Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

17 Haziran 2025 Salı

Kişide Sünnet ve Bid’at’in Bir Araya Gelmesi Hakkında Haddadiye’ye Red

 Mahmud el-Haddad şöyle demiştir: “Mürcielik sıfatı sabit olunca, sünnet sıfatı kalkar.”[1]

Bu düşünce, bir kimsede hayrın ve şerrin, nifak ve İslam’ın, sünnet ve bid’atin bir araya gelmesini düşünemeyen Hariciler ve Mu’tezile’nin görüşüdür. Allah Teâlâ ise şöyle buyurmaktadır:

وَمَا يُؤْمِنُ أَكْثَرُهُمْ بِاللَّهِ إِلَّا وَهُمْ مُشْرِكُونَ

Onların çoğu şirk koşmaksızın Allah’a iman etmezler.” (Yusuf 106)

Bu ayet her ne kadar müşrikler hakkında nazil olmuşsa da İbn Kesir rahimehullah, riyâ gibi gizli şirk türlerinin de bu ayet kapsamında olduğunu söylemiş ve maksadına delalet eden bazı hadisleri zikretmiştir.

Şevkanî rahimehullah şöyle demiştir: “Bu açıklama, ayetin belli bir topluluk hakkında nazil olması hakkında söylenenlere aykırı değildir. Sebebin özel oluşuna değil, lafzın genel kapsamlı oluşuna itibar edilir.”[2]

Yine Sıddık Hasen Han el-Kannucî, şöyle demiştir: “Sebebin özel oluşuna değil, lafzın genel kapsamlı oluşuna itibar edilmesi bilinen kurallardandır.”[3]

Bu ayette bir kimse müslüman olsa da onda gizli şirkin bulunabileceğine delildir. Bu da bir şahısta hayrın ve şerrin bir araya gelebileceğini açıklamaktadır.

Abdullah b. Amr radıyallahu anhuma’dan: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

أَرْبَعٌ مَنْ كُنَّ فِيهِ كَانَ مُنَافِقًا خَالِصًا وَمَنْ كَانَتْ فِيهِ خَصْلَةٌ مِنْهُنَّ كَانَتْ فِيهِ خَصْلَةٌ مِنَ النِّفَاقِ حَتَّى يَدَعَهَا إِذَا اؤْتُمِنَ خَانَ وَإِذَا حَدَّثَ كَذَبَ وَإِذَا عَاهَدَ غَدَرَ وَإِذَا خَاصَمَ فَجَرَ 

Şu dört şey kimde bulunuyorsa o hâlis bir münafıktır. Kimde de bunlardan bir özellik bulunursa onu terk edinceye kadar onda nifaktan bir haslet var demektir: Güvenildiği zaman ihanet etmesi, konuştuğunda yalan söylemesi, söz verdiğinde sözünde durmaması, hasımlaştığında haktan bâtıla dönmesi.”[4]

Ma’kıl b. Yesar radıyallahu anh’den: “Ebu Bekr radıyallahu anh ile Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına gittiğimde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

يَا أَبَا بَكْرٍ لَلشِّرْكُ فِيكُمْ أَخْفَى مِنْ دَبِيبِ النَّمْلِ فَقَالَ أَبُو بَكْرٍ وَهَلِ الشِّرْكُ إِلَّا مَنْ جَعَلَ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ؟ فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ لَلشِّرْكُ أَخْفَى مِنْ دَبِيبِ النَّمْلِ أَلَا أَدُلُّكَ عَلَى شَيْءٍ إِذَا قُلْتَهُ ذَهَبَ عَنْكَ قَلِيلُهُ وَكَثِيرُهُ؟ قَالَ قُلِ اللَّهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ أَنْ أُشْرِكَ بِكَ وَأَنَا أَعْلَمُ وَأَسْتَغْفِرُكَ لِمَا لَا أَعْلَمُ

Ey Ebu Bekr! Şirk sizin aranızda karıncanın yürüyüşünden daha gizlidir.” Ebu Bekr radıyallahu anh:

“Şirk, Allah ile beraber başka bir ilah edinmekten başka bir şey midir?” diye sorunca Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

Nefsim elinde olana yemin ederim ki şirk sizin aranızda karıncanın yürüyüşünden daha gizlidir. Sana söylediğin takdirde şirkin azının da çoğunun da gideceği bir şeyi bildireyim mi? Şöyle de:

“Allah’ım! Bilerek sana ortak koşmaktan sana sığınırım. Bilmeden ortak koştuğumdan da senden bağışlanma dilerim.”[5]

Bu konuda tek bir şahısta hayır ve şerrin, İslam ve nifakın, iman ile gizli şirkin bir arada bulunabileceğini gösteren birçok naslar vardır.

İbn Abbas radıyallahu anhuma Bakara suresi 17. Ayeti hakkında şöyle demiştir:

هَذَا مَثَلٌ ضَرَبَهُ اللَّهُ لِلْمُنَافِقِينَ أَنَّهُمْ كَانُوا يَعْتَزُّونَ بِالْإِسْلَامِ فَيُنَاكِحُهُمُ الْمُسْلِمُونَ وَيُوَارِثُونَهُمْ وَيُقَاسِمُونَهُمُ الْفَيْءَ فَلَمَّا مَاتُوا سَلَبَهُمُ اللَّهُ ذَلِكَ الْعِزَّ كَمَا سَلَبَ صَاحِبَ النَّارِ ضَوْءُهُ وَتَرَكَهُمْ فِي ظُلُمَاتٍ يَقُومُ فِي عَذَابٍ

“Allah burada münafıkları misal vermiştir. Onlar İslam ile izzet bulurlar, Müslümanları nikâhlarlar, onlara varis olurlar, ganimetten pay alırlar. Öldükleri zaman ise Allah onlardan bu izzeti alır, tıpkı ışık sahibinden ışığın alınması gibi karanlıkta, yani azapta bırakır. Onlar (münafıklar) hidayeti göremez, söyleyemez ve anlamazlar. Onlar belalar getiren ve şimşekler çakan yağmura tutulmuş gibidir.”[6]

İbn Teymiyye şöyle demiştir: “Selefin sözlerinin çoğunda kalpte iman ve nifakın bulunabileceği açıklanmıştır.”[7]

Yine şöyle demiştir: “Hariciler, Mu’tezile ve bazı Şialar gibi belli bir günahkâr kimsenin cehennemde ebedî kalacağını söyleyen kimselere gelince, onlara göre bir şahısta mükâfat ve ceza bir araya gelmez.”[8]

Yine şöyle demiştir: “İmanın bir kısmı giderse tamamı gider” diyenlere gelince, bu imkânsızdır. Bu iman konusunda bid’atlere sapan kimselerin dayandıkları asıldır. Onlar imanın bir kısmı gidince tamamının gideceğini ve geride bir şey kalmayacağını zannettiler…”[9]

Yine şöyle demiştir: “Bir şahısta hayır ve şer, taat ve masiyet, sünnet ve bid’at bir araya gelirse onda bulunan hayır oranında kendisine muvalat gösterilip ödüllendirilmesini ve kendisinde bulunan şer oranında kendisine düşmanlık gösterilip cezalandırılmasını hak eder. Böylece bir şahısta değer verilmesini ve aşağılanmasını gerektiren hasletler bir araya gelebilir… Bu, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in üzerinde ittifak ettikleri bir asıldır. Onlara Hariciler, Mu’tezile ve bunlara uyanlar muhalefet etmişler, insanlara ya sadece ödüllendirilmeyi hak ettikleri ya da sadece cezalandırılmayı hak ettikleri şeklinde muamele etmişlerdir…”[10]



[1] Mahmud el-Haddad, Kasidetu’l-İmam Ebi Bekr b. Ebi Davud (s.39)

[2] Fethu’l-Kadir (3/59)

[3] Fethu’l-Beyan (6/414) Bkz.: Şankiti Advau’l-Beyan (3/66)

[4] Sahih. Buhârî (34) Muslim (58)

[5] Sahih. Buhârî Edebu’l-Mufred (716) Ziyau’l-Makdisi el-Muhtare (1/150) Ebû Ya'lâ (1/60) Sahihu Edebi’l-Mufred (551)

[6] Hasen. Taberi Tefsir (1/337, 348, 369) İbn Ebî Hâtim Tefsir (158, 167, 172)

[7] Mecmuu’l-Fetava (7/304)

[8] Minhacu’s-Sunne (5/570)

[9] Mecmuu’l-Fetava (7/223)

[10] Mecmuu’l-Fetava (28/209)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)