Seyyid Kutub, komunizm zamanlarından kalan bazı düşünceleri,
müslüman olduktan sonra İslam’a yamamaya çalışmış, İhvanu’l-Muflisîn de bu
bozuk düşünceleri müslümanlar arasında sanki İslam’ın şiarıymış gibi
yaygınlaştırmıştır. Bu bozuk düşünceler arasında “Müslümanın malı ortaktır”
şeklinde yayılan hurafe de vardır. Bu bâtıl anlayış ancak komunistlerin kendi
aralarındaki siyasî bir hileden ibarettir.
Müslümanlar arasında bu komunist düşünce yaygınlaşıp
benimsenince, bu bozuk anlayış sanki kültürel bir altyapı haline geldi. İlimle
iştigali olmayan bazı duygusal kimseler, siyer okuduklarında veya Hayatu’s-Sahabe
gibi kitapları okuduklarında bu tahrif edilmiş kültürel altyapıya dayanak olduğunu
zannettikleri bazı kıssalar okudular ve “Müslümanın malı ortaktır” düşüncesine
bu kıssaları intibak ettirdiler.
Mesela, Ebu Bekr radıyallahu anh’ın bütün malını Allah
yolunda feda etmesini görenler, ortamın Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
adil tasarruflarıyla yönettiği gibi bir ortam olup olmadığını, İslam davetini
yüklenmiş kimselerin mü’min kimseler olup olmadığını hiç dikkate almadılar.
Çünkü kendilerine din diye öğretilen sapık Maturidi akidesinde
zaten “Mü’min” ile “Müslüman” arasında fark gözetilmiyor, “Ancak mü’minler
kardeştir” ayeti, “Bütün müslümanlar kardeştir” şeklinde açıklanarak empoze
ediliyordu. Dolayısıyla dünya hükmü bakımından müslüman muamelesi gören
münafıklar ile gerçek mü’minler aynı şemsiye altına sokuluyor, sonra şuursuz tekfir
hastalığı, farklı yönelişlere kapı aralıyordu.
Bu durumda bu kısssayı okuyanların bir kısmı duygusal bir
atmosfere girerek “Bir Ebu Bekr radıyallahu anh gibi olmak için” ya bütün malını
yahut malının büyük meblağ tutan kısmını mensubu olduğu fırkaya bağışlıyor, ya da diğer müslümanları birer Ebu Bekr
olmadıkları, mallarının tamamını yahut büyük kısmını infak etmedikleri için
eleştirel gözle bakmaya başlıyor!
Son asrın büyük müceddidlerinden olduğuna hüsnü zan ettiğimiz,
İhvanu’l-Muflisin’e birçok makale ve eserlerinde reddiye vermiş olan Şeyh
Mukbil b. Hadi rahimehullah, Camiu’s-Sahih adlı sahih hadis külliyatı derlemesinde
“Kitabu’l-Emval” diye bir bab açmış, bu babda mallarla ilgili fıkhı ihtiva eden
hadisleri toplamıştır. Ben de Multeka’l-Bahrayn adlı derlememde Şeyh Mukbil’in
bab başlığını ve alt başlıklarını ona tabi olarak aldım.
Mallarla ilgili ahkâma dair hadislerin zikredildiği bu bab sözünü
ettiğim bozuk anlayışa reddiye gibidir.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem müslümanın diğer müslüman
üzerindeki haklarını açıklamıştır:
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den: Rasûlullah
sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
حَقُّ المُسْلِمِ
عَلَى المُسْلِمِ خَمْسٌ رَدُّ السَّلاَمِ وَعِيَادَةُ المَرِيضِ وَاتِّبَاعُ
الجَنَائِزِ وَإِجَابَةُ الدَّعْوَةِ وَتَشْمِيتُ العَاطِسِ
“Müslümanın Müslüman üzerinde beş hakkı vardır: selamını cevaplaması,
hasta olduğunda ziyaret etmesi, cenazesini takip etmesi, davetine icabet etmesi
ve aksırdığı (ve “elhamdülillah” dediğinde; “yerhamukellah” diyerek) teşmit
etmesi.”[1]
Bu haklar arasında, görüldüğü gibi mal ile
ilgili bir husus yoktur. Yine müslümanın ve mü’minin olması gereken özelliklerini
tarif etmiştir. Şu hadiste olduğu gibi:
Fadale b. Ubeyd radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem
veda haccında şöyle buyurdu:
أَلَا أُخْبِرُكُمْ مَنِ الْمُسْلِمُ؟ مَنْ
سَلِمَ الْمُسْلِمُونَ مِنْ لِسَانِهِ وَيَدِهِ وَالْمُؤْمِنُ مَنْ أَمِنَهُ النَّاسُ
عَلَى أَمْوَالِهِمْ وَأَنْفُسِهِمْ وَالْمُهَاجِرُ مَنْ هَجَرَ الْخَطَايَا وَالذَّنُوبَ
وَالْمُجَاهِدُ مَنْ جَاهَدَ نَفْسَهُ فِي طَاعَةِ اللهِ
“Müslümanın kim olduğunu size söyleyeyim mi? Müslüman; insanların
dilinden ve elinden selamette oldukları kimsedir. Mü’min; insanların canları ve
malları konusunda kendisine güvendiği kimsedir. Muhacir; hata ve günahlardan
uzak duran kimsedir. Mucahid; Allah’a itaat yolunda kendi nefsiyle mücahede
eden kimsedir.”[2]
Görüldüğü gibi burada da “müslümanların malı ortaktır” şeklindeki sapkın
anlayışa işaret dahi yoktur.
Bilakis her müslümanın ferdî mülkiyeti vardır, helal mal sahibi olmayı
istemesi, malı için diğer müslümanla davalaşması, daha kötü duruma düşmemek,
dilenmek zorunda kalmamak, mes’ul olduğu kimseleri mağdur etmemek, varislerini
başkalarına muhtaç bırakmamak için elinde mal tutması gibi şeyler İslam’da asla
kınanmamıştır.
Bunun yanı sıra müslümanın, diğer müslüman kardeşinin ihtiyaçlarını gidermesi,
sıkıntıdan kurtarması, infakta bulunması teşvik edilmiştir ve bu fazilete
ulaşması tamamen onun ihtiyarına bırakılmıştır:
Abdullah b. Ömer
radıyallahu anhuma’dan: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
المُسْلِمُ
أَخُو المُسْلِمِ لاَ يَظْلِمُهُ وَلاَ يُسْلِمُهُ، وَمَنْ كَانَ فِي حَاجَةِ أَخِيهِ
كَانَ اللَّهُ فِي حَاجَتِهِ وَمَنْ فَرَّجَ عَنْ مُسْلِمٍ كُرْبَةً فَرَّجَ
اللَّهُ عَنْهُ كُرْبَةً مِنْ كُرُبَاتِ يَوْمِ القِيَامَةِ وَمَنْ سَتَرَ
مُسْلِمًا سَتَرَهُ اللَّهُ يَوْمَ القِيَامَةِ
“Müslüman, Müslümanın
kardeşidir. Ona zulmetmez, onu tehlikeye atmaz. Kim kardeşinin ihtiyacını
giderirse Allah da onun ihtiyacını giderir. Kim bir Müslümanı sıkıntısından
kurtarırsa Allah da kıyamet gününün sıkıntılarından onu kurtarır. Kim bir
Müslümanın kusurunu örterse Allah da kıyamet gününde onu örter.”[3]
Bu hadiste görüldüğü
gibi müslümanın müslüman kardeşine zulmetmemesi ve tehlikeye atmaması bir hak
olarak ifade edilirken, onun ihtiyacını gidermesi ve sıkıntısından kurtarması
teşvik edilen fazilettir. Şu hadiste de böyledir:
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den: Nebî
sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
مَنْ نَفَّسَ
عَنْ مُؤْمِنٍ كُرْبَةً مِنْ كُرَبِ الدُّنْيَا، نَفَّسَ اللهُ عَنْهُ كُرْبَةً
مِنْ كُرَبِ يَوْمِ الْقِيَامَةِ، وَمَنْ يَسَّرَ عَلَى مُعْسِرٍ، يَسَّرَ اللهُ
عَلَيْهِ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ، وَمَنْ سَتَرَ مُسْلِمًا، سَتَرَهُ اللهُ
فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ، وَاللهُ فِي عَوْنِ الْعَبْدِ مَا كَانَ الْعَبْدُ
فِي عَوْنِ أَخِيهِ، وَمَنْ سَلَكَ طَرِيقًا يَلْتَمِسُ فِيهِ عِلْمًا، سَهَّلَ
اللهُ لَهُ بِهِ طَرِيقًا إِلَى الْجَنَّةِ، وَمَا اجْتَمَعَ قَوْمٌ فِي بَيْتٍ
مِنْ بُيُوتِ اللهِ، يَتْلُونَ كِتَابَ اللهِ، وَيَتَدَارَسُونَهُ بَيْنَهُمْ،
إِلَّا نَزَلَتْ عَلَيْهِمِ السَّكِينَةُ، وَغَشِيَتْهُمُ الرَّحْمَةُ
وَحَفَّتْهُمُ الْمَلَائِكَةُ، وَذَكَرَهُمُ اللهُ فِيمَنْ عِنْدَهُ، وَمَنْ
بَطَّأَ بِهِ عَمَلُهُ، لَمْ يُسْرِعْ بِهِ نَسَبُهُ
“Bir kimse bir mü'minden dünya
sıkıntılarından bir sıkıntı giderirse; Allah ondan âhiret sıkıntılanndan bir
sıkıntı giderir. Bir kimse başı sıkışana kolaylık gösterirse, Allah ona dünya
ve âhirette kolaylık verir. Ve bir kimse bir müslümanın günahını örterse,
Allah da onu dünya ve âhirette örter. Kul din kardeşinin yardımında oldukça,
Allah da kulun yardımındadır. Ve her kim bir yol tutarak, o yolda ilim ararsa,
bu sebeple Allah ona cennete götüren bir yolu kolaylaştırır. Bir topluluk
Allah'ın evlerinden bir evde toplanarak Allah’ın kitabını okurlar ve onu
aralarında müzâkere ederlerse;
üzerlerine sekinet iner. Allah'ın
rahmeti onları kaplar. Melekler de etraflarını kuşatırlar. Allah onları kendi
katındakilere anar. Bir kimseyi ameli yavaşlatırsa, nesebi hızlandıramaz.”[4]
Bu hadisler, “Müslümanın malı ortaktır” şeklinde empoze
edilen komunist mantığı reddetmektedir. Şayet öyle olsaydı, bu hadislerde
ahiretteki karşılık ile bu fazilete teşvik edilmez, bilakis müslümanın diğer
müslümandaki – iddia edilen hakkını – kendi almasına yol verilirdi.
Bilakis Nebî sallallahu aleyhi ve sellem veda haccında şöyle buyurmuştur: (pekçok
sahabiden gelmiş olup İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan gelen lafzı şöyledir)
فَإِنَّ دِمَاءَكُمْ وَأَمْوَالَكُمْ
وَأَعْرَاضَكُمْ عَلَيْكُمْ حَرَامٌ، كَحُرْمَةِ يَوْمِكُمْ هَذَا فِي بَلَدِكُمْ
هَذَا، فِي شَهْرِكُمْ هَذَا، فَأَعَادَهَا مِرَارًا، ثُمَّ رَفَعَ رَأْسَهُ فَقَالَ:
اللَّهُمَّ هَلْ بَلَّغْتُ، اللَّهُمَّ هَلْ بَلَّغْتُ قَالَ ابْنُ عَبَّاسٍ
رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا: فَوَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ، إِنَّهَا لَوَصِيَّتُهُ
إِلَى أُمَّتِهِ، فَلْيُبْلِغِ الشَّاهِدُ الغَائِبَ، لاَ تَرْجِعُوا بَعْدِي
كُفَّارًا، يَضْرِبُ بَعْضُكُمْ رِقَابَ بَعْضٍ
“Muhakkak kanlarınız,
mallarınız ve ırzlarınız bu gününüzün, bu ayınızın bu beldenizin
haramlığı gibi haramdır.” Bunu defalarca tekrar etti. Sonra:
“Allah’ım! Tebliğ
ettim mi? Allah’ım! Tebliğ ettim mi?” dedi. İbn Abbas radiyallahu anhuma dedi
ki: “Nefsim elinde olana yemin ederim ki bu, ümmetine vasiyetidir:
“Şahit olan gâib
olana tebliğ etsin. Benden sonra birbirinizin boynunu vuran kâfirlere
(nankörlere) dönmeyin!”[5]
Yani “müslümanların
malı ortak” değil, her müslümanın malı, diğer müslümana haramdır. Ancak o
müslüman (farz olan zekat dışında) kendi iradesiyle malını bağışlarsa o
müstesna.
Bu husus
anlaşıldıysa, söz konusu yamuk yerleşmiş kültürel altyapıya bağlı olarak yine
yamuk ilerleyerek yaygınlaşan bir duruma uyarmak gerekir.
Bu da şudur: Mesela
bir müslüman, araç sahibi olan diğer müslümandan aracını emanet olarak istiyor.
1- Çok zorunlu bir durum olmadıkça böyle bir istekte bulunmak
helal değildir.
Semura
radiyallahu anh’den: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
الْمَسَائِلُ كُدُوحٌ يَكْدَحُ بِهَا الرَّجُلُ
وَجْهَهُ فَمَنْ شَاءَ أَبْقَى عَلَى وَجْهِهِ وَمَنْ شَاءَ تَرَكَ إِلَّا أَنْ يَسْأَلَ
الرَّجُلُ ذَا سُلْطَانٍ أَوْ فِي أَمْرٍ لَا يَجِدُ مِنْهُ بُدًّا
“Dilenmek
kişinin yüzünü yaralayan tırmalamalardır. Dileyen bunu yüzünde bıraksın,
dileyen de dilenmeyi terk etsin. Ancak kişinin yetki sahibinden istemesi veya
zorunlu olan bir iş hususunda istekte bulunmak bundan hariçtir.”[6]
Avf b. Malik el-Eşcaî radiyallahu anh’den:
كُنَّا عِنْدَ رَسُولِ اللهِ صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ تِسْعَةً أَوْ ثَمَانِيَةً أَوْ سَبْعَةً فَقَالَ أَلَا تُبَايِعُونَ
رَسُولَ اللهِ؟ وَكُنَّا حَدِيثَ عَهْدٍ بِبَيْعَةٍ فَقُلْنَا قَدْ بَايَعْنَاكَ يَا
رَسُولَ اللهِ ثُمَّ قَالَ أَلَا تُبَايِعُونَ رَسُولَ اللهِ؟ فَقُلْنَا قَدْ بَايَعْنَاكَ
يَا رَسُولَ اللهِ ثُمَّ قَالَ أَلَا تُبَايِعُونَ رَسُولَ اللهِ؟ قَالَ فَبَسَطْنَا
أَيْدِيَنَا وَقُلْنَا قَدْ بَايَعْنَاكَ يَا رَسُولَ اللهِ فَعَلَامَ نُبَايِعُكَ؟
قَالَ عَلَى أَنْ تَعْبُدُوا اللهَ وَلَا تُشْرِكُوا بِهِ شَيْئًا وَالصَّلَوَاتِ الْخَمْسِ
وَتُطِيعُوا - وَأَسَرَّ كَلِمَةً خَفِيَّةً - وَلَا تَسْأَلُوا النَّاسَ شَيْئًا فَلَقَدْ
رَأَيْتُ بَعْضَ أُولَئِكَ النَّفَرِ يَسْقُطُ سَوْطُ أَحَدِهِمْ فَمَا يَسْأَلُ أَحَدًا
يُنَاوِلُهُ إِيَّاهُ
“Biz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında dokuz yahut sekiz
ya da yedi kişi idik. Buyurdu ki:
“Allah’ın rasulüne biat etmez misiniz?” Biz yeni biat etmiştik.
Dedik ki: “Sana biat ettik ey Allah’ın rasulü!” Sonra yine:
“Allah’ın rasulüne biat etmez misiniz?” buyurdu. Biz: “Sana biat
ettik ey Allah’ın rasulü!” dedik. Sonra yine:
“Allah’ın rasulüne biat etmez misiniz?” buyurdu. Bunun üzerine
ellerimizi uzattık ve dedik ki: “Sana biat etmiştik ey Allah’ın rasulü! Ne için
biat edelim?” Buyurdu ki:
“Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmadan ibadet etmek, beş vakit namazı
kılmak, itaat etmek – bu esnada gizli bir söz söyledi – ve insanlardan bir şey
istememek üzere biat edin.” O toplulukta bulunanların bazısının kamçısı dahi
düşse kimseden istemeyip, bineğinden inerek kendisinin aldığını görmüşümdür.”[7]
2- Zorunlu bir durum varsa araç sahibi, bizzat araçta bulunarak
kardeşinin işini görmelidir.
Bureyde b. Husayb radiyallahu anh dedi ki:
بينما رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
يَمْشِي إِذْ جَاءَ رَجُلٌ مَعَهُ مركب فَقَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ ارْكَبْ وأنا
أركب متأخرا فَقَالَ رَسُولُ
اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَنْتَ أَحَقُّ بِصَدْرِ دَابَّتِكَ
مِنِّي إِلَّا أَنْ تَجْعَلَهُ لِي قَالَ فَإِنِّي
جَعَلْتُهُ لَكَ
فَرَكِبَ
“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yürüyüp
giderken bir adam eşekle geldi ve:
“Ey Allah'ın rasûlü! Bin, ben de arka tarafa
binerim” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
“Sen orasını bana ayırmadıkça, hayvanının ön
tarafına binmeye benden daha layıksın.” Adam dedi ki:
“Öyleyse orasını sana bırakıyorum.” Bunun
üzerine Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bindi.”[8]
Günümüzde binekler daha farklı mesuliyetler yüklemektedir.
Mesela kaza durumunda şayet emanetçi kişi birine çarpsa ruhsat sahibi de mesul
olmaktadır. Bineği emanet alan kişi, trafik cezalarını, aracın masraflarını,
kaza durumunda oluşan masrafların tamamını ve bundan dolayı meydana gelecek
zararı da yüklenebilecek durumda olmalıdır. Kaza durumunda yalnızda aracı tamir
ettirmek yeterli değildir, boya ve değişen sebebiyle aracın kaybolan değerini
de tazmin etme yükümlülüğü vardır.
Diğer taraftan araç emanet alan kişi, olası kazada
kendisinin başına bir şey gelse, kötürüm kalsa veya ölse meydana gelen zarar hakkında
araç sahibini emr-i vâki bir durum altında bırakmış olmaz mı?
Bütün bu sebeplerden dolayı başkasından araç emanet almak
sakıncalıdır.
3- Araç sahibinin kendi işi sebebiyle başkasını kendisine vekâleten
aracıyla göndermesi durumunda bütün sorumluluk ve masraflar araç sahibine
aittir. Vekil kılınan kişinin başına gelebilecek işlerden de bu durumda araç
sahibi mes’ul olacaktır.
Birbirlerine araç emanet vermekte sakınca görmeyen, hatta bu
konuda araç emanet vermeyenleri malında cimrilik yapmış zannedenler, zikredilen
sorumlulukları hesaba katmadıklarından yanlış bir düşünce içindedirler.
Bu sayılan hususlar, kendisine ait aracın ruhsatını başkası
üzerine kaydettirmek durumunda da söz konusudur ve bütün bunlar düşüncesizce yahut
eksik düşünmeyle kul hakkına girmektir.
[1]
Sahih. Buhârî (1240) Muslim (2162)
[2]
Sahih. Ahmed (6/21, 22) İbn Hibban (10/484, 11/203)
Hâkim (1/54) Tirmizi (1621) Bezzar (9/206) Taberani (18/309)
[3]
Sahih. Buhârî (2442) Muslim (2580)
[4]
Sahih. Muslim (2699)
[5]
Sahih. Buhari (1739, 1741) Muslim
(1679)
[6]
Sahih. Ebû Dâvûd (1639) Tirmizî (681)
Nesâî (2599, 2600) Nesâî Sunenu'l-Kubrâ (2380-81) Ahmed (5/22) İbn Hibbân (8/182,
191) Tayalisi (930) Taberânî (7/182) İbn Zencuye el-Emval (2100) İbn
Ebi'd-Dunyâ el-Kanaat (20) Ebu Sa’d en-Nasravî Emali (63) Ebu Nuaym Tarihu
İsbehan (1/131) Tahavî Şerhu Meâni'l-Âsâr (3015) Beyhakî (4/197) Beyhakî Şuab
(3/270) Hattabi Garibu’l-Hadis (1/144)
İbn Abdilberr et-Temhid (4/114, 18/322) el-Elbani Sahihu’l-Cami (6695) Mukbil
b. Hadi Camiu’s-Sahih (1292, 2896, 2990, 3220, 3285)
[7]
Sahih. Muslim (1043)
[8]
Muslim'in şartına göre sahih.
Necmuddin en-Nesefi el-Kand Fi Ahbari Semerkand (914) Ahmed (5/353) Ebû Dâvûd
(2572) Tirmizî (2773) Hâkim (2/73) Beyhaki (5/258) Beyhaki el-Âdab (812) Mukbil
b. Hadi Sahihu’l-Musned (157)