Soru: Selamun
Aleykum. Suyuti'nin Durru’l-Mensur adlı kitabında geçen "Kalp, organların
hükümdarıdır. Hükümdar iyi olursa emrindekilerde iyi olur" şeklindeki
rivayet sahih midir?
Cevap:
Aleykum selam. Bu manada Ma’mer b. Raşid el-Cami’de (no: 988) Asım b. Ebi’n-Nucud’dan,
o Ebu Salih’ten, o da Ebu Hureyre radıyallahu anh’den şöyle dediğini rivayet
etmiştir:
الْقَلْبُ مَلِكٌ وَلَهُ جُنُودٌ
فَإِذَا صَلُحَ الْمَلِكُ صَلُحَتْ جُنودُهُ وَإِذَا فَسَدَ الْمَلِكُ فَسَدَتْ
جُنودُهُ، الْأُذُنَانِ قَمْعٌ وَالْعَيْنَانِ مَسْلَحَةٌ وَاللِّسَانُ
تَرْجُمَانٌ وَالْيَدَانِ جَنَاحَانِ وَالرِّجْلَانِ بَرِيدَانِ وَالْكَبِدُ
رَحْمَةٌ وَالطِّحَالُ وَالْكُلْيَتَانِ مَكْرٌ وَالرِّئَةُ نَفَسٌ فَإِذَا صَلُحَ
الْمَلِكُ صَلُحَتْ جُنودُهُ وَإِذَا فَسَدَ الْمَلِكُ فَسَدَتْ جُنودُهُ
“Kalp hükümdardır, onun
orduları vardır. Hükümdar düzgün olursa orduları da düzgün olur. Hükümdar bozuk
olursa orduları da bozuk olur. Kulaklar hunidir, gözler cephaneliktir. Dil tercümandır.
Eller iki kanattır. Ayaklar iki postacıdır. Karaciğer merhamet, böbrekler hile,
akciğer nefestir. Hükümdar düzgün olursa orduları da düzgün olur, hükümdar
bozuk olursa orduları da bozuk olur.”
Bu mevkuf rivayetin
isnadı sahihtir. Bunu ayrıca Beyhakî Şuabu’l-İman’da (109) Ebu Nuaym Tıb (94) Dineveri
el-Mucalese’de (570) rivayet etmişlerdir.
Beyhakî Şuabu’l-İman’da
(110) ve Ebu Nuaym Tıb’da (95) merfu olarak da (Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem’e dayandırarak) rivayet etmişlerdir. Ancak bu tarikler zayıf olup mahfuz
olanı mevkuf rivayetidir. Bkz.: el-Elbani ed-Daife (4074)
Ebu Said el-Hudrî radıyallahu
anhden: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
اليدان جناحان والرجلان بريدان والأذنان قمعان
والعينان دليلان واللسان ترجمان القلب ملك فإذا فسد الملك فسد سائره
“İki el ki kanattır. Ayaklar
iki postacıdır. Kulaklar iki hunidir. Gözler iki delildir. Dil tercümandır. Kalp
hükümdardır. Hükümdar bozuk olursa diğerleri de bozuk olur.”
Bunu Ebu Nuaym Tıb’da
(96) ve Deylemi (9046) zayıf isnadla rivayet etmişlerdir. Atiyyetu’l-Avfi
mudellis olup an’ane ile rivayet etmiştir.
Ka’b el-Ahbar rahimehullah
şöyle demiştir:
الْقَلْبُ مَلِكٌ وَالْيَدَانِ الْجَنَاحُ
وَالرِّجْلَانِ بَرِيدَانِ وَالْعَيْنَانِ مَسْلَحَةٌ وَالْأُذُنَانِ قُمْعٌ وَاللِّسَانُ
تُرْجُمَانٌ وَالْكَبِدُ رَحْمَةٌ وَالطِّحَالُ ضَحِكٌ وَالرِّئَةُ نَفَسٌ وَالْكِلْيَتَانِ
مَكْرٌ فَإِذَا طَابَ الْمَلِكُ طَابَتْ جُنُودُهُ وَإِذَا خَبُثَ الْمَلِكُ خَبُثَتْ
جُنُودُهُ
“Kalp hükümdardır. Eller kanattır.
Ayaklar iki postacıdır. Gözler cephaneliktir. Kulaklar hunidir. Dil tercümandır.
Karaciğer merhamettir. Dalak gülmedir. Akciğer nefestir. Böbrekler hiledir. Hükümdar
düzgün olursa ordusu da iyi olur. Hükümdar kötü olursa ordusu da kötü olur.”
Bunu maktu olarak Ebu
Davud Zühd’de (469) sahih isnadla rivayet etmiştir.
Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem’den merfu olarak sabit olan ise şudur: En-Nu’man
b. Beşir radiyallahu anh’den: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle
buyururken işittim:
…أَلاَ وَإِنَّ فِي الجَسَدِ مُضْغَةً إِذَا صَلَحَتْ صَلَحَ
الجَسَدُ كُلُّهُ وَإِذَا فَسَدَتْ فَسَدَ الجَسَدُ كُلُّهُ أَلاَ وَهِيَ القَلْبُ
“…Dikkat edin! Muhakkak ki
bedende bir et parçası vardır. O düzgün olursa bütün beden düzgün olur. O
bozulursa bütün beden bozuk olur. Dikkat edin! O kalptir.”
Buhârî (52) ve Muslim (1599) rivayet
etmişlerdir.
Kalbin hükümdar, azaların
ordu olduğunu ifade eden rivayet ise Ebu Hureyre radıyallahu anh’den mevkuf ve
Ka’bu’l-Ahbar rahimehullah’tan makttu olarak sabit olmuştur.
Ebu Hureyre radıyallahu
anh’ın bu ayrıntıyı Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den işitmiş olması,
kendi yorumuyla söylemiş olması veya Kabu’l-Ahbar’dan işitmiş olması ihtimali
vardır.
Yine Ka’bu’l-Ahbar rahimehullah’ın
da bu sözü Ebu Hureyre radıyallahu anh’den işitmiş olması yahut İsrailiyattan
aktarmış olması ihtimali vardır.
Her hâlukârda rivayetin
manası doğrudur ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den sabit olana
mutabıktır.
Bu rivayetler,
azalarından türlü kötülükler sadır olan kimseleri “Yaptıklarına bakma, kalbinde
kötülük yok” diye aklamaya çalışan münafıkların yalanını ortaya koymaktadır.
İslam’da kalpte olanlara göre değil, azalardan sadır olanlara itibar edilir.
Bir kimsenin kalbi kötülüklerle dolu olsa – ki potansiyel olarak her nefis
kötülüğü emredicidir – ama azalarından bir kötülük sadır olmasa, o suçsuz ve
günahsız bir kimsedir.
Kişi kalbinden geçenlerle
değil, azalarının işledikleri ile mes’ul olur. Kalplere hükmedecek olan ise
yalnız Allah Azze ve Celle’dir. Bir kimse kalbinin ameli haline getirdiği
inançlardan, nifaktan, şirkten, kinden, hasetten, riyadan, kibirden, ucubdan ve
benzerlerinden Allah katında sorumlu olur. Ancak kalbinde yer eden bu
kötülükleri dilinden veya azalarından izhar ederse kullar katında da mes’ul
olur.
Kişi kalbiyle güzel
itikatlara sahip olsa ama diliyle ve azalarıyla İslam’ı izhar etmese bu kimse
dünyada kâfir olarak muamele görür. Müslümanlara karşı harbe zorla çıkarılan, Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem’in amcası Abbas b. Abdilmuttalib radıyallahu anh’ın
hakikatte iman edenlerden olmasına rağmen dünya hükmü bakımından müşrik
muamelesi görmesi bunun bir örneğidir.
Yine kişi kalbinde iman
etmemiş olduğu halde diliyle, azalarıyla İslam dinine mensubiyetini izhar etse
o kimse dünyada müslüman muamelesi görür. İnsanlar onu kalbindekiyle
yargılamazlar. Usame b. Zeyd radıyallahu anh’ın savaş meydanında öldürdüğü
adamın durumunda olduğu gibi. Muhtemelen karşısındaki adam sırf yenik düştüğü
için, kalbinde iman olmadığı halde La ilahe illallah diyerek korunmaya
çalışmış, Usame b. Zeyd radıyallahu anhuma da onu hiç samimi bulmadığından
öldürmüştü. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ise bu duruma öfkelenmiş ve “Kalbini
mi yardın?” buyurmuştu.
İslam alenidir, iman kalptedir.
İnsanlar olarak bizler insanların aleni olarak izhar ettiklerine göre hükmetmek
zorundayız, kalplerine hükmedemeyiz.
Bugün kâfir kılıklarına
girmiş insanlar müslüman olduklarını, kalplerinin Allah’a ve rasulüne iman
ettiğini iddia ediyorlar! Bu kimseler müslüman kabul edilebilir mi?
Eğer gerçekten iddia
ettikleri gibi Allah’a ve rasulüne iman etmişlerse bu imana Allah ahirette
hükmeder, dünyada bizler onların kalplerini yaramayacağımıza göre, zahirlerine
bakarak kâfir olduklarına hükmederiz. Çünkü gerçekten iman etmiş olsalardı,
azalarının amelleri kalplerine göre olur, giyimleri, şekilleri de müslümanca
olurdu.
Biz insanların sadece
dışa vurduklarına göre hükmetmek durumundayız. Hiç kimsenin imanına/cennetlik
olduğuna veya kalbinin kâfir/cehennemlik olduğuna hükmedemeyiz, buna ancak
Allah hükmeder. Lakin bizler insanların İslamına/dünya hükmü bakımından müslüman
olduklarına yahut kafir olduklarına hükmedebiliriz. Bu da azalarının, şekillerinin ortaya koyduklarıyla
olur.
Bu anlatılanlar İman ile
İslam’ı birbirinden ayrı görmeyen sapık Mürcie’ye reddiye olduğu gibi, iman
hasletlerinin terki sebebiyle İslam’ı iptal ederek tekfir eden sapık Hariciler’e
de bir reddiyedir.