Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

29 Kasım 2023 Çarşamba

Adil Al-u Hamdanın Tahkiklerindeki Saptırmalar Hakkında Hâtime

 

Adil b. Abdillah Âl-u Hamdan el-Gamidî’nin bazı kitapları ve akide kitaplarına yapmış olduğu bazı tahkikler Türkçe’ye de tercüme edilmiş ve Neda Yayınları arasında yayınlanmıştır. Adı geçen bu şahıs Haddâdiye denilen muasır bir bid’at fırkasının görüşlerine sahiptir.

Bu kimselerin başlıca sapıklıkları; Ehl-i Sünnet âlimlerin kapalı bir takım sözlerine kendi yükledikleri mânalarla veya âllimlerin hatalarını usûle aykırı ithâmlarla değerlendirerek bid’at suçlamasında bulunmalarıdır. Diğer yandan âlimlerin kendi hevâlarına uyan sözlerini gördüklerinde, bu sözlerin delillerinin sahih mi, zayıf mı asıllara dayanıldığının sorgulanmasına şiddetle tepki vermekte, muhaliflerini Cehmî’lik, Mürcie’lik gibi ithamlarla karalamaya çalışmaktadırlar.

Etrafında döndükleri meselelerin başında namazı terk edeni tekfir etmemenin Mürcie’lik olduğunu iddia etmeleri, Allah Azze ve Celle’nin sıfatları hakkında Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den sabit olmayan hadislerle ve bu konuda seleften bazı kimselerin sözleriyle ispat ve nefiyde bulunmaları, Allah’ın arşa oturduğunu, yaratmayı bitirince ayak ayaküstüne attığını, Allah’ın suretinin Âdem aleyhi's-selâm’ın sureti gibi olduğunu vb. iddia etmeleridir. İmanın tarifi konusunda da çarpık bazı görüşleri vardır.

Sahih ve sabit delillere dayandıramadıkları bu konularda kendilerine muhalefet edenleri Cehmî’lik ve Murcie’lik ile itham etmektedirler.

Namazın terkinin küfür olduğuna dair Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den ve sahabeden açık ifadeler gelmiştir. Hatta sahabe’den bu konuda gelenler birbirine muhalif değildir. Dolayısıyla sahabenin namazın terkinin küfür veya şirk olduğunu söyledikleri hususunda icma ettiklerini söylemek mümkündür. Lakin sahabenin namazın terkinin dinden çıkaran küfür olduğunu söylemede icma ettiklerini söylemek mümkün değildir.

Dolayısıyla seleften birçok kimse namazı kılmamakta inat edenle, namazı farz görmekle beraber ihmalkârlıkla terk eden arasında ayrım gözetmişlerdir. Ez-Zuhrî, Hammad b. Zeyd, İmam Malik, İmam Şafii ve ashabı, kendisinden bir rivayete göre İmam Ahmed, namazın terkini mutlak küfür olarak görmemişlerdir.

Şüphesiz namazın terki kişiyi imandan çıkarır, lakin İslam’dan da çıkarır mı veya ne zaman İslam’dan çıkarır, bu kısmı ihtilaf konusudur.

Bu yüzden namazı terk edeni İslam’dan çıkaran küfürle tekfir etmeyeni Mürcie’likle itham etmek, Selef’in üzerinde olmadıkları, sonradan çıkmış bir sapıklıktır.

Allah Azze ve Celle hakkında bir sıfatı ispat veya nefyetmek mutlaka kitaptan veya sahih sünnetten sabit delille olmak zorundadır. Sahabe, tabiin gibi, ne kadar saygın ve değeri büyük kimselerden gelmiş olursa olsun, vahyin deliliyle sabit olmayan bir sıfat, bu kimselerin sözüyle ispat edilemez. Seleften gelen, kitap ve sünnetten sabit dayanağı bilinemeyen bazı sözler vardır ki, imamlar bu sözleri inkâr veya ikrar etmeksizin nakletmekle yetinmişlerdir.

Çünkü seleften gelen bu tür sözlerin kaynağı, isnadı sahihse, ya Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den işitilmiş bir bilgiye dayalı olabilir yahut İsrailiyyat kaynaklı olabilir.

İsrailiyyat konusunda da Ehl-i Sünnetin tutumu bellidir, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in emrettiği gibi, İsrailiyyattan gelen bir bilgiyi ne yalanlarız, ne de tasdik ederiz. Çünkü aslı olan bir şeyi yalanlama veya aslı olmayan bir uydurmayı tasdik etme riski vardır.

Adil Hamdan ve onun bozuk menhecindekiler ise “Madem imamlar bunları akide kitaplarında zikretmişler, o halde bunlara itikad etmek vaciptir, itikad etmeyenler de Cehmî’dir” gibi suçlamalar yapıyorlar!

Burada imamların bu yaklaşımlarının yanlış anlaşıldığına dair bir örnek zikredeyim:

Ebu Bekr el-Hallal rahimehullah dedi ki: Bana Muhammed b. Ali el-Verrak haber verdi, dedi ki: bize Salih (b. Ahmed b. Hanbel) tahdis etti, dedi ki: Ebu Talib, babam (Ahmed b. Hanbel) rahimehullah’ın şöyle dediğini rivayet etti:

“Kur’ân’ı telafffuzun mahlûk değildir.” Bunu babama haber verdim. Dedi ki:

“Bunu sana kim söyledi?” Ben de: “Falan” dedim. Dedi ki:

“Onu bana çağır.” Ben de gittim. Ebu Talib ile beraber Furan da geldi. Babam ona dedi ki:

“Ben size “Kur’ân’ı telaffuzum mahlûk değildir” diye bir şey söyledim mi?” Öfkeden titremeye başladı. (Ebu Talib) dedi ki: “Ben sana İhlâs suresini okudum ve sen de bana: “Bu mahlûk değildir” dedin. Ahmed dedi ki:

“Peki, neden benim sana Kur’ân’ı telaffuzum mahlûk değildir dediğimi naklettin? Bana ulaştığına göre sen bunu kitabına almışsın ve bir kavme yazmışsın. Eğer kitabında bu söz varsa hemen onu sil. Mektup yazdığın kavme de benim sana böyle bir şey demediğimi yaz!” Öfkeyle ona yöneldi ve dedi ki:

“Benden benim söylemediğim bir söz aktarıyorsun!” Bunun üzerine Furan onun adına özür dilemeye başladı ve korkuyla yanından ayrıldı. Ebu Talib döndü ve bu yazıyı kitabından sildiğini, mektup yazdığı kavme de tekrar yazarak Ebu Abdillah (Ahmed b. Hanbel) rahimehullah’tan yaptığı nakilde hata ettiğini yazdığını bildirdi.”[1]

Ebu Talib’in İmam Ahmed rahimehullah ile bu kıssası meşhur ve bilinmektedir. Bunu yine Ebu Bekr el-Merrûzî, Furan, Hanbel b. İshak[2] ve muhtasar olarak İbrahim b. Eban el-Mavsilî de rivayet etmişlerdir.

Bu kıssayı Ebu Talib rahimehullah kendisi başka bir yoldan rivayet etmiş ve şöyle demiştir: “Ahmed rahimehullah bana dedi ki:

“Benim: “Kur’ân’ı telaffuzum mahlûk değildir” dediğimi mi naklettin?” Ben dedim ki: “Ben bunu ancak kendi sözüm olarak aktardım.” Dedi ki:

“Ne benden ne de kendinden böyle bir söz aktar! Hiçbir âlimden böyle bir söz işitmedim. Kur’ân Allah’ın kelamıdır ve nasıl tasarruf edilirse edilsin hiçbir yönden mahlûk değildir.”[3]

Ebu Abdillah (Ahmed b. Hanbel) rahimehullah, aynı şekilde Hamdun b. Şeddad’a da karşı çıkmıştır: Ebu Bekr el-Merrûzi rahimehullah dedi ki:

“Hamdun b. Şeddad, meselelerin yazılı olduğu kâğıtlarla geldi. Onu Ebu Abdillah (Ahmed b. Hanbel) rahimehullah’ın yanına götürdüm. Baktı ve orada meseleler arasında: “Kur’ân’ı telaffuzum mahlûk değildir” yazılı olduğunu gördü. Ebu Abdillah (Ahmed b. Hanbel) rahimehullah dedi ki:

“Burada benim söylemediğim bir söz var!” Geçitten kalktı ve içeri girdi. Ebu Abdillah (Ahmed b. Hanbel) rahimehullah Hokka ve kalem çıkarıp “Kur’ân’ı telaffuzum mahlûk değildir” yazan yeri karaladı, kendi yazısıyla şöyle yazdı:

“Nerede tasarruf edilirse edilsin Kur’ân mahlûk değildir.” Dedi ki:

“Kimsenin böyle bir şey söylediğini işitmedim.” “Kur’ân’ı telaffuzum mahlûk değildir” diyene de karşı çıktı.”[4]

Ahmed b. el-Hasen b. Ali el-Bezurî dedi ki: Ebu Abdillah (Ahmed b. Hanbel) rahimehullah’a bir adamın şöyle sorduğunu işittim:

“Ey Ebu Abdillah! Kerh’te senin: “Kur’ân’ı telaffuzum mahlûk değildir” dediğini naklettiler.” Ahmed rahimehullah öfkeyle durdu ve dedi ki:

“Benim adıma ne çok yalan söylüyorlar! Böyle bir şey söylemedim, söylemem de. Benden ancak bu sözün çirkin bir söz olduğunu söylediğimi ulaştırın! Yardım istenecek olan Allah’tır!” Böylece öfkeyle evine girdi.”[5]

Ebu Bekr b. Zencuye’nin rivayetinde şu şekildedir: Ahmed b. Hanbel rahimehullah’ı şöyle derken işittim:

“Kim Kur’ân’ı telaffuzunun mahlûk olduğunu söylerse o bir Cehmî’dir. Kim de Kur’ân’ı telaffuzunun mahlûk olmadığını söylerse o bid’atçidir, onunla konuşulmaz.”[6]

Bu kıssada görüldüğü gibi, İmam Ahmed’in: “Kim Kur’ân’ı telaffuzum mahlûktur” derse Cehmi’dir” sözünden hareketle “Kur’ân’ı telaffuzum mahlûk değildir” anlamını çıkaran ve bunu İmam Ahmed’e nispet edene İmam Ahmed rahimehullah şiddetle karşı çıkmıştır!

Yani İmam Ahmed rahimehullah tevakkuf edilmesi gereken bir konuda ispatta bulunana da, nefiyde bulunana da karşı çıkmıştır!

Şu halde İmam Ahmed gibi imamlardan bir imam, seleften gelen bir sözü inkâr edene karşı çıktı diye, bu imamın o sözün içeriğini ispat ettiği anlamı çıkarılamaz!

Bu konuda Adil Hamdan birçok çirkinlikler sergilemektedir. Mesela Mucahid rahimehullah’tan zayıf yollarla gelen makamu’l-mahmud’u Allah Azze ve Celle’nin Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’i arşa oturtması olarak açıkladığına dair sözüyle ispatta bulunmaktadır!

Mucahid rahimehullah’dan gelen bu rivayeti inkar edenlere karşı çıkanların ancak Cehmi’ler olduğunu belirten imamların sözlerini ileri sürerek, bu rivayetin içeriğini kabul etmemeyi Cehmilik olarak lanse etmektedir!

Mucahid rahimehullah’tan nakledilen bu söz hakkında da yukarıda açıkladığım durum geçerlidir:

Şayet bu sözün Mucahid rahimehullah’a aidiyeti sabitse, iki durumdan biri söz konusudur: Bu bilgi ya Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den işitilmiş, aktarılmış bir bilgidir yahut israiliyyat kaynaklıdır.

Dolayısıyla bu sözü akıllarıyla inkâr edenler hakkında imamların söyledikleri sözler haklıdır. Ancak bu durum, bu sözün içeriğini Allah Azze ve Celle hakkında sıfat olarak ispat etmeyi gerektirmez. Bilakis bu konuda tevakkuf edilmesi gerekir.

Lakin Adil Hamdan ve Haddadîlerin bu konuda tevakkuf edenleri Cehmî’likle suçlamaları tam bir sapıklıktır!

Hiçbir sahabi’nin böyle bir şeye itikad ettiği bilinmezken, böyle bir şeye itikad etmeyi vacip kılmak nasıl mümkün olabilir?



[1] Hallal es-Sunne (v.192/b) Salih b. Ahmed Siyretu Ahmed b. Hanbel (s.70)  İbnu’l-Cevzi Menakibu Ahmed (s.53)

[2] Hallal es-Sunne (v.192/b-193/a)

[3] Hallal es-Sunne (2153) Beyhakî el-Esma ve’s-Sifat (588)

[4] Hallal es-Sunne (v.193/b) Beyhakî el-Esma ve’s-Sifat (s.265)

[5] Hallal es-Sunne (v.194/a)

[6] Hallal es-Sunne (2167) Kadı Ebu Ya’la er-Rivayeteten ve’l-Vecheyn (v.252/a)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)