Soru: “Tartıştığım bazı
kimseler Kur’ân'da nasih ve mensuhun insanların anladığı gibi bir nesh
olmadığını söylediler ve nesh olunduğu zannedilen bazı ayetler ile muamele
edilebilir dediler ve akli bir yaklaşımla şöyle bir misal verdiler; Mesela
içki haram ancak müslümanların çoğu içkiliyken namaza yaklaşmayın ayetini
nesh edilmiş zannediyorlar halbuki öyle değil, bir adam içkiyi bırakamıyor
namazı terk etmemesi için ona bu ayetle muamele edilebilir ve içkiliyken
namaza yaklaşmayın ayeti tatbik edilebilir dediler, böylece içkiyi
bırakamasa bile namazı terk etmemiş olur sadece sarhoşken namaza yaklaşmaz
dediler. Bu görüşlerine el-isfehani gibi alimleri destek olarak
zikrediyorlar ve sahabeden ve seleften de nasih, mensuh konusunda bu
görüşte olanların olduğunu iddia ediyorlar. Durum böyle ise Kitap ve
sünnette gelen hükmü kalkan meseleleri bu usulün neresine koyuyorlar? Bu
vermiş oldukları akli örneğe göre içki içmenin de caiz olduğunu
söylemeleri gerekmiyor mu? Seleften iddia ettikleri gibi bu görüşte
olanlar var mı? Bu konuyu etraflıca açıklayabilir misiniz?
Başka bir soru, Rasul
Aleyhisselamdan tenasül uzvuna dokunulduğunda abdestin bozulacağı ve
bozulmayacağı şeklinde gelen rivayetlere baktığımızda örtülü iken dokunulduğunda
abdestin bozulmayacağını, çıplak elle
dokunulduğunda abdestin bozulacağını görüyoruz. Yine onun gusül
edip namaza çıktığını görüyoruz. Buna binaen gusül abdesti alan bir kimse
çıplak elle suyu tenasül uzvuna ulaştırdığında onun abdesti sahih midir ve
o gusül ile namaz kılabilir mi?
Diğer bir mesele cuma günü
gusül etmek hakkında, cuma günü gusül etmek ile ilgili hem teşvik hemde
emir şeklinde rivayetler, bu sünnet midir, yoksa farz mıdır?
Son olarak fıtır sadakasını
üzüm hurma dışında tükettiğimiz herhangi bir yiyecekten bir sâ’ şeklinde
vermemizde bir beis var mı?
Sorular biraz fazla oldu
hakkınızı helal edin. Allah razı olsun.
Cevap: Cevabın gecikmesi,
sorulan konuların mustakil bir risale yazmayı gerektirecek kadar hacimli bir
cevap içermesinden dolayı idi. İkinci defa soru yinelenince özetleyebildiğim
kadarıyla sorulara cevap vereceğim inşaallah:
Nesih Meselesi
1- Öncelikle dînî meselelerin
tartışma konusu edilmesini asla tasvip etmediğimi belirtmek isterim.
Ümmetin sâlih selefinin nesih
olarak tanımladığı şeyler ile sonraki usulcülerin nesih kapsamında
değerlendirdikleri şeylerde farklılık vardır.
İbn Kayyım şöyle demiştir: “Selefin genelinin nasih (nesh eden) ve
mensuh (neshedilen)den maksadı, hükmün tamamen kaldırılmasıdır. Sonrakilerin
ıstılahında ise genel, mutlak ve zahir delaletin kaldırılması, ya tahsisle, ya
takyid ile ya da mutlakın mukayyede hamledilerek tefsir edilmesi ile olur.
Onların dilinde nesh şudur: Maksadın o lafzın dışında, ondan hariç bir emirle
açıklanmasıdır. Onların sözlerini düşünen, bunda sayılamayacak kadar çok şey
görür. Sonrakilerin ıstılahlarına göre yorumlayanların ortaya koydukları
karışıklıklar gider.”[1]
Şatıbi şöyle demiştir: “Mütekaddimîn (ilk dönem) ulemâsının sözlerine
baktığımızda, onların nesh kelimesini usûlcülerin kullanmış olduğu mânâdan daha
genel bir anlamda kullandıklarını görüyoruz: Onlar bazen mutlakın takyid
edilmesine nesh ifadesini kullanıyorlar. Bazen bitişik ya da ayrı bir delil ile
yapılan umumun tahsisine de nesh tabir ediyorlar. Keza mübhem ve mücmelin
beyanı için de aynı tabiri kullanıyorlar. Öbür taraftan şer'î bir hükmün, daha
sonra gelen başka bir şer'î hükümle kaldırılmasına da nesh demektedirler”[2]
İbn Kayyım ve Şatıbi’nin
sözlerinden şu sonucu çıkarabiliriz:
a- Selefin (Sahabe ve
tabiinin) neshe yüklediği anlam: hükmün kaldırılmasıdır.
b- Mutekaddimîn (ilk dönem
alimleri) bazen mutlakın takyidine, umumun tahsisine ve kapalı hususların
açıklanmasına da nesh demişlerdir.
c- Sonraki usulcülerin geneli
hükmün kaldırılması anlamındaki neshi, genel kapsamlı ifadenin tahsisini ve mutlakın
takyidini birbirinden ayrı, mustakil olarak ele almışlar, her birine ayrı tabir
kullanmışlardır.
Buna göre, bazı ayetler
hakkında sahabeden bazılarının “Bu ayet nesh edilmiştir” şeklindeki ifadeleri
görüldüğü zaman bu ifadeyi sonraki usulcülerin ıstılahıyla anlamamak gerekir. Sahabe
nesh diyorsa, burada mensuhtan (kaldırılmış bir hükümden) bahsediyor demektir
ve burada nasih (hükmü kaldıran) nassa ihtiyaç vardır.
İçkiyi Terk Etmeden Namaz Kılan Kimse
Meselesi
Misal olarak zikredilen
içkiyle ilgili örneğe gelince, içkiyi bırakamadığı söylenen kimseye namazı terk
etmemesi için içkili olarak namaza yaklaşmayın ayetiyle amel etmesinin
söylenmesinin karşı çıkılacak bir yönü yoktur. Burada elbette ayetin bu
lafzının tilaveti nesh edilmemiştir, mushaflarda ve sahih kıraatlerde
mevcuttur.
Ayetin bu lafzı sarhoş edici
içki içmenin meşru sayılmasına bir basamak olarak kullanılmadığı sürece
anlatılan durumda bir problem yoktur. Yani içki içen kimsenin sarhoşken
namaza yaklaşmaması gerektiğini ifade etmesi, bu hükmün bâkî olduğu doğrudur.
Nesh edilen şey ise, namaz dışında da içki içilmesine bir yol bırakılmamasıdır.
İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan:
{يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَقْرَبُوا
الصَّلَاةَ وَأَنْتُمْ سُكَارَى} وَ{يَسْأَلُونَكَ
عَنِ الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِ قُلْ فِيهِمَا إِثْمٌ كَبِيرٌ وَمَنَافِعُ لِلنَّاسِ}
نَسَخَتْهُمَا الَّتِي فِي الْمَائِدَةِ {إِنَّمَا الْخَمْرُ وَالْمَيْسِرُ وَالْأَنْصَابُ}
الْآيَةَ
“Ey iman edenler!
Sarhoşken namaza yaklaşmayın...” (Nisa 43) âyeti ile "Sana içki ve kumardan soruyorlar. De ki:
“İkisinde de insanlar için hem büyük bir günah hem de menfaatler vardır.” (Bakara 219) ayetlerini; “Ey insanlar! Şarap,
kumar, dikili taşlar (putlar) ve (üzerine yazılar yazılmış) şans okları...”
(Maide 90) âyeti nesh etmiştir.”[3]
Burada görüldüğü gibi İbn Abbas radıyallahu anhuma nesihten,
yani kaldırılan bir hükümden bahsetmektedir. Kaldırılan hüküm, namaz dışında
içki içmektir ki, Maide suresindeki ayetle içki tamamen yasaklanmıştır. Nisa
suresindeki namaza sarhoşken yaklaşma yasağı ise devam etmektedir.
Burada daha ziyade yanlış
anlayışların tashihine vurgu yapmak gerekir. Bu da, “İçkiyi bırakamayan
kimse” kavramının tashih edilmesi ve “sarhoşken namaza yaklaşmasının
önüne geçilerek, namaz vakitleri dışında içki içilebilmesine kapı aralanmasına”
mani olunmasıdır.
“İçkiyi bırakamamak” diye bir
kavram hiç kimseden kabul edilemez. Öncelikle kim böyle bir şey iddia ederse
bilinç altlarından bu yalanın temizlenmesi gerekir. Bu iddia asla gerçeği
yansıtmaz. Çünkü Allah Azze ve Celle hiç kimseye gücünün yetmeyeceği şeyi
yüklemez. İçki, zina, hırsızlık, adam öldürmek vb. büyük günahlar ise mutlak
bir surette yasaklanmıştır.
Rasulullah sallallahu aleyhi
ve sellem şöyle buyurmuştur
فَإِذَا أَمَرْتُكُمْ بِشَيْءٍ فَأْتُوا
مِنْهُ مَا اسْتَطَعْتُمْ وَإِذَا نَهَيْتُكُمْ عَنْ شَيْءٍ فَدَعُوهُ
Size bir şeyi emrettiğimde onu gücünüz yettiği kadarıyla yerine getirin.
Sizi bir şeyden yasakladığımda da derhal onu terk edin.”[4]
Böylece mükelleflerin dinin
emirlerini imkânlarını zorlayarak yerine getirmelerini zorunlu kılmışken, dinin
yasaklarında ise güç yetirme gibi bir durumu söz konusu etmemiştir. Çünkü dinin
bütün yasakları, herkesin terk etmeye güçleri yeten şeylerdir.
Bir kimse uyuşturucu bağımlısı
olduğu iddiasıyla bunu terk edemediğini söyleyemez. Yahut zinayı bırakamadığını
ya da diğer mutlak yasakları terk etmeye gücü yetmediğini iddia ederse Allah’ı
ve rasulünü yalanlamış olur.
Nitekim Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem, müslüman olduktan sonra içkiyi bırakamayacaklarını iddia eden
bir kavme karşı, bunda ısrar etmeleri halinde onlara savaş açılmasını
emretmiştir.
Ed-Deylem el-Himyerî radiyallahu anh’den:
أَنَّهُ سَأَلَ رَسُولَ اللهِ صَلَّى
اللهُ عَلَيْهِ وَعَلَى آلِهِ وَسَلَّمَ قَالَ إِنَّا بِأَرْضٍ بَارِدَةٍ وَإِنَّا
لَنَسْتَعِينُ بِشَرَابٍ يُصْنَعُ لَنَا مِنَ الْقَمْحِ فَقَالَ رَسُولُ اللهِ
صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَعَلَى آلِهِ وَسَلَّمَ أَيُسْكِرُ؟ قَالَ نَعَمْ قَالَ
فَلَا تَشْرَبُوهُ فَأَعَادَ عَلَيْهِ فَقَالَ لَهُ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ وَعَلَى آلِهِ وَسَلَّمَ أَيُسْكِرُ؟ قَالَ نَعَمْ قَالَ فَلَا
تَشْرَبُوهُ فَأَعَادَ عَلَيْهِ الثَّالِثَةَ فَقَالَ لَهُ رَسُولُ اللهِ صَلَّى
اللهُ عَلَيْهِ وَعَلَى آلِهِ وَسَلَّمَ أَيُسْكِرُ؟ قَالَ نَعَمْ قَالَ فَلَا
تَشْرَبُوهُ قَالَ فَإِنَّهُمْ لَا يَصْبِرُونَ عَنْهُ قَالَ فَإِنْ لَمْ
يَصْبِرُوا عَنْهُ فَقَاتِلُوهُمْ
“O, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e şöyle sordu: “Biz soğuk bir
yerdeyiz. Bizim için buğdaydan yapılan bir içkiyle yardım alıyoruz.” Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
“Sarhoş
ediyor mu?” ed-Deylemî radiyallahu anh: “Evet” dedi. Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem:
“Onu içmeyin”
buyurdu. Ed-Deylemî radiyallahu anh sorusunu tekrar edince Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem ona:
“Sarhoş
ediyor mu?” diye sordu. O da: “Evet” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem:
“Onu içmeyin”
buyurdu. Üçüncü defa sorduğunda Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Sarhoş
ediyor mu?” buyurdu. O da: “Evet” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem:
“Onu içmeyin”
buyurdu. Ed-Deylemî radiyallahu anh dedi ki: “Onsuz sabredemezler.” Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
“Sabredemezlerse
onlarla savaşın.”[5]
Bu sebeple bu kişinin Allah’ı
ve rasulünü yalanlamak yerine, nefsine düşman olması ve kendi nefsini
yalanlaması bir zorunluluktur. Nefsine yenik düşerek bu fısklarda vuku bulan
kimse, bu günahların şer’î sorumluluğundan ve yaptırımlarından vareste kalamaz.
Muaviye radiyallahu anh’den: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
مَنْ شَرِبَ الْخَمْرَ فَاجْلِدُوهُ
فَإِنْ عَادَ ثَلَاثَ مَرَّاتٍ فَاجْلِدُوهُ فَإِنْ عَادَ فِي الرَّابِعَةِ
فَاقْتُلُوهُ
“Kim sarhoş
edici içki içerse ona sopa vurun. Eğer üç sefer tekrar ederse ona sopa vurun.
Dördüncü defa tekrar ederse onu öldürün.”[6]
Aynısı İbn Ömer
ve bir grup sahabe[7],
Ebu Hureyre[8],
Ebu Said el-Hudrî[9],
Cabir[10],
İbn Amr[11],
Cerir b. Abdillah[12],
Şerid b. Suveyd[13],
Şurahbil b. Evs[14],
Gudayf b. Haris[15]
ve Yezid b. Ebi Kebşe; ismi belirtilmeyen bir sahabe yoluyla[16]
(radiyallahu anhum) rivayet edilmiştir.
Diğer taraftan, bilerek sarhoş edici içki içen kimsenin kırk gün namazının kabul edilmeyeceğini bilmesi gerekir. Bu konudaki hadis İbn Amr radıyallahu anhuma’dan Sünen’lerde rivayet edilmiş olup malum ve meşhurdur. Lakin içki içen kimse, “Nasıl olsa namazım kabul olmuyor, o halde neden kılayım” diyerek namazı terk de edemeyeceğini bilmelidir. Çünkü namazı terk eden kâfir olur. Namazı kabul edilmese dahi kılmaya devam etmek zorundadır.
İbn Amr radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
مَنْ سَكِرَ مِنَ الْخَمْرِ لَمْ تُقْبَلْ
لَهُ صَلاَةٌ أَرْبَعِينَ يَوْمًا فَإِنْ مَاتَ فِيهَا مَاتَ كَعَابِدِ وَثَنٍ
“Kim içki içerek sarhoş olursa kırk gün namazı kabul edilmez. Eğer o halde ölürse puta tapan gibi ölmüş olur.”[17]
İbn Amr radıyallahu anhuma’dan gelen diğer rivayette Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
شَارِبُ الْخَمْرِ كَعَابِدِ وَثَنٍ وَشَارِبُ
الْخَمْرِ كَعَابِدِ اللَّاتِ وَالْعُزَّى
“İçki içen puta tapan gibidir. İçki içen Lat ve Uzza’ya tapan gibidir.”[18]
Aynısını İbn Abbas[19], Cabir[20], Ebu Hureyre[21] ve Enes[22] radiyallahu anhum rivayet etmişlerdir.
Ebû Mûsâ radiyallahu anh dedi ki:
مَا أُبَالِي شَرِبْتُ الْخَمْرَ أَوْ عَبَدْتُ
هَذِهِ السَّارِيَةَ مِنْ دُونِ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ
“Bana göre, ha hamr içmişim,
ha Allah’ı bırakarak şu sütuna tapmışım, ikisi de birdir.”[23]
İbn Ömer radiyallahu anhuma
dedi ki:
مَنْ شَرِبَ الْخَمْرَ فَلَمْ يَنْتَشِ لَمْ
تُقْبَلْ لَهُ صَلَاةٌ مَا دَامَ فِي جَوْفِهِ أَوْ عُرُوقِهِ مِنْهَا شَيْءٌ وَإِنْ
مَاتَ مَاتَ كَافِرًا وَإِنْ انْتَشَى لَمْ تُقْبَلْ لَهُ صَلَاةٌ أَرْبَعِينَ لَيْلَةً
وَإِنْ مَاتَ فِيهَا مَاتَ كَافِرًا
“Kim sarhoş edici içki içer
de sarhoş olmazsa, onun içinde veya damarlarında ondan bir şey olduğu sürece
namazı kabul edilmez. O şekilde ölürse kâfir olarak ölür. Kim de sarhoş olursa
kırk gece namazı kabul edilmez ve o halde ölürse kâfir olarak ölür.”[24]
Esma bt. Yezid radiyallahu anha’dan: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem’i şöyle buyururken işittim:
مَنْ شَرِبَ الْخَمْرَ لَمْ يَرْضَ اللهُ
عَنْهُ أَرْبَعِينَ يَوْمًا إِنْ مَاتَ مَاتَ كَافِرًا وَإِنْ تَابَ تَابَ اللهُ عَلَيْهِ
وَإِنْ عَادَ كَانَ حَتْمًا عَلَى اللهِ أَنْ يَسْقِيَهُ مِنْ طِينَةِ الْخَبَالِ قُلْتُ
يَا رَسُولَ اللهِ وَمَا طِينَةُ الْخَبَالِ؟ قَالَ صَدِيدُ أَهْلِ النَّارِ
“Kim sarhoş edici içki içerse Allah ondan kırk gün razı olmaz, eğer
ölürse kâfir olarak ölür. Eğer tevbe ederse Allah onun tevbesini kabul eder.
Eğer tekrar içerse Allah ona tiynetu’l-habal’den içirir.” Dedim ki: “Ey
Allah’ın rasulü! Tiynetu’l-habâl nedir?” Buyurdu ki:
“Cehennemliklerin irinidir.”[25]
Muhakkak ki namaz,
kötülüklerden alıkoyar. Namazı içkiye yenik düşürmeyip, bilakis içkiyi namaza
yenik düşürme mecburiyeti içinde olduğunu takdir etmelidir.
Gusulden Sonra Cinsel Organına Dokunan
Kimsenin Abdesti
2- Guslettikten sonra veya
herhangi bir sebeple arada bir engel olmaksızın tenasül uzvuna dokunan kimsenin
abdesti bozulur. Bu konuda gelen hadisler açıktır.
Ebu Hureyre radiyallahu anh’den: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
إِذَا أَفْضَى أَحَدُكُمْ بِيَدِهِ إِلَى
فَرْجِهِ لَيْسَ دُونَهَا حِجَابٌ فَقَدْ وَجَبَ عَلَيْهِ الْوُضُوءُ
“Biriniz arada bir örtü olmadan cinsel organına dokunursa abdest
alsın.”[26]
Burada Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in guslettikten sonra namaza
gelmesinin söz konusu edilmesi, anladığım kadarıyla, “Acaba Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem bu guslü esnasında cinsel organına dokunmamış mıdır?”
şeklinde bir şüphe sebebiyledir.
Bu şüphe hakkında şunları söyleyebilirim: Nebî sallallahu aleyhi ve
sellem’in guslüne önce cinsel organını yıkayarak başladığı, sonra namaz abdesti
gibi abdest aldığı, yalnız ayaklarını yıkamayı en sona bıraktığı rivayet
edilmiştir: Meymune radiyallahu anha dedi ki:
وَضَعَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ وَضُوءًا لِجَنَابَةٍ فَأَكْفَأَ بِيَمِينِهِ عَلَى شِمَالِهِ مَرَّتَيْنِ
أَوْ ثَلاَثًا ثُمَّ غَسَلَ فَرْجَهُ ثُمَّ ضَرَبَ يَدَهُ بِالأَرْضِ أَوِ الحَائِطِ
مَرَّتَيْنِ أَوْ ثَلاَثًا ثُمَّ مَضْمَضَ وَاسْتَنْشَقَ وَغَسَلَ وَجْهَهُ وَذِرَاعَيْهِ
ثُمَّ أَفَاضَ عَلَى رَأْسِهِ المَاءَ ثُمَّ غَسَلَ جَسَدَهُ ثُمَّ تَنَحَّى فَغَسَلَ
رِجْلَيْهِ قَالَتْ فَأَتَيْتُهُ بِخِرْقَةٍ فَلَمْ يُرِدْهَا فَجَعَلَ يَنْفُضُ بِيَدِهِ
“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
cünüplükten yıkanmak için su koydu. Sağ eliyle sol eline iki veya üç defa su
döktü. Sonra cinsel organını yıkadı. Sonra elini yere veya duvara iki ya da üç
defa sürdü. Sonra ağzına ve burnuna su verdi. Yüzünü ve dirseklerini yıkadı.
Sonra başı üzerinden su döktü. Sonra bütün vücudunu yıkadı. Sonra çekilip
ayaklarını yıkadı. Ona kurulanması için bir bez getirdim, istemedi. Ellerini
çırpmaya başladı.”[27]
Burada şu inceliğe de işaret edeyim: Kişi gusul esnasındaki bu abdestini
tamamlamadığı yani ayaklarını yıkamadığı sürece, henüz abdestini veya guslünü
tamamlamış olmadığından bunun öncesinde elinin cinsel organına çarpmasıyla
abdestinin bozulacağı söylenemez. Çünkü abdest tamamlanmadığı için abdestli
sayılmayacağından abdestinin bozulduğu da söylenemez. Yahut abdest almakta olan
kimse, abdestini tamamlamadan önce, abdest esnasında yellense, bu kimsenin de
abdestinin geçersiz olduğunu söylemek zordur. Çünkü henüz bozulacak bir abdeste
malik olmamıştır.
Nitekim bu açıklamamı destekleyen husus şu rivayetlerde mevcuttur:
Meymune radıyallahu anha’dan gelen diğer bir rivayette
şu şekildedir:
تَوَضَّأَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وُضُوءهُ لِلصَّلاَةِ غَيْرَ رِجْلَيْهِ وَغَسَلَ فَرْجَهُ وَمَا أَصَابَهُ مِنَ
الأَذَى ثُمَّ أَفَاضَ عَلَيْهِ المَاءَ ثُمَّ نَحَّى رِجْلَيْهِ فَغَسَلَهُمَا
هَذِهِ غُسْلُهُ مِنَ الجَنَابَةِ
“Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem ayaklarını yıkamak dışında namaz abdesti gibi abdest alırdı.
Avretini ve isabet eden ezayı yıkar, sonra üzerinden su döker, sonra ayaklarına
eğilir ve onları yıkardı. İşte cünüplükten gusletmesi böyleydi.”[28]
Haram b. Hakîm
rahimehullah, amcası Abdullah b. Sa’d radiyallahu anh’den rivayet ediyor:
أَنَّهُ سَأَلَ
رَسُولَ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَعَلَى آلِهِ وَسَلَّمَ عَمَّا يُوجِبُ
الْغُسْلَ وَعَنِ الْمَاءِ يَكُونُ بَعْدَ الْمَاءِ وَعَنِ الصَّلَاةِ فِي بَيْتِي
وَعَنِ الصَّلَاةِ فِي الْمَسْجِدِ وَعَنْ مُؤَاكَلَةِ الْحَائِضِ فَقَالَ إِنَّ
اللهَ لَا يَسْتَحْيِي مِنَ الْحَقِّ أَمَّا أَنَا فَإِذَا فَعَلْتُ كَذَا وَكَذَا
فَذَكَرَ الْغُسْلَ قَالَ أَتَوَضَّأُ وُضُوئِي لِلصَّلَاةِ أَغْسِلُ فَرْجِي
ثُمَّ ذَكَرَ الْغُسْلَ…
“Abdullah b. Sa’d
radiyallahu anh Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e guslü gerektiren
halleri, suyun sudan dolayı olmasını, evde namaz kılmayı, mescidde namaz
kılmayı ve hayızlı kadınla beraber yemek yemek hakkında sordu. Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
“Şüphesiz Allah hakkı açıklamaktan çekinmez. Bana
gelince, şöyle ve şöyle yaptığım zaman guslederim.” Sonra guslü zikretti ve
buyurdu ki:
“Namaz için abdest aldığım gibi abdest alır, cinsel
organımı yıkarım.” Sonra guslün şeklini anlattı…”[29]
Bu rivayette Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem önce namaz abdesti
gibi abdest aldığını ve cinsel organını yıkadığını zikretmiştir. Ayaklarını
yıkamayı en sona bıraktığı için, gusül ve abdest tamamlanmadan önce cinsel
organına dokunmasının abdeste zarar vermediğine bu hadiste işaret vardır.
el-Esved
rahimehullah’tan: “Aişe radiyallahu anha dedi ki:
أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ كَانَ لَا يَتَوَضَّأُ بَعْدَ الْغُسْلِ
“Nebî sallallahu aleyhi ve sellem gusulden sonra abdest almazdı.”[30]
Cuma Guslünün Hükmü
3- Cuma günü gusletmek
hakkındaki hadisler bu guslün farz değil, müstehap olduğuna delalet etmektedir.
Her Cuma guslün vacip olduğunu, bazı lafızlarda “bir hak” olduğunu ifade eden
hadisler, her müslümanın haftada bir gusletmesinin hak olduğunu gösterir.
Cuma lafzı, hadislerde bir
haftanın/yedi günün de kastedildiği bir lafızdır. Yani her müslümanın en az
yedi günde bir gusletmesi bir haktır. Bunu Cuma gününde yapması ise daha güzel
olur. Şu hadiste geldiği gibi:
Ebu Hureyre radiyallahu anh’den: Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
حَقٌّ عَلَى كُلِّ مُسْلِمٍ أَنْ يَغْتَسِلَ
فِي كُلِّ سَبْعَةِ أَيَّامٍ يَوْمًا يَغْسِلُ فِيهِ رَأْسَهُ وَجَسَدَهُ
“Her müslümanın yedi günde bir gusletmesi, bu
guslünde başını ve bedenini yıkaması bir haktır.”[31]
Lakin bu hak, şer’î anlamda
farzın karşılığı mıdır, bu konuda ilim ehli ihtilaf etmişlerdir. Aşağıda
zikredeceğim rivayetler sabit olduğundan, mezkûr hakkın farz değil, müstehap
bir hak olduğu anlaşılmaktadır:
İbn Abbas radiyallahu anhuma’dan: “Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
مَنْ تَوَضَّأَ فَبِهَا وَنِعْمَتْ وَيُجْزِئُ
مِنَ الْفَرِيضَةِ وَمَنِ اغْتَسَلَ فَالْغُسْلُ أَفْضَلُ
“Kim Cum’a
namazı için abdest alırsa bu güzeldir ve farzı edaya yeterlidir. Kim de
guslederse gusül daha faziletlidir.”[32]
Semura b.
Cundub radiyallahu anh’den: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
مَنْ تَوَضَّأَ يَوْمَ الْجُمُعَةِ فَبِهَا
وَنِعْمَتْ وَمَنِ اغْتَسَلَ فَهُوَ أَفْضَلُ
“Kim Cum’a günü abdest alırsa bu güzeldir. Kim de guslederse gusül
daha faziletlidir.”[33]
Ümmetin selefi de, Cuma guslünü farz değil, müstehap olarak
anlamışlardır:
İbrahim (en-Nehâî) rahimehullah şöyle demiştir:
مَا كَانَ يَرَوْنَ غُسْلًا وَاجِبًا إِلَّا
غُسْلَ الْجَنَابَةِ وَكَانُوا يَسْتَحِبُّونَ الْغُسْلَ يَوْمَ الْجُمُعَةِ
“(Ashab) sadece cünüplükten dolayı guslü farz görürlerdi. Cum’a guslünü
ise mustehap kabul ederlerdi.”[34]
Yine
bazı hadislerde Cuma guslü hakkında geçen “vacip” kelimesinin şer’î anlamdaki
farzın karşılığı değil, gereklilik manasında lugavi anlamın kastedilmiş olduğu
yahut bununla farzlık kastedilmişse bu hükmün belli bir dönem için geçerli,
olup, sonradan farzlığın kalktığını şu gibi rivayetlerden dolayı söylemek mümkündür:
İkrime rahimehullah’tan:
“Iraklılardan bir grup kimse İbn Abbâs radiyallahu anhuma‘ya gelerek: “Cum’a
günü gusletmek vacib midir, ne dersin?” diye sordular. İbn Abbâs radıyallahu
anhuma dedi ki:
“Hayır, ancak temizliğe çok
uygundur ve gusleden için pek hayırlıdır. Yıkanmayan üzerine de vacib değildir.
Ben size guslün nasıl başladığını anlatayım: İnsanlar meşakkatli işler
yapıyorlar ve yünlü elbiseler giyiyorlardı. Çalışmaları çoğunlukla sırtlarında
yük taşımak şeklinde oluyordu. Mescitleri dardı ve tavan alçaktı, yani arîş
(denen üzeri hurma dallarıyla örtülmüş çardak) şeklindeydi. Sıcak bir günde
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem minbere çıktı. Cemaat yün elbiselerin
içinde terlemişti. Terleri sebebiyle onlardan çıkan kokular ortalığı sardı ve herkesi
rahatsız etti. Koku Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem‘e de uzanınca
buyurdu ki:
أَيُّهَا النَّاسُ إِذَا كَانَ هَذَا الْيَوْمَ
فَاغْتَسِلُوا وَلْيَمَسَّ أَحَدُكُمْ أَفْضَلَ مَا يَجِدُ مِنْ دُهْنِهِ وَطِيبِهِ
“Ey insanlar, bu gün
gelince yıkanın. Ayrıca herkes, bulabildiği en güzel kokuyu sürünsün!”
Bilahare Allah’ın lütfu yetişti (bolluk arttı), herkes yünlüden başka elbiseler
giydiler, çalışmaları hafifledi, mescitleri genişletildi. Birbirlerini rahatsız
eden terlerin bir kısmı ortadan kalktı.”[35]
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in hanımı Aişe
radıyallahu anha’dan:
كَانَ النَّاسُ يَنْتَابُونَ يَوْمَ
الجُمُعَةِ مِنْ مَنَازِلِهِمْ وَالعَوَالِيِّ فَيَأْتُونَ فِي الغُبَارِ يُصِيبُهُمُ
الغُبَارُ وَالعَرَقُ فَيَخْرُجُ مِنْهُمُ العَرَقُ فَأَتَى رَسُولَ اللَّهِ
صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِنْسَانٌ مِنْهُمْ وَهُوَ عِنْدِي فَقَالَ
النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَوْ أَنَّكُمْ تَطَهَّرْتُمْ
لِيَوْمِكُمْ هَذَا
“İnsanlar Cum’a günü yaylalardaki evlerinden
gelirlerdi. Abâ içinde gelirler de toza bulanırlar; kendilerinden ter kokusu
çıkardı. Bir defa Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem benim yanımda iken
ona, bunlardan bir adam geldi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem onun
hâlini görünce buyurdu ki:
“Siz bu gün için temizlenseniz ya!”[36]
Fıtır Sadakasının Verileceği Yiyecek Sınıfları Hakkında
4- Fıtır sadakası, zekat
emrinden önce vacip idi, zekat emrinden sonrasında ise farz olarak devam edip
etmediği konusu şüphelidir.
Amr b. Şurahbil rahimehullah’tan: “Kays b. Sa’d b. Ubade radiyallahu
anhuma dedi ki:
كُنَّا نَصُومُ عَاشُورَاءَ ونعطي زَكَاةَ
الْفِطْرِ ما لم ينزل علينا صوم رَمَضَان والزَّكَاةُ فَلَمَّا نَزَلَ أو قَالَ
نزلا لَمْ نُؤْمَرْ بِهِ وَلَمْ نُنْهَ عَنْهُ وَكُنَّا نَفْعَلُهُ
“Biz Ramazan orucu ve zekât emri nazil olmadan önce Aşura günü oruç
tutar ve fıtr zekâtı verirdik. Ramazan orucu ve zekât farz kılınınca bunlarla
(aşura orucu ve fıtr zekâtıyla) emrolunmadık ve yasaklanmadık. Ve biz bunları
yapıyorduk.”[37]
Fakat her halukarda oruç
tutanların oruçlarındaki eksikliklerine karşı bir keffaret olarak verilmesi
ihtiyat gereğidir:
İbn Abbâs radiyallahu
anhuma’dan:
فَرَضَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ زَكَاةَ الْفِطْرِ طُهْرَةً لِلصَّائِمِ مِنَ اللَّغْوِ وَالرَّفَثِ وَطُعْمَةً
لِلْمَسَاكِينِ فَمَنْ أَدَّاهَا قَبْلَ الصَّلَاةِ فَهِيَ زَكَاةٌ مَقْبُولَةٌ وَمَنْ
أَدَّاهَا بَعْدَ الصَّلَاةِ فَهِيَ صَدَقَةٌ مِنَ الصَّدَقَاتِ
“Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem fıtır zekatını; oruçlu için boş sözlerden ve müstehcen
konuşmalardan temizlik, miskinler için yiyecek olsun diye farz kıldı. Kim
namazdan (bayram namazından) önce
verirse kabul olunan bir zekattır. Kim de namazdan sonra verirse, bu herhangi
sadakadan bir sadakadır.”[38]
İbn Abbas radıyallahu
anhuma’nın bu rivayeti tedebbür edilirse, fıtır zekatı, orucu hatalardan temizlemek
için farz kılınmıştır ve bu ihtiyaç zekatın farz kılınmasından sonra da devam
eden bir durumdur. Zira her oruç tutan kimse zekat nisabına malik değildir ve
zekat verecek durumda olmayanların da oruçlarını boş sözlerden, müstehcen
konuşmalardan vb. temizlemeye ihtiyacı vardır.
Fıtır sadakası hakkında
sahabiler, bunun sa’ ile yani avuçla ölçülebilen ve depolanabilen yiyeceklerden
farz kıldındığını ifade etmişlerdir, bu yiyecek sınıflarının hangileri olacağı
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem tarafından tayin edilmemiştir. Ancak ashab hangi tür yiyeceklerden
verdiklerini belirtmişlerdir:
İbn Ömer radiyallahu anhuma’nın şu sözüne gelince:
فَرَضَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ زَكَاةَ الفِطْرِ صَاعًا مِنْ تَمْرٍ أَوْ صَاعًا مِنْ شَعِيرٍ عَلَى العَبْدِ
وَالحُرِّ وَالذَّكَرِ وَالأُنْثَى وَالصَّغِيرِ وَالكَبِيرِ مِنَ المُسْلِمِينَ وَأَمَرَ
بِهَا أَنْ تُؤَدَّى قَبْلَ خُرُوجِ النَّاسِ إِلَى الصَّلاَةِ
“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem fıtr zekâtını bir sa’ hurma veya
bir sa’ arpa olmak üzere hür, köle, erkek, kadın, küçük veya büyük her
müslümana farz kıldı. Bunun insanlar bayram namazına çıkmadan önce edâ
edilmesini emretti.”[39]
Bu rivayette İbn Ömer
radıyallahu anhuma sadece kuru hurma ve arpayı misal olarak zikretmiştir. Bu
ifade, bizzat Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bu iki sınıftan fıtır
sadakasını vacip kılmış olduğunu göstermez. Buhârî’nin diğer rivayetinde şu şekildedir:
فَكَانَ ابْنُ عُمَرَ رَضِيَ اللَّهُ
عَنْهُمَا يُعْطِي التَّمْرَ فَأَعْوَزَ أَهْلُ المَدِينَةِ مِنَ التَّمْرِ
فَأَعْطَى شَعِيرًا …
“İbnu Ömer radıyallahu anhuma fıtr sadakasını hurmadan vermeye devam
ederdi. (Yalnız bir defasında) Medîne ahâlîsi hurmaya muhtaç olmuşlardı, hurma
kıtlığı vardı. O sene hurma bulmak mümkün olmadığından İbn Ömer radıyallahu
anhuma fıtrasını arpa ile verdi...”[40]
Nitekim diğer sahabiler
farklı sınıfları da zikretmişlerdir:
Ebu Said el-Hudrî radiyallahu anh’den:
كُنَّا نُخْرِجُ زَكَاةَ الفِطْرِ صَاعًا
مِنْ طَعَامٍ أَوْ صَاعًا مِنْ شَعِيرٍ أَوْ صَاعًا مِنْ تَمْرٍ أَوْ صَاعًا مِنْ أَقِطٍ
أَوْ صَاعًا مِنْ زَبِيبٍ
“Biz fıtr zekâtını yemekten (buğdaydan) bir sa’, arpadan bir sa’,
hurmadan bir sa’, yoğurt kurusundan bir sa’ veya kuru üzümden bir sa’ olarak
verirdik.”[41]
Bir rivayette şu şekildedir: Ebu Said radıyallahu anh dedi ki:
كُنَّا نُعْطِيهَا فِي زَمَانِ
النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ صَاعًا مِنْ طَعَامٍ أَوْ صَاعًا مِنْ
تَمْرٍ أَوْ صَاعًا مِنْ شَعِيرٍ أَوْ صَاعًا مِنْ زَبِيبٍ فَلَمَّا جَاءَ مُعَاوِيَةُ
وَجَاءَتِ السَّمْرَاءُ قَالَ
أُرَى مُدًّا مِنْ هَذَا يَعْدِلُ مُدَّيْنِ
“Biz Nebî sallallahu aleyhi ve sellem zamanında -fıtr sadakasını-
yiyecekten (yânî buğdaydan veya her tür yiyecek maddesinden) bir sâ' verirdik.
Hurmadan bir sâ', yâhut arpadan bir sâ', yâhut kuru üzümden bir sâ' verirdik.
Muâviye geldiği (halife olduğu) ve Şam'dan buğday bol geldiği zaman Muâviye
dedi ki:
“Buğdaydan bir müdd, (diğer hububattan) iki müdde denk olur zannediyorum.”[42]
Hişam b. Urve rahimehullah’tan: “Urve b.
ez-Zubeyr rahimehullah dedi ki:
أَنَّ أَسْمَاءَ ابْنَةَ أَبِي بَكْرٍ
أَخْبَرَتْهُ أَنَّهَا كَانَتْ تُخْرِجُ عَلَى عَهْدِ رَسُولِ اللهِ صَلَّى
اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَنْ أَهْلِهَا الْحُرِّ مِنْهُمْ وَالْمَمْلُوكِ
مُدَّيْنِ مِنْ حِنْطَةٍ أَوْ صَاعًا مِنْ تَمْرٍ
بِالْمُدِّ أَوْ بِالصَّاعِ الَّذِي يَقْتَاتُونَ بِهِ
“Esma bt. Ebi Bekr radiyallahu anhuma Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem zamanında ev halkından ister hür, ister köle için,
kendilerinin o günlerde azık miktarı olarak kullandıkları ölçek olan müdden iki
müd buğday veya bir sa’ hurma verirdi.”[43]
Bu konuda Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem’den sonra sahabilerin farklı yiyecek sınıflarından, yaşadıkları beldenin
yiyeceklerinden takdirde bulunarak fıtır sadakası verdiklerine dair daha başka
rivayetler de vardır. Muaviye radıyallahu anh’ın Şam’da yaptığı gibi.
Özetle, fıtır sadakası yiyecekten bir sa’ (iki
avuç) olarak farz kılınmıştır ve bu yiyeceğin avuçlanabilen, depolanabilen
yiyecek türü olması esastır. Sahabenin fıtr sadakası olarak verdiği sınıflardan
sadaka vermek en ihtiyatlı yoldur. Bu sınıfların dışında kendi beldesinin
yiyeceğinden depolanabilen ve avuçlanabilen yiyeceklerden vermek isteyene de
karşı çıkacak bir delil yoktur. Fakat yiyecek yerine altın, gümüş, nakit para
gibi karşılıklarda fıtır zekatını çıkarmak Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem’in ve ashabının uygulamalarına muhaliftir.
Allah en iyi bilendir.
[1]
İ’lamu’l-Muvakkiin (1/35)
[2]
el-Muvafakat (3/108)
[3]
Hasen. Ebû Dâvûd (3672) Nesâî
(11106) Beyhaki (8/285)
[4]
Sahih. Buhârî (7288) Muslim (1337)
lafız Muslim’indir.
[5]
Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih.
Ahmed (4/231) İbn Ebî Şeybe (5/66) İbn Sa’d Tabakat (5/534) Ebû Dâvûd (3683)
Taberânî (4/227) Ebu Nuaym Marife (2572) Beyhakî (8/292) Mukbil b. Hadi
Sahihu’l-Musned (325)
[6]
Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih.
İbn Şahin Nasihu’l-Hadis ve Mensuhih (527) Ahmed (4/93, 95, 97, 101) Tirmizî
(1444) Ebû Dâvûd (4482) Nesâî Sunenu'l-Kubrâ (5297-99) İbn Mâce (2573) İbn Hibbân
(10/297) Hâkim (4/414) Ebû Ya'lâ (13/353) Taberânî (19/334, 360) Muhammed b.
Mahled el-Attar Munteka (187) Beyhakî (8/313) Mukbil b. Hadi Sahihu’l-Musned
(1119)
[7]
Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih:
İbn Hazm el-Muhalla (11/367) Hâkim (4/413) Nesâî (5661) Ahmed (2/136) Mukbil b.
Hadi Camiu’s-Sahih (1889, 3338)
[8]
Muslim'in şartına göre sahih: Tayalisi
(2458) Hâkim (4/413) İbn Hibbân (10/298) İbnu’l-Carud (831) Ahmed (2/280, 291,
504, 519) Abdurrazzak (7/379) Ebû Dâvûd (4484) Nesâî (5662) İbn Mâce (2572)
Dârimî (2105) İbn Ebî Şeybe (9/245) Bezzar (15/226) İbnu’l-Ca’d Musned (2765)
İbn Hazm el-Muhalla (11/366) Beyhaki (8/314) Mukbil b. Hadi Sahihu’l-Musned
(1251)
[9]
Hasen. İbn Hibbân (10/295)
[10]
Sahih. Hâkim (4/413) Nesâî Sunenu'l-Kubrâ (5302) Beyhakî (8/314)
[11]
Hasen. Ahmed (2/166, 191, 211, 214) Hâkim (4/414) Taberânî Musnedu’ş-Şamiyyin
(235)
[12]
Hasen. Buhârî Tarih (1/142) Hâkim (4/413) Taberânî (2/335) İbn Şahin en-Nasih
(507)
[13]
Hasen ligayrihi. Ahmed (4/389) Dârimî (2313) Nesâî
Sunenu'l-Kubrâ (5301) Hâkim (4/414) Taberânî (7/317)
[14]
Sahih. Ahmed (4/234) Abd b. Humeyd (408) Hâkim (4/415) Taberânî (1/228)
Taberânî Musnedu’ş-Şamiyyin (1082) İbn Şahin en-Nasih (510)
[15]
Sahih. Taberânî (18/265) İbn Şahin en-Nasih (509) Muhtasaru Zevaidi’l-Bezzar
(1433)
[16]
Hasen. Ahmed (5/369)
Hâkim (4/413) İbn Şahin en-Nasih (511)
* Mekhûl’den mürsel: Abdurrazzak (9/244)
* Ebu Seleme b. Abdirrahman’dan mürsel: Musedded’den naklen: İbn Hacer,
Metalibu’l-Aliye (1760)
[17]
Hasen. Bezzar (6/366, 367) Ali el-Harbi,
Fevaidu’l-Munteka (el yazma no:57)
[18]
Hasen. Ebu Nuaym Ahbaru İsbehan (1/130) Said b.
Mansur (817) Haris b. Ebi Usame Musned (549)
[19]
Sahih. İbn Hibban (12/167)
Ziyau’l-Makdisi el-Muhtare (10/330, 13/65) Ahmed (1/272) Abdurrazzak (9/238)
Abd b. Humeyd (708) Bezzar (11/289) Taberani (12/45) Ebu Nuaym Hilye (9/253)
İbn Bişran Emali (1346) Ebu’l-Hasen b. es-Saka, Meclis (29)
[20]
Sahih ligayrihi. Buhari Tarih (3/515)
[21]
Sahih. İbni
Mace (3375) Buhârî Tarihu’l-Kebir (1/129) Ebu’ş-Şeyh Tabakat
(228)
Beyhaki
Şuab (5/12) Ebu Bekr el-Anberi Meclis (el yazma no:3) Darekutni el-İlel
(5/78) el-Elbani
es-Sahiha (2/294)
[22]
Hasen ligayrihi. Taberani Evsat
(5/107) İbn Asakir Tarih (21/243) isnadında Cunade b. Mervan zayıftır.
[23] Hasen mevkuf. Nesâî (5663) İbn Ebî Şeybe (5/97) Ebu Nuaym Tarihu
Esbehan (1/196) Dulabi el-Kuna (684)
[24] Muslim'in şartına göre sahih. Nesâ’î (5668)
[25]
Muslim'in şartına göre hasen.
Taberânî Mu'cemu'l-Kebîr (24/168) Ahmed (6/460)
[26]
Sahih. Taberânî Mu'cemu'l-Evsat
(1850) İbn Hibbân (3/401) Ahmed (2/333) Şafii el-Umm (1/19) Tahavi Şerhu
Meani’l-Asar (1/74) Beyhaki (1/133) İbn Abdilberr rahimehullah dedi ki:
“Bu hadisi el-Asbag rivayet edene kadar yalnızca Yezid b. Abdilmelik’in
rivayeti olarak biliyorduk. El-Asbag bunu İbn Kasım – Nafi b. Ebi Nuaym – Ebu
Said el-Makburî yoluyla rivayet edince hadisin sahih olduğu anlaşıldı.” (İbn
Hacer, Telhisu’l-Habir 1/126)
[27]
Sahih. Buhârî (274, 249) Muslim (317)
[28]
Sahih. Buhârî (249) Muslim (317)
[29]
Hasen. Ahmed (4/342) İbn Mâce (1378)
Tirmizî Şemail (297) Ebû Dâvûd (211) İbnu’l-Carud el-Munteka (7) İbn Huzeyme
(1202) İbn Sa’d Tabakat (7/501) Ziyau’l-Makdisi el-Muhtare (9/410) İbn Ebî Âsım
el-Âhad ve'l-Mesânî (865) Taberânî Musnedu’ş-Şamiyyin (1989) Begavi Mu’cem
(2152, 2371) Ebû Nuaym Hilyetu'l-Evliyâ (9/51) İbn Kani Mu’cem (2/93) Hatib
Muvaddahu Evham (1/110) Tahavî Şerhu Meâni'l-Âsâr (1/339) Ebu’l-Kasım el-Hurafi
Fevaid (4) Beyhakî (2/411) İbn Asakir Tarih (12/303, 29/49, 50) Deylemi (7864)
el-Elbani Sahihu’t-Tergib (439) Mukbil b. Hadi Camiu’s-Sahih (793, 814)
[30]
Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih.
Tayalisi (1493) Hâkim (1/255) es-Serrac (1871) İshak b. Rahuye (1521) Ahmed
(6/68, 119, 154, 192, 253) Ebû Dâvûd (250) Nesâî (252, 430) Tirmizî (107) İbn
Mâce (579) Ebû Ya'lâ (8/25, 251) İbnu’l-Munzir el-Evsat (672) Ebu Nuaym Tarihu
İsbehan (2/193, 276) Ebu’ş-Şeyh Tabakat (911) Beyhakî (1/179, 180) İbn Asakir
Mu’cem (783)
[31]
Sahih. Buhârî (897) Muslim (849)
[32]
Muslim'in şartına göre sahih. Beyhakî
(1/295)
[33]
Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih.
Ebu Bekr el-Mervezi el-Cum’a ve Fadliha (31) Ahmed (5/8, 11, 15, 16, 22) İbn
Huzeyme (1757) İbnu’l-Carud el-Munteka (285) Ebû Dâvûd (354) Tirmizî (497)
Nesâî (1380) Nesâî el-Cum’a (31) Dârimî (1581) Bezzar (10/401) Taberânî (7/199,
223) İbnu’l-Ca’d Musned (986) Ebu Ali el-Kâlî Emali (2/288) Darekutni Cuz’u Ebi
Tahir ez-Zuhli (52) Ru’yani (787) Hatib Tarih (2/352) et-Tusi Mustahrac
Ale’t-Tirmizî (467) Ebu Bekr el-Enbari ez-Zahir (2/306) Tahavi Şerhu
Meani’l-Asar (1/119) Begavi Şerhu’s-Sunne (335) Ebu Bekr en-Nisaburi Ziyadat
Ala Kitabi’l-Muzeni (107) Katiî Cuz’u Elfe Dinar (148) Beyhakî (3/190) İbn
Abdilber et-Temhid (16/212) el-A’lâî Erbainu’l-Muganniye (943) Ebu Ali et-Tusi’nin Mustahrac Ale’t-Tirmizi’deki rivayetinde Hasen
el-Basri rahimehullah bu hadisi Semura radiyallahu anh’den işittiğini tasrih
etmiştir. Nitekim Ali İbnu’l-Medinî rahimehullah, Hasen el-Basrî’nin Semura
radiyallahu anh’den rivayet ettiği kitabından rivayetlerinin tamamının işitme
yoluyla rivayet olduğunu belirtmiştir.
[34]
Buhârî ve Muslim’in şartlarına göre sahih.
Ebu’l-Mehasin el-Huseynî el-İlmam (210) Musedded’den naklen: İbn Hacer
Metalibu’l-Aliye (196) Abdurrazzak (1/180, 297) İbn Ebî Şeybe (2/95) Beyhakî
(1/300) İbn Abdilber el-İstizkar (2/16) İbn Abdilber et-Temhid (10/89) İbn
Kesir el-Adab ve’l-Ahkâm (s.90)
[35]
Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih.
Ebû Dâvud (353) Ahmed (1/269) Hâkim (1/417) İbn Huzeyme (1755) Abd b.
Humeyd (590) Taberânî Mu'cemu'l-Kebîr (11/220) Beyhakî (1/295)
[36]
Sahih. Buhârî (902) Muslim (847)
[37]
Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih.
Ebu Ubeyd el-Kasım b. Sellam en-Nasih ve’l-Mensuh (121) Nesâî el-İgrab (114)
Nesâî (2506) Tayalisi (1211) Tahavi Şerhu Muşkili’l-Asar (2258) Taberânî
(18/349) Ebu Nuaym Marife (5695) Ebû Nuaym Hilyetu'l-Evliyâ (6/84) Şeceri Emali
(1815) Mukbil b. Hadi Sahihu’l-Musned (1087)
[38]
Hasen. Ebu Davud (1609) İbn Mace
(1827) Bkz. Elbânî, el-İrvâ’ (843).
[39]
Sahih. Buhârî (1503, 1509) Muslim
(984, 986)
[40]
Sahih. Buhârî (1511)
[41]
Sahih. Buhârî (1506, 1505) Muslim
(985)
[42]
Sahih. Buhârî (1508) Muslim (985)
[43]
Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih.
Tahavî Şerhu Muşkili’l-Âsâr (3408) Tahavi Şerhu Meâni’l-Âsâr (2/43) Ahmed
(6/347, 355) İbn Huzeyme (2401) Taberanî (24/82) Beyhaki (4/170) el-Elbani
Temamu’l-Minne (378)