Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

8 Ocak 2024 Pazartesi

Taguta Muhakeme Hakkında Algı Operasyonu

 Muasır Haricîler, günümüz mahkemelerine başvuran herkesin kafir olup dinden çıktığını iddia etmektedirler.

Böyle bir hükme gitmenin tutarlı hiçbir yönü yoktur. Bilmeyenlerin anlaması için bu fahiş yanlışın hangi yönlerden olduğunu açıklayayım:

1- Selef’ten gelen bütün rivayetler Tagut’un şeytan ve kâhinler, arraflar gibi şeytana tabi olarak hükmedenler olduğu etrafında dönmektedir.

Kelime anlamından hareketle, haddi aşan veya kendisi sebebiyle haddin aşıldığı herşey tagut kapsamında ele alınmaktadır. Putların da içine şeytanlar girerek insanları saptırdıkları için putlar hakkında da “tagut” veya dişil kipte “tagiye” tabiri kullanılmıştır. Yani Kur’ân, sünnet ve selefin açıklamalarında tagut tamamen şeytan ve şeytan ile ilgili unsurlardır:

Ebu’z-Zubeyr Muhammed b. Muslim el-Mekkî rahimehullah dedi ki: “Kendilerine muhakeme olundukları tagutlar sorulunca Cabir radiyallahu anh şöyle dedi:

كَانَ فِي جُهَيْنَةَ وَاحِدٌ وَفِي أَسْلَمَ وَاحِدٌ وَفِي كُلِّ حَيٍّ وَاحِدٌ وَهِيَ كُهَّانٌ يَنْزِلُ عَلَيْهَا الشَّيْطَانُ

“Cuheyne kabilesinde bir tane, Eslem kabilesinde bir tane, her kabilede birer tane vardı. O kendilerine şeytanların indiği kâhinlerdir.”[1]

Ömer b. el-Hattab radıyallahu anh dedi ki:

الْجِبْتُ السِّحْرُ وَالطَّاغُوتُ الشَّيْطَانُ

“Cibt; sihirbaz, tagut; şeytandır.”[2]

Katade b. Diame es-Sedusi rahimehullah dedi ki:

{وَالَّذِينَ كَفَرُوا يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ الطَّاغُوتِ} يَقُول فِي سبيل الشيطان

Kâfir olanlar ise tagut yolunda savaşırlar” (Nisa 76) kavli; kâfirler şeytanın yolunda savaşırlar demektir.”[3]

İki şehadet kelimesini ikrar ederek İslam’a giren kimse şeytana isyan edip tagutu reddetmiş olur. İslam’a girmekle Müslüman olan kimseler veya müslüman bir ebeveynden doğduğu için müslüman hükmünde olan kimseler, Şu ayetin de muhatabıdırlar:

Sana indirilen'e ve senden önce indirilenlere inandıklarını iddia eden kimseleri görmüyor musun? Aslında tâğûtu inkâr etmekle emrolundukları halde, yine de onun önünde muhakeme olunmak istiyorlar. Şeytan da onları, uzak bir sapıklığa düşürmek istiyor.” (Nisa 60)

Ayetin nüzul sebebiyle ilgili sahih olarak gelen tek rivayet, İbn Abbas radıyallahu anhuma’nın şu sözüdür:

كَانَ أَبُو بُرْدَةَ الأَسْلَمِيُّ كَاهِناً يَقْضِي بَيْنَ الْيَهُودِ، فَتَنَافَرُوا إِلَيْهِ أُنَاسٌ مِنْ أَسْلَمَ مِنَ الْيَهُودِ فَأَنْزَلَ اللَّهُ تَعَالَى أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ آمَنُوا بِمَا أُنْزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ

“Ebu Burde el-Eslemî, Yahudiler arasındaki anlaşmazlıkları çözen bir kâhindi. Yahudi iken Müslüman olan bazı kimseler onun yanına gelip anlaşmazlıklarını çözmek istediklerinde Allah Teâlâ:

Sana indirilene ve senden önce indirilene kesin olarak iman ettiklerini iddia edenleri görmüyor musun? Tağuta muhakeme olmak isterler; hâlbuki mutlaka onu reddetmekle emrolunmuşlardı.” (Nisa 60) ayetini indirdi.”[4]

Şayet; “Allah Teâla, Müslümanlardan olan bu kimseleri kâhine muhakeme oldukları için münafıklıkla nitelemiştir” denilirse, âyetin akışı, onların münafık olduklarını gösteriyor ve münafıkların sıfatlarından birinden bahsediyor.

Ne ayette ne de nüzul sebebinde, onlar hakkında nifak nitelemesinin sebebinin kâhine muhakeme olmaları olduğuna delil yoktur. Her kim onlar gibi davranırsa, onlara benzemiş olur. Münafıklara ait bir sıfatta onlara benzeyenin münafık olması gerekmez.

Bu kimseler, tekfiri gerektiren bir istek içindeydiler. Burada taguta yani şeytanî hükümlerde bulunan kâhine müracaatı istedikleri, arzu ettikleri, bundan razı oldukları açıktır. Bütün bunlara rağmen bu kimselerin dinden çıkmış mürted kafir oldukları değil, münafık oldukları ifade edilmektedir! Şüphesiz nifak küfrü ile irtidat küfrü birbirinden farklı şeylerdir.

Burada ikinci bir mesele şudur: Bir kimse hükmünden razı olmadığı ve itikad etmediği halde ve ikrah bulunmadığı halde taguta muhakeme olmaya giderse, mücerret bu gidişi zaten tagutun hükmünden razı olduğuna ve bu kimsenin nifak küfründe olduğuna delalet etmez mi?

Cevap: Rıza kalbin amelidir. Azanın ameli, kalpteki rızaya bir alamettir, ancak kesin delili değildir. Bu sebeple bu kimsenin doğrudan münafık olduğuna hükmedilemez! Bilakis azalarının amelinde münafıklara benzediği için günaha girdiği söylenebilir.

Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Hudeybiye anlaşmasının şartlarından kalbi razı olmadığı halde, azası bu anlaşmayı onaylamıştır. Bu konuda zikredilecek örnekler çok olsa da bu yeterlidir. Çünkü bu meselede çok daha açık nas vardır:

Safiyye radıyallahu anha, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in hanımlarından birinden rivayet ediyor: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: 

مَنْ أَتَى عَرَّافًا فَسَأَلَهُ عَنْ شَيْءٍ، لَمْ تُقْبَلْ لَهُ صَلَاةٌ أَرْبَعِينَ لَيْلَةً  

Kim bir arrafa gider ve ona bir şey sorarsa kırk gece namazı kabul edilmez.”[5] 

Bu hadiste açıkça görülmektedir ki, tağutlardan olan bir arrafa giden kimsenin kırk gece namazının kabul edilmeyeceği belirtilmiş ama onun küfrüne hükmedilmemiştir! Haricîler ise mücerret olarak bu gidiş sebebiyle tekfir ediyorlar!

Ebu Hureyre radıyallahu anh’den: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 

مَنْ أَتَى عَرَّافًا أَوْ كَاهِنًا فَصَدَّقَهُ فِيمَا يَقُولُ، فَقَدْ كَفَرَ بِمَا أُنْزِلَ عَلَى مُحَمَّدٍ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ

Kim bir kâhine (gelecekteki gaybden haber veren birine) veya arrâfa (geçmişteki gaybden haber veren birine) gider de onun söylediklerini tasdik ederse Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e indirileni inkâr etmiş olur.”[6]

   Bu rivayette de küfür hükmü, kâhin veya arrafın yani tagutun hükmüne müracaat etmeye değil, tasdik etmeye bağlanmıştır!

Diğer bir yanlış da, bugünkü mahkemelere hertürlü başvuruyu “taguta muhakeme” olarak algı yanıltması yapmalarıdır. Çünkü başvurulan herhangi bir mercinin tagut olması için bu merci’in şeytanla bir bağlantısı olması veya talep edilen şeyin Kitap ve sünnete aykırı bir hüküm talebi içermesi gerekir.

Bir kimse Allah ve rasulünün hükmünün uygulatılmaması amacıyla bir başvuruda bulunursa mesela ülkesinde zina edenlere recm, kısas, hırsızın elinin kesilmesi gibi hükümler uygulanan bir kimse bunun iptali için İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurursa, bu kimsede nifak alameti var demektir, lakin yine de alametle kesin küfre hükmedilemez.

Çünkü zahirinde Allah’ın hükmüne itiraz gibi görünen bu davranışın arkasında başka maslahatlar söz konusu olabilir. Misal vermek gerekirse ülkesindeki kadıları adaletsizliği yol edinmiş ve İslamî had cezalarını suistimal eden kimseler olabilir, kısas gerektirmeyen cinayetlerde kısasa hükmediyor, suçsuzları suçlu, suçluları suçsuz gösterecek şekilde delilleri karartıyor olabilirler.

Yahut Hanefi mezhebi gibi pekçok konuda Kitap ve Sünnete aykırı hükümde bulunan bir mezhebe göre hükmediyor olabilirler. Bu durumda belki bu kimsenin güya şeriatla yönetildiği zannedilen ülkesindeki mahkemelere başvurması, “taguta muhakeme” kavramına daha yakındır.

Nitekim Osmanlı Devleti zamanında durum böyleydi! Osmanlı kadıları Hanefi mezhebine göre, yani çoğunlukla Kitap ve Sahih Sünnet’e aykırı hükümler veriyorlardı. Halk da “Şeriatın kestiği parmak acımaz” fehvasınca, kadıların hükümlerini şeriatın hükmü olarak benimsiyor ve razı oluyorlardı.

Osmanlı öncesinde de kıyas ve re’yle hükmetmeyi esas alan mezhepler devletlerin kadâ sisteminde hakim idiler. Hiçkimse de bu kadılara müracaatın taguta muhakeme olduğunu iddia etmemiştir! Bu ancak bu asırdaki cahil Haricîlerin “Mahkemelere müracaat taguta muhakemedir, bu da küfür” şeklindeki sloganik algı operasyonundan ibarettir!

Şayet muhatap olunan zulmü def etmek ancak bu mahkemelere başvurmakla mümkün oluyorsa, bunun taguta muhakeme ile uzaktan yakından bir alakası yoktur! Çünkü zulmün def’i şeytanî yani tagutî bir hüküm değil, Rahmanî bir hükümdür.



[1] Hasen. Taberi (4/558) İbn Ebi Hatim (5452)

[2] Hasen. Said b. Mansur Tefsir (649) Taberî (4/556, 7/135) İbnu'l-Munzir (1870, 1878) İbn Ebî Hâtim (5443, 5449) Buhârî (muallak olarak 6/45) İbrahim el-Harbî Garibu’l-Hadis (3/1177)

[3] Hasen. İbnu'l-Munzir (2004)

[4] Muslim'in şartına göre sahih. Vahidi Esbabu’n-Nuzul (328) İbn Ebî Hâtim (5547) Taberânî (11/373) Taberânî Musnedu’ş-Şamiyyin (1027) Ziya el-Muhtare (12/115) İbn Hacer el-İsabe (7/38)

[5] Sahih. Muslim (2230)

[6] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. İbn Batta el-İbane (2/728) Ahmed (2/408, 429, 476, 5/380) Hâkim (1/50) İshak b. Rahuye Musned (503) Ebu Davud (3904) Tirmizî (135) İbn Mâce (639) Dârimî (1176) İbn Ebi Şeybe (5/42) İbnu’l-Carud (107) Ebu Ya’la (9/281) Hallal, es-Sunne (1398, 1400) Beyhaki (7/198)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)