Bütün Beşerî Kanunlar Tek Hükümde midir?
Bütün beşerî kanunlar
aynı mertebede değildir. Bazıları idarî kanunlardır, bazıları şer’î (dinî)
kanunlardır. Allah’ın dinine aykırı olmayan idari kanunlar; insanların
hayatlarındaki dünyevi maslahatlarına düzenlemelerdir. Devlet başkanının veya
vekillerinin müslümanların ülkesindeki bazı meselelerde düzenleme yapma
salahiyetleri vardır.
İş kanunları, ticaret
kanunları, trafik kuralları, şehir sınırları, askerî divan ve benzerleri bu tür
idarî meselelerdendir. İdarî meselelerdeki kanunlarda asıl olan, dine aykırı
olmadığı veya açık bir günah içermediği sürece bu kanunları koymanın mubah
olmasıdır.
İmam Şankıtî rahimehullah şöyle demiştir: “Bil
ki, göklerin ve yerin yaratıcısını inkâr (küfür) gerektiren beşerî yasalar ile
küfrü gerektirmeyenlerin arasının ayırt edilmesi gerekir. Yasalar; idarî ve şer’î
olmak üzere iki kısımdır. İdarî olanlar ile kastedilen, dine aykırı düşmeden meseleleri
kontrol etmeyi ve sağlamca yapmayı sağlayan kanunlardır. Buna bir mani yoktur.
Sahabe ve onlardan sonrakiler de bu konuda muhalefet etmemişlerdir. Nitekim Ömer
radiyallahu anh, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in zamanında olmayan, bu
türden birçok uygulamalarda bulunmuştur. Mesela askerî divanda orduya
katılanların isimlerinin kaydını tutmuştur. Hâlbuki Nebî sallallahu aleyhi ve
sellem’in böyle bir uygulaması olmamıştı. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, Ka’b
b. Malik radiyallahu anh ve geride kalan diğerlerinin geride kaldıklarını ancak
Tebuk’e ulaştıktan sonra öğrenmişti. Yine Ömer radiyallahu anh, Mekke’de hapishane
yapmak için Safvan b. Umeyye’nin evini satın almıştır. Hâlbuki Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem de, Ebu Bekr radiyallahu anh de hapishane edinmemişlerdi. Bu
gibi idarî meseleler, dine aykırı olmadığı sürece, işlerin sağlamca yürütülmesi
içindir ve bunlarda sakınca yoktur. Devlet memurları ve işçilerle ile ilgili
kanun düzenlemeleri, dine aykırı olmaksızın yapıldığında, bunlar gibi beşerî
kanunlarda sakınca yoktur. Bunlar, dinin; genelin maslahatlarını gözetme
kaidelerinin dışında kalmaz.” (Advau’l-Beyan 4/82)
Bu yüzden, her kanunun
bizzat şirk veya haram olmadığına uyarıda bulunmak gerekir. Lakin Allah’ın
dinine aykırı olan; sarhoş edici içkileri mubah kılmak, zinayı helal saymak ve
bunlardan razı olmak şirk olan kanunlardır.
Taguta Muhakeme Olmanın Hükmü
Taguta muhakeme
olmanın ayrıntıları vardır. Eğer Allah’ın ve rasulünün hükmü reddedilerek veya
taguta muhakemeden hoşnut olarak beşeri kanunlara muhakeme olunursa veya muhakeme
olmasa bile bu caiz görülürse bu büyük nifaktır.
Ama hakkını talep
etmesi ancak beşeri kanunlarla hükmeden mahkemelerle mümkün oluyorsa böyle bir
kimse ikrah altında demektir. Hakkının zayi olmaması için, beşeri kanunlara
buğzetmekle beraber ve sadece dinen kendisinin hakkı olan bir şeyden fazlasını
talep etmemek üzere bu mahkemelere başvurursa bu caizdir. Zira Allah Teâlâ
nifak olan taguta muhakemeyi, rıza ile kayıtlamıştır. Hakların sahiplerine
iadesi için mecburen mahkemeye başvuran böyle değildir.
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Sana indirilene ve senden önce indirilenlere iman ettiklerini iddia edenleri
görmedin mi? Taguta muhakeme olmak istiyorlar! Halbuki onu inkar etmekle
emrolunmuşlardır. Şeytan ise onları uzak bir sapıklığa düşürmek istiyor.
Onlara: “Allah’ın indirdiklerine ve rasule gelin” denildiğinde münafıkların
senden büsbütün yüz çevirdiklerini görürsün.” (Nisa 60-61)
Taguta muhakeme olmayı
istemenin münafıklık olduğu beyan edilmiş ve bu “isteyerek muhakeme olmak”la
kayıtlanmıştır.
Tıpkı Osmanlı
devletinde mahkemelerde Allah’ın dinine aykırı olan sapık Hanefi ve Maturidi
mezhebine göre hükmedildiği gibi, günümüzde de mahkemelerde ağırlıkla dine
aykırı olan beşeri kanunlar carî olduğundan, müslümanın nikah, talak, iddet,
miras vb. konularda haklarını kitap ve sünnete göre tespit etmeli, hadis ehli âlimlerden
kendi haklarını öğrenmelidir. Bu durumda Allah’a ve rasulüne muhakeme olmuş
olur. Bu hakların yerine gelmesi için de beşeri mahkemeye başvurma zarureti
olduğunda, mahkemeden ancak şer’an kendisinin hakkı olan şeyi talep etmesi
halinde taguta muhakeme olma gibi bir durum söz konusu değildir. Çünkü bu kişi
Allah’ın ve rasulünün hükmüne başvurmuştur, bu mahkemeden meselenin aslında
hüküm vermesini değil, ancak Allah ve rasulü tarafından hükmü belirlenmiş şeyin
icrasını talep etmektedir.
İbn Teymiyye rahimehullah
Nisa 60. Ayeti hakkında şöyle demiştir: “Allah Subhanehu, rasule itaatten ve
onun hükmünden yüz çevirenlerin mü’minlerden değil, münafıklardan olduklarını
beyan etmiştir. Mü’minler ise ancak: “İşittik ve itaat ettik” diyenlerdir.”
(Sarimu’l-Meslul s.39)
Hafız İbn Kesir rahimehullah
şöyle demiştir: “Ayet bu durumda olan herkes hakkında geneldir. Zira kitap ve
sünnetten yüz çevirerek bunların dışında bir bâtıla muhakeme olan herkesi
kınamaktadır.” (Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azim 2/346)
İmam Ebu İshak
eş-Şatibî rahimehullah şöyle demiştir: “Sanki onlar hakeme başvurmayı kabul
etmiş güründüler. Fakat onlar verilecek hükmün kendi maksatlarına uygun
olmasını arzu ettiler. Haktan saptılar ve bütün hükümlerin aynı olduğunu, Ka'b
b. el-Eşref’in ve başkalarının verdiği hükmün, Nebî sallallahu aleyhi ve
sellem’în verdiği hüküm gibi olduğunu zannettiler. Nebî sallallahu aleyhi ve
sellem’in verdiği hükmün Allah'ın hükmü olduğunu, reddedilemeyeceğini, hâlbuki
nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in hükmü varken başkasının vereceği hükmün
Allah'ın hükmüne uygun bile olsa reddolunacağını bilemediler.” (el-İ’tisam
1/137)
Bu ayetler (Nisa
60-61), kitap ve sünnet naslarından yüzçevirip mezheplerin re’ylerine
başvuranların da münafıklar olduklarını göstermektedir.