Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

19 Eylül 2016 Pazartesi

İbn Hazm’dan Önce Hadis Ehlinin Kıyası İnkâr Etmeleri

Ehl-i Hadis Selefîler’in mezhep taklidine, re’y ve kıyas ile fetvaya karşı çıktıkları malum ve meşhurdur.  Lakin müslümanlar arasında ihtilafları ve demokrasi gibi bâtıl ideolojileri yaymak isteyen İslam düşmanlarının tuzaklarına düşmüş olan kimseler, Selefî’lerin arasına da çeşitli maskelerle girmiş, kendilerini gizlemişler ve habis fikirleri yaygınlaştırmışlardır. Bunun neticesinde
Kendisinin selefî olduğunu söyleyen fakat iman, islam, küfür, nifak, fısk, bid’at, mümin, müslüman, münafık, fasık, mübtedi’ gibi şer’î ıstılahların farklarını bilmeyen
Kendisinin selefî olduğunu söyleyen fakat Allah’a kulluğun gereği olan namaz, oruç, cihad gibi mükellefiyetler konusunda Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e tabi olmayan, nasıl tabi olacağını da umursamayan, ilim talep etmeyen, delillerle değil de hislerle hareket eden
Kendisinin selefî olduğunu söyleyen fakat mezheplere bağlanan, taklidi savunan,
Kendisinin selefi olduğunu söyleyen fakat kıyası savunan,
Kendisinin selefî olduğunu söyleyen fakat ihtilafı rahmet gören,
Kendisinin selefî olduğunu söyleyen fakat el-Kaide, Nusra, İşid gibi haricî örgütlerine sempati duyan,
Kendisinin selefî olduğunu söyleyen fakat mescidleri terk ederek derneklere gidip gelen,
Kendisinin selefî olduğunu söyleyen fakat demokratik sistemlerde oy kullanan, mitinglere katılan, haram suretlere bulaşan,
Kendisinin selefî olduğunu söyleyen fakat ittiba tevhidinden haberi olmayan, bid’atlere hoş görüyle bakan,
Kendisinin selefî olduğunu söyleyen fakat imanın en sağlam kulpu olan velâ ve berânın gereği olarak bid’atçilerden uzaklaşılmasını tekfircilik, bid’at ehlinin reddedilmesini de fitnecilik zanneden,
Kendisinin selefî olduğunu söyleyen fakat selefin fehmini ve menhecini hiç umursamadan, ilim ehli olmadığı halde haddi olmayan konularda içtihada kalkışan vs. kimseler zuhur etmiştir, etmektedir.
Bu ifsad edilmiş ve kasıtlı olarak cahil bırakılmış nesil arasında sahih menhecin düşmanlarının ittifakla saldırdıkları şeylerden birisi de; icma çerçevesinden çıkmamak şartıyla kitap ve sünnetten başka delil tanımamaktır. Kıyası savunmaktalar, bazısı kıyasa karşı olduğunu diliyle söylese bile kıyasın daniskasını yaparak haramı helal, helali haram kılmaktalar. Sigarayı haram saymaları ve oy kullanmayı helal kılmalarında olduğu gibi.

Cahilleri şöyle iddia ediyor: “İbn Hazmdan önce kimse kıyası inkâr etmemiştir(!)”
Bu konuda çeşitli deliller getirerek İbn Hazm’dan önce kıyasa karşı çıkan selefin sözlerini defaatle nakletmiştim. Bu nakilleri, kasıtlı olarak cahil bıraktıkları talebelerine karşı değişik üsluplarla yorumluyorlar ve “Selefin reddettikleri kıyas akide konusundaki kıyas ile nas bulunan konulardaki kıyastır, fıkhın füruundaki kıyasa kimse karşı çıkmamıştır” gibi yorumlar yapıyorlarmış.

Hâlbuki kıyas taraftarları, kıyası ispat adına, kelamcıların akide meselelerinde kıyas yapabilmek için delil getirmeye çalıştıkları ayetleri, fıkhî kıyas konusunda delil getirerek ilme karşı cinayetler işlemekteydiler. Adil Yusuf Giydan adındaki bir sapık: "Allah kıyas yapmıştır, biz neden yapmayalım" şeklindeki şirk sözünü söylediğinde hayranlıkla dinlemişlerdi. Bunun manasının: "Allah helal ve haram koymuştur, biz neden koymayalım" demekle aynı olduğuna ve beşeri hükümler koyarak Maide 44. ayetini çiğnemenin önünü açmak için kurgulanmış bir tuzak olduğuna daha önce dikkat çekmiş, internet sayfamda ve Bizden Olmayanlar adlı kitabımda bu cahilce cürümlere ayrıntılı reddiyeler vermiştim.
Burada bahsi geçen iddiaya karşı basit bir örnekle cevap vereyim ki, ilme ulaşmaktan engellenenler arasında sözün güzeline uyması umulan insaflı kimseler varsa hakkı görsünler.
İbn Hazm'dan daha önce yaşamış ve yaklaşık hicrî 360 yılında vefat etmiş olan Mucahid ve Muhaddis İmam Ebu Ahmed Muhammed b. Ali el-Kercî el-Kassab (gazvelerde çokça kâfir öldürdüğü için "Kassab" lakabı ile meşhur olmuştur) rahimehullah Mürcie, Sufiyye, Mu’tezile, Cehmiyye, Hariciyye gibi bid’at fırkalarına da yer yer reddiyeler verdiği Nuketu’l-Kur’an adlı eserinde birçok yerde kıyasa ve taklide de karşı çıkmıştır.
Daha önce kıyas hakkında Nahl suresinde yaptığı tefsirden bir pasajı terceme edip aktarmıştım.

Hafız Zehebî, el-‘Uluv, (520)’de, Ebû Ahmed el-Kercî el-Kassab’ın hal tercemesinden bahsederken şöyle der: “Allame Ebû Ahmed el-Kercî, telif ettiği akidesinde söyledikleri arasında: ‘Rabbimiz Azze ve Celle tek olarak vardı, onunla beraber bir şey yoktu, kapladığı bir mekân yoktu, her şeyi kudreti ile yarattı. ‘Arşı da yarattı. Ona ihtiyacı yoktur. Üzerine yerleşerek dilediği gibi yerleşti. Bu yerleşme mahlûkun istirahat etmesi gibi bir istirahat değildir’ ifadeleri de vardı.”
 
Hadis ehli bir imam olan Ebu Ahmed el-Kercî, Nüketu’l-Kur’an’da (1/430-431) şöyle demiştir:
İşte ölüleri de böyle çıkarırız. Umulur ki düşünürsünüz.” (A’raf 57)
Bu ayette misal vermeye ve anlayış için manaları yakınlaştırmaya delil vardır. Bana ulaştığına göre bir topluluk bu ve Kur’andaki buna benzer ayetleri kıyası ispat etmek için delil getiriyorlarmış. Bu müşkil olmayan bir cahilliktir. Zira onlara göre kıyas; başka bir şey sebebiyle bir şeyi haram kılmak veya helal kılmaktır. Allah Azze ve Celle’nin ölüleri çıkarması, ürünleri suyla çıkarmasından dolayı değildir. Lakin insanlara burada ürünleri çıkarmaya kadir olanın ölüleri de çıkarmaya kadir olduğu öğretilmektedir. Şayet burada kıyasın; bir şeyi haram kılmaya bizzat kadir olanın, onun benzeri olan bir şeyi de haram kılmaya kadir olduğu şeklinde olsaydı, bu kıyas doğru olurdu.  
Şayet, emir altındaki kişinin, haram kılınan bir şeyin benzeri olarak gördüğü şeyi de haram kılmaya kalkması kastediliyorsa, bu ve buna benzer ayetleri delil getirmenin bir açısı yoktur. Bilakis bunun; Allah’ın haram kıldığı bir şeyi onda bulunan bir illetten dolayı haram kıldığına hükmederek, Allah’a bir iftira olmasından ve söylediğine dair ilim olmadan bir sözü O’na nispet etmek olmasından korkulur. Bununla beraber, şayet Allah bize o şeyi, kendisinde bulunan bir illet sebebiyle haram kıldığını bildirirse, O’nun bildirdiği illet kesin bir ilimdir. Bize göre onun benzeri olan şeydeki illet ise şüpheli bir ilimdir. Başka bir şeyi bunun hükmüne yüklemeyi bize caiz kılmış olurdu. Şayet illetin bizzat kendisi haram kılıcı olsaydı, haram olan aslın üzerine yüklenen fer’, Allah’ın onu haram kılmasından önce haram sayılırdı. Bunu ise beşer söyleyemez!”

Yine Nuketu’l-Kur’ân’da (2/93-102 arası) şöyle der:


"Şayet birisi şöyle derse: “Sad b. Ebi Vakkas radiyallahu anh küçük taneli arpa karşılığında akbuğdayın takasını haram kılmadı mı? İbn Abbas radiyallahu anhuma yiyecek dışındaki şeyleri de teslim almadan satma konusunda yiyecek menzilesinde görmedi mi? Onlar Allah’a iftira mı etmiş oldular?”


Denilir ki: Onların Allah’a iftira etmiş olmalarından Allah’a sığınırız. Bilakis onlar söyledikleri şeyde isabet etmişlerdir. Sad b. Ebi Vakkas radiyallahu anh’e gelince, onun görüşüne göre buğday ve arpa ancak misli misline takas edilebilirdi. Kendisine akbuğday ile ufak arpanın takası sorulunca “Hangisi daha fazla?” dedi. Soran kişi de: “akbuğday” deyince, bunu yasakladı. Muhtemelen ufak arpa, kuruduğu zaman ağırlığı eksiliyordu.


Akbuğdayın yaş olan ufak arpa ile takası sorulunca, ufak arpanın kuruduğu zaman ağırlığı tartıda akbuğdaydan eksik olacağını anladı. Böylece bu, aralarında fazlalık söz konusu olan altı sınıftan bir tür oldu. Bunun delili şudur: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e kuru hurma karşılığında yaş hurmanın satışı sorulmuştu. Yaş hurma, kuru hurmadan eksik olacaktır. Ufak arpa da kuruduğunda akbuğdaydan eksik olacaktır. Her ikisi de nas ile belirtilmiştir. Sad radiyallahu anh’e göre ikisi arasındaki fazlalık birdir ve bu ribâdır.


Şayet: “Sad radiyallahu anh’ın arpayı buğday menzilesinde sayıp, aralarında fazlalığı caiz görmemesinin açısı nedir? Halbuki Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buna cevaz verdi” denilirse, şöyle cevap verilir: Bu kıyas cihetiyle olmamıştır. Nitekim bu konuda Abdurrahman b. el-Esved b. Abdiyegus ve İbn Muaykib ed-Devsî ona muvafakat etmişlerdir ve Medine ehlinin görüşü de bu şekildedir. Onlar diğer sınıfları buna katmışlar ve farklı cinsler olmadıkları sürece bu iksinden birini caiz görmemişlerdir.

Sad ve Abdurrahman b. el-Esved radiyallahu anhuma’nın görüşünün açısı ise bize göre şudur: Sad radiyallahu anh eşeğinin yemini veriyor, Abdurrahman da devesinin yemini veriyordu. İkisi de kölelerine buğday verip arpa almalarını ve bunu misli misline yapmalarını emrettiler. Belki de o ikisi, biri eşeğine, diğeri devesine günlük yemine yetecek kadar bir miktarı almak istiyorlardı. İkisi de teslim alma zamanının gecikmesi sebebiyle vade faizine dönüşmesinden çekindikleri için arpa ile buğday arasında fazlalığı men ettiler ve kölelerine riba yapmamalarını emrettiler. Çünkü Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu ikisinin takasını ancak peşin olduğu zaman mubah kılmış, vadeyi ise haram kılmıştı. Sad radiyallahu anh’ın görüşünün açısı budur ve bu güzel bir açıklamadır.

İbn Abbas radiyallahu anhuma’nın: “Her şey yiyecek menzilesindedir” sözüne gelince bu, Hakîm b. Hizam radiyallahu anh’ın Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e söylediği bir ifadedir: “Kişi benden elimde mevcut olmayan şeyi satın almak istiyor, ona bunu satayım mı?” diye sormuş, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de: “elinde mevcut olmayan şeyi satma” buyurmuştur.

Şayet: “İbn Abbas radiyallahu anhuma, Hakim radiyallahu anh hadisindeki nassı bilmediği halde onun sözüne muvafık düşmüş olmuyor mu?” denilirse, şöyle denilir: O bunu zan ile söylemiş ve: “Zannediyorum ki her şey yiyecek menzilesindedir” demiştir. Bunu kesin bir ifadeyle söylerek riske girmemiş, zannında da hakka uygun düşmüştür.

Sahabi bir söz söyler de Allah onu hakka uygun düşürürse bu bizzat kıyasçılar katında da hüccettir. Görmez misin, sahabi, yerinden ayrılmadan ve başkasına taşıtmadan avlanma cezası konusunda Allah’ın emrine uygun düşmüştür. Nitekim Ömer b. el-Hattab radiyallahu anh bazı şeyler hakkında konuşmuş, Kur’anda onu tasdik eden ayetler nazil olmuştur. İbn Abbas radiyallahu anhuma da, Ömer radiyallahu anh kadar olmasa da değeri büyük, faziletli bir sahabidir. Onun bir şey hakkında söz söyleyip de Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetinin onu tasdik etmesi inkâr edilemez.

Bu durum kıyası mubah saymaya ya da helal kılma ve haram kılmada Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bunu tasdik eden bir sünneti bulunmayan görüşleri hüccet saymaya bir vesile olamaz.

Bunun delillerinden birisi de İbn Abbas radiyallahu anhuma’nın bu görüşünün bir kıyas olmayışıdır. O nas bulunmayan her konuda kıyası uygulanacak bir din olarak görmemiştir. Çünkü o, kocası ölen hamile kadının iddet süresini iki süreden en sonuncusu olarak belirlemiş, onu boşanmış kadına kıyas etmemiştir. Bu kadının dilediği kadar iddet beklemesini caiz görmüş, onu evinde bekletmemiştir. Bu kadını, Allah’ın kendisine evinde beklemeyi ve açık bir çirkinlik işlemesi söz konusu olmadıkça iddeti bitinceye kadar evinde çıkmamayı emrettiği boşanmış kadına kıyas etmemiştir.

Yine burada da sahabinin başkasının bildiği sünnete göre görüş sahibi olduğuna delil vardır. Bu durum onun fazilet derecesini ve sahabelik hakkını düşürmez. Nitekim İbn Abbas radiyallahu anhuma’ya bu iki meselede Subey’a el-Eslemiyye radiyallahu anha hadisi ve Ebu Said el-Hudrî radiyallahu anh’ın kızkardeşi olan Furey’a radiyallahu anha’nın hadisi gizli kalmıştı. Bu hadisler, İbn Abbas’ın verdiği fetvanın hilafına idi.”
 
 
 

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)