Ma'kil b. Yesâr el-Müzenî radiyallahu anh’den: “Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
لا تَذْهَبُ اللَّيَالِي وَالْأَيَّامُ
حَتَّى يَخْلَقُ الْقُرْآنُ فِي صُدُورِ أَقْوَامٍ مِنْ هَذِهِ الْأُمَّةِ كَمَا تَخْلَقُ
الثِّيَابُ وَيَكُونُ غَيْرُهُ أَعْجَبَ إِلَيْهِمْ وَيَكُونُ أَمْرُهُمْ طَمَعًا كُلُّهُ
لَا يُخَالِطُهُ خَوْفٌ إِنْ قَصَّرَ عَنْ حَقِّ اللَّهِ مَنَّتْهُ نَفْسُهُ الْأَمَانِيَّ
وَإِنْ تَجَاوَزَ إِلَى نَهْيِ اللَّهِ قَالَ أَرْجُو أَنْ يَتَجَاوَزَ اللَّهُ عنِّي
يَلْبَسُونَ جُلُودَ الضَّأْنِ عَلَى قُلُوبِ الذِّئَابِ أَفْضَلُهُمْ فِي أَنْفُسِهِمُ
الْمُدَاهِنُ قِيلَ ومن الْمُدَاهِنُ؟ قَالَ الَّذِي لَا يَأْمُرُ وَلَا يَنْهَى
“Bu ümmetten bazı kimselerin gönüllerinden Kur'ân
çıkarılmadıkça gece ve gündüzler tükenmez. Öyle ki elbisenin çıkarıldığı gibi
Kur'ân da o kimselerin kalplerinden çıkarılır ve onlara Kur'ân'dan başka şeyler
sevdirilir. O şeyler daha çok hoşlarına gider. O zaman o kimselerin her işleri
hırs ve tamahkârlıkla olur. Onlar o zaman Allah'tan korkmazlar. Allah'ın
emrettiği bir şeyi yapmadıklarında kendilerini nefislerini temennilerle
avuturlar. Allah'ın yasakladığı bir şeyi işlediklerinde: “Allah beni
cezalandırmaz” derler. İşte o kimseler kuzu postuna bürünmüş kurt kalpli
kimselerdir. Aralarında en faziletlileri mudâhin olan kimsedir." Ona:
"Mudâhin kimdir?" denilince: “İyiliği emretmeyen ve
kötülüğü yasaklamayan kimsedir” dedi.”[1]
Ebu’l-Aliye Rufey b. Mihran er-Riyahi rahimehullah dedi ki:
لَيَأْتِي عَلَى النَّاسِ زَمَانٌ تَخْرَبُ
صُدُورُهُمْ مِنَ الْقُرْآنِ وَتَبْلَى كَمَا تَبْلَى ثِيَابُهُمْ وَتَهَافَتُ لَا
يَجِدُونَ لَهُ حَلَاوَةً وَلَا لَذَاذَةً إِنْ قَصَّرُوا عَمَّا أُمِرُوا بِهِ قَالُوا
إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ وَإِنْ عَمِلُوا بِمَا نُهُوا عَنْهُ قَالُوا سَيُغْفَرُ
لَنَا إِنَّا لَا نُشْرِكُ بِاللَّهِ شَيْئًا أَمْرُهُمْ كُلُّهُ طَمَعٌ لَيْسَ مَعَهُمْ
خَوْفٌ لَبِسُوا جُلُودَ الضَّأْنِ عَلَى قُلُوبِ الذِّئَابِ أَفْضَلُهُمْ فِي أَنْفُسِهِمُ
الْمُدَاهِنُ
“İnsanlar üzerine bir zaman gelir, kalpleri Kur’ândan yana
harap olur. Elbiselerinin eskimesi gibi eskir. Onun tat ve lezzetini
bulamazlar. Emrolundukları şeyleri yapmadıklarında: “Muhakkak ki Allah
bağışlayıcıdır, merhametlidir” derler. Yasaklandıkları şeyleri işlediklerinde: “Biz
Allah’a bir şeyi ortak koşmadığımız için bağışlanacağız” derler. Onların bütün
işleri tamahkârlıktır. Onlarda Allah’tan korku yoktur. Onlar kuzu postuna
bürünmüş kurt kalpli kimselerdir. Aralarından en faziletlileri mudahin
kimselerdir.”[2]
Muaz b. Cebel radiyallahu anh dedi ki:
سَيَبْلَى الْقُرْآنُ فِي صُدُورِ أَقْوَامٍ
كَمَا يَبْلَى الثَّوْبُ فَيَتَهَافَتُ يَقْرَءُونَهُ لَا يَجِدُونَ لَهُ شَهْوَةً
وَلَا لَذَّةً يَلْبَسُونَ جُلُودَ الضَّأْنِ عَلَى قُلُوبِ الذِّئَابِ أَعْمَالُهُمْ
طَمَعٌ لَا يُخَالِطُهُ خَوْفٌ إِنْ قَصَّرُوا قَالُوا سَنَبْلُغُ وَإِنْ أَسَاءُوا
قَالُوا سَيُغْفَرُ لَنَا إِنَّا لَا نُشْرِكُ بِاللَّهِ شَيْئًا
“Kur’ân tıpkı kumaşın dürülüp kaldırılması gibi bazı
kavimlerin göğüslerinden kaldırılacak, onun arzusunu ve lezzetini
bulamayacaklar. Onlar kuzu postuna bürünmüş kurt kalpli kimselerdir. Amelleri korkunun
karışmadığı ümitten ibarettir. Kusur işlediklerinde: “Ulaşırız” derler. Kötülük
işlediklerinde: “Bağışlanırız. Çünkü bizler Allah’a bir şeyi ortak koşmuyoruz”
derler.”[3]
Tabiinin büyüklerinden Tubey’ el-Himyeri rahimehullah dedi
ki:
إِنِّي لأَجِدُ نَعْتَ أَقْوَامٍ يَتَفَقَّهُونَ
لِغَيْرِ اللهِ وَيَتَعَلَّمُونَ لِغَيْرِ الْعِبَادَةِ وَيَلْتَمِسُونَ الدُّنْيَا
بِعَمَلِ الآخِرَةِ يَلْبَسُونَ جُلُودَ الضَّأْنِ عَلَى قُلُوبِ الذِّئَابِ فَبِي
يَغْتَرُّونَ وَإِيَّايَ يُخَادِعُونَ فَبِي حَلَفْتُ لَأُتِيحَنَّ لَهُمْ الفِتْنَة
تَتْرُكُ الْحَلِيمَ فِيهَا حَيْرَانَ
“Muhakkak ki ben (Tevrat’ta) Allah’tan başkası için fıkıh
öğrenen ve ibadet dışında bir gaye için ilim öğrenen kavimlerin özelliğini
buluyorum. Ahiret ameliyle dünyayı isterler ve kalpleri kurt kalbi olduğu halde
koyun postuna bürünürler. Benim rahmetime mi aldanıyorlar? Ben onları öyle bir
fitneye düşürmeye yemin ettim ki aralarında halim kimse dahi şaşkın kalır.”[4]
Ali b. Ebi Talib radiyallahu anh’den:
ليخلقن الْقُرْآن فِي قُلُوب أَقوام فيتهافت
كَمَا تتهافت ثِيَابهمْ لَا يَجدونَ لَهُ لَذَّة وَلَا حلاوة إِن قصروا مَا أمروا بِهِ
قَالُوا إِن الله غَفُور رَحِيم وَإِن انتهكوا مَا نهوا عَنهُ قَالُوا سيغفر لنا مَا
نشْرك أَمرهم إِلَى الطمع لَا تخالطهم مَخَافَة يلبسُونَ جُلُود الضَّأْن على قُلُوب
الذئاب خَيرهمْ فِيهِ المداهن
“Kur’ân bazı kavimlerin kalplerinde öyle eskir ki, elbisenin
dürülüp kaldırılması gibi kaldırılır. Onda bir tat ve lezzet bulamayacaklar.
Emrolundukları şeyi yapmadıklarında: “Muhakkak ki Allah bağışlayıcıdır,
merhametlidir” derler. Yasaklandıkları şeyi işlediklerinde: “Şirk koşmadığımız
sürece bağışlanacağız” derler. Onların işi korkunun karışmadığı ümit etmekten
ibarettir. Kalpleri kurt kalbi gibi olduğu halde koyun postuna bürünürler.
Aralarından en hayırlıları mudahin olanlardır.”[5]
Tevhid üzere olan kimsenin korku ve ümit arasında denge
üzere olması gerekir. Nitekim İmam Malik b. Enes rahimehullah dedi ki:
لَوْ أَنَّ الْعَبْدَ ارْتَكَبَ الْكَبَائِرَ
بَعْدَ أَنْ لا يُشْرِكَ بِاللَّهِ شَيْئًا ثُمَّ نَجَا مِنْ هَذِهِ الأَهْوَاءِ وَالْبِدَعِ
وَالتَّنَاوُلِ لأَصْحَابِ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَرْجُو
أَنْ يَكُونَ فِي أَعْلَى دَرَجَةِ الْفِرْدَوْسِ مَعَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ
وَالشُّهَدَاءِ وَالصَّالِحِينَ وَحَسُنَ أُولَئِكَ رَفِيقًا وَذَلِكَ أَنَّ كُلَّ
كَبِيرَةٍ فِيمَا بَيْنَ الْعَبْدِ وَبَيْنَ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ فَهُوَ مِنْهُ عَلَى
رَجَاءٍ وَكُلُّ هَوًى لَيْسَ مِنْهُ عَلَى رَجَاءٍ إِنَّمَا يَهْوِي بِصَاحِبِهِ فِي
نَارِ جَهَنَّمَ مَنْ مَاتَ عَلَى السُّنَّةِ فَلْيُبْشِرْ مَنْ مَاتَ عَلَى السُّنَّةِ
فَلْيُبْشِرْ مَنْ مَاتَ عَلَى السُّنَّةِ فَلْيُبْشِرْ
“Şayet kul Allah’a bir şeyi ortak koşmadan, şu hevalardan, bid’atlerden ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabına dil uzatmak kurtulmuş olduğu halde büyük günahlar işlese onun Firdevs’in en yüksek derecelerinde nebiler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle beraber olabileceğini umarım. Onlar da ne güzel arkadaşlardır! Çünkü her büyük günah kul ile Allah Azze ve Celle arasındadır ve ondan ümit vardır. Hevâ (bid’atler)den ise ümit yoktur. Heva ancak sahibini cehennem ateşine yuvarlar. Kim sünnet üzere ölürse sevinsin! Kim sünnet üzere ölürse sevinsin! Kim sünnet üzere ölürse sevinsin!” İbnu’l-Mibred Cem’u'l-Cuyuşi’d-Desakir'de (34) isnadıyla nakletmiştir.
[1]
Zayıf. Ebû Nuaym Hilyetu'l-Evliyâ (6/59)
Haris b. Ebi Usame (768) isnadında Eban b. Ebi Ayyaş metruktur.
[2]
Hasen maktu. Ahmed Zühd (1764) İbn
Ebi'd-Dunyâ el-Ukubat (341) Dineveri el-Mucalese (2811) İbn Asakir Tarih (18/181)
İbnu’l-Adim Bugyetu’t-Taleb (8/3688)
[3]
Sahih mevkuf. Dârimî (3389) İbn
Asakir Tarih (67/97)
[4]
Sahih maktu. Beyhakî Şuab (2/314) İbn
Asakir Tarih (11/34)
[5]
Deylemi (5360)