Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

28 Kasım 2023 Salı

Usulu's-Sunne Tercüme ve Tahkikime Mudahale Olarak Düşülen Batıl Dipnota Cevap

 

İbn Ebi Zemenin rahimehullah’ın Usulu’s-Sunne kitabına yapmış olduğum tercüme ve tahkikin neşrinde yayın evi tarafından benim bilgim olmadan ve eklemenin kime ait olduğu belirtilmeden mudahaleler yapıldığına daha önce uyarı yayınlamıştım.

Söz konusu bu müdahalalerden birisi, kitabın baskısında (s.235-236)’da yer almaktadır. Kitabın metninde müellif: “İbn Abbas radıyallahu anhuma’nın Maide 44. Ayeti hakkında söylediği: “Bu ayette geçen dinden çıkaran küfür değildir” sözünü zikretmiş. Ben de dipnotta bu sözün İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan sahih isnadlarla geldiğine dair tahric ve tahkikimi belirttim. Yayınevi ise söz konusu eklemeleri Haricîlerin fikirlerinden etkilenmiş birine yaptırtmış olmalıdır ki şu açıklama eklenmiş:

“* İbn Abbas radıyallahu anh’ın buradaki “Bu dinden çıkaran küfür değildir” meselesi veya küçük küfürdür demesi, İslam şeriatının olduğu yerde İslam kadısının (hakimin) rüşvet alarak veya adam kayırarak delilleri gizleyip hüküm vermesidir. Yoksa burada kastedilen, teşri yapan veya yüce Allah’ın hükmünün dışındaki kitaplarla hükmeden kişiler için değildir.Zira bu büyük küfür, dinden çıkaran şirktir. İbn Mes’ud, Huzeyfe ve Bera b. Azib radıyallahu anhum’a göre ise bu büyük küfürdür. Alhame ve Mervan, Abdullah b. Mes’ud radıyallahu anh’e rüşvet hakkında sormuşlardı. Abdullah b. Mes’ud: “Bu haramdır” dedi. Onlar: “Hükümde mi?” dediler. Abdullah b. Mes’ud: “Hayır o küfürdür” dedi ve “Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir” ayetini okudu.

* Hemmam b. el-Haris rahimehullah dedi ki:Biz Huzeyfe radıyallahu anh’ın yanındaydık. “Kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezse işte onlar kafirlerdir” (Maide 44) ayetinden bahsettiler. Topluluktan birisi dedi ki: “Bu ayet ancak İsrailoğulları hakkındadır.” Huzeyfe radıyallahu anh dedi ki: “İsrailoğulları sizin için ne iyi kardeşler! Tatlılar size, acılar onlara!’ Hayır nefsim elinde olana yemin ederim ki adet adet, adım adım onlara uyacaksınız.” Sahih. Abdurrazzak Tefsir (1/191) İbn Ebî Hâtim Tefsir (4/1143) Taberî Tefsir (6/253) Hâkim (3/37)

* Tefrit ehli kimselere göre beşerî kanunlarla, şirk ve küfür egemenliği içerisinde haramı helal, helali haram yapsalar, deizm, ateizmin ve cinsel saplınlıkların kapılarını açsalar, insanları buna davet etseler, onlar bu şekilde küfür sözü ve şirk ameli işleseler dahi bu kimseler inkâr etmedikleri sürece ya da yalanlamadıkları sürece müslüman kalmaya devam ederler. Hiç şüphesiz bu görüş batıldır. Ehli Sünnetin görüşü değildir. Bu görüş, kurucusu Cehm b. Safvan olan Cehmiye’nin görüşüdür. Nitekim onların en önemli öğretilerinden biri de “İman kalp ile tasdiktir. Kişi küfür sözü söyleyip şirk ameli işlese de inkar ve yalanlama olmadığı sürece bu kişilere müslüman ismini verirler.

* Selefin yoluna, ehl-i sünnete uyan, tefrit ve ifrattan uzak olanlara göre ise İslam’ın egemen olmadığı ve idare etmediği yerlerde şeriata iman etseler bile, Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyip onun dışındaki hükümlerle hükmeden kimseler icma ile kâfirdirler. Bu icmaya küfür sadece itikad iledir diyen Cehmiyye gibi düşünen batıl ehli haricinde hiç kimse muhalefet etmez. Çünkü burada Allah’ın hükmü haricindeki bir hükme ve de Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in şeriatından başka bir şeriata tabi olma söz konusudur ki bütün bunlar La ilahe illallah Muhammedun Rasulullah şehadetiyle çelişmektedir.”

Benim çalışmama hâince müdahalede bulunarak bu saçma sapan sözleri ekleyen ahmak, ne Ehl-i Sünnet’in iman ve İslam tanımından, ne de sapan fırkaların görüşlerinden haberdardır!

Selefin sözlerinden kendi aleyhine olan sözleri de lehine zannediyor! Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Hariciler hakkında haber verdiği gibi!

Bu ekleme notlardaki tutarsızlaklar ve açıklaması şu şekildedir:

1- İbn Abbas radıyallahu anhuma’nın sözünü elinde hiçbir delil olmadan hiçbir alakası olmayacak şekilde yorumluyor ve tarihselci bir anlayışa tabi olarak adeta İbn Abbas’ın bu tefsirinin geçerliliğini yitirdiğini iddia ediyor!

Derim ki: İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan birçok tariklerden rivayet edilen bu tefsirin hiçbir tarikinde burada yapılan açıklamayı imâ dahi eden bir bilgi yoktur. Bilakis İbn Abbas radıyallahu anhuma Maide suresi 44. Âyetin tefsiri olarak bu ayette geçen küfrün küçük küfür olduğunu açıklamıştır:

Tavus rahimehullah dedi ki:

قُلْتُ لِابْنِ عَبَّاسٍ مَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ فَهُوَ كَافِرٌ؟ قَالَ هُوَ بِهِ كُفْرُهُ وَلَيْسَ كَمَنْ كَفَرَ بِاللَّهِ وَمَلَائِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ

“İbn Abbas radiyallahu anhuma’ya: “Allah’ın indirdikleri ile hükmetmeyen kâfir midir?” diye sordum. Dedi ki: “O bir küfürdedir, ancak Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, rasullerini ve ahiret gününü inkâr eden gibi değildir.”[1]

Tavus rahimehullah’tan:

سُئِلَ ابْنُ عَبَّاسٍ فِي قَوْلِهِ وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ فَأُولَئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ قَالَ هِيَ كَبِيرَةٌ قَالَ ابْنُ طَاوُسٍ وَلَيْسَ كَمَنْ كَفَرَ بِاللَّهِ وَمَلائِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ

“İbn Abbas radiyallahu anhuma’ya: “Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler, işte onlar kâfirlerdir” (Maide 44) ayeti soruldu. İbn Abbas radiyallahu anhuma dedi ki: “O bir kebîre (büyük bir günahtır).”  İbn Tavus dedi ki:

“Allah’ı, meleklerini, kitaplarını ve rasullerini inkâr eden gibi değildir.”[2]

İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan diğer rivayette şöyle demiştir: “Kim Allah’ın indirdiğini inkâr ederse ve Allah’ın hadlerinden birini inkâr ederse kâfir olur. Kim de kabul ettiği halde onunla hükmetmezse o zalim bir fasıktır.”[3]

Hatta İbn Abbas radıyallahu anhuma’nın tabiinden talebesi Said b. Cubeyr rahimehullah da, Maide suresi 44. Ayetinin zahirindeki muteşabihe dayanarak tekfirde bulunanlar hakkında şöyle demiştir:

“Sapıklığa düşenler muteşabih ayetler sebebiyle düşer. Her fırka bir ayet okur ve bunun kendi lehlerine olduğunu iddia ederler. Hariciler müteşabih ayetlerden Maide 44. Ayetine tabi olurlar ve yöneticinin haksız bir hüküm verdiğini gördüklerinde:

“O küfretmiştir. Küfreden bir şeyi Allah’a ortak koşmuş olur, bunlar da müşrik ümmetlerdir” derler.”[4]

Görüldüğü gibi İbn Abbas radıyallahu anhuma’nın bu tefsirinin, yukarıdaki açıklama ile hiçbir alakası yoktur. İbn Abbas radıyallahu anhuma bu tefsiri, İslam kadısının rüşvet alıp hükümde iltimas yapması hakkında değildir! Bilakis bu tefsir merfu hadis hükmündedir. Çünkü sonraki maddede açıklayacağım üzere, sahabinin tefsiri, eğer ona muhalif bir sahabi sözü yoksa Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den işitilmiş merfu hadis hükmündedir. Merfu hükmündeki bu söz de, her zaman ve durumda bağlayıcı bir nastır.

2- Maide 44. Ayetinde geçen küfür hakkında sahabenin ihtilaf ettiğini zannediyor ve İbn Mes’ud, Huzeyfe ve Bera b. Azib radıyallahu anhum’a göre bu ayette geçen küfrün büyük küfür olduğunu iddia ediyor.

A- Öncelikle Bera b. Azib radıyallahu anh’den gelen rivayet, Bera radıyallahu anh’ın sözü değil, doğrudan Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ref’ ederek rivayet ettiği bir hadistir ve yazı sahibinin anladığının tam aksine bir delildir:

Bera b. Azib radıyallahu anh, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Maide 44, 45 ve 47. Ayetlerini okuduktan sonra şöyle dediğini haber vermiştir:

هِيَ فِي الْكُفَّارِ كُلُّهَا

 Bu ayetlerin tamamı kâfirler (inkâr edenler) hakkındadır.”[5]

İbn Abbas radıyallahu anhuma da şöyle demiştir:

هَؤُلَاءِ الْآيَاتِ الثَّلَاثِ نَزَلَتْ فِي الْيَهُودِ خَاصَّةً فِي قُرَيْظَةَ وَالنَّضِيرِ

“Bu ayetler (Maide 44, 45 ve 47. Ayetleri) Yahudiler hakkında, özellikle de Kurayza ve en-Nadir hakkında inmiştir.”[6]

B- İbn Mesud radıyallahu anh’ın: “Hükümde rüşvete gelince bu küfürdür” demesini, İbn Abbas’ın tefsirine aykırı olarak ele almak cahilliktir. Hâlbuki İbn Mesud radıyallahu anh, rüşvetin büyük bir günah olduğunu, ama hükümde rüşvetin daha ağır bir suç olduğunu dile getirmiştir. Zira İbn Mesud radıyallahu anh’e sorulan soru ve onun verdiği cevap, hüküm hakkında değil, rüşvet hakkındadır.

İbn Mesud radıyallahu anh rüşvetin hüküm konusunda olduğu zaman daha çirkin olacağını, tıpkı Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in bazı büyük günahları “küfür” sözüyle ifade etmesi gibi bir ifade ile belirtmiştir. Ehl-i sünnete göre rüşvetin küfür olmayıp büyük günahlardan olduğunda herhangi bir ihtilaf yoktur.

Nitekim gerek bunu nakleden Taberi, gerekse Ehl-i Sünnet akidesine dair eserler yazan İbn Batta, Ebu Bekir el-Hallal gibi âlimler ve hatta bu sözü kendi aleyhlerine delil kabul eden ilk Hariciler dahi bu sözü başka bir anlama yorumlamamışlardır.

Evet, Taberi bu sözü, Maide 44. Ayetinde geçen küfrün küçük küfür olduğunu ifade edenler bölümünde zikretmiştir

İbn Batta (no:1013) “Sahibini dinden çıkarmayan küfre düşüren günahlar” başlığı altında, az sonra zikredilecek olan Huzeyfe radıyallahu anh’ın sözünü zikrettikten sonra şu lafızla zikretmiştir: Mesruk rahimehullah dedi ki: İbn Mes’ud radıyallahu anh şöyle dedi:

‌الْجَوْرُ ‌فِي ‌الْحُكْمِ ‌كُفْرٌ وَالسُّحْتُ الرُّشَا

“Hükümde zulüm bir küfürdür. Suht ise rüşvettir.”

el-Hallal da, bu lafızla (1426)  aslı itibarıyla küfür olmayan bazı ameller hakkında da “küfür” ifadesinin kullanıldığını ispatlama sadedinde zikrettiği rivayetler arasında zikretmiştir.

İbn Mes’ud radıyallahu anh’ın neyi kastettiğini iyi anlamak için şunların bilinmesi gerekir:

İbn Mes’ud radıyallahu anh’ın bu sözü Maide 42. Ayeti hakkında gelmiştir. Bu ayette şöyle buyrulur: “Onlar yalanı çokça dinleyicidirler ve suht (haram) yiyicidirler.”

Nitekim bu ayetin öncesinde şöyle buyrulur: “Onlar yalana kulak verirler ve sana gelmeyen başka bir kavmi dinlerler. Kelimeleri yerlerinden değiştirirler: “Şu verilirse onu hemen alın o verilmezse sakının” derler.” (Maide 41)

Yani Yahudiler, recm cezasını inkar ettiler ve Tevrat’taki hükmü değiştirdiler. Dinde bu değişikliği yapmak için aldıkları rüşvet de suht/haram yemek olarak ifade edilmiştir.

Said b. Mansur Tefsir’de (741) sahih isnadla Mesruk rahimehullah’ın şöyle dediğini rivayet etti:

سَأَلْتُ ابْنَ مَسْعُودٍ عَنِ السُّحْت أَهُوَ الرِّشوة فِي الْحُكْمِ؟ قَالَ لَا وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ فَأُولَئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ وَالظَّالِمُونَ وَالْفَاسِقُونَ وَلَكِنَّ السُّحْت أَنْ يَسْتَعِينَكَ رَجُلٌ عَلَى مَظْلَمَةٍ فَيُهْدِيَ لَكَ فَتَقْبَلَهُ فَذَلِكَ السُّحت

“İbn Mes’ud radıyallahu anh’e “Suht; hükümde rüşvet midir?” diye sordum. Dedi ki: “Hayır, kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse onlar kâfirlerdir, zalimlerdir, fasıklardır. Lakin suht; zulme uğramış bir kimseye yardım ettiğinde sana hediye vermesi ve senin de bunu kabul etmendir. İşte suht (haram yemek) budur.”

Abdurrazzak’ın hasen isnadla (7/547) rivayetinde İbn Mes’ud radıyallahu anh şöyle demiştir:

السُّحْتُ الرِّشْوَةُ فِي الدِّينِ قَالَ سُفْيَانُ يَعْنِي ‌فِي ‌الْحُكْمِ

“Suht dinde rüşvet almaktır.” Sufyan dedi ki: “Yani hükümde rüşvet almaktır”

Yani dinin hükmünü değiştirmek küfürdür ve bunun büyük küfür oluşu açıktır.

Dolayısıyla İbn Mesud radıyallahu anh’ın sözü hiçbir yönden İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan gelen rivayete aykırı değildir. Zira Allah’ın indirdiği ile hükmetmemenin büyük küfür olanı, dinin hükmünü değiştirmek, Allah’ın hükmünü inkâr etmek, beşeri hükmü Allah’a nispet etmek gibi durumlarda söz konusu olur.

İbn Abbas radıyallahu anhuma’nın küçük küfür diye nitelediği şey ise bu gibi büyük küfür olan durumlar söz konusu olmaksızın Allah’ın indirdiği ile hükmetmemek halindedir.

C- Huzeyfe radıyallahu anh’ın sözüne gelince, burada onun Maide 44. Ayetinde geçen küfrün büyük küfür olduğunu söylediğine dair en ufak bir delalet yoktur! Hakikat şu ki, her kim İsrailoğullarının yaptığı gibi Allah’ın hükmünü inkâr ederse yahut Allah’ın hükmünde tebdilde bulunursa yahut beşerî bir hükmü Allah’a ve dinine nispet ederse, hangi ümmetten olursa olsun kâfir olur. Lakin Allah’ın hükmü inkar edilmezse yahut beşeri hükümle eşit görülmezse yahut beşeri hüküm Allah’ın hükmünden üstün sayılmazsa, bilakis Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmeden kişi bu konuda hakka aykırı amel ettiğini itiraf ederse bu kimsenin işlediği şey, ayette tekfir edilen Yahudilerin yaptıklarından başka bir şeydir ve bu küçük küfürdür. Huzeyfe radıyallahu anh de bu ikincisinin büyük küfür işlemiş olacağını söylememiştir. Onun bu sözünden böyle bir mana ne mantuk olarak, ne de mefhum olarak asla çıkmaz.

Mesela hastalık zamanında cemaatle namazda safların arasında birer metre mesafe koyulmasının ve maskeyle namaz kılınmasının vacip olduğunu söylemek büyük bir küfürdür. Çünkü sünnette gelenlere aykırı olarak uydurulan bu hüküm Allah’ın dinine de nispet edilmiştir. Ne tuhaftır ki, Maide 44. Ayetine dayanarak haksız tekfirler yapan Hariciler, doğrudan Maide 44. Ayetine  göre büyük küfür olan bu küfürde tagutlara itaat etmişler, maskeler takmışlar, namazda safların arasına mesafeler koyarak, Allah’ın emrettiği, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in fiilen öğrettiği namazın yerine namazın şartlarını iptal eden ve boşa çıkaran bu uygulama ile tagutlara itaat etmişlerdir!

3- Eklemeyi yapan yazı sahibi diyor ki: “Tefrit ehli kimselere göre beşerî kanunlarla, şirk ve küfür egemenliği içerisinde haramı helal, helali haram yapsalar, deizm, ateizmin ve cinsel saplınlıkların kapılarını açsalar, insanları buna davet etseler, onlar bu şekilde küfür sözü ve şirk ameli işleseler dahi bu kimseler inkâr etmedikleri sürece ya da yalanlamadıkları sürece müslüman kalmaya devam ederler.

Derim ki: Allah’ın bir şeyi haram kıldığını bile bile helal sayan veya Allah’ın helal kıldığı şeyi bile bile haram kılan elbette kâfir olur. Bunu Daru’l-İslam’da yapmak ile Daru’l-Kufr’de yapmak fark etmez. O halde: “Beşeri kanunlarla, şirk ve küfür egemenliği içerisinde…” diye kayıtlamasının ne amacı olabilir? İslam hükümleriyle hükmedilen yerde haram helal yapılabilir mi o halde? Haşa! Yazı sahibi tamamen siyasî ve duygusal bir altyapıyla bu kaydı koyuyor. Çünkü ona göre mesela yönetici içki satışına izin vermişse ona göre bu haramı helal yapmak oluyor! Yönetici bunu helal saydığını söylemese bile yazı sahibine göre bu, helal saymak demektir! İşte bu yaklaşım, günahtan dolayı tekfir eden ilk Haricilerin de hareket noktasıydı. Çünkü Haricilere göre günah işleyen kimse Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmetmiş olurdu. 

Allame Ebu Hayyan el-Endülüsî rahimehullah şöyle demiştir: “Hariciler bu ayeti, Allah’a isyan eden herkesin kâfir olduğuna delil getirmişler ve şöyle demişlerdir: “Bu ayet, Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmeden herkesin kâfir olduğunu ifade etmektedir. Her günah işleyen de Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmetmiştir. Bundan dolayı kâfir olur.”[7]

İbn Hazm rahimehullah şöyle demiştir: “Mu’tezile her günah işleyenin, zalimin ve fasığın kâfir olacağını açıkça söylemişlerdir. Zira günah işleyen herkes Allah’ın indirdiği ile hükmetmemiş olur.”[8]

4- Yazı sahibi diyor ki: “Bu görüş, kurucusu Cehm b. Safvan olan Cehmiye’nin görüşüdür. Nitekim onların en önemli öğretilerinden biri de “İman kalp ile tasdiktir. Kişi küfür sözü söyleyip şirk ameli işlese de inkar ve yalanlama olmadığı sürece bu kişilere müslüman ismini verirler.”

Cehmiyye görüşünü yanlış aktarıyor, çünkü kendisi İman ile İslam ayrımının farkında değil! Doğrusu şöyle demeliydi: “Kişi küfür sözü söyleyip şirk ameli işlese de inkâr ve yalanlama olmadığı sürece bu kişilere mü’min ismini verirler

Ehl-i sünnete göre iman’dan çıkan herkes İslam’dan da çıkmış olmaz. Bilakis kişi fısk işlediği zaman imandan İslam’a çıkar. Yani imanın nefyedildiği bazı fiilleri işleyen kimselere “Müslüman” denilmesinde, hatta küfür akidesini açıkça ortaya koymayıp gizleyen münafıklara “Müslüman” adlı verilmesinde bir problem yoktur ve Cehmiyye Mürcie’sinin görüşü de bu değildir. Bilakis Cehmiyye’ye göre amelî küfürler ve günahlar imana zarar vermezler. Sapıklık olan görüş budur!

5- “İslam’ın hâkim olmadığı yerde Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenin icma ile kâfir olduğu” şeklinde tuhaf, Kur’an ve sahih sünnete açıkça aykırı, bid’at ehlinin hevâsından başka hiçbir dayanağı olmayan bir iddiada bulunuyor!

Böyle bir icmayı kim nakletmiştir?,Bu hangi nassa dayalı bir icmadır? Hiçbir kaynak vermeden ortaya attığı bu iddia, atanı belli olmayan ok gibidir!

Sonra da bu hiçbir aslı olmayan icma iddiasına muhalefet edenleri Cehmî olmakla suçluyor!

Böyle bir icma’dan Şeyhulislam İbn Teymiyye’nin haberi yok mu ki? Yoksa o da mı Cehmiyye’den?

Bu gelişigüzel söylenmiş sözlerin ne kadar hakikatten uzak olduğunun iyi anlaşılması için İbn Teymiyye’nin sözlerini tercüme edeceğim:

İbn Teymiyye, Minhacu’s-Sunne kitabında (5/111-114) şöyle demiştir:

“Kendileri Daru’l-Küfürde iken Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in daveti ulaşan kâfirler de böyledir. Onun Allah’ın rasulü olduğunu bilir, ona ve ona indirilenlere iman eder, Allah’tan gücü yettiğince sakınır. Necaşi ve başkalarının yaptığı gibi. Daru’l-İslam’a hicrete de imkânı olmaz. Hicretten engellendiği için de İslam’ın bütün kurallarını gözetemez. Dinini izhar etmesi yasaktır. Yanında kendisine İslam’ın bütün kurallarını öğretecek kimse de yoktur. Bu kişi mü’min ve cennet ehlindendir. Firavun ailesinden, Firavunun kavmiyle beraber olan iman etmiş kimse gibi, Firavunun hanımının durumunda olduğu gibi. Hatta Yusuf es-Sıddık aleyhi's-selâm’ın Mısır halkıyla durumu gibi. Zira halk kâfirler idi. İslam dininden bildiği herşeyi onlarla uygulama imkanı yoktur. Onları tevhide ve imana çağırdı, icabet etmediler.

Allah Teâlâ, Firavun ailesinden mü’min kişinin şöyle dediğini haber vermiştir: “And olsun ki, ondan önce Yûsuf da size açık deliller getirmişti ve onun size getirdiği şeyler hakkında şüphe edip durmuştunuz. Nihayet o vefat edince “Allah ondan sonra bir rasûl göndermez” dediniz. İşte Allah o aşırı giden şüphecileri böyle saptırır.” (Gafir 34)

Aynı şekilde Necaşî, Hristiyanların meliki olsa da kavmi İslam’a girme konusunda O’na itaat etmediler. Bilakis onlardan sadece bir nefer onunla birlikte İslam’a girdi. Bu yüzden Necaşi öldüğünde ona cenaze namazı kılacak kimse yoktu da Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Medine’de müslümanları musallaya çıkartıp saf tutturdu ve cenaze namazını kıldırdı. Öldüğü gün onlara ölümünü haber vermiş ve: “Habeş halkından olan salih kardeşiniz öldü” buyurmuştu.

İslamın kurallarından birçoğunu, hatta çoğunluğunu aciz kaldığından ötürü orada uyguluyamadı. Hicret etmedi, cihad etmedi, beyti haccetmedi. Hatta onun beş vakit namaz kılanlardan, Ramazan orucunu tutanlardan ve şer’î zekâtı eda edenlerden olmadığı da rivayet edilmiştir. Çünkü kavminde bunları izhar etse karşı çıkarlardı. O da onlara muhalefet imkânı bulamadı. Biz kesin olarak biliyoruz ki Necaşi’nin onların arasında Kur’an’ın hükmüyle hükmetme imkânı da yoktu.

Allah, nebisine Medine’de kendisine kitap ehli geldiği zaman onların aralarında ancak Allah’ın kendisine indirdiği ile hükmetmesini farz klımış, onların kendisini Allah’ın indirdiklerinden bazısı hakkında fitneye düşürmelerinden sakındırmıştır. Bunun bir örneği, zina eden muhsan kimseye recim cezası hükmüdür. Diyetlerin adalet ve şerefliyle düşük kimse arasında eşitlik esası üzere cana can, göze göz uygulanması ve başka meseleler de buna örnektir.

Necaşi, Kur’an hükmüyle hükmetme imkânı bulamadı. Zira kavmi bunu onaylamıyorlardı. Müslümanlar ile Tatarlar arasında kadılık görevine gelen hatta yönetici olan bir kimse uygulamak istediği adaleti uygulamaya imkân bulamıyordu. Bundan engelleniyordu. Allah kimseye gücü yetenden başkasını yüklemez.

Ömer b. Abdilaziz, uyguladığı bazı adaletten dolayı eziyete uğratıldı. Onun bu yüzden zehirlendiği söylenmiştir.

Necaşi ve benzerleri, İslam şeriatini uygulamamış olsalar da, bunu uygulamaya güç yetiremedikleri için cennette mutlu olacaklardır. Hatta onlar hükmetmeye imkanları olan hükümleri uyguladılar. Bu yüzden Allah onları Kitap ehlinden kıldı. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Doğrusu kitap ehlinden, Allah’a, size indirilene ve kendilerine indirilene iman eden kimseler vardır. Allah’tan korktukları için Allah’ın ayetlerini az bir bedel ile değiştirmezler. İşte onlar var ya, onların ecirleri Rableri katındadır. Şüphesiz Allah hesabı çok çabuk görendir.” (Ali İmran 199) Seleften bir grup bu ayetin Necaşi hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir.” İbn Teymiyye’den tercüme bitti.



[1] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. İbn Nasr, Ta’zimu Kadri’s-Salat (571, 572) Ziyau’l-Makdisi el-Muhtare (11/67) Hallal es-Sunne (1414) Tahavî Şerhu Muşkili’l-Asar (852) İbn Batta el-İbane (2/734)

[2] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. İbn Ebî Hâtim Tefsir (6435)

[3] Hasen. İbn Ebî Hâtim (6426, 6450) Taberî (8/467)

[4] Hasen. Acurri eş-Şeria (44) İbnu’l-Munzir, Tefsir (228)

[5] Sahih. Muslim (1700) Ahmed (4/286) Ebu Davud (4448) İbn Mace (2327)

[6] Sahih. Ahmed (2212) Ebû Dâvûd (3576) Taberî (8/461) Taberânî (10732)

[7] Bahru’l-Muhit (3/493)

[8] El-Fasl (3/278)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)