Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

17 Haziran 2025 Salı

Kişide Sünnet ve Bid’at’in Bir Araya Gelmesi Hakkında Haddadiye’ye Red

 Mahmud el-Haddad şöyle demiştir: “Mürcielik sıfatı sabit olunca, sünnet sıfatı kalkar.”[1]

Bu düşünce, bir kimsede hayrın ve şerrin, nifak ve İslam’ın, sünnet ve bid’atin bir araya gelmesini düşünemeyen Hariciler ve Mu’tezile’nin görüşüdür. Allah Teâlâ ise şöyle buyurmaktadır:

وَمَا يُؤْمِنُ أَكْثَرُهُمْ بِاللَّهِ إِلَّا وَهُمْ مُشْرِكُونَ

Onların çoğu şirk koşmaksızın Allah’a iman etmezler.” (Yusuf 106)

Bu ayet her ne kadar müşrikler hakkında nazil olmuşsa da İbn Kesir rahimehullah, riyâ gibi gizli şirk türlerinin de bu ayet kapsamında olduğunu söylemiş ve maksadına delalet eden bazı hadisleri zikretmiştir.

Şevkanî rahimehullah şöyle demiştir: “Bu açıklama, ayetin belli bir topluluk hakkında nazil olması hakkında söylenenlere aykırı değildir. Sebebin özel oluşuna değil, lafzın genel kapsamlı oluşuna itibar edilir.”[2]

Yine Sıddık Hasen Han el-Kannucî, şöyle demiştir: “Sebebin özel oluşuna değil, lafzın genel kapsamlı oluşuna itibar edilmesi bilinen kurallardandır.”[3]

Bu ayette bir kimse müslüman olsa da onda gizli şirkin bulunabileceğine delildir. Bu da bir şahısta hayrın ve şerrin bir araya gelebileceğini açıklamaktadır.

Abdullah b. Amr radıyallahu anhuma’dan: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

أَرْبَعٌ مَنْ كُنَّ فِيهِ كَانَ مُنَافِقًا خَالِصًا وَمَنْ كَانَتْ فِيهِ خَصْلَةٌ مِنْهُنَّ كَانَتْ فِيهِ خَصْلَةٌ مِنَ النِّفَاقِ حَتَّى يَدَعَهَا إِذَا اؤْتُمِنَ خَانَ وَإِذَا حَدَّثَ كَذَبَ وَإِذَا عَاهَدَ غَدَرَ وَإِذَا خَاصَمَ فَجَرَ 

Şu dört şey kimde bulunuyorsa o hâlis bir münafıktır. Kimde de bunlardan bir özellik bulunursa onu terk edinceye kadar onda nifaktan bir haslet var demektir: Güvenildiği zaman ihanet etmesi, konuştuğunda yalan söylemesi, söz verdiğinde sözünde durmaması, hasımlaştığında haktan bâtıla dönmesi.”[4]

Ma’kıl b. Yesar radıyallahu anh’den: “Ebu Bekr radıyallahu anh ile Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına gittiğimde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

يَا أَبَا بَكْرٍ لَلشِّرْكُ فِيكُمْ أَخْفَى مِنْ دَبِيبِ النَّمْلِ فَقَالَ أَبُو بَكْرٍ وَهَلِ الشِّرْكُ إِلَّا مَنْ جَعَلَ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ؟ فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ لَلشِّرْكُ أَخْفَى مِنْ دَبِيبِ النَّمْلِ أَلَا أَدُلُّكَ عَلَى شَيْءٍ إِذَا قُلْتَهُ ذَهَبَ عَنْكَ قَلِيلُهُ وَكَثِيرُهُ؟ قَالَ قُلِ اللَّهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ أَنْ أُشْرِكَ بِكَ وَأَنَا أَعْلَمُ وَأَسْتَغْفِرُكَ لِمَا لَا أَعْلَمُ

Ey Ebu Bekr! Şirk sizin aranızda karıncanın yürüyüşünden daha gizlidir.” Ebu Bekr radıyallahu anh:

“Şirk, Allah ile beraber başka bir ilah edinmekten başka bir şey midir?” diye sorunca Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

Nefsim elinde olana yemin ederim ki şirk sizin aranızda karıncanın yürüyüşünden daha gizlidir. Sana söylediğin takdirde şirkin azının da çoğunun da gideceği bir şeyi bildireyim mi? Şöyle de:

“Allah’ım! Bilerek sana ortak koşmaktan sana sığınırım. Bilmeden ortak koştuğumdan da senden bağışlanma dilerim.”[5]

Bu konuda tek bir şahısta hayır ve şerrin, İslam ve nifakın, iman ile gizli şirkin bir arada bulunabileceğini gösteren birçok naslar vardır.

İbn Abbas radıyallahu anhuma Bakara suresi 17. Ayeti hakkında şöyle demiştir:

هَذَا مَثَلٌ ضَرَبَهُ اللَّهُ لِلْمُنَافِقِينَ أَنَّهُمْ كَانُوا يَعْتَزُّونَ بِالْإِسْلَامِ فَيُنَاكِحُهُمُ الْمُسْلِمُونَ وَيُوَارِثُونَهُمْ وَيُقَاسِمُونَهُمُ الْفَيْءَ فَلَمَّا مَاتُوا سَلَبَهُمُ اللَّهُ ذَلِكَ الْعِزَّ كَمَا سَلَبَ صَاحِبَ النَّارِ ضَوْءُهُ وَتَرَكَهُمْ فِي ظُلُمَاتٍ يَقُومُ فِي عَذَابٍ

“Allah burada münafıkları misal vermiştir. Onlar İslam ile izzet bulurlar, Müslümanları nikâhlarlar, onlara varis olurlar, ganimetten pay alırlar. Öldükleri zaman ise Allah onlardan bu izzeti alır, tıpkı ışık sahibinden ışığın alınması gibi karanlıkta, yani azapta bırakır. Onlar (münafıklar) hidayeti göremez, söyleyemez ve anlamazlar. Onlar belalar getiren ve şimşekler çakan yağmura tutulmuş gibidir.”[6]

İbn Teymiyye şöyle demiştir: “Selefin sözlerinin çoğunda kalpte iman ve nifakın bulunabileceği açıklanmıştır.”[7]

Yine şöyle demiştir: “Hariciler, Mu’tezile ve bazı Şialar gibi belli bir günahkâr kimsenin cehennemde ebedî kalacağını söyleyen kimselere gelince, onlara göre bir şahısta mükâfat ve ceza bir araya gelmez.”[8]

Yine şöyle demiştir: “İmanın bir kısmı giderse tamamı gider” diyenlere gelince, bu imkânsızdır. Bu iman konusunda bid’atlere sapan kimselerin dayandıkları asıldır. Onlar imanın bir kısmı gidince tamamının gideceğini ve geride bir şey kalmayacağını zannettiler…”[9]

Yine şöyle demiştir: “Bir şahısta hayır ve şer, taat ve masiyet, sünnet ve bid’at bir araya gelirse onda bulunan hayır oranında kendisine muvalat gösterilip ödüllendirilmesini ve kendisinde bulunan şer oranında kendisine düşmanlık gösterilip cezalandırılmasını hak eder. Böylece bir şahısta değer verilmesini ve aşağılanmasını gerektiren hasletler bir araya gelebilir… Bu, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in üzerinde ittifak ettikleri bir asıldır. Onlara Hariciler, Mu’tezile ve bunlara uyanlar muhalefet etmişler, insanlara ya sadece ödüllendirilmeyi hak ettikleri ya da sadece cezalandırılmayı hak ettikleri şeklinde muamele etmişlerdir…”[10]



[1] Mahmud el-Haddad, Kasidetu’l-İmam Ebi Bekr b. Ebi Davud (s.39)

[2] Fethu’l-Kadir (3/59)

[3] Fethu’l-Beyan (6/414) Bkz.: Şankiti Advau’l-Beyan (3/66)

[4] Sahih. Buhârî (34) Muslim (58)

[5] Sahih. Buhârî Edebu’l-Mufred (716) Ziyau’l-Makdisi el-Muhtare (1/150) Ebû Ya'lâ (1/60) Sahihu Edebi’l-Mufred (551)

[6] Hasen. Taberi Tefsir (1/337, 348, 369) İbn Ebî Hâtim Tefsir (158, 167, 172)

[7] Mecmuu’l-Fetava (7/304)

[8] Minhacu’s-Sunne (5/570)

[9] Mecmuu’l-Fetava (7/223)

[10] Mecmuu’l-Fetava (28/209)

16 Haziran 2025 Pazartesi

Bid’at Sahibine Salih Amellerin Fayda Vermeyeceği Düşüncesinin Reddi

 Muasır bid’atçilerden Haddadiye fırkasının önderi Mahmud el-Haddad, Mu’tezile ve Haricilere tabi olarak bidatçinin salih amellerden faydalanamayacağını, bid’atin diğer amelleri de iptal ettiğini iddia etmiştir.

El-Haddad, “Yevmun La Zille…” kitabında (s.118) şöyle demiştir: “Bid’atlerinden tevbe edip sünnete rücu etmedikleri sürece Hariciler ve diğer bid’at ehline cihad ve diğer amelleri fayda etmez.

Doğrusu bid’at, tekfiri gerektiren bir bid’at olmadığı sürece, yalnızca dâhil olduğu ameli bozar. Aişe radıyallahu anha şöyle demiştir: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim:

Kim emrimiz olmayan bir amelde bulunursa o reddolunur.” Bunu Muslim rivayet etmiştir.

Buhârî ve Muslim’in sahihlerinde şu lafızla gelmiştir: “Kim şu emrimizde ondan olmayan bir yenilik ihdas ederse o reddolunur.”

Kıble ehli olan müslümanların diğer amellerine gelince iki şartla kabul edilir: İhlâs (ameli yalnız Allah’a has kılmak) ve ittiba. (amelin Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine uygun olması)

Küfür söz konusu olmadıkça diğer ameller iptal olmaz. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

وَمَنْ يَكْفُرْ بِالْإِيمَانِ فَقَدْ حَبِطَ عَمَلُهُ وَهُوَ فِي الْآخِرَةِ مِنَ الْخَاسِرِينَ

Her kim de imanı inkâr ederse muhakkak onun ameli boşa gitmiştir ve o ahirette de hüsrana uğrayanlardandır.” (Maide 5)

لَئِنْ أَشْرَكْتَ لَيَحْبَطَنَّ عَمَلُكَ وَلَتَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرِينَ

And olsun Allah'a ortak koşacak olursan, amellerin mutlaka boşa gider ve hüsranda kalanlardan olursun!” (Zumer 65)

وَلَوْ أَشْرَكُوا لَحَبِطَ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

Eğer onlar da şirk koşsalardı yaptıkları boşa giderdi.” (En’am 88)

وَمَنْ يَرْتَدِدْ مِنْكُمْ عَنْ دِينِهِ فَيَمُتْ وَهُوَ كَافِرٌ فَاُو۬لٰٓئِكَ حَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ

Sizden her kim dininden döner ve kâfir olarak ölürse işte onlar dünyada da, ahirette de amelleri boşa gidenlerdir.” (Bakara 217)

İbn Teymiyye rahimehullah, es-Sarimu’l-Meslûl’de (s.55) şöyle demiştir: “Amelleri küfürden başkası iptal etmez… Zira amelleri ancak onu nefyeden şeyler iptal eder. Amelleri mutlak olarak nefyeden ise ancak küfürdür. Bu, sünnet esaslarından bilinen bir durumdur.”

İlim ve akıldan nasibi az olan bazıları bu durumun, bazı fiillerin işlenmesi halinde amellerin iptal olacağına dair gelen naslara aykırı olduğunu zannedebilirler. Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat imamları katında ise bunların açıklaması vardır. Mesela Hucurat suresi 2. Ayetinin tefsiri hakkında İbn Teymiyye’nin Sarimu’l-Meslul kitabındaki nakillere bakılabilir.

Böylece Mahmud el-Haddad’ın “Akidetu Ebi Hatim ve Ebi Zur’a” kitabında (s.106) geçen şu sözlerinin ne kadar tehlikeli sözler olduğu anlaşılır: “…Bid’atçi nasıl merhamet ile nitelenebilir? O kendisine merhamet etmemiş ve bid’atiyle kendisini helak etmiştir…”

Başka eserlerinde bid’at sahibinin dünyada ve ahirette helak olduğu gibi ifadeler kullanmaktadır. (Bkz. Yevmun La Zille s.146)

Ehl-i Sünnetin mezhebi ise, bid’ati sebebiyle tekfir edilmedikleri sürece, bid’at ehline merhamet etmek ve onlar için bağışlanma dilemektir. Aynı şekilde günahkârlara da merhamet ederiz ve onlardan birinin cennetlik veya cehennemlik olduğunu, ahirette helak olanlardan olduğunu söylemeyiz.

İmam Ahmed rahimehullah, Abdus b. Malik’in rivayet ettiği risalesinde şöyle demiştir: “…Kıble ehlinden hiç kimsenin işlediği bir amel sebebiyle cennetlik veya cehennemlik olduğuna şahitlik etmeyiz. Salih olan amel hakkında ümit besleriz ve (kabul edilmemesinden) korkarız. Günahkârın kötü ameli hakkında da korkarız ve Allah’tan rahmetini umarız…” (Tabakatu’l-Hanabile 2/172)

Yine İmam Ahmed rahimehullah, Muhammed b. Avf et-Tâi’nin rivayet ettiği akide metninde şöyle demiştir: “…Kıble ehlinden hiç kimsenin cennetlik veya cehennemlik olduğunu söylemeyiz. Ancak Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hakkında cennetlik olduğuna şahitlik ettiği dışında…” (Tabakatu’l-Hanabile 2/342)

İbn Teymiyye rahimehullah Fetava’sında (12/389) şöyle demiştir: “Muhakkak ki İmam Ahmed, Kur’ân’ın mahlûk olduğunu söyleyen Cehmiyye’den gördüğü hapis, işkence ve eziyetlere rağmen halife için ve kendisini dövüp hapsedenler için dua etmiş, onlar için bağışlanma dilemiş ve yaptıkları zulümden dolayı onlara hakkını helal etmiştir. Şayet onlar mürtet olsalardı onlar için bağışlanma dilemek caiz olmazdı…”

Seleften bazılarından Haddadîlerin kendi lehlerine delil olduğunu zannettikleri bazı sözler gelmiştir.

Bunlardan birisi, Hişam b. Hassân’ın, el-Hasen el-Basrî rahimehullah’tan rivayet ettiği şu sözdür:

“Bid’at sahibinin ne bir namazı, ne bir orucu, ne bir haccı, ne bir umrası, ne bir cihadı, ne farzı ne de nafilesi kabul edilir.”

Bunu el-Firyabi el-Kader’de (375) rivayet etmiştir. O’nun tarikinden: Acurri eş-Şeria (137, 2054) el-Lalekai İtikad (270) İbn Vaddah el-Bid’a (benim tercümem no: 66) rivayet etmişlerdir. Hişam b. Hassan’ın el-Hasen el-Basri’den rivayetlerinin bazılarının mürsel olması sebebiyle isnadında tedlis şüphesi vardır.

Selefin bu gibi sözlerinde Haddadi’lere bir delil yoktur. Çünkü bu sözler, sahibinin tekfirini gerektiren büyük bid’ate hamledilir. Küfür olan bir bid’at sebebiyle kâfir olan kimsenin salih amelleri elbette fayda vermez. Lakin sahibinin tekfirini gerektirmeyen/küfür olmayan bid’atler böyle değildir.

Allah en iyi bilendir.


 

Küfre veya Bid'ate Düşen Kimsenin Allah Katında Mazur Olsa da Dünyada Fiiline Göre Hükmedilmesi

Soru: “Küfre düşen kimsenin küfrüne hükmedilir mi? Bid’ate düşen kimse açıklama yapılmadan ve hüccet ikame edilmeden bid’atçi olduğuna hükmedilir mi?”

Şeyh Mukbil b. Hadi el-Vadiî’nin cevabı: “Küfre düşen ve bu konuda kendisine açıklama yapılmayan kimse Allah katında mazurdur. Çünkü sahih olan görüşe göre o kimse cehaletiyle mazurdur. Lakin şu an biz Hristiyan’ın kâfir olmadığını söyleyemeyiz. Bu, Kur’ân’ı yalanlamak olur. Yahudi’nin kâfir olmadığını söyleyemeyiz. Bu Kur’ân’ı yalanlamak olur. Veya onlara hücceti ikame etmemiş olmamız sebebiyle onlara hüccetin ulaşmamış olduğunu söyleyemeyiz.

Allah’tan başkasına seslenerek dua eden, Allah’tan başkasından istigasede bulunan veya Allah’tan başkası için kurban kesen şirkî bir amelde bulunmuştur. Ona müşrik muamelesi yapmak gerekir. Lakin bu kimsenin kendisi ile Allah arasında mazur olmasını gerektiren bir durumu olabilir. Eğer bilmiyorsa:

وَمَا كُنَّا مُعَذِّبِينَ حَتَّى نَبْعَثَ رَسُولًا

Biz, bir rasûl göndermedikçe azap edecek değiliz.” (İsra 15)

وَمَا كَانَ اللَّهُ لِيُضِلَّ قَوْمًا بَعْدَ إِذْ هَدَاهُمْ حَتَّى يُبَيِّنَ لَهُمْ مَا يَتَّقُونَ

Allah kendilerine hidayet verdikten sonra, sakınacakları şeyleri kendilerine açıklayıncaya kadar bir kavmi sapıklığa sürüklemez.” (Tevbe 115)

Yine bid’at meselesi de böyledir. Aslen sünnî olan ve sünnet menheci üzere olan kimseden bir bid’at meydana gelirse “Bid’at işledi” deriz ama onu “mubtedi/bid’atçi” diye isimlendirmeyiz. Mesela Osman radıyallahu anh’ın Cum’a için birinci ezanı okutmuştur. İbn Ömer radıyallahu anhuma birinci ezanı bid’at olarak isimlendirmiştir. Ama hiç kimse Osman radıyallahu anh’ın bid’atçi olduğunu söylemeye cüret edemez!

Lakin Hadramut’ta, Sa’ade’de, İb’de veya başka bir yerde bir şahıs her ay mevlid yapıyor ve insanları mevlide ve şirkî amellere davet ediyor! Bu kimsenin bid’atçi olmadığını söyleyebilir miyiz? Bilakis o bidat’çidir! O bid’atçidir!

Bu meselede asıl şudur: Eğer şahsın menheci sünnet üzere olup kendisinden bir bid’at meydana gelirse onun bid’atçi olduğuna hükmetmeyiz. Eğer menheci bid’at üzere ise ve diğer bir bid’at işliyorsa bu kimsenin öncesinde ve sonrasında mubtedi/bid’atçi olduğunu söyleriz.”

Es’iletu Nisâ Lihac’dan naklen: Ebu Abdillah el-Masnaî; el-Munteka Min Ahiri Fetava’l-İmam el-Vâdiî (fetva no: 99)

Âlimin Oturması İçin Özel Mekân Edinmesi Hakkında

 Hocanın derste talebelerinden yüksekte oturması ve bu konuda delil getirilen hadis hakkında soruldu.

Ebu Hureyre ve Ebu Zerr radıyallahu anhuma şöyle dediler:

كَانَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَجْلِسُ بَيْنَ ظَهْرَانَيْ أَصْحَابِهِ فَيَجِيءُ الْغَرِيبُ فَلَا يَدْرِي أَيُّهُمْ هُوَ حَتَّى يَسْأَلَ فَطَلَبْنَا إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَنْ نَجْعَلَ لَهُ مَجْلِسًا يَعْرِفُهُ الْغَرِيبُ إِذَا أَتَاهُ فَبَنَيْنَا لَهُ دُكَّانًا مِنْ طِينٍ كَانَ يَجْلِسُ عَلَيْهِ وَإِنَّا لَجُلُوسٌ وَرَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي مَجْلِسِهِ إِذْ أَقْبَلَ رَجُلٌ أَحْسَنُ النَّاسِ وَجْهًا وَأَطْيَبُ النَّاسِ رِيحًا كَأَنَّ ثِيَابَهُ لَمْ يَمَسَّهَا دَنَسٌ حَتَّى سَلَّمَ فِي طَرَفِ الْبِسَاطِ فَقَالَ السَّلَامُ عَلَيْكَ يَا مُحَمَّدُ فَرَدَّ عَلَيْهِ السَّلَامُ قَالَ أَدْنُو يَا مُحَمَّدُ قَالَ ادْنُهْ فَمَا زَالَ يَقُولُ أَدْنُو مِرَارًا وَيَقُولُ لَهُ ادْنُ حَتَّى وَضَعَ يَدَهُ عَلَى رُكْبَتَيْ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ يَا مُحَمَّدُ أَخْبِرْنِي مَا الْإِسْلَامُ؟ قَالَ الْإِسْلَامُ أَنْ تَعْبُدَ اللَّهَ وَلَا تُشْرِكَ بِهِ شَيْئًا وَتُقِيمَ الصَّلَاةَ وَتُؤْتِيَ الزَّكَاةَ وَتَحُجَّ الْبَيْتَ وَتَصُومَ رَمَضَانَ قَالَ إِذَا فَعَلْتُ ذَلِكَ فَقَدْ أَسْلَمْتُ؟ قَالَ نَعَمْ قَالَ صَدَقْتَ فَلَمَّا سَمِعْنَا قَوْلَ الرَّجُلِ صَدَقْتَ أَنْكَرْنَاهُ قَالَ يَا مُحَمَّدُ أَخْبِرْنِي مَا الْإِيمَانُ؟ قَالَ الْإِيمَانُ بِاللَّهِ وَمَلَائِكَتِهِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيِّينَ وَتُؤْمِنُ بِالْقَدَرِ قَالَ فَإِذَا فَعَلْتُ ذَلِكَ فَقَدْ آمَنْتُ؟ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ نَعَمْ قَالَ صَدَقْتَ قَالَ يَا مُحَمَّدُ أَخْبِرْنِي مَا الْإِحْسَانُ؟ قَالَ أَنْ تَعْبُدَ اللَّهَ كَأَنَّكَ تَرَاهُ فَإِنْ لَمْ تَكُنْ تَرَاهُ فَإِنَّهُ يَرَاكَ قَالَ صَدَقْتَ قَالَ يَا مُحَمَّدُ أَخْبِرْنِي مَتَى السَّاعَةُ؟ قَالَ فَنَكَسَ فَلَمْ يُجِبْهُ شَيْئًا ثُمَّ أَعَادَ فَلَمْ يُجِبْهُ شَيْئًا ثُمَّ أَعَادَ فَلَمْ يُجِبْهُ شَيْئًا وَرَفَعَ رَأْسَهُ فَقَالَ مَا الْمَسْئُولُ عَنْهَا بِأَعْلَمَ مِنَ السَّائِلِ وَلَكِنْ لَهَا عَلَامَاتٌ تُعْرَفُ بِهَا إِذَا رَأَيْتَ الرِّعَاءَ الْبُهُمَ يَتَطَاوَلُونَ فِي الْبُنْيَانِ وَرَأَيْتَ الْحُفَاةَ الْعُرَاةَ مُلُوكَ الْأَرْضِ وَرَأَيْتَ الْمَرْأَةَ تَلِدُ رَبَّهَا خَمْسٌ لَا يَعْلَمُهَا إِلَّا اللَّهُ {إِنَّ اللَّهَ عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ} إِلَى قَوْلِهِ {إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ} ثُمَّ قَالَ لَا وَالَّذِي بَعَثَ مُحَمَّدًا بِالْحَقِّ هُدًى وَبَشِيرًا مَا كُنْتُ بِأَعْلَمَ بِهِ مِنْ رَجُلٍ مِنْكُمْ وَإِنَّهُ لَجِبْرِيلُ عَلَيْهِ السَّلَامُ نَزَلَ فِي صُورَةِ دِحْيَةَ الْكَلْبِيِّ

“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ashabıyla oturdukları bir sırada garip ve tanınmayan bir adam gelip kimin Nebî sallallahu aleyhi ve sellem olduğunu bilemeyip sormuştu. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yabancılar geldiğinde kendisinin tanınması için üzerine oturacağı bir yer yapmamızı emretti. Biz de üzerine oturacağı çamurdan bir yer yapmıştık. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem makamında biz de O’nun yanında oturuyorken güzel yüzlü ve güzel kokulu bir adam geliverdi, elbisesi hiç kirlenmemiş gibiydi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in oturduğu serginin yanına yaklaşarak:

“Esselâmü aleyküm ya Muhammed!” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de selâmını aldı. Adam:

“Yaklaşayım mı? Ey Muhammed” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de:

Yaklaş” buyurdu. Birkaç sefer: “Yaklaşayım mı?” diye sordu ve iyice yaklaşarak ellerini Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in dizleri üzerine koydu;

“İslâm nedir? Ey Muhammed” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

İslâm; Allah’a hiçbir şeyi O’na ortak koşmadan kulluk etmen, namazı kılman, zekâtı vermen, Kâbe’yi haccetmen ve Ramazan orucunu tutmandır” buyurdu. Adam:

“Bunları yaparsam Müslüman olur muyum?” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

Evet” buyurdu. Adam: “Doğru söyledin” dedi. Adamın bu sözünü duyunca, hem soruyor hem de doğruluyor diyerek hoş karşılamadık. Adam:

“Ey Muhammed! İman nedir? Bana haber ver” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

İman; Allah’a, Meleklerine, Kitablarına Peygamberlerine ve kadere iman etmendir” buyurdu. Adam:

“Bunları yaptığım takdirde Mü’min olur muyum?” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem

Evet” buyurdu. Adam yine: “Doğru söylüyorsun” dedi. Adam:

“Ey Muhammed! İhsan nedir? Bana bildir” deyince, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

Allah’ı görüyormuş gibi kulluk etmendir, sen O’nu görmüyorsan da O seni görmektedir.” Adam: “Doğru söyledin” dedi. Adam:

“Ey Muhammed bana kıyamet ne zaman kopacaktır ondan haber ver” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem başını eğdi ve hiç cevap vermedi. Sonra adam sorusunu tekrarladı. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yine cevap vermedi üçüncü sefer sorusunu tekrarlayınca, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem başını kaldırdı ve şöyle buyurdu:

Kıyametten sorulan kimse sorandan daha iyi bilmiyor fakat onun alametleri vardır, o kıyamet alametleriyle bilinir. Fakir ve tanınmayan deve çobanlarının bina yükseltmekle yarış ettiklerini gördüğünüzde, yalın ayak başı çıplak kimselerin krallar olduklarını gördüğünde ve kadınların efendilerini doğurduklarını gördüğün zaman kıyamet yaklaşmış demektir. Beş şey vardır ki onları Allah’tan başka hiç kimse bilmez: Kıyametin ne zaman kopacağını bilen Allah’tır… Her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olan yalnızca Allah’tır.” (Lokmân 34) dedikten sonra ashaba hitap edip buyurdu ki:

Muhammed’i gerçek din ile müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki kıyametin vaktini sizden birinizden daha iyi bilmiyorum. Bu Dihyetu’l-Kelbi şeklinde gelen Cibril’dir

Bunu Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih isnadla: Nesâî (4991) Ebû Dâvûd (4698) Bezzar (9/419) İshak b. Rahuye (165) ve başkaları rivayet etmişlerdir.

Ebû Dâvûd bunu muhtasar olarak zikretmiştir. Buhârî ve Muslim, Ebu Hureyre radıyallahu anh’den; “Çamurdan özel bir oturma yeri (dükkân) tahsis edilmesi” kısmı olmaksızın rivayet etmişlerdir.

Muslim’in (no: 8) İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan rivayetinde şöyle geçer:

فَأَسْنَدَ رُكْبَتَيْهِ إِلَى رُكْبَتَيْه وَوَضَعَ كَفَّيْهِ عَلَى فَخِذَيْهِ

“…(Cibril aleyhi's-selâm) dizlerini (Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in) dizlerine dayadı ve ellerini (Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in) uylukları üzerine koydu…”

Yukarıda geçen Ebu Zer ve Ebu Hureyre radıyallahu anhuma hadisinde ise;

وَضَعَ يَدَهُ عَلَى رُكْبَتَيْ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ

Cibril aleyhi's-selâm’ın, ellerini, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in dizleri üzerine koyduğu geçmektedir.

Bu lafız sahabeden bir topluluktan rivayet edilmiştir:

İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan: Beyhakî (4/350) Darekutni (2708) Esbahani Tergib (2277)

Ebu Malik radıyallahu anh’den: Ahmed (4/129, 164)

İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan: Ahmed (1/319) Ziyau’l-Makdisi (11/18) ve Bezzar (Keşfu’l-Estar 24)

Abdurrahman b: Ganem radıyallahu anh’den: İbn Asakir (35/311)

İbn Mes’ud radıyallahu anh’den: Esbahani et-Tergib (134)

Haris el-Eşari radıyallahu anh’den: Lu’lû Cüz (10)

Enes radıyallahu anh’den: Bezzar (13/334)

Şu halde yapılan oturma yeri (hadisin metninde dukkân şeklinde geçer) çok yüksek değil, yalnızca bir oturaktır. Muslim’in İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan rivayetinde “Dizlerini dizlerine dayadı” şeklindeki ifade ise cumhurun rivayetine aykırı görünmektedir. Allah en iyi bilendir.

İmam Kurtubi, bu hadisten, âlimin kendisine özel bir mekânda oturmasının müstehap olduğunu, talim veya buna benzer ihtiyaç ve zaruret sebebiyle bu oturağın yüksek olabileceğini istinbat etmiştir.

10 Haziran 2025 Salı

Misallerle Delaletu’n-Nâs

 Delaletu’n-Nas iki kısımdır.

Birincisi: Nassın lafzında zikredilmese de, hükmü zikredilen şeyden daha şiddetli şekilde gelen bir illet sebebiyle, zikredilmeyen şeyin, zikredilenin hükmüne daha öncelikli olarak dâhil olmasıdır.

1. Örnek: Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

وَقَضَى رَبُّكَ أَلَّا تَعْبُدُوا إِلَّا إِيَّاهُ وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَانًا إِمَّا يَبْلُغَنَّ عِنْدَكَ الْكِبَرَ أَحَدُهُمَا أَوْ كِلَاهُمَا فَلَا تَقُلْ لَهُمَا أُفٍّ وَلَا تَنْهَرْهُمَا وَقُلْ لَهُمَا قَوْلًا كَرِيمًا

Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine “uf!” deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle.” (İsra 23)

Bu ayet, ana babaya uf demenin ve buna delalet eden herhangi bir kelime ile azarlamanın haram olduğunu göstermektedir. Bu haramlık “uf” sözünün kendisi sebebiyle değildir, bilakis ana babaya eziyet verici herhangi bir sözle eziyet vermek yasaklanmaktadır. Arap dilini bilen herkes bütün bunları anlar. Kastedilen eziyet vermenin yasaklanmasıdır. Sövmek, dövmek ve benzer davranışlarda da bu durum söz konusudur. Hatta bunlar, nasta zikredilenden daha şiddetli şeylerdir. Böylece nas, anlamıyla bütün bunları kapsamakta ve bu illete dahil olan herşeyin haramlığı sabit olmaktadır. Çünkü bunlardaki illet, nasta zikredilenden daha kuvvetli bir şekilde bulunmaktadır.

2. Örnek: Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُ * وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ

Artık kim zerre ağırlığınca hayır işlerse, onu görür. Kim de zerre ağırlığınca bir şer işlerse, onu görür.” (Zilzal 7-8)

Ayetin lafzı, hayır ya da şer olarak zerre ağırlığınca amel işleyenin karşılığını göreceğini ifade etmektedir. Zerre ağırlığından daha fazlasını, mesela dağlar gibi amel işleyenin karşılığı ayette zikredilmemiştir. Bununla beraber, daha fazla amel, karşılık bakımından aynı hükmü almaya daha önceliklidir.

Bu türe en alt seviyenin zikri ile en üst seviyeye uyarıda bulunmak denilir. Bu, haramlar hakkındadır. Mubahlara gelince, Allah, bizimle anlaşmalı olmayıp savaş halinde olan kâfirlerin kanlarını mubah kılmış, malları zikredilmemiştir. Onların kanları dışında ulaştığımız bedenleri ve malları ise öncelikli olarak mubahtır.[1]

Bazı usulcüler bunu “Fehvâ’l-hitab” ve “Mefhûmu’l-evlâ” diye adlandırmışlardır.[2] İmam Şafii rahimehullah buna “Kıyasu’l-Celî” adını vermiştir.[3]

İkincisi: Nasta zikredilen şey ile aynı seviyede olduğu halde ismi zikredilmeyen şeyin, gerektiren illet sebebiyle aynı hükmü almasıdır.

Örnek: Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

إِنَّ الَّذِينَ يَأْكُلُونَ أَمْوَالَ الْيَتَامَى ظُلْمًا إِنَّمَا يَأْكُلُونَ فِي بُطُونِهِمْ نَارًا وَسَيَصْلَوْنَ سَعِيرًا

Muhakkak ki yetimlerin mallarını haksızlıkla yiyenler ancak karınlarında ateş yemiş olurlar ve yakında alevli bir ateşe gireceklerdir.” (Nisa 10)

Bu ayette yetimlerin mallarını yemek suretiyle telef etmek zikredilmektedir. Bu malları yakmak veya denize atmak gibi diğer telef etme yolları zikredilmemiştir. Şüphesiz bu telef etme yolları da, yetimin malını haksız olarak yemek suretiyle telef etmekle aynı seviyededir ve ateş tehdidini hak ettirir. Böylece diğer telef yolları da, haksızlıkla yemekle aynı hükmü alır.

Bu kısım “Mefhûmu’l-muvâfakat” ve “Lahnu’l-hitab” diye isimlendirilmiştir. Yine diğer bazı usulcüler de “Mefhumu’l-musavi” diye adlandırmışlardır.

Bu türün (delaletu’n-nâsın) hüccet olmasının şartı, illetin nasta zikredilenlerden biliniyor olması ve sonra bu illetin (ister evlâ yoluyla ister musavat yoluyla olsun) gerçekleşmesidir.[4]



[1] Bkz.: Şafii er-Risale (s.513)

[2] Bkz.: er-Risale (s.513-515)

[3] Cem’ul-Cevami (1/240) Şerhu Kevkebi’l-Munir (3/481)

[4] Bkz.: el-Burhan (1/449) Tilimsani Miftahu’l-Usul (s.90) Cem’u’l-Cevami (1/242) el-Medhal İla Mezhebi’l-İmam Ahmed (s.274)

4 Haziran 2025 Çarşamba

Uyku Abdesti Bozar mı?

Soru: Es selamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtuh. Kıymetli hocam bana çelişkili gibi görünen bir hadis hakkında olacak sorum. Buhari ve Müslimin ibn Abbas radıyallahu anhuma’dan rivayet ettiği bir hadiste Rasul Aleyhisselamın gece namazını kıldıktan sonra uyuduğu ve tekrar uyandıktan sonra abdest almadan tekrar namaza durduğu rivayet ediliyor. Hadiste bunun abdesti bozmayan hafif uyku olduğuna delâlet eden bir durumda gözükmüyor bilakis ibn Abbas horlayarak uyuduğunu söylüyor. Dolayısıyla bu rivayeti, uyukunun abdesti bozduğu ile ilgili rivayetlerle nasıl cem edebiliriz veya bu hadisi açıklayan başka rivayetler var mıdır? Allah sizleri ve bizleri hayırlı ilimle rızıklandırsın.

Cevap: Aleykum selam ve rahmetullah ve berakatuhu.

Uykunun kendisinin abdesti bozucu olduğunu gösteren bir rivayet sabit olmamıştır. Ancak birçok âlimler, derin uyku halinde kişi kendisinden yellenme gibi abdest bozucu bir halin meydana gelmiş olmasının farkına varmayacağı için derin uykuyu abdest bozucu saymışlardır. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e gelince, o “Benim gözlerim uyur, kalbim uyumaz” buyurduğu için, O’nun başkalarından farklı bir hale sahip olduğunu ifade etmişlerdir. Bazı ilim ehli de: “Gözler kıçın bağıdır” şeklinde rivayet edilen hadise dayanarak uykuyu abdest bozucu saymışlardır. Ancak bu rivayet sahih bir yoldan sabit olmamıştır.

Uykunun abdesti bozmadığına dair deliller şu şekildedir:

Enes radiyallahu anh’den:

أُقِيمَتِ الصَّلاَةُ وَالنَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يُنَاجِي رَجُلًا فِي جَانِبِ المَسْجِدِ فَمَا قَامَ إِلَى الصَّلاَةِ حَتَّى نَامَ القَوْمُ

“Namaz için kâmet okundu. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem mescidin yanında bir adamla fısıldaşıyordu. Cemaat uyuklamadıkça namaza kalkmadı.”[1]

Alkame rahimehullah’tan: “Abdullah b. Mes’ud radiyallahu anh dedi ki:

كَانَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَنَامُ وَهُوَ سَاجِدٌ فَمَا يُعْرَفُ نَوْمُهُ إِلا بِنَفْخِهِ ثُمَّ يَقُومُ وَيَمْضِي فِي صَلاتِهِ

“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem secdede iken uyurdu. Uyuduğu ancak horlamasından anlaşılırdı. Sonra kalkar namazına devam ederdi.”[2]

El-Esved rahimehullah’tan: “Aişe radiyallahu anha dedi ki:

أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ نَامَ حَتَّى نَفَخَ فِي سُجُودِهِ ثُمَّ قَامَ فَصَلَّى

“Nebî sallallahu aleyhi ve sellem secdelerinde uyur, hatta horlardı. Sonra kalkıp namaz kılardı.”[3]

Nafi rahimehullah’tan:

أَنَّ ابْنَ عُمَرَ كَانَ يَنَامُ جَالِسًا ثُمَّ يُصَلِّي وَلَا يَتَوَضَّأُ

“İbn Ömer radiyallahu anhuma oturur halde uyurdu, sonra abdest almadan namaz kılardı.”[4]

Kays b. Abbad rahimehullah’tan:

رَأَيْتُ أَبَا مُوسَى صَلَّى الظُّهْرَ ثُمَّ اسْتَلْقَى عَلَى قَفَاهُ فَنَامَ حَتَّى سَمِعْنَا غَطِيطَهُ فَلَمَّا حَضَرَتِ الصَّلَاةُ قَامَ فَقَالَ هَلْ وَجَدْتُمْ رِيحًا أَوْ سَمِعْتُمْ صَوْتًا؟ قَالُوا لَا فَصَلَّى الْعَصْرَ وَلَمْ يَتَوَضَّأْ

“Ebu Musa radiyallahu anh’ın öğle namazını kıldıktan sonra ensesi üzerine yattığını ve uyuduğunu gördüm. Hatta onun horlamasını işittik. Namaz vakti gelince kalktı ve dedi ki:

“Benden yel kokusu veya sesi işittiniz mi?” Oradakiler: “Hayır” dediler. Bunun üzerine yeni bir abdest almadan ikindiyi kıldı.”[5]



[1] Sahih. Buhârî (642) Muslim (376)

[2] Sahih. Begavi Şerhu’s-Sunne (164) Ebû Ya'lâ (9/250) İbn Ebî Şeybe (1/124) İbn Ebî Şeybe Musned (369) Taberânî (10/74) Taberânî Evsat (1/268) el-Elbani es-Sahiha (2925) Mukbil b. Hadi Camiu’s-Sahih (750, 977, 2205)

[3] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. İshak b. Rahuye (1490) Ahmed (6/135) İbn Mâce (474) İbn Ebî Şeybe (1/157) el-Elbani es-Sahiha (6/1027)

[4] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. Malik (1/22) Beyhakî (1/120)

[5] Sahih mevkuf. İbnu’l-Munzir el-Evsat (46) İbn Ebî Şeybe (2/115) İbn Hacer Muvafakatu’l-Haber (1/125)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)