Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

9 Nisan 2025 Çarşamba

Müslümanların Mallarla İlgili Haklar Hususunda Disiplini Hakkında

 

Seyyid Kutub, komunizm zamanlarından kalan bazı düşünceleri, müslüman olduktan sonra İslam’a yamamaya çalışmış, İhvanu’l-Muflisîn de bu bozuk düşünceleri müslümanlar arasında sanki İslam’ın şiarıymış gibi yaygınlaştırmıştır. Bu bozuk düşünceler arasında “Müslümanın malı ortaktır” şeklinde yayılan hurafe de vardır. Bu bâtıl anlayış ancak komunistlerin kendi aralarındaki siyasî bir hileden ibarettir.

Müslümanlar arasında bu komunist düşünce yaygınlaşıp benimsenince, bu bozuk anlayış sanki kültürel bir altyapı haline geldi. İlimle iştigali olmayan bazı duygusal kimseler, siyer okuduklarında veya Hayatu’s-Sahabe gibi kitapları okuduklarında bu tahrif edilmiş kültürel altyapıya dayanak olduğunu zannettikleri bazı kıssalar okudular ve “Müslümanın malı ortaktır” düşüncesine bu kıssaları intibak ettirdiler.

Mesela, Ebu Bekr radıyallahu anh’ın bütün malını Allah yolunda feda etmesini görenler, ortamın Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in adil tasarruflarıyla yönettiği gibi bir ortam olup olmadığını, İslam davetini yüklenmiş kimselerin mü’min kimseler olup olmadığını hiç dikkate almadılar.

Çünkü kendilerine din diye öğretilen sapık Maturidi akidesinde zaten “Mü’min” ile “Müslüman” arasında fark gözetilmiyor, “Ancak mü’minler kardeştir” ayeti, “Bütün müslümanlar kardeştir” şeklinde açıklanarak empoze ediliyordu. Dolayısıyla dünya hükmü bakımından müslüman muamelesi gören münafıklar ile gerçek mü’minler aynı şemsiye altına sokuluyor, sonra şuursuz tekfir hastalığı, farklı yönelişlere kapı aralıyordu.

Bu durumda bu kısssayı okuyanların bir kısmı duygusal bir atmosfere girerek “Bir Ebu Bekr radıyallahu anh gibi olmak için” ya bütün malını yahut malının büyük meblağ tutan kısmını mensubu olduğu fırkaya bağışlıyor,  ya da diğer müslümanları birer Ebu Bekr olmadıkları, mallarının tamamını yahut büyük kısmını infak etmedikleri için eleştirel gözle bakmaya başlıyor!

Son asrın büyük müceddidlerinden olduğuna hüsnü zan ettiğimiz, İhvanu’l-Muflisin’e birçok makale ve eserlerinde reddiye vermiş olan Şeyh Mukbil b. Hadi rahimehullah, Camiu’s-Sahih adlı sahih hadis külliyatı derlemesinde “Kitabu’l-Emval” diye bir bab açmış, bu babda mallarla ilgili fıkhı ihtiva eden hadisleri toplamıştır. Ben de Multeka’l-Bahrayn adlı derlememde Şeyh Mukbil’in bab başlığını ve alt başlıklarını ona tabi olarak aldım.

Mallarla ilgili ahkâma dair hadislerin zikredildiği bu bab sözünü ettiğim bozuk anlayışa reddiye gibidir.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem müslümanın diğer müslüman üzerindeki haklarını açıklamıştır:

 Ebû Hureyre radıyallahu anh’den: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

حَقُّ المُسْلِمِ عَلَى المُسْلِمِ خَمْسٌ رَدُّ السَّلاَمِ وَعِيَادَةُ المَرِيضِ وَاتِّبَاعُ الجَنَائِزِ وَإِجَابَةُ الدَّعْوَةِ وَتَشْمِيتُ العَاطِسِ

Müslümanın Müslüman üzerinde beş hakkı vardır: selamını cevaplaması, hasta olduğunda ziyaret etmesi, cenazesini takip etmesi, davetine icabet etmesi ve aksırdığı (ve “elhamdülillah” dediğinde; “yerhamukellah” diyerek) teşmit etmesi.”[1]

Bu haklar arasında, görüldüğü gibi mal ile ilgili bir husus yoktur. Yine müslümanın ve mü’minin olması gereken özelliklerini tarif etmiştir. Şu hadiste olduğu gibi:

Fadale b. Ubeyd radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem veda haccında şöyle buyurdu:

أَلَا أُخْبِرُكُمْ مَنِ الْمُسْلِمُ؟ مَنْ سَلِمَ الْمُسْلِمُونَ مِنْ لِسَانِهِ وَيَدِهِ وَالْمُؤْمِنُ مَنْ أَمِنَهُ النَّاسُ عَلَى أَمْوَالِهِمْ وَأَنْفُسِهِمْ وَالْمُهَاجِرُ مَنْ هَجَرَ الْخَطَايَا وَالذَّنُوبَ وَالْمُجَاهِدُ مَنْ جَاهَدَ نَفْسَهُ فِي طَاعَةِ اللهِ

Müslümanın kim olduğunu size söyleyeyim mi? Müslüman; insanların dilinden ve elinden selamette oldukları kimsedir. Mü’min; insanların canları ve malları konusunda kendisine güvendiği kimsedir. Muhacir; hata ve günahlardan uzak duran kimsedir. Mucahid; Allah’a itaat yolunda kendi nefsiyle mücahede eden kimsedir.”[2]

Görüldüğü gibi burada da “müslümanların malı ortaktır” şeklindeki sapkın anlayışa işaret dahi yoktur.

Bilakis her müslümanın ferdî mülkiyeti vardır, helal mal sahibi olmayı istemesi, malı için diğer müslümanla davalaşması, daha kötü duruma düşmemek, dilenmek zorunda kalmamak, mes’ul olduğu kimseleri mağdur etmemek, varislerini başkalarına muhtaç bırakmamak için elinde mal tutması gibi şeyler İslam’da asla kınanmamıştır.

Bunun yanı sıra müslümanın, diğer müslüman kardeşinin ihtiyaçlarını gidermesi, sıkıntıdan kurtarması, infakta bulunması teşvik edilmiştir ve bu fazilete ulaşması tamamen onun ihtiyarına bırakılmıştır:

Abdullah b. Ömer radıyallahu anhuma’dan: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

المُسْلِمُ أَخُو المُسْلِمِ لاَ يَظْلِمُهُ وَلاَ يُسْلِمُهُ، وَمَنْ كَانَ فِي حَاجَةِ أَخِيهِ كَانَ اللَّهُ فِي حَاجَتِهِ وَمَنْ فَرَّجَ عَنْ مُسْلِمٍ كُرْبَةً فَرَّجَ اللَّهُ عَنْهُ كُرْبَةً مِنْ كُرُبَاتِ يَوْمِ القِيَامَةِ وَمَنْ سَتَرَ مُسْلِمًا سَتَرَهُ اللَّهُ يَوْمَ القِيَامَةِ

Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu tehlikeye atmaz. Kim kardeşinin ihtiyacını giderirse Allah da onun ihtiyacını giderir. Kim bir Müslümanı sıkıntısından kurtarırsa Allah da kıyamet gününün sıkıntılarından onu kurtarır. Kim bir Müslümanın kusurunu örterse Allah da kıyamet gününde onu örter.[3]

Bu hadiste görüldüğü gibi müslümanın müslüman kardeşine zulmetmemesi ve tehlikeye atmaması bir hak olarak ifade edilirken, onun ihtiyacını gidermesi ve sıkıntısından kurtarması teşvik edilen fazilettir. Şu hadiste de böyledir:

Ebû Hureyre radıyallahu anh’den: Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

مَنْ نَفَّسَ عَنْ مُؤْمِنٍ كُرْبَةً مِنْ كُرَبِ الدُّنْيَا، نَفَّسَ اللهُ عَنْهُ كُرْبَةً مِنْ كُرَبِ يَوْمِ الْقِيَامَةِ، وَمَنْ يَسَّرَ عَلَى مُعْسِرٍ، يَسَّرَ اللهُ عَلَيْهِ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ، وَمَنْ سَتَرَ مُسْلِمًا، سَتَرَهُ اللهُ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ، وَاللهُ فِي عَوْنِ الْعَبْدِ مَا كَانَ الْعَبْدُ فِي عَوْنِ أَخِيهِ، وَمَنْ سَلَكَ طَرِيقًا يَلْتَمِسُ فِيهِ عِلْمًا، سَهَّلَ اللهُ لَهُ بِهِ طَرِيقًا إِلَى الْجَنَّةِ، وَمَا اجْتَمَعَ قَوْمٌ فِي بَيْتٍ مِنْ بُيُوتِ اللهِ، يَتْلُونَ كِتَابَ اللهِ، وَيَتَدَارَسُونَهُ بَيْنَهُمْ، إِلَّا نَزَلَتْ عَلَيْهِمِ السَّكِينَةُ، وَغَشِيَتْهُمُ الرَّحْمَةُ وَحَفَّتْهُمُ الْمَلَائِكَةُ، وَذَكَرَهُمُ اللهُ فِيمَنْ عِنْدَهُ، وَمَنْ بَطَّأَ بِهِ عَمَلُهُ، لَمْ يُسْرِعْ بِهِ نَسَبُهُ

Bir kimse bir mü'minden dünya sıkıntılarından bir sıkıntı giderirse; Allah ondan âhiret sıkıntılanndan bir sıkıntı giderir. Bir kimse başı sıkışana kolaylık gösterirse, Allah ona dünya ve âhirette kolaylık verir. Ve bir kim­se bir müslümanın günahını örterse, Allah da onu dünya ve âhi­rette örter. Kul din kardeşinin yardımında oldukça, Allah da kulun yardımındadır. Ve her kim bir yol tutarak, o yolda ilim ararsa, bu sebeple Allah ona cennete götüren bir yolu kolaylaştırır. Bir topluluk Allah'ın ev­lerinden bir evde toplanarak Allah’ın kitabını okurlar ve onu aralarında mü­zâkere ederlerse;  üzerlerine sekinet iner.  Allah'ın rahmeti onları kaplar. Melekler de etraflarını kuşatırlar. Allah onları kendi katındakilere anar. Bir kimseyi ameli yavaşlatırsa, nesebi hızlandıramaz.”[4]

Bu hadisler, “Müslümanın malı ortaktır” şeklinde empoze edilen komunist mantığı reddetmektedir. Şayet öyle olsaydı, bu hadislerde ahiretteki karşılık ile bu fazilete teşvik edilmez, bilakis müslümanın diğer müslümandaki – iddia edilen hakkını – kendi almasına yol verilirdi.

Bilakis Nebî sallallahu aleyhi ve sellem veda haccında şöyle buyurmuştur: (pekçok sahabiden gelmiş olup İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan gelen lafzı şöyledir)

فَإِنَّ دِمَاءَكُمْ وَأَمْوَالَكُمْ وَأَعْرَاضَكُمْ عَلَيْكُمْ حَرَامٌ، كَحُرْمَةِ يَوْمِكُمْ هَذَا فِي بَلَدِكُمْ هَذَا، فِي شَهْرِكُمْ هَذَا، فَأَعَادَهَا مِرَارًا، ثُمَّ رَفَعَ رَأْسَهُ فَقَالَ: اللَّهُمَّ هَلْ بَلَّغْتُ، اللَّهُمَّ هَلْ بَلَّغْتُ قَالَ ابْنُ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا: فَوَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ، إِنَّهَا لَوَصِيَّتُهُ إِلَى أُمَّتِهِ، فَلْيُبْلِغِ الشَّاهِدُ الغَائِبَ، لاَ تَرْجِعُوا بَعْدِي كُفَّارًا، يَضْرِبُ بَعْضُكُمْ رِقَابَ بَعْضٍ

Muhakkak kanlarınız, mallarınız ve ırzlarınız bu gününüzün, bu ayınızın bu beldenizin  haramlığı gibi haramdır.” Bunu defalarca tekrar etti. Sonra:

“Allah’ım! Tebliğ ettim mi? Allah’ım! Tebliğ ettim mi?” dedi. İbn Abbas radiyallahu anhuma dedi ki: “Nefsim elinde olana yemin ederim ki bu, ümmetine vasiyetidir:

Şahit olan gâib olana tebliğ etsin. Benden sonra birbirinizin boynunu vuran kâfirlere (nankörlere) dönmeyin!”[5]

Yani “müslümanların malı ortak” değil, her müslümanın malı, diğer müslümana haramdır. Ancak o müslüman (farz olan zekat dışında) kendi iradesiyle malını bağışlarsa o müstesna.

Bu husus anlaşıldıysa, söz konusu yamuk yerleşmiş kültürel altyapıya bağlı olarak yine yamuk ilerleyerek yaygınlaşan bir duruma uyarmak gerekir.

Bu da şudur: Mesela bir müslüman, araç sahibi olan diğer müslümandan aracını emanet olarak istiyor.  

1- Çok zorunlu bir durum olmadıkça böyle bir istekte bulunmak helal değildir.

Semura radiyallahu anh’den: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

الْمَسَائِلُ كُدُوحٌ يَكْدَحُ بِهَا الرَّجُلُ وَجْهَهُ فَمَنْ شَاءَ أَبْقَى عَلَى وَجْهِهِ وَمَنْ شَاءَ تَرَكَ إِلَّا أَنْ يَسْأَلَ الرَّجُلُ ذَا سُلْطَانٍ أَوْ فِي أَمْرٍ لَا يَجِدُ مِنْهُ بُدًّا

Dilenmek kişinin yüzünü yaralayan tırmalamalardır. Dileyen bunu yüzünde bıraksın, dileyen de dilenmeyi terk etsin. Ancak kişinin yetki sahibinden istemesi veya zorunlu olan bir iş hususunda istekte bulunmak bundan hariçtir.”[6]

Avf b. Malik el-Eşcaî radiyallahu anh’den:

كُنَّا عِنْدَ رَسُولِ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ تِسْعَةً أَوْ ثَمَانِيَةً أَوْ سَبْعَةً فَقَالَ أَلَا تُبَايِعُونَ رَسُولَ اللهِ؟ وَكُنَّا حَدِيثَ عَهْدٍ بِبَيْعَةٍ فَقُلْنَا قَدْ بَايَعْنَاكَ يَا رَسُولَ اللهِ ثُمَّ قَالَ أَلَا تُبَايِعُونَ رَسُولَ اللهِ؟ فَقُلْنَا قَدْ بَايَعْنَاكَ يَا رَسُولَ اللهِ ثُمَّ قَالَ أَلَا تُبَايِعُونَ رَسُولَ اللهِ؟ قَالَ فَبَسَطْنَا أَيْدِيَنَا وَقُلْنَا قَدْ بَايَعْنَاكَ يَا رَسُولَ اللهِ فَعَلَامَ نُبَايِعُكَ؟ قَالَ عَلَى أَنْ تَعْبُدُوا اللهَ وَلَا تُشْرِكُوا بِهِ شَيْئًا وَالصَّلَوَاتِ الْخَمْسِ وَتُطِيعُوا - وَأَسَرَّ كَلِمَةً خَفِيَّةً - وَلَا تَسْأَلُوا النَّاسَ شَيْئًا فَلَقَدْ رَأَيْتُ بَعْضَ أُولَئِكَ النَّفَرِ يَسْقُطُ سَوْطُ أَحَدِهِمْ فَمَا يَسْأَلُ أَحَدًا يُنَاوِلُهُ إِيَّاهُ

“Biz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında dokuz yahut sekiz ya da yedi kişi idik. Buyurdu ki:

Allah’ın rasulüne biat etmez misiniz?” Biz yeni biat etmiştik. Dedik ki: “Sana biat ettik ey Allah’ın rasulü!” Sonra yine:

Allah’ın rasulüne biat etmez misiniz?” buyurdu. Biz: “Sana biat ettik ey Allah’ın rasulü!” dedik. Sonra yine:

Allah’ın rasulüne biat etmez misiniz?” buyurdu. Bunun üzerine ellerimizi uzattık ve dedik ki: “Sana biat etmiştik ey Allah’ın rasulü! Ne için biat edelim?” Buyurdu ki:

Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmadan ibadet etmek, beş vakit namazı kılmak, itaat etmek – bu esnada gizli bir söz söyledi – ve insanlardan bir şey istememek üzere biat edin.” O toplulukta bulunanların bazısının kamçısı dahi düşse kimseden istemeyip, bineğinden inerek kendisinin aldığını görmüşümdür.”[7]

2- Zorunlu bir durum varsa araç sahibi, bizzat araçta bulunarak kardeşinin işini görmelidir.

Bureyde b. Husayb radiyallahu anh dedi ki:

بينما رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَمْشِي إِذْ جَاءَ رَجُلٌ مَعَهُ مركب فَقَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ ارْكَبْ وأنا أركب متأخرا فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَنْتَ أَحَقُّ بِصَدْرِ دَابَّتِكَ مِنِّي إِلَّا أَنْ تَجْعَلَهُ لِي قَالَ فَإِنِّي جَعَلْتُهُ لَكَ فَرَكِبَ

“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yürüyüp gi­derken bir adam eşekle geldi ve:

“Ey Allah'ın rasûlü! Bin, ben de arka tarafa binerim” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Sen orasını bana ayırmadıkça, hayvanının ön tarafına binmeye benden daha layıksın.” Adam dedi ki:

“Öyleyse orasını sana bırakıyorum.” Bunun üzerine Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bindi.”[8]

Günümüzde binekler daha farklı mesuliyetler yüklemektedir. Mesela kaza durumunda şayet emanetçi kişi birine çarpsa ruhsat sahibi de mesul olmaktadır. Bineği emanet alan kişi, trafik cezalarını, aracın masraflarını, kaza durumunda oluşan masrafların tamamını ve bundan dolayı meydana gelecek zararı da yüklenebilecek durumda olmalıdır. Kaza durumunda yalnızda aracı tamir ettirmek yeterli değildir, boya ve değişen sebebiyle aracın kaybolan değerini de tazmin etme yükümlülüğü vardır.

Diğer taraftan araç emanet alan kişi, olası kazada kendisinin başına bir şey gelse, kötürüm kalsa veya ölse meydana gelen zarar hakkında araç sahibini emr-i vâki bir durum altında bırakmış olmaz mı?

Bütün bu sebeplerden dolayı başkasından araç emanet almak sakıncalıdır.

3- Araç sahibinin kendi işi sebebiyle başkasını kendisine vekâleten aracıyla göndermesi durumunda bütün sorumluluk ve masraflar araç sahibine aittir. Vekil kılınan kişinin başına gelebilecek işlerden de bu durumda araç sahibi mes’ul olacaktır.

Birbirlerine araç emanet vermekte sakınca görmeyen, hatta bu konuda araç emanet vermeyenleri malında cimrilik yapmış zannedenler, zikredilen sorumlulukları hesaba katmadıklarından yanlış bir düşünce içindedirler.

Bu sayılan hususlar, kendisine ait aracın ruhsatını başkası üzerine kaydettirmek durumunda da söz konusudur ve bütün bunlar düşüncesizce yahut eksik düşünmeyle kul hakkına girmektir.



[1] Sahih. Buhârî (1240) Muslim (2162)

[2] Sahih. Ahmed (6/21, 22) İbn Hibban (10/484, 11/203) Hâkim (1/54) Tirmizi (1621) Bezzar (9/206) Taberani (18/309)

[3] Sahih. Buhârî (2442) Muslim (2580)

[4] Sahih. Muslim (2699)

[5] Sahih. Buhari (1739, 1741) Muslim (1679)

[6] Sahih. Ebû Dâvûd (1639) Tirmizî (681) Nesâî (2599, 2600) Nesâî Sunenu'l-Kubrâ (2380-81) Ahmed (5/22) İbn Hibbân (8/182, 191) Tayalisi (930) Taberânî (7/182) İbn Zencuye el-Emval (2100) İbn Ebi'd-Dunyâ el-Kanaat (20) Ebu Sa’d en-Nasravî Emali (63) Ebu Nuaym Tarihu İsbehan (1/131) Tahavî Şerhu Meâni'l-Âsâr (3015) Beyhakî (4/197) Beyhakî Şuab (3/270)  Hattabi Garibu’l-Hadis (1/144) İbn Abdilberr et-Temhid (4/114, 18/322) el-Elbani Sahihu’l-Cami (6695) Mukbil b. Hadi Camiu’s-Sahih (1292, 2896, 2990, 3220, 3285)

[7] Sahih. Muslim (1043)

[8] Muslim'in şartına göre sahih. Necmuddin en-Nesefi el-Kand Fi Ahbari Semerkand (914) Ahmed (5/353) Ebû Dâvûd (2572) Tirmizî (2773) Hâkim (2/73) Beyhaki (5/258) Beyhaki el-Âdab (812) Mukbil b. Hadi Sahihu’l-Musned (157)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)