Kişinin başına gelen olumsuzluklar, musibet ve sıkıntılar genellikle sorumsuzca veya düşüncesizce söylenen yahut işlenen, Kur’ân ve sünnete aykırı, rabbi gazaplandıran şeyler sebebiyledir.
İbn Hibban es-Sikât’ra (8/10-11) ve İbnu’l-Cevzî Saydu’l-Hâtır’da
(s.398), Abdulmecid b. Abdilaziz rahimehullah’tan şöyle dediğini rivayet
ettiler:
“Horasan’da yanımızda üç günde mushaf yazan bir adam vardı.
Bir adam ona: “Bunu kaç günde yazdın?” dedi. O da işaret parmağı, orta parmağı
ve baş parmağına işaret ederek dedi ki: “Üç günde yazdım. “Bize bir
yorgunluk da dokunmadı” (Kaf 38)” Bunun üzerine adamın üç parmağı kurudu ve
bir daha onlardan faydalanamadı.”
İbn Tahir el-Makdisi el-Mensur Mine’l-Hikayat ve’s-Suâlât
kitabında (s.33) sahih isnadla şöyle zikretmiştir:
Ebu Bekr Abdullah b. el-Huseyn el-Muzekkî’yi Hemezan’da
şöyle derken işittim: Babamı şöyle derken işittim: “Ebu Hâmid el-İsferayinî’nin
yanındaydım. Ona bir günde mushaf yazan bir adamdan bahsedildi. O adamla
karşılaşınca ona: “Sen bir günde mushaf mı yazdın?” dedi. Adam: “Evet, “Bize
bir yorgunluk da dokunmadı” (Kaf 38)” dedi. Bu sırada üç parmağına işaret
etti. Bunun üzerine o anda eli kurudu.”
Bu kıssada tez zamanda mushaf yazmasıyla kendini beğenen ve
Allah’ın kendisini nitelediği özelliği kendisine yakıştırarak böbürlenen
kimsenin derhal cezalandırılması anlatılmaktadır.
Bundan daha ileri seviyede bir böbürlenme kıssasını İbnu’l-Cevzi
Saydu’l-Hâtır’da (s.398) şu şekilde anlatmıştır: “Fasih (edebiyatı kuvvetli)
bir adam Kur’ân gibisini yazmaya güç yetirmeyi düşündü ve odasına çekilip “Bana
üç gün vakit verin” dedi. Üç gün sonra onun odasına girdiklerinde adamın elinde
kalem olduğu halde kurumuş ve ölmüş olduğunu gördüler.”
Şüphesiz böylesi büyüklenme ve kendini beğenmeler cezayı
çabuklaştıran sebeplerdendir. Allah ve rasulünün uyarılarına karşı aymaz
tavırlarda bulunmak da böyledir. Nitekim İyas b. Seleme’nin babası (Seleme b.
el-Ekva) radıyallahu anh’den rivayet ettiğine göre şöyle anlatmıştır:
“Bir adam Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında
sol eliyle yiyordu. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ona:
“Sağınla ye” buyurdu. Adam: “Yapamıyorum” dedi. Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem:
“Yapamaz ol” buyurdu. Adam ancak kibirden dolayı “yapamıyorum”
demişti. Bundan sonra adam elini ağzına kaldıramaz oldu.” Bunu Muslim (2021)
rivayet etmiştir.
Sol eliyle yiyen bu adam Busr el-Eşcai radıyallahu anh idi.
İmam Nevevi rahimehullah dedi ki: “O bir deve çobanının oğlu
olan Busr el-Eşcai idi. İbn Mende, Ebu Nuaym el-Esbehani, İbn Mâkûla ve
başkaları bu şekilde zikretmişlerdir. O meşhur bir sahabidir. Bu alimler ve
başkaları onu sahabi olarak zikretmişlerdir. Kadı Iyaz rahimehullah’ın: “Böyle
demesine ancak kibir sebep oldu” sözü onun bir münafık olduğuna delalet ediyor”
şeklindeki sözü doğru değildir. Zira mücerred kibir ve muhalefet münafıklığı
veya küfrü gerektirmez. Lakin emir, vacipliği gerekitiriyo olsa da, bu bir
masiyet (günah)tır. Bu hadiste, dinî bir hükme özürsüz olarak muhalefet eden
kimseye beddua etmenin caiz olduğuna delil vardır…”
Taberani (17/324), Beyhakî Delailu’n-Nubuvve’de (6/239) Ru’yani
Musned’inde (270) hasen isnadla Ukbe b. Âmir radıyallahu anh’den rivayet ediyorlar:
“Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Subey’a el-Eslemiyye’yi
sol eliyle yerken gördü ve:
“Ona ne oluyor da soluyla yiyor! Onu Gazze’nin hastalığı
yakalasın” buyurdu. O da: “Ey Allah’ın rasulü! Sağ elimde yara var” dedi Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem:
“Öyle olsa da (sağınla ye)” buyurdu. Subey’a radıyallahu
anha Gazze’ye uğradığında tâun isabet etti ve öldü.”
Allah’ın takdirâtına karşı itiraz içeren söylem ve eylemler,
hâdiseleri olumsuz yorumlayıp kötümserlik yapmak ve hayra yormaktan, iyimser
düşünmekten uzaklaşmak da belâ ve sıkıntıların sebeplerindendir. Nitekim her
şeyi olumsuz yönleriyle değerlendirip kötümser davranmak, tevhid bablarında
geçen ve tevhide aykırı düşmekle nitelenen “tıyera”/uğursuzluk düşüncesine dâhildir.
İbn Abbas radıyallahu anhuma şöyle anlatmıştır: “Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem bir bedeviye hasta ziyareti için geldi. Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem ziyaret için hastanın yanına girdiği zaman:
“Sakınca yok, temizlik inşaallah” derdi. Bedevi dedi
ki: “Temizlik mi? Ne temizliği! Bilakis bu ihtiyar adamı kavuran ve onu kabre
götürecek bir ateştir!” Bunun üzerine Nebî sallallahu aleyhi ve sellem:
“O zaman öyle olsun!” buyurdu. Bunu Buhârî (5656)
rivayet etmiştir.
Şarihler tarafından Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
bu sözünün ona bir beddua olduğu veya adamın akibeti hakkında verilen bir haber
olduğu söylenmiştir.
Abdurrazzak’ın Musannef’i (20309), Taberânî Mu'cemu'l-Kebîr
(7/306) ve Dulabi’nin el-Kuna’da (1/81) rivayetlerine göre Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem bu adama şöyle demiştir:
“Eğer kabul etmiyorsan dediğin gibi olsun! Allah’ın
takdiri neyse o olacaktır.” Adam ertesi güne ulaşamadan o akşam öldü.”
Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ve O’ndan gelen
sahih hadislere karşı umursamaz davranışlar, dünyada önemli hezimetlere sebep
olmuştur, olmaya da devam etmektedir. Bunun en bariz örneklerinden birisi
Uhud savaşındaki yenilgidir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem okçu
birliğine: “Bizi galip görseniz dahi bize yardım için buradan ayrılmayın”
diye tembihte bulunmuş, müşrikler kaçmaya başladığı ve kadınlar dizlerini
kaldırıp halhalları görününce “Ganimet! Ganimet!” demeye başlamışlar, Abdullah radıyallahu
anh: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ayrılmayın buyurdu” diye uyarmasına
rağmen dinlememişlerdi… (Bkz.: Buhârî 4043) Onlar re’yleriyle hareket ederek,
âdeta: “Şartlar değişti, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in tembihinin
bir önemi kalmadı” demek suretiyle Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
hadisine aykırı davrandılar ve Uhud bir yenilgi olarak tarihe geçti!
Allame Şeyh Mukbil b. Hadi el-Vadiî rahimehullah Tefsiru İbn
Kesir Tahkikinde (2/155) Uhud savaşında müslümanların durumu ile ilgili olarak şu
açıklamayı düşmüştür:
“Burada masiyetin hezimet sebebi oluşuna delil vardır.
Umulur ki asrımızdaki bazı İslami cemaatler sözde davetin maslahatı iddiasıyla sakalları
kesmek, evlerine eğlence aletleri sokmak gibi masiyetler konusunda ibret çıkarırlar!
Davetin maslahatı iddiasıyla (suret içeren video kayıtlarıyla) toplumu evlerine
televizyonlar, videolar sokma konusunda cesaretlendiriyorlar!”
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yönlendirmelerine
karşı kendi tercihiyle hareket etmek, musibet ve sıkıntılara sebep olur. Said
b. el-Museyyeb rahimehullah babasından, o da dedesinden şöyle rivayet etmiştir:
“Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e gittiğimde “İsmin nedir”
buyurdu. Ben: “Hazn (kaba)” dedim. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Sen
Sehl’sin (uysalsın)” dedi. Ben: “Babamın verdiği ismi değiştiremem” dedim.”
Said b. el-Museyyeb rahimehullah dedi ki: “Bu yüzden bizde bu kabalık devam
edegelmiştir.” Bunu Buhârî (6190) rivayet etmiştir.
Ebû Dâvûd’un (4946) rivayetinde metni şu şekildedir: “…Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem: “Sen Sehl’sin” buyurdu. O da dedi ki: “Hayır!
Sehl (uysal) olan çiğnenir ve aşağılanır” Said b. el-Museyyeb rahimehullah dedi
ki: “Zannederim ki ondan sonra onun kabalığı bize de isabet etti.”
İbn Ebi’d-Dunya
el-Ukubât kitabında (316) Suleyman b. Yesar rahimehullah’tan şöyle rivayet
etmiştir:
“Bir topluluk seferdeydi. Konaklayıp da hareket edecekleri zaman
şöyle dediler: “Bunları bizlere boyun eğdiren ne yücedir. Yoksa bizim bunlara gücümüz
yetmezdi. Muhakkak biz, elbette rabbimize döndürüleceğiz.” (Zuhruf 13-14)
Cemaatten bir adamın hantal bir devesi vardı. Dedi ki:
“Bana gelince bu hayvan bana boyun eğdirilmedi!” Bunun
üzerine deve onu üzerinden attı ve adamın boynu kırıldı.”
Dinî şiarları hafife almak ve alay etmek de cezalandırılmaya
sebep olur. İbnu’l-İmad’ın Şezeratu’z-Zeheb’de (5/457) ve İbn Kesir’in
el-Bidaye’de (17/470) naklettiklerine göre İbn Hallikân şöyle demiştir:
“Kendilerine güvenilen bir topluluktan bize ulaştığına göre
onlar Dımeşk’e vardıkları zaman Deyru Ebi Selame denilen bir köyde çok alaycı
ve cahil bir adam varmış. Bir gün misvak ve faziletlerinden bahsedilince bu
adam: “Vallahi ben ancak çıkış yerini misvaklarım” demiş ve misvakı alıp kıçına
götürmüş. Adam o gece sancılanmış ve dokuz ay boyunca karnında ve kıçında sancı
çekmiş. Sonra hamile kadının doğurması gibi, sıçana benzeyen bir hayvan
doğurmuş. Hayvanın başı balık kafası gibi, dört tane sivri dişi, bir buçuk
karış kadar uzun kuyruğu, tavşan poposu gibi poposu varmış. Bu hayvanı
çıkarınca hayvan üç defa bağırmış. Bunun üzerine adamın kızı kalkıp o hayvanın
başına vurarak öldürmüş. Adam da bundan sonra iki gün daha yaşayıp ölmüş. Adam
şöyle diyormuş: “Beni bu hayvan öldürdü, bağırsaklarımı parçaladı.” O yerin
halkından bir cemaat ve bölgenin hatibi bu hayvanı görmüşler.”
İmam Nevevi rahimehullah Bustanu’l-Arifin’de (s.94-95) dedi
ki: “Bunun benzeri bizim zamanımızda da meydana gelmiştir ve bu manadaki haber
mütevatir olup kadılar katında sabit olmuştur. Basra beldelerinden bir köyde 665
yılı başlarında, hayır ehli hakkında kötü itikadı olan bir adamın oğlu bir gün
salih bir şeyhin yanından elinde misvakla geldi. Adam oğluna alay ederek: “Şeyhin
sana ne verdi?” dedi. O da: “Bu misvakı verdi” dedi. Adam misvakı onun elinden
alıp, aşağılayarak kıçına soktu. Bir müddet sonra bu adam balığa benzer bir
enik doğurdu. Adam onu öldürdükten sonra kendisi de iki gün sonra öldü.”
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in görmediği rüyayı
görmüş gibi anlatan kimsenin ahirette karşılaşacağı cezayı bildirerek böyle bir
yalandan sakındırması malumdur. İbn Asakir’in Tarihu Dımeşk’te (53/232)
isnadıyla Hişam b. Hassan rahimehullah’tan aktardığı şu kıssa manidardır:
“Bir adam İbn Sirin rahimehullah’a şöyle anlattı: “Gece
rüyamda elimde camdan bir bardak, içinde su olduğunu gördüm. bardak kırıldı ve
su öylece kaldı.” İbn Sirin dedi ki: “Allah’tan sakın! Sen böyle bir şey
görmedin!” Adam: “Subhanallah” dedi. İbn Sirin rahimehullah dedi ki: “Yalan
söylediysen benim vebalim yok. Hanımın doğum yapacak ve ölecek, çocuk kalacak.”
Adam çıkınca dedi ki: “Vallahi ben bir şey görmemiştim” Fakat onu tabir
ettirdi. Hişam b. Hassan dedi ki: “Çok zaman geçmemişti ki adamın karısı bir
çocuk doğurdu, kadın öldü, çocuk yaşadı.”
Bu konuda sözü uzatmamak için zikredemeyeceğim sayısız
örnekler ve meseleler vardır. Hatta insanın sorumsuzca söylediği bazı sözler
dahi kendi aleyhine dönebilir. Asrımızda yaşanmış hadiselerden biri şöyle anlatılmıştır:
Adamın birinin kızı bir eklem hastalığına yakalanmıştı ve tedavisi için her
yola başvurdu, bir türlü tedavisinde başarılı olunamadı. Adam bir ara: “Kızımın
iyileşmesi için sağ kolumu verirdim” dedi. Çok geçmedi ki bu adam bir trafik
kazası geçirdi ve sağ kolu omuzundan kesilmek zorunda kalındı. Bu olayın
ardından hiç beklenmedik şekilde kızı da iyileşti ve doktorlar onun nasıl
iyileştiğini açıklayamadılar.
Şu halde kişi söylediği her sözü, yaptığı her işi iyi
tartmalı, Allah ve rasulüne karşı edebi hassasiyetle gözetmeli, başına gelen
işlerde öncelikle nefsinin hatasını muhasebe etmeli, olumsuzluklar karşısında
ümitsizliğe ve kötümserliğe de kapılmamalıdır. Zira her şeye kâdir olan,
tükenmez hazinelerin sahibi, gönüllerde gizli olanları dahi en iyi bilen bir
rabbe iman etmektedir.
Ebu Suleyman ed-Darani rahimehullah şöyle demiştir: “Onların
(Selefin) günahları az idi de belanın nereden geldiğini biliyorlardı. Bizim ise
günahımız çok olduğundan belanın nereden geldiğini bilemiyoruz.” Bunu İbn
Asakir Tarihu Dımeşk’te (43/546, 53/226) ve Ebû Nuaym Hilyetu'l-Evliyâ’da
(2/307) rivayet etmişlerdir.
Ebu Nuaym’ın Hilyetu’l-Evliya’da (7/18) nakline
göre Sufyan es-Sevrî rahimehullah şöyle demiştir: “İşlediğim bir günah
sebebiyle beş ay gece namazından mahrum edildim.”
Bunun benzeri ifadeler seleften diğer bazı kimselerden de
nakledilmiştir. Hatta seleften biri, aile halkının kendisine muhalefet
etmesinin veya hayvanının serkeşlik etmesinin sebebinin kendisinin Allah’a
karşı işlemiş olduğu bir hatada gördüğünü ifade etmiştir.
Nitekim bir adam İbrahim b. Edhem rahimehullah’a: “Gece
namazına muvaffak olamıyorum, bana bunun çaresini söyle” deyince şöyle cevap
vermiştir: “Gündüz Allah’a isyan etme ki seni gece huzurunda durdursun. Zira
gece O’nun huzurunda durdurulman en üstün şereftir. İsyan eden kimse ise bu
şerefi hak etmez.”
Evet, rabbini tanıyanlar için gece namazı her türlü sıkıntı
ve problemin giderilmesinde en büyük vesiledir. Belki de günümüzde müslümanların
sıkıntı ve musibetlerle bocalamalarının, aile hayatlarında, iş hayatlarında ve
sosyal ilişkilerinde olumsuzluklarla boğuşmalarının, eşlerini, çocuklarını,
işlerini, arkadaşlarını, gönül huzurlarını ıslah edememelerinin sebebi bu
hakikatlerden gafil olmaladır.
Gaflet edilen şey, şöyle özetlenebilir. Müslüman kişi eğer
Allah’a itaat etmeye çalıştığı halde eşinde, çocuğunda, arkadaşlarında, işinde,
sıhhatinde, mâli durumunda hoşlanmadığı şeylerle iptila ediliyorsa, mutlaka
hayatını gözden geçirmeli, önemsemeden veya hafife alarak işlemiş olduğu
muhalefetleri araştırarak kendisini inceden inceye hesaba çekmeli, Allah ve
rasulüne muhalefet ettiği, edepsizlik ettiği veya büyüklendiği ne gibi hatalar
varsa bunları telafiye çalışmalı, istiğfara (Allah’tan bağışlanma dilemeye)
devam etmelidir. Bunun en güzel vakti de Allah’ın dünya semaına nüzul ettiği
gecenin son üçte birlik vakti, seher vakitleridir.
Olmasını isteyip de muvaffak olamadığı şeyleri Allah’tan
istemenin vakti de o vakitlerdir! Lakin öncelikle bu vakitlerde bağışlanma
dilemekten, Allah’ın tükenmez hazinelerinden istekte bulunmaktan mahrum
kılınmaya sebep olan engelleri kaldırmak gerekir! Rasulullah sallallahu aleyhi
ve sellem bizleri, küçümsenen günahlara karşı uyarmıştır!
Buhârî (1145,
6321, 7494) ve Muslim’in (758) de rivayet ettikleri hadiste Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Rabbimiz Tebarek ve Teâlâ her gece,
gecenin son üçte birinde dünya semâına nüzul eder ve buyurur ki: “Bana duâ eden
yok mu, ona icabet edeyim. Benden isteyen yok mu, ona istediğini vereyim.
Benden bağışlanma dileyen yok mu, onu bağışlayayım.”
Şu halde bütün
sorunları ortadan kaldıracak olan, bütün hayırları temin edecek olan, âlemlerin
rabbi Allah ile aramızın iyi tutulması en büyük öncelik olmalıdır ki, dünya hayatı
da, ahiret hayatı da huzur ve saadet ile sürsün.