şehirde yerleşmektir.[4]
Şehirlilerin bedevîlere benzemesine gelince, bunda kabalaşma bulunduğu için aslen mekruhtur.
İmam Ahmed, Ebû Dâvûd, “Hasen” kaydıyla Tirmizî, Nesâî ve Beyhakî, İbn Abbas radiyallahu anhuma’dan rivayet ediyorlar: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
Badiye’de (kırsalda) yerleşen kabalaşır. Avın peşini takip eden gafil olur. İdarecilere giden fitneye düşer.”[5]
Ebû Dâvûd ve Beyhakî, Ebu Hureyre radiyallahu anh’den rivayet ediyorlar: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
Badiyede (kırsalda) yerleşen kabalaşır. Avın peşini takip eden gafil olur. Yöneticilerin kapısına giden fitneye düşer. Kişi yöneticiye yakınlaştıkça Allah’tan uzaklaşır.”[6]
Es-Sihah’ta şöyle denilmiştir: “Kim bâdiyede yerleşirse kabalaşır” yani kırsalda yerleşen kaba saba hale gelir demektir.”[7]

Arap (Medenî) İle A’rabî (Bedevî) Arasındaki Fark

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Bedeviler küfür ve nifak bakımından daha beterdir. Allah’ın Rasulüne indirdiği sınırları bilmemeye de onlar daha yatkın ve elverişlidir.” (Tevbe 97)
El-A’râb; araplardan bedevî olanlardır. Tekili; “A’rabî”dir. O; Ebu Zeyd ve başkalarının dedikleri gibi; otluk, sulak, çayırlık yerleri ziyaret demektir.
El-Ezherî şu açıklamayı eklemiştir: “İster araplardan olsun, ister azatlılarından olsun her kim badiyede (kırsal alanda) yerleşir ve bedevilere komşuluk ederse, onların kervanlarıyla konup göçerse onlar a’râb (bedeviler)dir. Her kim taşra ve kırsalı terk eder de arap yerleşim yerleri ve şehirlerinde yerleşirse o, fasih konuşanlardan olmasa da araptır.[8]
Kadı el-Beydâvî Tevbe 97. Ayeti hakkında dedi ki: “Yabanilikleri, katılıkları, ilim ehliyle beraber olmamaları ve Kitap ve sünnete kulak vermemeleri sebebiyle bedevîlerde küfür ve nifak şiddetlidir.”[9]
Bütün bunlar bedevileşmenin çirkinliğinin sebebini ortaya koymaktadır.
Hadarî’nin (şehirlinin) bedevîye benzemesi, mertebe olarak bir düşüş ve cehalet seviyesine iniştir. Bu da badiyede (kırsalda) yerleşmekle ve bedevilerle beraber yaşamakla olur. Özellikle de ilim ve dinde fıkıh öğrenmeden bu yapılırsa! Bu yüzden kişi şehirde yaşasa dahi, ilim ve edep ehlinden uzaklaşmak, Kur’an ve sünnet öğreniminden tembellik ve eğlence sebebiyle geri durmak, (….)[10] Cahillerle vakit geçirmek bedevilere benzemeye girer. Şu an insanların genel durumu bu şekildedir. Hatta onlar ilmî meselelerin küçüklerinden olup, her dindar kimsenin anlayabileceği bir şey işitseler, buna tıpkı bedevilerin şaşırdıkları gibi şaşırırlar.
Evet, âlim ve fakih kimsenin; cahil sufilerin ve başkalarının onların mallarını ve sadakalarını almak için gitmeleri gibi değil de, ilim ve fıkıh öğretmek üzere kırsala ve taşraya gitmesi kınanmış bedeviliğe benzemek olmaz.
Nitekim İbn Ebi Hatim, İkrime’den şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Eğer topluca cihada çıkmazsanız Allah sizi can yakıcı bir azapla azaplandırır.” (Tevbe 39) ayeti nazil olunca bazı insanlar bedevilerin yanında onlara dini öğretmek için Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den geri kaldı. Münafıklar da: “Bazıları bedevilerin yanında kalıp savaşa çıkmadı” demeye başladılar. Ayrıca: “Bedevilerin yanında kalanlar helak oldu” dediler. Bunun üzerine:
Mü’minlerin topluca çıkmaları gerekmez. Her topluluktan bir kesim, dinde derin bir kavrayış edinmek ve kavimleri kendilerine geri döndüğünde onları uyarmak için kalsalar! Umulur ki onlar da sakınırlar.” (Tevbe 122) ayeti nazil oldu.”[11]
Ayette ilim öğrenmek ve öğretmek için yolculuk etmenin müstehap olduğuna delil vardır. İlim öğrenmek için kırsaldan şehire yolculuk veya öğretmek için şehirden kırsala yolculuk sahih olur.
Bundan dolayı bedevîlerin, bu zamandaki bedevilerin çoğunun yaptıkları gibi; nimetlenmek, rahatlık ve bina yükseltmek için değil de, ilim ve edep öğrenmek üzere şehirde yerleşerek şehirlilere benzemesi güzeldir. Onlardan lüks ve rahat düşkünü olanlar kırsalı terk edip şehirlerde yerleşiyorlar ve orada binalar yükseltiyorlar. Bu ise Ömer ve Ebu Hureyre radiyallahu anhum’un Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayet ettikleri Cibril hadisinde bildirdiği üzere kıyamet alametlerindendir.[12]
Bedevilerin şehirlilere bu konularda benzemeleri elbette çirkin işlerdendir ve bundan yasaklanmaları haramlık derecesindedir.
Onların benzeşmelerinin ve şehirlilerin bedevilere benzemesinin hükmü kasıt ve niyetlerine göre değişir. Muhakkak ki anlattığımız durumlar mekruhtur. Bu, övülen bir benzeşme de olabilir. Durumunun örtüşmesinden sonra, diniyle fitnelerden kırsala kaçan, fıkıh ve edeb öğrenerek durumunu kemale erdirmek isteyen kimselerin yaptıkları gibi.
İmam Malik, Buhârî Ebû Dâvûd, Nesâî ve İbn Mâce; Ebu Said el-Hudrî radiyallahu anh’den rivayet ediyorlar: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
Müslümanın en hayırlı malının, fitnelerden diniyle kaçarak peşinden dağ yamaçlarından gittiği ve yağmur düşen yerleri izlediği koyun sürüsünün olması yakındır.”[13]
Ebu Nuaym, Zühd’de Beyhaki ve başkaları İbn Mes’ud radiyallahu anh’den rivayet ediyorlar: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
İnsanlar üzerine bir zaman gelir, kişi dini hakkında ancak dağ başlarından dağ başlarına kaçmakla veya tilkinin yavrularıyla beraber yaptığı gibi, mağaralardan mağaralara kaçmasıyla selamet bulur.”[14]
Bu ahir zamanda, Allah’a isyan etmeksizin geçinmenin mümkün olmadığı durumda olacaktır. Durum böyle olduğu zaman gurbet helal olur. O zamanda kişinin helâkî, eğer varsa ana babasının, ana babası yoksa hanımı ve çocuklarının, bunlar yoksa akrabalarının ve komşularının yüzündan olacaktır. Onu geçim darlığından dolayı ayıplayacaklar, kendisini helak edecek işlere sokmadıkça gücünün yetmediği şeylere zorlayacaklardır.[15]
Bedevilere en çok benzeşen insanlar şehir dışındaki küçük köy ve kasabalarda yaşayanlardır. Çünkü onlar bedevilerle beraber olurlar. Onlar tarım, çiftçilik ve ırgatlıkla uğraşırlar, “feddâd”dırla, yani aslen gür sesli ve kabadırlar. Nitekim çobanlara; deveciler, inekçiler, eşekçiler denilmiş, tarlalarında ziraat yapmak ve hayvanlarını otlatmak için çadır ve kerpiç evlerde kalanlara, “fellahlar” denilmiştir. Devesini çoğaltan ve iki yüzden bine kadar devesi olanlara da feddâdîn denilmiştir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kabalık ve katı kalplilik; Rebia ve Mudar kabilelerinden kıldan çadırlarda kalan, develerin ve sığırların kuyruklarından tutunan feddadlarda bulunur.” Bunu Buhârî Ebu Mes’ud el-Bedrî radiyallahu anh’den rivayet etmiştir.[16]
Ehlu’l-Veber (kıldan çadırlarda kalanlar); bedevilerdir. Ehlu’l-Meder (çamur ve kerpiçten evde kalanlar) ise şehirlilerdir.
Diğer bir hadiste: “Feddadlar helak oldular” buyrulmuştur. Bunu İbnu’l-Esir en-Nihaye’de zikreder.[17]
Buradaki feddadlar kelimesi, anlattığımız manalardadır. “Helak oldular” sözünün anlamı ise şudur; onlar kendilerini helak edecek işe soktular veya helake yaklaştılar demektir. Zira onlar hayvanları sebebiyle Cuma ve cemaatlerden, ilim ve fıkıh öğrenmekten ve ibadetten meşgul olmuşlardır.
Açıkladığımız üzere bedevilerde kabalık ve katı kalplilik hâkim olduğu için, Allah Teâlâ bedevilerden bir rasul göndermemiştir: “Biz senden önce, ancak şehirler halkından kendilerine vahyettiğimiz adamlar gönderdik.” (Yusuf 109) Çünkü onlar (şehirliler) daha bilgili ve kastedileni daha iyi anlayan hilim sahibi kimselerdir. Bunu İbn Cerir (et-Taberî) ve İbn Ebi Hâtim rivayet etmişlerdir.[18]
Allah Teâlâ’nın, Yusuf aleyhi's-selâm’dan naklettiği: “Sizi badiyeden getirdi” (Yusuf 100) ayetine gelince, Mucahid ve başkaları şöyle demişlerdir: “Yakub aleyhi's-selâm ve oğulları badiye halkına sahiptiler ve kerpiçten evlerde oturuyorlardı. Bazen badiyeye (çöle, kırsala) çıkıyorlardı. Yusuf aleyhi's-selâm onları Mısır’a getirttiği sırada badiyede (kırsalda) idiler.”[19]
Bazı vakitler kırsala özellikle de ağaçlık alanlara, bahar ayında tohumların yeşerdiği vakitlerde ve sonbaharda yaprakların solduğu zamanlarda tefekkür ve ibret almak için çıkmakta sakınca yoktur.
Ebû Dâvûd ve Beyhakî, Aişe radiyallahu anha’dan şöyle dediğini rivayet ettiler: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şu tepeliklerde geziye çıkardı”[20]
Hadiste geçen “et-Tilâ’” kelimesi, tel’â kelimesinin çoğuludur. Bu da tepelik yerler demektir. Denildi ki: “sulak yükseltiler demektir.”
Tirmizî, Muaz radiyallahu anh’den rivayet ediyor: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bahçelerde namazı hoş görürdü.”[21]
Hadiste geçen “el-Hiytân” kelimesi hâit kelimesinin çoğuludur. Bu da duvarla çevrili bahçe demektir.
Kırlara, badiyelere ve sahralara düşünüp tefekkür etmek ve ibret almak için çıkmanın müstehap olmasına delil olarak Allah Teâlâ’nın şu ayeti yeter:
Hiç yeryüzünde dolaşmadılar mı? Zira dolaşsalardı elbette akledecek kalpleri ve işitecek kulakları olurdu. Ama gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lâkin göğüsler içindeki kalpler kör olur.” (Hacc 46)
Onlar ibret almak ve basiretle düşünmek dışında amaçlarla; topraklarda ilerliyor, arazilerde geziyor, beldeleri boyluyorlar. Onlar bu bozuk gayeler için değil, faydalı gayeler için dolaşmaya çağırılıyorlar.
Bil ki düşünmek ve ibret almak, badiyelere, kırlara has değildir. Bilakis şehirlerde de bu talep edilir. Zira bir şehirden diğerine gezmek, orada yerleşenler için bir tefekkür sebebidir. Sonra oradan gider ve şu ayette işaret edildiği gibi terk eder:
Onlar, yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin âkibetlerinin nasıl olduğuna bakmadılar mı? Onlar, kendilerinden daha güçlü idiler; yeryüzünü kazıp altüst etmişler, onu bunların imar ettiklerinden daha çok imar etmişlerdi. Rasulleri, onlara da açık deliller getirmişlerdi. Zaten Allah onlara zulmedecek değildi; fakat onlar kendi kendilerine zulmetmekteydiler.” (Rum 9)
Onlar yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, kendilerinden öncekilerin sonu nasıl olmuştur, görsünler! Öncekiler bunlardan daha çoktu, kuvvetçe ve yeryüzündeki eserleri bakımından da daha sağlam idiler. Fakat kazandıkları şeyler onlara asla fayda vermemiştir.” (Mu’min 82)
Bil ki, ayeti kerimelerdeki ibret alma ve basirete dair yönlendirmeler ancak ilimle anlaşılabilir. İnsanlar arasında ilim ehli de çok azdır. Zaman ilerledikçe de azalmaktadır. Çoğunluk cehalet ve hevanın galip gelmesi sebebiyle hidayet bulamazlar. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
Hevâsını kendisine ilah edinen kimseyi gördün mü? Sen ona koruyucu olabilir misin? Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten dinleyeceğini yahut düşüneceğini mi sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca daha da sapıktırlar.” (Furkan 43-44)
Fakat insanların çoğu bilmezler. Onlar, dünya hayatının görünen yüzünü bilirler. Ahiretten ise, onlar tamamen gafildirler. Kendi kendilerine, Allah'ın, gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları ancak hak olarak ve belirli bir süre için yarattığını hiç düşünmediler mi? İnsanların birçoğu, Rablerine kavuşmayı gerçekten inkâr etmektedirler. Onlar, yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin âkibetlerinin nasıl olduğuna bakmadılar mı? Onlar, kendilerinden daha güçlü idiler; yeryüzünü kazıp altüst etmişler, onu bunların imar ettiklerinden daha çok imar etmişlerdi.” (Rum 6-9)
Onları öncelikle kendi nefisleri hakkında tefekkür etmeye irşad ediyor. Çünkü insana en yakın olan şey nefsidir. Yaratılışı hakkında düşünmesine, basiret sahibi olmasına en uygun olan da öncelikle nefsidir. Kendi nefsinde Allah’ın ayetlerini düşünür. Zira Allah Teâlâ’nın insanı yaratışında kesin iman edenler için büyük ayetler vardır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
Yeryüzünde kesin bir bilgiyle inanacak olanlar için ayetler vardır. Ve kendi nefislerinizde de. Yine de görmüyor musunuz?” (Zariyat 20-21)
Sonra onları yeryüzünde dolaşmaya, oralarda kendisinden önceki halkların akibetlerinin ne olduğunu düşünmeye çağırıyor.
Bu hakikatler ve hikmetler kula ancak ilimle açılır. Her âlim ilmi oranında aydınlanır. İlmi arttıkça basireti artar. Basireti arttıkça da Allah Teâlâ’ya yakınlığı artar. Bu yüzden Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “De ki: Rabbim ilmimi artır.” (Taha 114)



[1] Bkz.: Firuzabadî el-Kamusu’l-Muhit (s.481 hadar maddesi)
[2] Bkz.: Firuzabadî el-Kamusu’l-Muhit (s.1269 buduv maddesi)
[3] Bkz.: el-Cevherî, es-Sihah (6/2278 bedâ maddesi)
[4] Bkz.: el-Feyyumî, el-Misbahu’l-Munir (1/140 hadar maddesi)
[5] Ahmed (1/357) Ebû Dâvûd (2859) Tirmizî (2256) Nesâî (4309) Beyhakî Şuabu’l-İman (9402)
[6] Ebû Dâvûd (2860) Beyhakî Şuabu’l-İman (9403)
[7] El-Cevheri es-Sihah (6/2278 bedâ maddesi)
[8] El-Ezherî, Tehzibu’l-Luga (2/218 arab maddesi)
[9] Tefsiru’l-Beydavi (3/167)
[10] Burada kitabın orijinal el yazmalarında silik bir kelime vardır.
[11] İbn Ebî Hâtim Tefsir (6/1798)
[12] Hadisi Muslim Ömer radiyallahu anh’den (no:8) ve Ebu Hureyre radiyallahu anh’den (no:10) rivayet etmiştir.
[13] Malik Muvatta (2/970) Buhârî (19, 6677) Ebû Dâvûd (4267) Nesâî (5036) İbn Mâce (3980)
[14] Ebû Nuaym Hilyetu'l-Evliyâ (2/118) el-Hattabî el-Uzlet (s.10) el-Irakî Tahricu’l-İhya’da (1/371) isnadının zayıf olduğunu söylemiştir. Beyhakî’nin Zühd’ünde İbn Mes’ud radiyallahu anh’den bu rivayet mevcut değildir. Muhtemelen müellif, Hafız Irakî’den nakil yapmış ve hata etmiştir. Zira el-Irakî şöyle demiştir: “el-Hattabî el-Uzlet’te İbn Mes’ud radiyallahu anh’den benzerini rivayet etti. Beyhakî de ez-Zuhd’de benzerini Ebu Hureyre radiyallahu anh’den rivayet etti. Her ikisi de zayıftır.”
[15] Bu, Beyhakî’nin Zühd’de (183) Ebu Hureyre radiyallahu anh’den rivayet ettiği hadisin manasıdır.
[16] Buhârî (3307)
[17] Bkz.: İbnu’l-Esir en-Nihaye Fi Garibi’l-Hadis (3/419)
[18] Taberî Tefsir (13/80) İbn Ebî Hâtim (7/2210) Katade rahimehullah’tan rivayet ettiler.
[19] Bkz.: Suyuti, Durru’l-Mensur (4/589)
[20] Ebû Dâvûd (2478) İbn Hibbân (550) Zayıftır. Şureyk b. Abdillah'ın hafızası bozulmuştur ve bu lafızda tek kalmıştır.
[21] Tirmizî (334) Tirmizî dedi ki: “Garibdir. Ancak el-Hasen b. Ebi’l-Cafer yoluyla rivayetini biliyoruz. El-Hasen b. Ebi Cafer ise Yahya b. Said ve başkaları tarafından zayıf görülmüştür.”

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)