Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

30 Kasım 2025 Pazar

Ebu Arafe'nin Kunut Kelimesi Hakkındaki Saptırmasına Cevap

 

Günümüzde hangi hatiplerin bid’atçi olduklarını anlamak için âlim olmaya gerek yok. Zira onların çoğu video sureti çekerek şirke yakın bir büyük günahı açıktan işliyorlar, bunu dinî davette kullanmalarıyla alenî olarak bid’at sergiliyorlar. Kimisi bunu helal sayarak daha beter bir şirke batıyor! Bu kimselerin sapıklığını görmek için derin bir ilim gerekmiyor!

Video suretini helal sayan sapık hatiplerden biri olan Salahuddin Ebu Arafe bir videosunda özetle diyor ki, “Vahhabiler dua ibadettir diye Allahtan başkasına dua edenleri tekfir ediyorlar. Şükür de ibadettir, hâlbuki Allah’tan başkasına şükür meşrudur. İnsanlara teşekkür etmeyen Allaha şükretmiş olmaz. Sorun bakalım onlara kunut ibadet değil midir? Değildir derlerse Allah’ı ve rasulünü yalanlamış olurlar...”

Sonra kunutun ibadet olduğuna dair ayetler zikrediyor ve

وَمَنْ يَقْنُتْ مِنْكُنَّ لِلَّهِ وَرَسُولِهِ وَتَعْمَلْ صَالِحًا نُؤْتِهَا أَجْرَهَا مَرَّتَيْنِ

Sizden kim, Allah'a ve rasûlüne kunut (itaat) eder ve sâlih amel işlerse ona mükâfatını iki kat veririz.” (Ahzab 31) ayetini öne sürerek:  Haydi buna da şirk deyin” manasında sözler ediyor!

Bu adam sırf “Sadece Kur’ân ve sünneti delil kabul ediyor, kıyasa reddiye veriyor” yahut birçok konuda hakkı söylüyor diye Ehl-i Sünnet olduğunu zannedenler olabilir. Lakin bu adam kıyası inkar etse de sapıktır. Çünkü menheci bozuktur. Salih selefin menhecini menhec edinmemektedir. Şüphesiz doğru menhec, Kur’ân ve Sünneti, salih selefin menheciyle esas almaktır. Her “Kur’ân ve sünnet” diyen hak üzere değildir. Kur’ân ve sünnet dediği halde salih selefin menhecini hiçe sayan nice sapıklar vardır.

Salahuddin Ebu Arafe’nin Kovit plandemisi zamanında cemaatle namazları yasaklayanlara, saflar arasına mesafe koyanlara itiraz ettiğini, tekfiri vacip olan bu kimseleri tekfir ettiğine de şahit olmadık. Halbuki kendisi güya gördüğü her münkere itiraz etmeye çalıştığını izhar eden birisi, ama hakkın açıklanması gereken yerde sükut ediyor! Bu da onun bu apaçık küfrü küfür görmemekle kendisinin de bu küfre razı olduğuna delalet etmektedir.

Yukarıda kunut kelimesi hakkında Ebu Arafe’nin sözleri de kendisinin ne kadar ahmak biri olduğunu göstermektedir. Lakin edebiyatı o kadar kuvvetli ki, onu dinleyenler bu ahmakça sözleri hak zannediyorlar!

Vahhabi olmaktan (İbn Abdilveehab'ı veya başka alimleri taklit etmekten) Allah'a sığınırım, lâkin, tevhidi beyan için cevap olarak derim ki, Ebu Arafe Vahhabilere karşı düşmanlık taasubuyla kendisine hiç yakışmayan cahilce mugalatalara batmış durumdadır. Kıyası reddeden biri olmasına rağmen şükür ile duayı kıyaslaması absürt bir yaklaşımdır.

Dua Allah’ın yalnızca kendisine tahsis ettiği ibadetlerdendir. Secde gibi. Nitekim Kur’ân ve sünnette duada Allahın birlenmesinin ve başkasına yöneltilmemesinin zorunlu oluşuna dair birçok naslar vardır ve malumdur.

Şükür ise Allah’ın meşru kılmasıyla başkalarına da yönlendirilebilecek bir fiildir. Sevgi ve korku fiilleri de bu şekildedir.

Ebu Arafe aynı madrabazlığı kunut kelimesi hakkında da yapıyor! Halbuki Katade b. Diame rahimehullah demiştir ki

“Kur’ân’daki bütün kunut kelimeleri itaat anlamındadır.” Bunu Abdurrazzak tefsirinde hasen isnadla rivayet etmiştir.

Ebu Arafe böylece ıstılahlar üzerinden laf canbazlığı yapıyor ve “Kunut da bir ibadet değil mi?” diye soruyor. Yani onun sorusu “İtaat de, bir ibadet değil mi?” demektir. Böyle abes bir soruda mantık aranır mı?

Allah’a itaat edilmesi ibadet olduğu gibi, rasule itaat ve bizden olan ulu’l-emre, ana babaya itaat de birer ibadettir, ama bunlara itaat Allah’a ibadettir.

Yani rasule kunut da Allah’a ibadettir. Kur’ân ve sünnet nasları Allah’tan başkalarına şükür/teşekkür etmeye, rasule kunut etmeye cevaz verdiği için bunları meşru kabul ederiz.

Şimdi Ebu Arafe’ye biz soralım: “Kur’an ve sünnette duanın Allah’tan başkasına yönlendirilmesinin cevazını bulabiliyor musun? "Allah ile beraber başka bir ilaha dua etme" (Kasas 88, Şuara 213) kavli gibi birçok ayetleri görmezden mi geleceksin?

Rasulullahın Anne ve Babası Hakkında

 Babasının Ateşte Olmasının Manası

Muslim şöyle rivayet etmiştir: Enes radıyallahu anh'den:

أَنَّ رَجُلًا قَالَ يَا رَسُولَ اللهِ أَيْنَ أَبِي؟ قَالَ فِي النَّارِ فَلَمَّا قَفَّى دَعَاهُ فَقَالَ إِنَّ أَبِي وَأَبَاكَ فِي النَّارِ

“Adamın biri gelip: “Ey Allah’ın rasulü!! Babam nerede?” diye sordu. O da:

Baban ateştedir!” buyurdu. Adam dönüp gidecek olunca onu çağırıp:

Doğrusu senin baban da benim babam da ateştedir!” buyurdu.”[1]

Şüphe sahibi şöyle diyor: “Burada Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bu adama: “Benim babam da senin baban da ateştedir” demesi, babalarının ebedî cehennemlik kafirler olduklarını göstermez. Nitekim Buhârî’nin Sahihinde (no:7294) Enes radıyallahu anh’den rivayette “…Bir adam kalktı ve: “Ben nereye gireceğim ey Allah’ın rasulü?” diye sorunca, “Ateşe” buyurmuştur. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem sahabisine bunu söylemiştir, bu sahabinin ebedî cehennemlik olmasını göstermez

Bu şüphe tutarsızdır. Zira bu hadiste Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in “Ateştesin” buyurduğu kimse münafıklardan biri olabilir. Onun “Ey Allah’ın rasulü” diye hitap etmiş olması, mü’min olmasına delalet etmez. Nitekim henüz müslüman olmamış bedevilerin de Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e: “Ey Allah’ın rasulü” diye hitap ettikleri sabit olmuştur:

Yezid b. Harun – İbrahim b. Sa’d – ez-Zuhrî – Amir b. Sa’d – babası Sa’d b. Ebi Vakkas radıyallahu anh yoluyla:

أَنَّ أَعْرَابِيًّا قَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّ أَبِي كَانَ يَصِلُ الرَّحِمَ وَيَفْعَلُ فَأَيْنَ هُوَ قَالَ فِي النَّارِ فَكَأَنَّ الأَعْرَابِيَّ وَجَدَ مِنْ ذَلِكَ فَقَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ فَأَيْنَ أَبُوكَ قَالَ لَهُ حَيْثُمَا مَرَرْتَ بِقَبْرِ كَافِرٍ فَبَشِّرْهُ بِالنَّارِ قَالَ ثُمَّ إِنَّ الأَعْرَابِيَّ أَسْلَمَ قَالَ فَقَالَ لَقَدْ كَلَّفَنِي رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ تَعَبًا مَا مَرَرْتُ بِقَبْرِ كَافِرٍ إِلا بَشَّرْتُهُ بِالنَّارِ

“Bir bedevi, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'e gelerek şöyle sordu:

“Babam akrabaları­nı ziyaret eder, onlarla iyi geçinir, şöyle ve böyle (iyilikler) yapardı. O ne­rededir?” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

Ateştedir” deyince adam, bu sözden alın­dı ve  “Ey Allah’ın rasulü! Senin baban nerededir?” diye sordu. Bunun üzeri­ne Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

 Her nerede bir kâfirin mezarına uğrarsan, onu ateşle müjdele!” O bedevi bundan sonra Müslüman oldu ve dedi ki:

“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, beni yorucu bir işle görevlendirdi. Her bir kâfirin mezarına uğradıkça onu mutlaka ateş ile müjdeliyorum.”[2]

Bu hadisin isnadı Buhârî ve Muslim’in şartlarına göre sahihtir. Muhtemelen burada soruyu soran bedevi, Enes radıyallahu anh hadisinde geçenle aynı kişidir.

Burada soruyu soran bedevi, soruyu sorduğu sırada müslüman değildi. Nitekim rivayetin sonunda bu bedevinin sonradan müslüman olduğu açıkça ifade edilmektedir. Bu bedevi, soruyu sorduğu sırada müslüman değildi ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e: “Ey Allah’ın rasulü” diye hitap etmişti.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in “Benim babam da, senin baban da ateştedir” şeklinde kullandığı ifade, babasının müşrik olarak öldüğünü göstermektedir. Nitekim “Her nerede bir kafirin mezarına uğrarsan onu ateşle müjdele” ifadesi buna delalet etmektedir.

Bu hususu pekiştiren diğer bir rivayet şu şekildedir:

İmran b. Husayn radıyallahu anhuma dedi ki:

جَاءَ حُصَيْنٌ إِلَى النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ: أَرَأَيْتَ رَجُلًا كَانَ يَصِلُ الرَّحِمَ وَيَقْرِي الضَّيْفَ مَاتَ قَبْلَكَ؟، فَقَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «إِنَّ أَبِي وَأَبَاكَ فِي النَّارِ» ، فَمَا مَضَتْ عِشْرُونَ لَيْلَةً حَتَّى مَاتَ مُشْرِكًا

“Husayn Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e geldi ve dedi ki: “Bir adam sılayı rahim yapsa, misafir ağırlasa ama senden (sana iman etmeden) önce ölse ne dersin?” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:

Muhakkak ki benim babam da, senin baban da ateştedir” buyurdu. Yirmi gece geçmedi ki (Husayn’ın babası Ubeyd) müşrik olarak öldü.”[3]

Muhtemeldir ki Enes ve Sad b. Ebi Vakkas radıyallahu anhuma rivayetlerinde geçen ve sonradan müslüman olan bu bedevi, İmran b. Husayn radıyallahu anhuma’nın babası Husayn b. Ubeyd’dir. Zira Husayn radıyallahu anh sonradan müslüman olmuştur. Şu rivayet de bu manayı kuvvetlendirir:

İmran b. Husayn radıyallahu anhuma dedi ki:

أَنَّ قُرَيْشًا جَاءَتْ إِلَى الْحُصَيْنِ وَكَانَتْ تُعَظِّمُهُ فَقَالُوا لَهُ كَلِّمْ لَنَا هَذَا الرَّجُلَ، فَإِنَّهُ يَذْكُرُ آلِهَتَنَا وَيَسِبُّهُمْ فَجَاءُوا مَعَهُ حَتَّى جَلَسُوا قَرِيبًا مِنْ بَابِ النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، وَدَخَلَ الْحُصَيْنُ فَلَمَّا رَآهُ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ أَوْسِعُوا لِلشَّيْخِ وَعِمْرَانُ وَأَصْحَابُهُ مُتَوَافِدُونَ فَقَالَ حُصَيْنٌ مَا هَذَا الَّذِي يَبْلُغْنَا عَنْكَ إِنَّكَ تَشْتُمُ آلِهَتَنَا وَتَذْكُرُهُمْ وَقَدْ كَانَ أَبُوكَ جَفْنَةً وَخُبْزًا فَقَالَ يَا حُصَيْنُ إِنَّ أَبِي وَأَبَاكَ فِي النَّارِ يَا حُصَيْنُ كَمْ إِلَهًا تَعْبُدُ الْيَوْمَ؟ قَالَ: سَبْعَةً فِي الْأَرْضِ وَإِلَهًا فِي السَّمَاءِ قَالَ فَإِذَا أَصَابَكَ الضُّرُّ مَنْ تَدْعُو؟ قَالَ الَّذِي فِي السَّمَاءِ قَالَ: فَإِذَا هَلَكَ الْمَالُ مَنْ تَدْعُو؟ قَالَ الَّذِي فِي السَّمَاءِ قَالَ فَيَسْتَجِيبُ لَكَ وَحْدَهُ وَتُشْرِكُهُمْ مَعَهُ؟

“Kureyş, Husayn’a geldiler. Ona saygı gösterirlerdi. Dediler ki: “Şu adamla bir konuş. Zira o bizim ilahlarımızı anlatıyor ve onlara hakaret ediyor.” Sonra onunla beraber geldiler, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in kapısının yakınına oturdular. Husayn içeri girdi. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem onu görünce:

İhtiyara yer açın” buyurdu. (Ravi dedi ki): İmran radıyallahu anh ve arkadaşları da oradaydılar. Husayn dedi ki:

“Bana senden ulaşan şeyler de nedir? Sen ilahlarımıza hakaret ediyor ve diline doluyormuşsun! Hâlbuki senin baban da çanak ve ekmek idi (putlara ibadet edenlere hizmet ederdi)” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Ey Husayn! Benim baabam da, senin baban da ateştedir. Ey Husayn! Bugün sen kaç ilaha ibadet ediyorsun?” Husayn dedi ki:

“Yeryüzünde yedi ve semada bir ilaha” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Sana bir zarar isabet ettiğinde hangisine dua edersin?” Husayn: “Semadakine” dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:

Malın helak olduğunda hangisine dua edersin?” buyurdu. Husayn: “Semadakine” dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Sana icabet eden bir tanesidir, sen ise O’na ortaklar koşuyorsun…”[4]

Annesine Bağışlanma Dilemesinin Yasaklanmasının Manası

Ebu Hureyre radıyallahu anh'den: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, annesinin mezarını ziyaret etti. Ağladı, çevresindekileri de ağ­lattı. Sonra şöyle dedi:

اسْتَأْذَنْتُ رَبِّي فِي أَنْ أَسْتَغْفِرَ لَهَا فَلَمْ يُؤْذَنْ لِي وَاسْتَأْذَنْتُهُ فِي أَنْ أَزُورَ قَبْرَهَا فَأُذِنَ لِي فَزُورُوا الْقُبُورَ فَإِنَّهَا تُذَكِّرُ الْمَوْتَ

Annemin mezarını ziyaret etmek için Rabbimden izin istedim, ba­na bu izni verdi. Anneme bağışlanma dilemek için izin istedim, ama bana bu izni vermedi. Artık mezarları ziyaret edebilirsiniz. Çünkü bu, size ölümü hatırlatır.”[5]

Bureyde radıyallahu anh’den: “Nebi sallallahu aleyhi ve sellem, bir mezar kalıntısının yanına gelip oturdu. Çevresindeki insanlar da ona bakıp oturdular. Konuşan bir hatip gibi başını sallamaya, sonra da ağlamaya başladı. Ömer radıyallahu anh karşısına dikilip:

“Seni ağlatan nedir, ey Allah’ın rasulü?” diye sordu. O da buyurdu ki:

هَذَا قَبْرُ آمِنَةَ بِنْتِ وَهْبٍ، اسْتَأْذَنْتُ رَبِّي فِي أَنْ أَزُورَ قَبْرَهَا فَأَذِنَ لِي، وَاسْتَأْذَنْتُهُ فِي الِاسْتِغْفَارِ لَهَا فَأَبَى عَلَيَّ، وَأَدْرَكَتْنِي رِقَّتُهَا فَبَكَيْتُ

Bu, Vehb kızı Amine'nin mezarıdır. Burayı ziyaret etmek için Rabbimden izin istedim. Bana, bu izni verdi. Anneme bağışlanma dilemek için izin istedim. Rabbim, bana bu izni vermedi. Şimdi de anne­min şefkati bana ulaştı. Onun için ağladım.” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, o kadar ağlamıştı ki, daha önce ve daha sonra o kadar ağladığı görülmemişti.[6]

Şüphe sahibi diyor ki: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in annesine bağışlanma dilemesinin yasaklanması, annesinin müşrik olduğunu göstermez. Şayet öyle olsaydı kabrini ziyaret etmesine de izin verilmezdi

Cevap: Bu itiraz da boş bir mugalatadan ibarettir. Müşriklerin kabrinin ziyaret edilemeyeceğinin bir delili yoktur. Bilakis bu babdaki hadis, kabir ziyaretine ancak ölümü hatırlattığı için izin verildiğini göstermektedir ki bu gayenin gerçekleşmesi için kabirde yatanın müslüman olması şart değildir. Nitekim İmam Nesâî bu hadisi, “Müşriklerinin kabirlerini ziyaret etmenin meşru oluşu” başlığı altında zikretmiştir.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in annesine bağışlanma dilemesinin yasaklanması da açık şekilde onun şirk üzere öldüğüne delalet etmektedir.

Katade rahimehullah dedi ki:

ذُكِرَ لَنَا أَنَّ رَجُلًا مِنْ أَصْحَابِ النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ يَا نَبِيَّ اللَّهِ إِنَّ مِنْ آبَائِنَا مَنْ كَانَ يُحْسِنُ الْجِوَارَ وَيَصِلُ الْأَرْحَامَ وَيَفُكُّ الْعَانِيَ وَيُوفِي بِالذِّمَمِ أَفَلَا نَسْتَغْفِرُ لَهُمْ؟ قَالَ فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بَلَى وَاللَّهِ لَأَسْتَغْفِرَنَّ لِأَبِي كَمَا اسْتَغْفَرَ إِبْرَاهِيمُ لِأَبِيهِ قَالَ فَأَنْزَلَ اللَّهُ {مَا كَانَ لِلنَّبِيِّ وَالَّذِينَ آمَنُوا أَنْ يَسْتَغْفِرُوا لِلْمُشْرِكِينَ}. . حَتَّى بَلَغَ: {الْجَحِيمِ} ثُمَّ عَذَرَ اللَّهُ إِبْرَاهِيمَ فَقَالَ {وَمَا كَانَ اسْتِغْفَارُ إِبْرَاهِيمَ لِأَبِيهِ إِلَّا عَنْ مَوْعِدَةٍ وَعَدَهَا إِيَّاهُ فَلَمَّا تَبَيَّنَ لَهُ أَنَّهُ عَدُوٌّ لِلَّهِ تَبَرَّأَ مِنْهُ} قَالَ وَذُكِرَ لَنَا أَنَّ نَبِيَّ اللَّهِ قَالَ أُوحِيَ إِلَيَّ كَلِمَاتٍ فَدَخَلْنَ فِي أُذُنِي وَوَقَرْنَ فِي قَلْبِي أُمِرْتُ أَنْ لَا أَسْتَغْفِرَ لِمَنْ مَاتَ مُشْرِكًا

“Bize anlatıldığına göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabından biri dedi ki: “Ey Allah’ın nebisi! Babalarımızdan güzel komşuluk yapan, sılayı rahim yapan, zor durumdakileri kurtaran, zimmetleri gözetenler vardı. Onlar için bağışlanma dilemeyelim mi?” Nebî sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Evet, vallahi ben İbrahim’in babasına bağışlanma dilediği gibi ben de elbette babam için bağışlanma dileyeceğim.” Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: “Kendilerine cehennemlikler oldukları açıklandıktan sonra yakınları dahi olsa müşrikler için bağışlanma dilemeleri Nebi’ye de, iman edenlere de yaraşmaz.” (Tevbe 113) Sonra Allah İbrahim aleyhi's-selâm’ın mazeretini bildirerek şöyle buyurdu:

İbrahim’in babası için bağışlanma dilemesi, yalnızca ona verdiği bir söz dolayısıyla idi. Kendisine, onun gerçekten Allah’a düşman olduğu açıklanınca ondan uzaklaştı.” (Tevbe 114) Yine bize anlattıklarına göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

Bana öyle sözler vahyedildi ki kulaklarıma doldu ve kalbim karar kıldı. Müşrik olarak ölenler için bağışlanma dilememem emrolundu.”[7]

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in annesinin de ateşte olduğuna hatta şirk üzere ölmüş olduğuna dair ifade hadiste gelmiştir:

Alkame b. Kays rahimehullah şöyle demiştir: “Bana Muleyke el-Cufiye’nin iki oğlu tahdis ettiler, dediler ki:

أتينا رسول الله صلى الله عليه وسلم فقلنا يا رسول الله أخبرنا عن أم لنا ماتت في الجاهلية كانت تصل الرحم وتصدق وتفعل وتفعل فها ينفعها ذلك؟ قال لا قال فإنها وأدت أختا لنا في الجاهلية فهل ينفع ذلك أختنا؟ قال لا الوائدة والموؤدة في النار إلا أن تدرك الوائدة الإسلام فتسلم فلما رأى ما دخل علينا قال وأمي مع أمكما

“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e gittik ve dedik ki:

“Ey Allah’ın rasulü! Bize cahiliyede ölmüş olan annemiz hakkında haber ver. O sılayı rahim yapar, sadaka verir, şöyle ve şöyle yapardı. Bunlar ona fayda verir mi?” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Hayır.” Dediler ki: “O cahiliyede kız kardeşimizi de diri olarak gömmüştü. Bunlar kızkardeşimize fayda verir mi?” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Hayır. Gömen de, gömülen de ateştedir. Ancak gömen kimse İslam’a yetişir de müslüman olursa o başka.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bizim girdiğimiz hali görünce buyurdu ki:

Benim annem de sizin annenizle beraberdir.”[8]

Ebu Rezin radıyallahu anh’den:

قُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ أَيْنَ أُمِّي؟ قَالَ أُمُّكَ فِي النَّارِ قُلْتُ: فَأَيْنَ مَنْ مَضَى مِنْ أَهْلِكَ؟ قَالَ: «أَمَا تَرْضَى أَنْ تَكُونَ أَمُّكَ مَعَ أُمِّي؟

“Dedim ki: “Ey Allah’ın rasulü! Annem nerede?” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Ateşte” Dedim ki: “Senin geçmişteki aile halkın nerede?” Buyurdu ki:

Benim annemin de senin annenle beraber (ateşte) olmasına razı olmaz mısın?[9]

Yine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in annesinin müşrik olarak öldüğüne dair tasrih de rivayet edilmiştir:

Burayde radıyallahu anh dedi ki:

كُنَّا مَعَ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيه وَسَلَّم حَتَّى إِذَا كُنَّا بِوَدَّانَ أَوْ بِالْقُبُورِ سَأَلَ الشَّفَاعَةَ لأُمِّه أَحْسَبُهُ قَالَ فَضَرَبَ جبريلُ صَلَّى اللَّهُ عَلَيه وَسَلَّم صَدْرَهُ وَقال لا تَسْتَغْفِرْ لِمَنْ مَاتَ مُشْرِكًا فَرَجَعَ وهُو حزينٌ

“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraberdik. Veddân’a veya kabirlere geldiğimizde annesine şefaat etmek istedi. Zannederim şöyle dedi:

“Bunun üzerine Cibril sallallahu aleyhi ve sellem Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in göğsüne vurdu ve şöyle dedi:

Müşrik olarak ölen kimseye bağışlanma dileme!” Bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem hüzünlü bir şekilde geri döndü.”[10]

Sonuç: Cahiliyye döneminde ölenler fetret ehli değillerdir. Onlardan cennetlik olduğu bildirilenler dışındakiler cehennemliktir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in anne ve babası da cahiliyye üzere ölmüşlerdir.



[1] Sahih. Muslim (203) İbn Hibbân (574) Ebû Dâvûd (4718)

[2] Sahih. İbnu’s-Sunni Amelu’l-Yevm ve’l-Leyle (595) Ziyau’l-Makdisi el-Muhtare (3/204) Taberânî Mu'cemu'l-Kebîr (1/145) Bezzar (3/299) İbn Mace (1573) Beyhakî Delail (1/191) Ebu Nuaym Marife (522) Kadıyu’l-Maristan Meşyeha (254) el-Elbâni, es-Sahiha (18)

[3] Hasen. Taberânî Mu'cemu'l-Kebîr (4/27) Tahavi Şerhu Muşkili’l-Asar (2527) el-Elbani es-Sahiha (2592)

[4] Hasen ligayrihi. İbn Huzeyme et-Tevhid (215) bunun isnadında İmran b. Halid b. Talîk’ta zayıflık vardır. Lakin hasen isnadla mutabi’ini: Ru’yani (85) İbnu’l-A’rabi Mu’cem (1895) el-Lalekai İtikad (1184) rivayet etmişlerdir.

[5] Sahih. Muslim (976) Ebu Davud (3234) Nesai (4/90) İbn Mace (1569, 1572) İbn Hibban (3159) Hâkim (1/375) Beyhaki (4/70) Ahmed (2/441) Beyhaki Delail (1/190)

[6] Sahih ligayrihi. Beyhaki Delâil (1/189) Taberânî ed-Dua (1968) İbn Sad (1/74) el-Elbânî Ahkamu’l-Cenaiz (s.188)

[7] Taberî Tefsir (12/24)

[8] Muslim'in şartına göre sahih. Begavi Mu’cemu’s-Sahabe (1020) İbn Mende Marifetu’s-Sahabe (s.688) Beyhakî el-Kada ve’l-Kader (620) İbn Asakir Mu’cem (1142)

* Seleme b. Muleyke radıyallahu anh’den şahidi: İbn Bişran Emali (1470) Harbî Garibu’l-Hadis (2/688) Ebu’ş-Şeyh Tabakat (3/307) Beyhakî el-Kada ve’l-Kader (623) Hatib Tarih (7/333) Ebu Nuaym Marife (3397)

* İbn Mes’ud radıyallahu anh’den şahidi: Ebu Abdillah et-Temimi Telkihu’l-Ukul (242) Seri b. Yahya Min Hadisi Sufyan es-Sevri (110) İbn Sâ’ad es-Sani Min Hadisi Abdillah b. Mes’ud (35) Ahmed (1/398) İbn Faris Cüz (14) Bezzar (4/339) Taberânî Mu'cemu'l-Kebîr (10/80) Taberânî Mu'cemu'l-Evsat (2559) İbn Batta el-İbane (4/80) Ebu Nuaym Marife (7090) Ebû Nuaym Hilyetu'l-Evliyâ (4/238) İbn Şahin Nasihu’l-Hadis (655) Hakim (2/396) İsnadında Osman b. Umeyr zayıftır.

[9] Hasen. Ahmed (4/11) Tayalisi (1186) İbn Ebi Hayseme Tarih (2164) İbn Ebi Asım es-Sunne (638) Taberânî Mu'cemu'l-Kebîr (19/208)

[10] Hasen. Bezzar (10/326)

29 Kasım 2025 Cumartesi

Yatarken Okunacak Dua Hakkında Zayıf Bir Rivayet

 

Esselamü aleyküm ve rahmetullahi ve beraketuhu

Bu hadis sahih mi?

حَدَّثَنَا هَاشِمُ بْنُ مَرْثَدٍ، ثنا مُحَمَّدُ بْنُ إِسْمَاعِيلَ بْنِ عَيَّاشٍ، حَدَّثَنِي أَبِي، حَدَّثَنِي ضَمْضَمُ بْنُ زُرْعَةَ، عَنْ شُرَيْحِ بْنِ عُبَيْدٍ، عَنْ أَبِي مَالِكٍ الْأَشْعَرِيِّ، قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: "لِيَقُلْ أَحَدُكُمْ حِينَ يُرِيدُ أَنْ يَنَامَ: آمَنْتُ بِاللهِ وَكَفَرْتُ بِالطَّاغُوتِ، وَعْدُ اللهِ حَقٌّ وَصَدَقَ الْمُرْسَلُونَ، اللهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنْ طَوَارِقِ هَذَا اللَّيْلِ إِلَّا طَارِقًا يَطْرُقُ بِخَيْرٍ"

Bize Haşim bin Mersed tahdis etti, dedi ki: Bize Muhammed bin İsmail bin Ayyaş tahdis etti, dedi ki: Bana babam tahdis etti, dedi ki: Bana Damdam bin Zur'a, Şurayh bin Ubeyd'den, o da Ebu Malik el Eş'ari radiyallahu anh'dan tahdis etti, dedi ki:

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Sizden biriniz, yatmak istediği zaman 'Allah'a iman ettim ve tağutu inkar ettim. Allah'ın vaadi haktır ve Rasuller doğru söylemişlerdir. Allah'ım! Hayır hariç, bu gecenin ansızın gelen (görülmeyen) şeylerinden (cin ve şeytanlardan) sana sığınırım' desin"

Taberani Mucemu'l Kebir Arapça 3/297 Mektebetu İbn Teymiyye Türkçe 3/405 Ocak yayınları

Cevap:

Aleykum selam ve rahmetullah ve berakatuh.

Bu hadis sahih değildir. Üç tane illeti vardır:

1- Ravilerinden Haşim b. Mersed et-Taberani hakkında İbn Hibban: “Bir şey değildir” demiştir.

2- Muhammed b. İsmail b. Ayyaş hakkında Ebu Hâtim dedi ki: “Babasından bir şey işitmemiştir. Ona hadis getirirler, o da babasındanmış gibi rivayet ederdi.”

Ebu Ubeyd el-Acurrî, Ebû Dâvûd’a onun hakkında sorunca dedi ki: “Bir şey değildir. Onu gördüm. Humus’a birçok defa gittiğimde o hayatta idi. Amr b. Osman’a onun hakkında sorduğumda onu zemmetti.” Bunları Hafız Mizzi Tehzibu’l-Kemal’de zikretmiştir.

3- Şureyh b. Ubeyd ile Ebu Malik el-Eşari radıyallahu anh arasında inkıta vardır. İbn Ebî Hâtim, el-Merasil’de (s.60) babasının şöyle dediğini zikretmiştir: “Şureyh b. Ubeyd’in Ebu Malik el-Eşari radıyallahu anh’den rivayeti mürseldir.”

Bu illetler zayıflığın şiddetli olduğunu göstermektedir.

El-Elbani de Daifu’l-Cami’de (4952) ve ed-Daife’de (5611) hadisin zayıf olduğunu belirtmiştir.

28 Kasım 2025 Cuma

Günümüzde Meşhur Kıraatlerin Hiçbiri Caiz Değildir!

 Son asırda bid’at şekilde Kur’ân okuyan kâriler cehennemle ilgili ayetleri hüzünlü sabâ makamında, cennetle ilgili ayetleri ise rast makamında okumaktadırlar. Şüphesiz Kur’ân’ı bu şekilde makamlarla okumak çirkin bir bid’at ve bunları dinlemek de haramdır. Makamsız okunan bir Kur’ân kıraatinin ise herhangi bir ortamda yayınlandığına şahit olmamaktayız. Çünkü şeytan bid’at olan kıraatleri nefislere süslemekte, haram olan okuyuşlar revaç bulmaktadır.

Tefsir Usulü adlı kitabımın ilk bölümünde konuyla ilgili nakillere genişçe yer verdim. Burada makamlarla Kur’ân okumanın çirkin bid’at oluşuna dair birkaç nakil daha aktaracağım.

Kur’ân’ı hüzünle okumak teşvik edilmiş olmakla beraber makamlarla okumak çirkin görülmüştür.

Begavi, et-Tehzib Fi Fıkhi’ş-Şafii kitabında (8/268) şöyle demiştir: “Makamlarla Kur’ân okumak hakkında Şafii bir yerde: “Bunu çirkin görürüm” demiş, bir yerde de: “Çirkin görmem” demiştir. Çirkin görmekle kastettiği şey uzatma ve medlerde haddi aşmak hakkındadır. Çirkin görmediği şey ise haddi aşmayan uzatmadır. Yine şöyle demiştir: “Hadr veya hüzünle okunmasını severim.”

İbn Kudame el-Mugni’de (2/129) dedi ki: “Ebu Abdillah Ahmed b. Hanbel dedi ki: “Ebu Musa radıyallahu anh’ın sesi gibi hüzünle okumalıdır.”

El-Hallal dedi ki: Bana Yusuf b. Musa haber verdi, dedi ki: Ebu Abdillah (Ahmed b. Hanbel)’e makamlarla okumak hakkında sorulunca dedi ki: “Bu hoşuma gitmez. Ancak kendi sesindeki özellik hariç.” Ona denildi ki: “Hüzünle okumak için zorlama yapabilir mi?” İmam Ahmed dedi ki: “Hayır, bunu öğrenmeye de çalışamaz. Ancak kendi sesi hüzünlüyse o başka.”

Bana Muhammed b. Ali es-Simsar haber verdi, dedi ki: Ya’kub b. Buhtan onlara şöyle tahdis etti: O, Ahmed b. Hanbel’e: Kur’ân’ı makamlarla okumayı sorunca dedi ki:

“Hayır. Ancak sesi Ebu Musa radıyallahu anh’ın sesi gibiyse o başka. Aksi halde bunu öğrenmeye çalışamaz.”

Bana Muhammed b. el-Hasen haber verdi, dedi ki: el-Fadl onlara tahdis etti, dedi ki: Ahmed b. Hanbel’in makamları çirkin gördüğünü işittim. Dedi ki: “Sesini zorlama yapmadan güzelleştirir.”

(Bu rivayetler el-Hallal’ın el-Emru Bi’l-Ma’ruf kitabındandır. (no:200-202)

Özetle, İmam Ahmed rahimehullah’tan gelen rivayetler, onun makamları çirkin gördüğünü göstermektedir. Ancak kişi çabalama söz konusu olmaksızın tabiaten sesi güzelse o başkadır.

İbn Hacer, Buhârî şerhinde (9/70) şöyle demiştir: “İbn Ebi Davud, hasen isnadla, Ebu Hureyre radıyallahu anh’ın bir sureyi mersiye yapar gibi hüzünle okuduğunu rivayet etmiştir.”  İbn Ebi Davud’un bu rivayetinin isnadına ulaşamadım.

Ebu Avane, Musned’inde (3874) dedi ki: bize Muhammed b. Hayuye tahdis etti, dedi ki: bize Ebu Salih tahdis etti, dedi ki: bana el-Leys tahdis etti, dedi ki: bize Abdullah b. Ubeydillah b. Ebi Muleyke tahdis etti, o Ubeydullah b. Ebi Nuheyk’ten, o Said b. Ebi Said’den, o Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den bunu rivayet etmiştir.

Ebu Salih dedi ki: “el-Leys (b. Sa’d) bize Irak’ta, Sa’d b. Ebi Vakkas radıyallahu anh’den diyerek rivayet etti. Burada ise böyle dedi. Kitabında da bu şekildedir. El-Leys dedi ki: “Teganni yapar yani hüzünle okur ve kalbi inceltir.”

El-Leys b. Sa’d rahimehullah Mısır’lıların imamıdır.

İbn Kesir ve muasırlardan Abdulaziz b. Baz da hüzünle okumayı tercih etmişlerdir.

Cennetle ilgili ayetleri hüzünle okumaya gelince, kişi cennetliklerden olamama korkusuyla bu ayetleri hüzünle okuyabilir.

Lakin makamlarla okumak her halukarda haramdır. Günümüzdeki okuyuşların tamamı bu makamlarla yapılmaktadır ve Kur’ân kıraatiyle bir alakası kalmamış, şarkıya çevirilmiştir.

Caiz olan okuma şekli ise normal konuşur gibi, düz okumak ve sabit olan tecvidin gereği kadar med (en fazla üç elif miktarı sesi dalgalandırmadan uzatma), izhar, ihfa gibi kuralları uygulamaktır.

Kabe imamları, Abdussamed, Abdurrahman Sadyen, Mahir Muaykili, Sudeys, Şureym gibi münafık kimselerin yahut yerli münafık kârilerden İsmail Coşar, İsmail Biçer, Cübbeli Ahmet ve diğerleri gibi kimselerin okumaları ise şarkı okumasıdır, Kur’ân’a büyük saygısızlıktır. Allah’ın kelamına karşı dalga geçer gibi bu hürmetsizce okumalara ancak bozuk kalpler meyleder ve hoşlanır.

25 Kasım 2025 Salı

Sünen (Ahkam Hadisleri) Kitaplarındaki Zayıf Hadisler Hakkında

 Sünnet imamlarının metodlarını araştıranlar, onların hadisleri iki kısımda ele aldıklarını görür:

Birinci kısım: Kendisiyle amel edilen, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den dirayet bakımından sabit olanlar ki bunlar sadece sahih olan hadisler değildir.

İkinci kısım: Kendisiyle amel edilmeyen hadisler ki bunlar yalnızca zayıf hadislerdir.

Nitekim hadis, rivayet bakımından sahih olup, dirayet bakımından kendisiyle amel edilmeyen bir hadis hadis olabilir. Mesela nesh edilmiş hadisler böyledir.

Yine hadis, rivayet bakımından zayıf olup, dirayet bakımından onunla amel ediliyor olabilir. Bu da Kur’ân’ın zahirine veya sahih hadislerin zahirine uygun olması veya ümmetin bu hadisle amel ediyor olması sebebiyledir.

Selefimiz bu hususa uyarmışlar ve amel edilen hadislerle amel edilmeyen hadisleri, tıpkı sahih olanla olmayanı ayırdıkları gibi ayırmışlardır. Sünnet konusunda tasnifte bulunan alimlerin yaptıklarını düşünen kimse için bu husus açıkça ortaya çıkar.

Sunen sahibi İmam Ebû Dâvûd rahimehullah, Risale İla Ehli Mekke’de her babda kendisine göre en sahih olanları seçtiğini, bu kitapta ancak sahih olanları, sahihe yakın olanları veya zayıflığı hafif olan hadisleri tahric ettiğini belirtmiştir. Zayıflığı şiddetli olan hadisler hakkında ise açıklamada bulunmuştur. Hakkında sükut ettiği hadislerin sâlih olduğunu belirtmiştir. Yine bu risalesinde Malik, Yahya b. Said ve diğer sika ilim ehlini rivayeti dahi olsa, şaz hadisle hüccet getirmediğini belirtmiştir. O, burada şaz ifadesiyle, metin olarak şaz olanı kastetmiştir. Nitekim onun sözleri, Kur’ân, sünnet ve icma ile kararlaşmış olan esaslara aykırı mana taşıyan rivayetlerden kaçındığını göstermektedir. Ama bu esaslara aykırı görmediği rivayetleri kitabında tahric etmiştir. Sahih veya hasen olanlarda bir sorun yoktur. İsnad olarak zayıf olup da Ebû Dâvûd’un sükut ettiği rivayetler ise, bu babda onun katında daha kuvvetli rivayeti bulamamış olması sebebiyledir. Bu da ona göre kendisinin aldığı bu zayıf rivayetlerin ona göre şaz olmadığını, bu rivayeti kararlaştırılmış esaslara aykırı görmediğini ortaya koymaktadır.

Ebû Dâvûd’un tercih ettiği bu yöntem aynı zaman şeyhi İmam Ahmed b. Hanbel rahimehullah’ın da metodudur. Nitekim İmam Ahmed rahimehullah, bir babda ona aykırı düşen bir şey yoksa mürsel hadisle hüccet getirir. Yine münker veya bâtıl olmayan zayıf hadisle de, kendisinden daha kuvvetli olana aykırı düşmediği takdirde hüccet getirmiştir. Nitekim İmam Ahmed rahimehullah’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir:

“Bir babda ona aykırı bir şey yoksa zayıf hadise muhalefet etmem.” Yine şöyle demiştir:

“Muhakkak ki hadisin zayıfı dahi benim için kişilerin görüşlerinden daha sevimlidir.” İmam Ahmed’den bu minvalde ifadeler rivayet edilmiştir. O, bu sözünde zayıf hadis ile; mürsel, mestur ravinin rivayeti, hafızasında zayıflık olan kimsenin rivayeti gibi muhtemil zayıf olan, şaz veya münker olmayan zayıf rivayetleri kastetmiştir. Şaz, münker ve mevdû rivayetlere ise ne İmam Ahmed, ne Ebû Dâvûd ne da başka bir ilim ehli itibar etmişlerdir. Nitekim İmam İbn Teymiyye, İbnu’l-Kayyım ve İbn Receb el-Hanbelî, İmam Ahmed’in hüccet getirdiği zayıf hadislerin, İmam Tirmizî’nin Cami’inde hasen gördüğü hadislere yakın olduğunu açıklamışlardır.

İmam Tirmizî, el-İlel kitabında, Camii’ne aldığı hadislerin, iki hadis dışında tamamının bazı ilim ehli tarafından amel edilen hadisler olduğunu zikretmiştir. Bununla beraber İmam Tirmizî’nin kendisi, Sunen’ine aldığı birçok hadislerin zayıf olduklarını bizzat açıklamıştır. Bu da gösteriyor ki, hadis rivayet bakımından zayıf olabilir, ama dirayet bakımından amel edilen bir hadis olabilir.

Tirmizî’nnin kullanmış olduğu “hasen” ıstılahı ve buna yapmış olduğu tarif düşünülürse, kendisi şöyle demiştir: “Bu kitapda “hasen hadis” diye zikrettiğimiz rivayetlerle ancak bize göre isnadı hasen olan hadisleri kastettik. Bu da, isnadında yalanla itham edilmiş bir ravi bulunmayan, şaz olmayan, birden fazla yoldan rivayet edilmiş olan hadislerdir ki bize göre o hasen hadistir.”

Böylece anlaşılmaktadır ki, Tirmizî’nin hadisi hasen sayması, onun metni ve anlamı etrafında dönmektedir. Hadis şiddetli zayıf değilse, ravileri arasında yalancı veya yalanla itham edilmiş ravi yoksa, hadis şaz veya münker değilse, hadisin manası birden fazla yoldan rivayet edilmişse bu durumda kuvvetlenir ve hüccet mertebesine yükselir. Bununla beraber rivayet yolları birer başlarına ele alındığında zayıflık vardır ve tek başına bu tarikler hüccet olmazlar.

Tirmizî’nin başka yollardan da rivayet edilmiş olmasını zikretmesine merfu ve mevkuf yollardan rivayet edilmiş olması da dahil olmaktadır. Nitekim İbn Receb, Şerhu İleli’t-Tirmizî’de bunu zikretmiştir.

Tirmizî’nin bu metodunun aslında ondan önce İmam Şafii rahimehullah da uygulamıştır. Nitekim er-Risale kitabında merfu olan mürsel ve müsned hadisleri, anlam olarak destekleyen sahabi fetvasıyla veya ilim ehlinin genelinin bu hadisle amel etmiş olmasıyla takviye etmiştir.

İmam Ahmed’e zımmînin diyeti hakkında sorulunca şöyle demiştir: “Müslümanın diyetinin yarısı gerekir. Bu konuda Amr b. Şuayb’ın rivayetine dayanırım.” Kendisine: “Amr b. Şuayb’ın babasından, onun da dedesinden yaptığı rivayetleri hüccet getirir misin?” denilince dedi ki:

“Hepsini değil! Bunu kadim Medine halkı fakihleri rivayet etmişlerdir ve Osman radıyallahu anh’den de rivayet edilmiştir.”

Bu da gösteriyor ki, alimler zayıf hadisi hüccet getirirken, sahabe ile tabiinden ümmetin bu hadise uygun amel edip etmediklerini gözetmişlerdir.

Böylece anlaşılmaktadır ki, selefimizin Sünen (ahkâm) kitaplarında zikrettikleri zayıf hadisler rivayet bakımından zayıf olsalar da, bu imamlar bunları boş yere veya gafletle zikretmiş değillerdir. Ancak rivayet ve dirayet bakımından düzgün bir metodu gözetmek suretiyle ahkâm kitaplarına almışlardır.

Son olarak şu uyarıyı da yapmış olayım: Muhakkak ki isnad olarak sahih veya hasen mertebesinde sabit olmayan, zayıflığı hafif olan zayıf hadisler akide ve ahkâmda hüccet olamazlar. Lakin zayıflığı şiddetli olmayan bu hadislere ahkâm bina edilemez olsa da, bunlara karşı çıkılmaz ve inkâr edilmez. Yani zayıflığı hafif olan hadislere de muhalefet etmemek gerekir. Bunun anlamı, zayıf hadisle amel etmek değildir. Lakin zayıflığı şiddetli olmayan hadislerin Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e ait olma ihtimali var demektir. Bu yüzden bu tür zayıf hadislerin içeriğini inkâr etmemek, karşı çıkmamak gerekir. Tıpkı israiliyyat rivayetlere karşı takınılması gereken edep gibi bir edep gözetilir. Ne yalanlanır, ne de tasdik edilirler.

Zayıflığı şiddetli olan rivayetler ise, isnadında yalancı veya yalanla itham edilmiş ravi bulunan, metninde Kur’ân ile sahih sünnete aykırılığı apaçık unsurlar içeren, şaz veya münker rivayetlerdir ki, bu hadisleri reddetmek gerekir.

Allah en iyi bilendir.

23 Kasım 2025 Pazar

Daru's-Sunne Mescidinden Çıkan Son Kitaplar

 



Bâtıl Ehlinin Sünnetleri (Bizden Olmayanlar)


Sahih Tesettür (Genişletilmiş 2. Baskı)

Dünyanın Son Günleri 
Kıyamet Alâmetleri

İmam Suyuti'nin Sunnet ve Bid'at (el-Emru Bi'l-İttiba ve'n-Nehyu Ani'l-İbtida) kitabının tercüme ve tahkiki 2. baskı
Kitabın ekinde İmam Suyuti'nin diğer bazı risalelerinin tercüme ve tahkiki de yer almıştır.

Tefsir Usulü (Sahih Tefsir Mukaddimesi)

Behcetu'l-Asr (Salih Selefin Menhec ve Ahlâkı)


Sahih Tefsir (Genişletilmiş 2. baskı - 8 cilt)

İmam Mustagfiri - Tıbbu'n-Nebi kitabının tercüme ve tahkiki

22 Kasım 2025 Cumartesi

Belâlar, Sıkıntılar ve Gönüllere Devâ Veren Kurtuluş Yolu

Kişinin başına gelen olumsuzluklar, musibet ve sıkıntılar genellikle sorumsuzca veya düşüncesizce söylenen yahut işlenen, Kur’ân ve sünnete aykırı, rabbi gazaplandıran şeyler sebebiyledir.

İbn Hibban es-Sikât’ra (8/10-11) ve İbnu’l-Cevzî Saydu’l-Hâtır’da (s.398), Abdulmecid b. Abdilaziz rahimehullah’tan şöyle dediğini rivayet ettiler:

“Horasan’da yanımızda üç günde mushaf yazan bir adam vardı. Bir adam ona: “Bunu kaç günde yazdın?” dedi. O da işaret parmağı, orta parmağı ve baş parmağına işaret ederek dedi ki: “Üç günde yazdım. “Bize bir yorgunluk da dokunmadı” (Kaf 38)” Bunun üzerine adamın üç parmağı kurudu ve bir daha onlardan faydalanamadı.”

İbn Tahir el-Makdisi el-Mensur Mine’l-Hikayat ve’s-Suâlât kitabında (s.33) sahih isnadla şöyle zikretmiştir:

Ebu Bekr Abdullah b. el-Huseyn el-Muzekkî’yi Hemezan’da şöyle derken işittim: Babamı şöyle derken işittim: “Ebu Hâmid el-İsferayinî’nin yanındaydım. Ona bir günde mushaf yazan bir adamdan bahsedildi. O adamla karşılaşınca ona: “Sen bir günde mushaf mı yazdın?” dedi. Adam: “Evet, “Bize bir yorgunluk da dokunmadı” (Kaf 38)” dedi. Bu sırada üç parmağına işaret etti. Bunun üzerine o anda eli kurudu.”

Bu kıssada tez zamanda mushaf yazmasıyla kendini beğenen ve Allah’ın kendisini nitelediği özelliği kendisine yakıştırarak böbürlenen kimsenin derhal cezalandırılması anlatılmaktadır.

Bundan daha ileri seviyede bir böbürlenme kıssasını İbnu’l-Cevzi Saydu’l-Hâtır’da (s.398) şu şekilde anlatmıştır: “Fasih (edebiyatı kuvvetli) bir adam Kur’ân gibisini yazmaya güç yetirmeyi düşündü ve odasına çekilip “Bana üç gün vakit verin” dedi. Üç gün sonra onun odasına girdiklerinde adamın elinde kalem olduğu halde kurumuş ve ölmüş olduğunu gördüler.”

Şüphesiz böylesi büyüklenme ve kendini beğenmeler cezayı çabuklaştıran sebeplerdendir. Allah ve rasulünün uyarılarına karşı aymaz tavırlarda bulunmak da böyledir. Nitekim İyas b. Seleme’nin babası (Seleme b. el-Ekva) radıyallahu anh’den rivayet ettiğine göre şöyle anlatmıştır:

“Bir adam Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında sol eliyle yiyordu. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ona:

Sağınla ye” buyurdu. Adam: “Yapamıyorum” dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:

Yapamaz ol” buyurdu. Adam ancak kibirden dolayı “yapamıyorum” demişti. Bundan sonra adam elini ağzına kaldıramaz oldu.” Bunu Muslim (2021) rivayet etmiştir.

Sol eliyle yiyen bu adam Busr el-Eşcai radıyallahu anh idi.

İmam Nevevi rahimehullah dedi ki: “O bir deve çobanının oğlu olan Busr el-Eşcai idi. İbn Mende, Ebu Nuaym el-Esbehani, İbn Mâkûla ve başkaları bu şekilde zikretmişlerdir. O meşhur bir sahabidir. Bu alimler ve başkaları onu sahabi olarak zikretmişlerdir. Kadı Iyaz rahimehullah’ın: “Böyle demesine ancak kibir sebep oldu” sözü onun bir münafık olduğuna delalet ediyor” şeklindeki sözü doğru değildir. Zira mücerred kibir ve muhalefet münafıklığı veya küfrü gerektirmez. Lakin emir, vacipliği gerekitiriyo olsa da, bu bir masiyet (günah)tır. Bu hadiste, dinî bir hükme özürsüz olarak muhalefet eden kimseye beddua etmenin caiz olduğuna delil vardır…”

Taberani (17/324), Beyhakî Delailu’n-Nubuvve’de (6/239) Ru’yani Musned’inde (270) hasen isnadla Ukbe b. Âmir radıyallahu anh’den rivayet ediyorlar:

“Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Subey’a el-Eslemiyye’yi sol eliyle yerken gördü ve:

Ona ne oluyor da soluyla yiyor! Onu Gazze’nin hastalığı yakalasın” buyurdu. O da: “Ey Allah’ın rasulü! Sağ elimde yara var” dedi Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:

Öyle olsa da (sağınla ye)” buyurdu. Subey’a radıyallahu anha Gazze’ye uğradığında tâun isabet etti ve öldü.”

Allah’ın takdirâtına karşı itiraz içeren söylem ve eylemler, hâdiseleri olumsuz yorumlayıp kötümserlik yapmak ve hayra yormaktan, iyimser düşünmekten uzaklaşmak da belâ ve sıkıntıların sebeplerindendir. Nitekim her şeyi olumsuz yönleriyle değerlendirip kötümser davranmak, tevhid bablarında geçen ve tevhide aykırı düşmekle nitelenen “tıyera”/uğursuzluk düşüncesine dâhildir.

İbn Abbas radıyallahu anhuma şöyle anlatmıştır: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bir bedeviye hasta ziyareti için geldi. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ziyaret için hastanın yanına girdiği zaman:

Sakınca yok, temizlik inşaallah” derdi. Bedevi dedi ki: “Temizlik mi? Ne temizliği! Bilakis bu ihtiyar adamı kavuran ve onu kabre götürecek bir ateştir!” Bunun üzerine Nebî sallallahu aleyhi ve sellem:

O zaman öyle olsun!” buyurdu. Bunu Buhârî (5656) rivayet etmiştir.

Şarihler tarafından Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bu sözünün ona bir beddua olduğu veya adamın akibeti hakkında verilen bir haber olduğu söylenmiştir.

Abdurrazzak’ın Musannef’i (20309), Taberânî Mu'cemu'l-Kebîr (7/306) ve Dulabi’nin el-Kuna’da (1/81) rivayetlerine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bu adama şöyle demiştir:

Eğer kabul etmiyorsan dediğin gibi olsun! Allah’ın takdiri neyse o olacaktır.” Adam ertesi güne ulaşamadan o akşam öldü.”

Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ve O’ndan gelen sahih hadislere karşı umursamaz davranışlar, dünyada önemli hezimetlere sebep olmuştur, olmaya da devam etmektedir. Bunun en bariz örneklerinden birisi Uhud savaşındaki yenilgidir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem okçu birliğine: “Bizi galip görseniz dahi bize yardım için buradan ayrılmayın” diye tembihte bulunmuş, müşrikler kaçmaya başladığı ve kadınlar dizlerini kaldırıp halhalları görününce “Ganimet! Ganimet!” demeye başlamışlar, Abdullah radıyallahu anh: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ayrılmayın buyurdu” diye uyarmasına rağmen dinlememişlerdi… (Bkz.: Buhârî 4043) Onlar re’yleriyle hareket ederek, âdeta: “Şartlar değişti, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in tembihinin bir önemi kalmadı” demek suretiyle Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hadisine aykırı davrandılar ve Uhud bir yenilgi olarak tarihe geçti!

Allame Şeyh Mukbil b. Hadi el-Vadiî rahimehullah Tefsiru İbn Kesir Tahkikinde (2/155) Uhud savaşında müslümanların durumu ile ilgili olarak şu açıklamayı düşmüştür:

“Burada masiyetin hezimet sebebi oluşuna delil vardır. Umulur ki asrımızdaki bazı İslami cemaatler sözde davetin maslahatı iddiasıyla sakalları kesmek, evlerine eğlence aletleri sokmak gibi masiyetler konusunda ibret çıkarırlar! Davetin maslahatı iddiasıyla (suret içeren video kayıtlarıyla) toplumu evlerine televizyonlar, videolar sokma konusunda cesaretlendiriyorlar!”

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yönlendirmelerine karşı kendi tercihiyle hareket etmek, musibet ve sıkıntılara sebep olur. Said b. el-Museyyeb rahimehullah babasından, o da dedesinden şöyle rivayet etmiştir:

“Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e gittiğimde “İsmin nedir” buyurdu. Ben: “Hazn (kaba)” dedim. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Sen Sehl’sin (uysalsın)” dedi. Ben: “Babamın verdiği ismi değiştiremem” dedim.” Said b. el-Museyyeb rahimehullah dedi ki: “Bu yüzden bizde bu kabalık devam edegelmiştir.” Bunu Buhârî (6190) rivayet etmiştir.

Ebû Dâvûd’un (4946) rivayetinde metni şu şekildedir: “…Nebî sallallahu aleyhi ve sellem: “Sen Sehl’sin” buyurdu. O da dedi ki: “Hayır! Sehl (uysal) olan çiğnenir ve aşağılanır” Said b. el-Museyyeb rahimehullah dedi ki: “Zannederim ki ondan sonra onun kabalığı bize de isabet etti.”

 İbn Ebi’d-Dunya el-Ukubât kitabında (316) Suleyman b. Yesar rahimehullah’tan şöyle rivayet etmiştir:

“Bir topluluk seferdeydi. Konaklayıp da hareket edecekleri zaman şöyle dediler: Bunları bizlere boyun eğdiren ne yücedir. Yoksa bizim bunlara gücümüz yetmezdi. Muhakkak biz, elbette rabbimize döndürüleceğiz.” (Zuhruf 13-14) Cemaatten bir adamın hantal bir devesi vardı. Dedi ki:

“Bana gelince bu hayvan bana boyun eğdirilmedi!” Bunun üzerine deve onu üzerinden attı ve adamın boynu kırıldı.”

Dinî şiarları hafife almak ve alay etmek de cezalandırılmaya sebep olur. İbnu’l-İmad’ın Şezeratu’z-Zeheb’de (5/457) ve İbn Kesir’in el-Bidaye’de (17/470) naklettiklerine göre İbn Hallikân şöyle demiştir:

“Kendilerine güvenilen bir topluluktan bize ulaştığına göre onlar Dımeşk’e vardıkları zaman Deyru Ebi Selame denilen bir köyde çok alaycı ve cahil bir adam varmış. Bir gün misvak ve faziletlerinden bahsedilince bu adam: “Vallahi ben ancak çıkış yerini misvaklarım” demiş ve misvakı alıp kıçına götürmüş. Adam o gece sancılanmış ve dokuz ay boyunca karnında ve kıçında sancı çekmiş. Sonra hamile kadının doğurması gibi, sıçana benzeyen bir hayvan doğurmuş. Hayvanın başı balık kafası gibi, dört tane sivri dişi, bir buçuk karış kadar uzun kuyruğu, tavşan poposu gibi poposu varmış. Bu hayvanı çıkarınca hayvan üç defa bağırmış. Bunun üzerine adamın kızı kalkıp o hayvanın başına vurarak öldürmüş. Adam da bundan sonra iki gün daha yaşayıp ölmüş. Adam şöyle diyormuş: “Beni bu hayvan öldürdü, bağırsaklarımı parçaladı.” O yerin halkından bir cemaat ve bölgenin hatibi bu hayvanı görmüşler.”

İmam Nevevi rahimehullah Bustanu’l-Arifin’de (s.94-95) dedi ki: “Bunun benzeri bizim zamanımızda da meydana gelmiştir ve bu manadaki haber mütevatir olup kadılar katında sabit olmuştur. Basra beldelerinden bir köyde 665 yılı başlarında, hayır ehli hakkında kötü itikadı olan bir adamın oğlu bir gün salih bir şeyhin yanından elinde misvakla geldi. Adam oğluna alay ederek: “Şeyhin sana ne verdi?” dedi. O da: “Bu misvakı verdi” dedi. Adam misvakı onun elinden alıp, aşağılayarak kıçına soktu. Bir müddet sonra bu adam balığa benzer bir enik doğurdu. Adam onu öldürdükten sonra kendisi de iki gün sonra öldü.”

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in görmediği rüyayı görmüş gibi anlatan kimsenin ahirette karşılaşacağı cezayı bildirerek böyle bir yalandan sakındırması malumdur. İbn Asakir’in Tarihu Dımeşk’te (53/232) isnadıyla Hişam b. Hassan rahimehullah’tan aktardığı şu kıssa manidardır:

“Bir adam İbn Sirin rahimehullah’a şöyle anlattı: “Gece rüyamda elimde camdan bir bardak, içinde su olduğunu gördüm. bardak kırıldı ve su öylece kaldı.” İbn Sirin dedi ki: “Allah’tan sakın! Sen böyle bir şey görmedin!” Adam: “Subhanallah” dedi. İbn Sirin rahimehullah dedi ki: “Yalan söylediysen benim vebalim yok. Hanımın doğum yapacak ve ölecek, çocuk kalacak.” Adam çıkınca dedi ki: “Vallahi ben bir şey görmemiştim” Fakat onu tabir ettirdi. Hişam b. Hassan dedi ki: “Çok zaman geçmemişti ki adamın karısı bir çocuk doğurdu, kadın öldü, çocuk yaşadı.”

Bu konuda sözü uzatmamak için zikredemeyeceğim sayısız örnekler ve meseleler vardır. Hatta insanın sorumsuzca söylediği bazı sözler dahi kendi aleyhine dönebilir. Asrımızda yaşanmış hadiselerden biri şöyle anlatılmıştır: Adamın birinin kızı bir eklem hastalığına yakalanmıştı ve tedavisi için her yola başvurdu, bir türlü tedavisinde başarılı olunamadı. Adam bir ara: “Kızımın iyileşmesi için sağ kolumu verirdim” dedi. Çok geçmedi ki bu adam bir trafik kazası geçirdi ve sağ kolu omuzundan kesilmek zorunda kalındı. Bu olayın ardından hiç beklenmedik şekilde kızı da iyileşti ve doktorlar onun nasıl iyileştiğini açıklayamadılar.

Şu halde kişi söylediği her sözü, yaptığı her işi iyi tartmalı, Allah ve rasulüne karşı edebi hassasiyetle gözetmeli, başına gelen işlerde öncelikle nefsinin hatasını muhasebe etmeli, olumsuzluklar karşısında ümitsizliğe ve kötümserliğe de kapılmamalıdır. Zira her şeye kâdir olan, tükenmez hazinelerin sahibi, gönüllerde gizli olanları dahi en iyi bilen bir rabbe iman etmektedir.

Ebu Suleyman ed-Darani rahimehullah şöyle demiştir: “Onların (Selefin) günahları az idi de belanın nereden geldiğini biliyorlardı. Bizim ise günahımız çok olduğundan belanın nereden geldiğini bilemiyoruz.” Bunu İbn Asakir Tarihu Dımeşk’te (43/546, 53/226) ve Ebû Nuaym Hilyetu'l-Evliyâ’da (2/307) rivayet etmişlerdir.

  Ebu Nuaym’ın Hilyetu’l-Evliya’da (7/18) nakline göre Sufyan es-Sevrî rahimehullah şöyle demiştir: “İşlediğim bir günah sebebiyle beş ay gece namazından mahrum edildim.”

Bunun benzeri ifadeler seleften diğer bazı kimselerden de nakledilmiştir. Hatta seleften biri, aile halkının kendisine muhalefet etmesinin veya hayvanının serkeşlik etmesinin sebebinin kendisinin Allah’a karşı işlemiş olduğu bir hatada gördüğünü ifade etmiştir.

Nitekim bir adam İbrahim b. Edhem rahimehullah’a: “Gece namazına muvaffak olamıyorum, bana bunun çaresini söyle” deyince şöyle cevap vermiştir: “Gündüz Allah’a isyan etme ki seni gece huzurunda durdursun. Zira gece O’nun huzurunda durdurulman en üstün şereftir. İsyan eden kimse ise bu şerefi hak etmez.”

Evet, rabbini tanıyanlar için gece namazı her türlü sıkıntı ve problemin giderilmesinde en büyük vesiledir. Belki de günümüzde müslümanların sıkıntı ve musibetlerle bocalamalarının, aile hayatlarında, iş hayatlarında ve sosyal ilişkilerinde olumsuzluklarla boğuşmalarının, eşlerini, çocuklarını, işlerini, arkadaşlarını, gönül huzurlarını ıslah edememelerinin sebebi bu hakikatlerden gafil olmaladır.

Gaflet edilen şey, şöyle özetlenebilir. Müslüman kişi eğer Allah’a itaat etmeye çalıştığı halde eşinde, çocuğunda, arkadaşlarında, işinde, sıhhatinde, mâli durumunda hoşlanmadığı şeylerle iptila ediliyorsa, mutlaka hayatını gözden geçirmeli, önemsemeden veya hafife alarak işlemiş olduğu muhalefetleri araştırarak kendisini inceden inceye hesaba çekmeli, Allah ve rasulüne muhalefet ettiği, edepsizlik ettiği veya büyüklendiği ne gibi hatalar varsa bunları telafiye çalışmalı, istiğfara (Allah’tan bağışlanma dilemeye) devam etmelidir. Bunun en güzel vakti de Allah’ın dünya semaına nüzul ettiği gecenin son üçte birlik vakti, seher vakitleridir.

Olmasını isteyip de muvaffak olamadığı şeyleri Allah’tan istemenin vakti de o vakitlerdir! Lakin öncelikle bu vakitlerde bağışlanma dilemekten, Allah’ın tükenmez hazinelerinden istekte bulunmaktan mahrum kılınmaya sebep olan engelleri kaldırmak gerekir! Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bizleri, küçümsenen günahlara karşı uyarmıştır!

Buhârî (1145, 6321, 7494) ve Muslim’in (758) de rivayet ettikleri hadiste Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

 Rabbimiz Tebarek ve Teâlâ her gece, gecenin son üçte birinde dünya semâına nüzul eder ve buyurur ki: “Bana duâ eden yok mu, ona icabet edeyim. Benden isteyen yok mu, ona istediğini vereyim. Benden bağışlanma dileyen yok mu, onu bağışlayayım.”

Şu halde bütün sorunları ortadan kaldıracak olan, bütün hayırları temin edecek olan, âlemlerin rabbi Allah ile aramızın iyi tutulması en büyük öncelik olmalıdır ki, dünya hayatı da, ahiret hayatı da huzur ve saadet ile sürsün.

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)