Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

28 Ocak 2024 Pazar

Haddâdiye’nin Özellikleri

 1- Muasır selefî menhec âlimlerine buğzederler, onları küçümserler, cahillikle ve sapıklıkla suçlarlar. Sonra İbn Teymiyye, İbn Kayyım, Tahavi şârihi İbn Ebi’l-İzz gibi âlimlere dil uzatarak onların konumlarını düşürür ve sözlerini reddederler.

2- Bid’at’e düşmüş olan herkesi bid’atçilikle suçlarlar. Onlara göre İbn Hacer’in durumu Seyyid Kutub’dan bile daha şiddetlidir!

3- Bid’ate düşmüş herkesi bid’atçi saymayanları da bid’âtçilikle itham ederler ve düşmanlık ederler. Onlara göre; “Falan Eşâridir” demek yeterli değildir, bilakis onun bid’atçi olduğunu da söylemeyi şart koşarlar. Bunu demezse ona hecr uygular ve bid’atçilikle itham ederler.

4- Bid’at ehline rahmet okumayı mutlak olarak haram sayarlar. Onlara göre Rafizî, Kaderî ve Cehmî ile bir bid’ate düşmüş âlim arasında fark yoktur!

Bu Görüşün Reddi: Şeyhulislam İbn Teymiyye şöyle der: “Münafık olduğu bilinmeyen her müslüman için, onda bir bid’ât veya fısk bulunsa dahi bağışlanma dilemek ve cenaze namazını kılmak caizdir. Lakin herkesin onun cenaze namazını kılması vacip değildir. Eğer onun cenaze namazını kılmak bid’ate veya günahın izharına sebep olacaksa, insanları sakındırmak için onun cenaze namazını kılmayı terk etmek meşru olur. Nitekim Nebî sallallahu aleyhi ve sellem de kendisini öldüren kimsenin cenaze namazını kılmamıştır.”[1]

İbn Teymiyye Fetava’l-Kubra’da şöyle demiştir: “Kendisinden nifak ve zındıklık bilinen bir kimse hakkında, İslam’ı izhar ediyor olsa dahi, onun bu durumunu bilen kimsenin onun cenaze namazını kılması caiz olmaz. Zira Allah, nebisi sallallahu aleyhi ve sellem’i münafıkların cenaze namazını kılmaktan yasaklamış ve şöyle buyurmuştur:

Onlardan ölen hiçbir kimsenin namazını asla kılma, kabrinin başında da durma. Çünkü onlar Allah’ı ve rasûlünü inkâr ettiler ve fasık olarak öldüler.” (Tevbe 84)

 Senin onların bağışlanmasını istemen ya da bağışlanmasını istememen onlar için birdir. Allah, onları asla bağışlamayacaktır.” (Munafikun 6)

Ama büyük günah sahipleri gibi, imanıyla beraber fıskı açıkça ortaya koyan bir kimseyse bazı müslümanların onun cenaze namazını kılmaları zorunludur. Onun örnek alınmasından sakındırmak için cenaze namazını kılmayan kimse kılmaz. Nitekim Nebî sallallahu aleyhi ve sellem kendisini öldüren kimsenin, ganimetten aşıran kimsenin ve borcunu ödemeyen kimsenin cenaze namazlarını kılmamıştır. Seleften birçok kimse de bid’at ehlinin cenaze namazını kılmaktan geri durmuşlardır. Bu güzel bir sünnettir. Cundub b. Abdillah el-Becelî radıyallahu anh’ın oğlu kendisine: “Dün gece çok yemekten dolayı uyuyamadım” deyince o da: “Bu halde ölseydin cenaze namazını kılmazdım” dedi. Sanki çok yemekten dolayı kendisini öldürmüş olacağını kasteder gibiydi. Bu güzelce hecr uygulama kabilindendir. Onlardan birine cenaze namazı kılan kimse Allah’ın ona rahmetini umar. Ona göre bundan kaçınmasını gerektirecek ağır basan bir maslahat yoktur. Bu da güzeldir. Şayet zahirde bundan kaçınsa ve gizlice onun için dua etse iki maslahatı bir araya getirmiş olur. Bu da iki maslahattan birini elden kaçırmasından daha üstündür. Kendisinden nifak bilinmeyen herkes müslümandır ve onun için bağışlanma dilemek, cenaze namazını kılmak caizdir. Hatta bu emredilmiştir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

Hem kendi günahın, hem mü’min erkekler ve mü’min kadınlar için mağfiret dile.” (Muhammed 19)”[2]

El-Elbani rahimehullah şöyle demiştir: “Seleften bazısı bid’atleri sebebiyle bazı müslümanların cenaze namazını kılmamıştır. Bu durum her müslümanın cenaze namazının kılınmasının meşru olmasını ortadan kaldırmaz. Çünkü bu bir sakındırma ve o kilinin örnek alınmasını engellemek için te’dip babındandır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in günahı olmadığı halde borçla ölen kimsenin, ganimetten aşıran kimsenin ve benzerlerinin cenaze namazını kılmaması gibi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bu kimselerin cenaze namazını kılmaması, seleften bazısının bundan geri durmasından daha önemlidir. Bu durum bid’atçi müslümanın cenaze namazını kılmanın caiz olmadığını göstermez.”[3]

5- Ebu Hanife, Şevkanî, İbnu’l-Cevzi, İbn Hacer, Nevevî gibi bazı bid’atlere düşmüş âlimlere rahmet okuyanları bid’atçi sayarlar.

6- Bir bid’ate düşen kimseyi bid’atçi saymayanı bid’atçilikle suçlarlar. Hizipçilere, bid’atçilere ve taassup ehline karşı en şiddetli âlimlerden olan Şeyh el-Elbani rahimehullah’a düşmanlık ederler.

7- Mahmud el-Haddad hakkında aşırılık edip onu ilimde en üst mertebelerde ve tartışmasız imam olarak görürler. Dürüstlüğü seviyormuş görüntüsü vererek Selefî âlimler hakkında “Falan yalancıdır, kezzabdır” gibi sözlerle dil uzattıkları halde, Allah’ın yalanlarını ve iftiralarını ortaya çıkarmış olduğu Mahmud el-Haddad hakkında aşırı taassup gösterirler.

8- Namazın terkinden dolayı tekfir etmeyenleri Mürcie olmakla suçlarlar.

9- Lanet etme, kabalık, terör onların özelliklerindendir. Öyle ki selefîleri dövmekle tehdit ederler. Hatta bazılarına saldırmışlardır.

10- Muayyen şahsa lanet etmeleri. Hatta bazıları Ebu Hanife’ye lanet ederler ve bazıları da tekfir ederler. Ebu Hanife’nin sapıklıkları ve bid’atlerinin açıklanması onlara göre yeterli değildir, tekfir edilmesini de şart koşuyorlar. Medine’li âlimler el-Haddad’ın selefin menhecinden saptığını ortaya koymuş ve reddetmişlerdir. Haddadîler kendilerini İmam Ahmed’in menhecine nispet ederler. Haddad’ın İmam Ahmed’e muhalefet edip bid’at ehline uyum gösterdiği ortaya konulduğu zaman İmam Ahmed’e bu görüşün nispetini inkâr etmeye kalkıyorlar. El-Haddad diyor ki: “Bu İmam Ahmed’den sahih olarak gelse bile biz onu taklid etmeyiz.” Hâlbuki onlar hakkı talep etmiyorlar, ancak selefiler arasına fitne sokup ayrılık çıkarmak istiyorlar.

11- Ehl-i Sünnet’in bid’at ehli hakkında söylediği sözleri sünnet ehli aleyhine kullanarak niteleme yaparlar.

12- Cehaleti mazeret görenleri sapıklıkla suçlarlar. Çünkü kendileri aslen tekfircilerdir.

13- Kendilerine muhalefet edenleri hizipçi ve bid’atçi olarak görürler.

Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir: “Her birinin görüşlerinde ihtilaf bulunmasına rağmen, ilim ehli ve hevâ ehli arasındaki farkın sebebi şudur: Âlim güzel niyet ve içtihadı ile emrolunduğu şeyi yapar, o zahirde tam olarak mutabık olmasa dahi delil bulunduğuna itikad ettiği şeyi yapmakla emrolunmuştur. Lakin bu itikad yakînî değildir. Nitekim hâkim adalet sahibi iki şahidi tasdik etmekle emrolunmuştur. Hakikatte bu şahitler hata etmiş veya yalan söylemiş olabilir. Aynı şekilde müftî de adalet ve zapt sahibi kimsenin haberini tasdik etmekle veya zahire tabi olmakla emrolunmuştur. Tam olarak mutabık olmasa dahi, zahirin delalet ettiği şeye itikad eder. Matlup olan itikad, zannın galebe çaldığı şeye göredir. Tam olarak yakîn üzere olmasalar dahi kulların emrolunduğu şey budur. Onlar bâtındaki hakikatlere göre itikad etmekle emrolunmamışlardır. Âlim bir meselede birbirine zıt iki itikaddan hak olanı kasteder ve kitap ve hikmetin gereğiyle emrolunduğu şeye tabi olur. Bilmediği şey ve farkında olmadığı hata konusunda mazurdur. Hevâ sahipleri ise böyle değildir. Zira onlar: “Ancak zanna ve nefislerinin arzularına uyarlar.” (Necm 23) Zan ve hevâ ile söyledikleri şeyi kesin kabul ederler, onun aksini asla kabul etmezler. Böylece zahiren ve batınen itikad etmekle emrolunmadıkları şeye itikad ederler, kastetmeye emrolunmadıkları şeye kastederler ve emrolunmadıkları içtihatta bulunurlar. Bilmeden yaptıkları bu içtihat ve kasıt, bağışlanmalarını gerektiren bir durum da değildir. Onlar gaspçılara benzeyen zalimlerdir veya sapıtanlara benzer cahillerdir. Müçtehidin ilmî içtihadında ise hakkı ortaya çıkarmaktan başka amaç yoktur. Nitekim bunun yolunu tutmuştur. Sırf hevâsına tabi olan kimse ise hakkı bilmesine rağmen ona karşı inat eder.”[4]

Şatibî rahimehullah şöyle demiştir: “Böyle birisinden ancak sürpriz olarak bid'at vâki olur, kasıtlı değil, tesadüfidir. Buna ancak bir yanılgı veya sürçme denilebilir. Çünkü bunun sahibi, fitne çıkarmayı ve Kitab'ın tevilini yapmak için müteşabihin peşinden gitmeyi kastetmemiştir. Yani o hevâsına uymamış ve onu kendisine dayanak yapmamıştır. Hak ortaya çıktığı zaman derhal ona teslim olması ve onu kabul etmesi bunun delilidir.”[5]

El-Berbeharî rahimehullah şöyle demiştir: “Bil ki; yoldan sapmak iki şekilde olur: Birincisi; hayırdan başka bir şey istemediği halde yoldan sapan kişidir. Onun hatasına uyulmaz çünkü helak olmaya götürür. İkincisi; kişi hakka karşı inat eder ve kendisinden önceki takva sahiplerine muhalefet eder. İşte bu hem sapık, hem saptırıcıdır. Şeytan bu ümmete karşı isteklidir. Böyle saptırıcıları bilen kimselerin, insanları ondan sakındırmaları, onun bid’atlerine hiç kimsenin düşüp helak olmaması için onun durumunu insanlara açıklamaları bir haktır.”[6]

Muhammed b. Abdillah el-İmam şöyle demiştir: “Âlimlerin zelleleri hakkında şunları biliriz:

1- Hiçbir âlim bundan (zelle yapmaktan) selamette kalmaz.

2- Bu durum âlimin değerini düşürmez.

3- Bu hata görmezden gelinir, kabul edilmez.

4- İnsanlar bu hataya tabi olmaktan sakındırılır.

5- Bu görüşün sahibi mazur görülür ve ona nasihat edilir

Âlimin sapması ise şunlarla bilinir:

1- Allah’ın kitabına kasıtlı olarak muhalefet etmesi

2- Bunda ısrar etmesi

3- Bu muhalif görüşü için dostluk ve düşmanlık etmesi

4- Bu görüşe davet etmesi.

Sapmış olduğundan hiçbir şüphe kalmadığı zaman Ehl-i Sünnet şu şekilde hareket eder:

1- Ondan ve hatasından sakındırılır, bu konuda muteber maslahat gözetilerek sakındırma yapılır.

2- Maslahat bunu gerektiriyorsa ona hecir (dargınlık ve uzaklaşma) uygulanır.

3- Mertebesi ilim ehli mertebesinden indirilir, bid’at ve hizipçilik ehlinin âlimlerinden biri haline gelir.

4- Görüşüne müracaat, kendisinden ilim alınması, fetva sorulması ve istişare edilmesi konusunda dayanak edinilmez.”[7]

İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir: “Hocaların insanları gruplaştırmamaları, aralarına düşmanlık ve buğz atmamaları gerekir. Bilakis iyilik ve takva konusunda yardımlaşan kardeşler gibi olmalıdırlar. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “İyilik etmek ve sakınmak üzere yardımlaşın; günah ve haddi aşmak üzere yardımlaşmayın.” (Maide 2)

Onlardan hiçkimse diğerinden her istediğine uyması, dost edindiğine dost, düşman edindiğine düşman olması için söz almamalıdır. Bilakis bunu yapan Cengiz Han’ın ve benzerlerinin yaptığını yapmış olur. Onlar kendilene uyanları arkadaş ve dost edinmiş, kendilerine muhalefet edenleri ise düşman edinmişlerdir.

Bilakis hocalar, onlardan Allah’a ve rasulüne itaat etmek, Allah’ın ve rasulünün emirlerini yerine getirmek, yasaklarından sakınmak, Allah ve rasulünün emrettiği şekilde müslümanların haklarını gözetmek üzere söz almalıdırlar.

Bir kimsenin hocası zulme uğramışsa ona destek olmalı, eğer zulmediyorsa zulmünde ona yardımcı olmamalı, bilakis onu bundan engellemelidir. Sahih’te sabit olduğu üzere Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

Zalim de olsa mazlum da olsa kardeşine yardım et.” Denildi ki: “Mazluma yardım etmeyi anladık ey Allah’ın rasulü! Peki zalime nasıl yardım edilir?” Buyurdu ki: “Onu zulmetmekten engellersin, ona yardımın budur.”

İki hoca arasında veya iki öğrenci arasında yahut hoca ile öğrencisi arasında bir husumet meydana gelirse hiç kimsenin haklının kim olduğu netleşmedikçe onlardan birine destek olması caiz değildir. Hakkı bilmeden veya hevâ ile ona destek olunmaz. Bilakis meselede hakkın ortaya çıkmasına kadar beklenir ve haklı olana destek olunur. Haklı olan kendi arkadaşlarından da olsa, başkalarından da olsa fark etmez. Gaye yalnızca Allah’a ibadet, rasule itaat, hakka tabi olmak ve adaleti gerçekleştirmek olmalıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

Ey iman edenler, kendiniz, ana babanız ve yakınlarınız aleyhinde bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun.” (Nisa 135) Zira haksızlık karşısında sükût eden dilsiz şeytandır. Hak lehine ya da aleyhine olsa dahi kendi arkadaşına meyleden kimse cahiliyye hükmüyle hükmetmiş olur, Allah’ın ve rasulünün hükmünü dışına çıkar. Hepsine de vacip olan şey haklının yanında, haksızın karşısında tek bir el gibi olmaktır…”[8]



[1] Minhacu’s-Sunne (5/159)

[2] Fetava’l-Kubra (3/18)

[3] El-Elbani Silsiletu’l-Hedyi ve’n-Nur (666)

[4] Mecmuu’l-Fetava (29/43)

[5] Şatibi el-İ’tisam (1/146)

[6] Şerhu’s-Sunne (1/23)

[7] Muhamed el-İmam el-İbane (s.142)

[8] Mecmuu’l-Fetava (28/15)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)