Haddâdîler bazı meşhur âlimler hakkında, özellikle de İbn Hacer el-Askalanî rahimehullah hakkında zulmediyor, haddi aşıyor, bazıları ona rahmet okumayı ve dua etmeyi de caiz görmüyorlar!
Hafız İbn Hacer Eş’ârî değildir, ancak bazı meselelerde Eş’arilere
uyum göstermiş, onların birçok temel meselelerinde de muhalefet etmiştir. Bu
yüzden âlimler: “Hafız İbn Hacer ve ona benzer sünnet ehlini sapmış saymayız,
bid’atçi görmeyiz. Çünkü o hakkı dileyen bir müçtehit idi. Hakka muhalif olduğu
konularda onu reddederiz” demişlerdir.
Hafız İbn Hacer, nakli aklın önüne geçirme konusunda selefe
uyum göstermiştir. Aslında sarih akıl, sahih nakle aykırı düşmez. Bu tutum ise
Eş’arilerin mezhebine aykırıdır. Çünkü Eş’ariler aklı öne geçirirler, Allah’ın sıfatlarından
yalnız şu yedi şeyi aklî deliller yoluyla ispat ederler: Hayat, ilim, kudret,
işitme, görme, kelam ve irade. Çünkü onlar kelama ve aklî mantıkî mukaddimelere
dayanmışlardır.
Hafız İbn Hacer akidede haberi vahidi hüccet görür, ilim
ifade ettiğini kabul eder.[1]
Eş’ariler ise akidede haberi vahidi hüccet görmezler.
Hafız İbn Hacer, kesb meselesi dışında kazâ ve kader konusunda
Ehl-i Sünnete uyum göstermiştir.[2]
Hafız İbn Hacer rububiyet, uluhiyet, isim ve sıfatlar
tevhidini ispat eder.[3]
Hafız İbn Hacer kelamcıları reddetmiş ve Şeyhu’l-İslam İbn
Teymiyye’nin onları reddettiği konularda uyum göstermiştir.[4]
Hafız İbn Hacer rahimehullah, selefin mezhebinde olduğu gibi
mukallidin imanını sahih görmüştür. Kelamcılar ise sahih görmezler.
İbn Hacer şöyle demiştir: “Allah Azze ve Celle’nin kendisi
üzerine vacip kıldığı dışında Allah’ın üzerinde vacip bir hak yoktur.” Bu söz,
Ehl-i Sünnetin mezhebi olup, bid’at ehli buna muhalefet etmişlerdir.
İbn Hacer, şirke ve şirke götüren şeylere karşı çıkmıştır.[5]
Bununla beraber teberrük ve buna benzer bazı konularda zelleye düşerek Ehl-i
Sünnete muhalefet etmiştir.
Şunun bilinmesi gerekir ki; Eş’ariler kader meseleleri
dışında tamamen haktan sapmışlardır.
Yine Eşariler iman meselelerinde Mürcie görüşüne saparak
imanı, şartlarıyla amel edilmese de, tasdik veya marifet (bilmek) şeklinde
tanımlamışlardır. Hafız İbn Hacer ise imanı: “Söz, itikad ve ameldir, artar ve
eksilir” diyerek açıklamıştır.
Eş’ariler: “Allah’ın kelamı nefsîdir, harfle ve sesle
değildir. O parçalara bölünmeyen bir manadır, Kur’ân, Allah’ın kelamının bir tabiridir,
Allah onu havada veya levhi mahfuzda var etmiştir” derler. Onlar Lafziyye
mezhebini benimsemişlerdir. Hafız İbn Hacer ise Lafziyye’ye karşı çıkmış, bu
konuda İmam Ahmed’in sözlerini nakletmiştir.[6]
İbn Hacer, Allah’ın kelamının harf ve sesle olduğunu
söylemiştir.[7]
İbn Hacer, Kur’ân’ın mahlûk olduğunu söyleyenleri
reddetmiştir. Kur’ân’ın Allah ile kaim bir sıfat olduğunu, kullarından
dilediğine kelamını ilka ettiğini söylemiş, Kur’ân’ın Allah’ın kelamının bir
tabiri olduğunu söyleyen Eş’arileri reddetmiştir.[8]
Yine şöyle demiştir: “Sahabeye hakaret etmek sahibinin Allah
tarafından yardımsız bırakıldığının bir alametidir. Bu bir bid’at ve
sapıklıktır.”
Nüzul sıfatı hakkında ihtilafı zikrettikten sonra, Selefin
te’vili haram görme konusundaki mezhebini destekleyerek şöyle demiştir: “Onlardan
kimisi keyfiyet belirlemekten ve Allah’ı mahlûkuna benzetmekten tenzih ederek
geldiği şekilde icmâlen iman etme yolunu tutmuştur ki selefin cumhurunun yolu
budur. Bunu Beyhaki dört imamdan, iki Sufyan’dan, iki Hammad’dan, el-Evzai’den,
el-Leys’ten ve başkalarından nakletmiştir.”[9]
Burada “İcmalen iman” sözüyle, İbn Hacer bunun selefin mezhebi
olduğunu zannetmiştir. Halbuki bu selef katında sakıncalı olan tefviz
akidesidir. Çünkü bunda ta’til (sıfatların manasını iptal) söz konusudur ve
selefin bunları anlamaksızın naklettikleri şeklinde bir itham içermektedir!
Lakin Selefin: “Geldiği gibi kabul edin” sözüyle kastedileni
Hafız İbn Hacer bilememiştir! Şayet öyle olsaydı selef: “Lafızlarını aktarmakla
yetinin” derlerdi.
Bu durum şunu gösteriyor: Hafız İbn Hacer aslında selefin
mezhebini murad etmektedr, lakin içerisinde yetiştiği çevre Eş’arilerden
oluşmaktaydı. Eyyûbîler Eş’arilik mezhebini yaygınlaştırmışlar ve insanları bu
mezhebe zorlamışlardı. Ancak İbn Hacer birçok rivayetlerden gördüğü selefin
mezhebini tercih etmiş, lakin içerisinde bulunduğu Eş’ari çevrenin tesirinden
tam anlamıyla kurtulmaya güç yetirememiştir. Bu yüzden bazı çelişki ve te’villere
düşmüştür. Allah onu bağışlasın.
İbn Hacer el-Kabisi’nin şu sözünü ikrar ederek aktarmıştır: “Allah’ın
isim ve sıfatları ancak Kitap ve sünnet nassıyla veya icma ile bilinir. Ona
kıyas dahil olamaz.”[10]
Yine es-Suhreverdî’nin şu sözünü onaylayarak aktarmıştır; “Allah’ın
kitabında haber verdği ve rasulünden sabit olduğu üzere istivâ, nüzul, nefs,
el, göz sıfatları vardır, bu konuda benzetmeye ve ta’tile (lafzını veya manasını
iptale) gidilemez. Zira Allah ve rasulü bunları haber vermeseydi akıl buna
cesaret edemezdi.” Et-Tıybî dedi ki: “Dayanılacak mezhep budur ve salih selef
de bunu söylemiştir.”[11]
Hafız İbn Hacer, Selef’in mezhebine ittiba etmeyi amaçlamış
ve tefvize de bunun selefin akidesi olduğunu zannettiği için meyletmiştir. Bu
konuda Eşari şeyhlerine tabi olmamıştır. Bu yüzden içtihadında inşaallah
mazurdur.
İbn Hacer kitap ve sünnete salih selefin menheciyle sarılmaya
davet etmiş, hatta birçok yerde Eş’arilere reddiye vermiştir.[12]
İbn Hacer, Allah Azze ve Celle’nin vech (yüz) sıfatını ispat
etmiş, lakin “Organlarla değildir” demiştir.[13]
Bu ibare ise selefin kullanmadıkları bir ibaredir. Bu yüzden böyle ayrıntılara
girmemek gerekir.
Hafız İbn Hacer, Allah’ın izzet sıfatını ispat etmiş ve
şöyle demiştir: “Buhârî’nin bu başlıkla muradı, “Allah izzet olmaksızın azizdir”
diyenleri reddederek Allah’ın izzetini ispatlamaktır. Nitekim: “Allah ilim
olmaksızın el-Alîmdir” diyorlar!”[14]
İbn Hacer, istiva sıfatını zikretmiş,[15]
Fethu’l-Bari mukaddimesinde bunu tevfiz ile söylemiş[16],
başka bir yerde selefin menhecine aykırı nakillerde bulunmuştur. Bu da
kendisinin bir çelişkisidir.[17]
Sonra garip bir karıştırma yaparak şöyle demiştir: “…Allah’ın
arş üzerinde olduğunu söylememiz, onun arşa temas halinde olduğu, oraya
yerleşmiş olduğu veya herhangi bir cihette olduğu anlamında değildir! Bilaki o
nasta gelen bir cüzdür. Biz de onu söyleriz ve keyfiyet belirlemeyi nefyederiz.
Çünkü O’nun misli gibi bir şey yoktur. Başarı Allah’tandır.”
İbn Hacer burada son cümlesinde isabet etmiştir lakin sözün
başında ciheti nefyetmesi ve selefin söylemediği şeyler söylemesi Eş’arilere ve
diğer bid’at ehline uyum göstermesindendir. Hatta Allah’ın birçok sıfatlarını
te’vil konusunda Eş’arilere uyum göstermiştir!
Allah’ın iki elini ispat etme ve te’vil etme arasında
çelişkiye düşmüştür![18]
Yine Kadem ve Ricl (Allah’ın ayağı) sıfatı konusunda çelişkiye düşmüştür.[19]
Önce selefin mezhebini söylemiş, sonra te’vile dönmüştür!
Yine Allah’ın aceb (beğenme) sıfatı konusunda önce ispat
etmiş, sonra te’vile giderek çelişkiye düşmüştür![20]
Bununla beraber Allah’ın ilim sıfatını[21],
maiyyet (beraberlik) sıfatını[22],
nefs sıfatını[23],
salih selefin menhecine göre ispat etmiştir. Göz sıfatını Beyhakî’den nakille
ikrar ve ispat etmiştir.[24]
Sonuç olarak Hafız İbn Hacer birçok sıfatı salih selefin
menhecine uyarak te’vil etmeksizin ve tekyife gitmeksizin ispat etmiştir. İbn
Hacer menhec olarak salih selefin menhecini benimsemiş, Eşarilere uyum
göstermeyi amaçlamamış, içtihadı oranında naslara tabi olmaya çabalamış, lakin
tıpkı diğer bazı Ehl-i Sünnet imamların hataya düştüğü gibi, o da bazı hatalara
düşmüştür. İbn Hacer’in bazı konularda bid’at sahibi olduğu söylenir, lakin
onun bid’at ehlinden olduğu söylenemez!
Her bid’ate düşeni doğrudan bid’at ehli saymak, ayrıca tarihi sürecini ve Eş'ariler arasındaki farkları gözetmeksizin bütün Eş'ari'leri aynı kefeye koyarak tekfir etmek yahut hepsini de Cehmî saymak, ancak Haddadîlerin
bozuk metodlarındandır!
[1]
Bkz.: Fethu’l-Bari (1/153, 4/44, 10/190, 13/235)
[2]
Fethu’l-Bari (11/488, 10/133-135)
[3]
Bkz,: Fethu’l-Bari (3/358, 10/566, 13/356-358, 363)
[4]
Bkz,; Fethu’l-Bari (3/507, 13/349, 353-354)
[5]
Bkz: Fethu’l-Bari (6/118)
[6]
Bkz.: Feth (13/492)
[7]
Bkz: Feth (13/460)
[8]
Bkz.: Feth (13/467)
[9]
Fethu’l-Bari (3/30)
[10]
Fethu’l-Bari (11/217) ayrıca bk,; 5/336, 11/223, 13/383)
[11]
Fethu’l-Bari (13/390) Seleften bu konuda nakiller için bk.: Fethu’l-Bari
(13/381, 407)
[12]
Bkz.: Fethu’l-Bari (1/71, 4/135, 6/290, 7/409, 10/409, 11/49, 490, 12/419,
13/349, 398, 428, 439, 455, 460, 479, 493)
[13]
Bk:; Fethu’l-Bari (13/388, 389)
[14]
Fethu’l-Bari (13/370)
[15]
Fethu’l-Bari (13/405-407)
[16]
(s.136)
[17]
Bkz; Feth (13/413)
[18]
Bkz.: Fethu’l-Bari (13/368, 393-394)
[19]
Bkz.: (8/199)
[20]
Bkz; (8/365-366)
[21]
Bkz.: (13/361-361)
[22]
Bkz.; (7/11, 13/386)
[23]
Bkz.; (13/384)
[24]
Bkz.: (13/390)