Soru: Bakara suresi 256. Ayetinde geçen “tagut” kelimesi, bazı Türkçe Kur’an meallerinde “şeytan” olarak tercüme edilmiştir. Bazıları da bu ayeti öne sürerek “tagut” olarak isimlendirdikleri devlet yöneticilerini tekfir etmeyen kimselerin imanlarının geçersiz olduğunu iddia etmektedirler. Hatta Allah’ın dinine aykırı her hükmü reddettiklerini ifade eden, lakin oy kullanmak suretiyle müslümanlar üzerindeki zulmün bir kısmını bertaraf edebileceklerine inanan ve celb-i maslahat niyetiyle oy kullanan müslümanların, “tagutu reddetmemiş olacakları” gerekçesiyle kâfir olduklarını iddia ediyorlar. Özetle;
1- Tagut kelimesinin şeytan olarak tefsir edilmesi doğru mudur?
2- Günümüzdeki yöneticileri tekfir etmeyen ya da oy kullananlar Bakara 256. Ayetine göre kafir mi olmaktadırlar?
Cevap: Hamd Allah’adır. Salat ve selam nebimiz Muhammed’e, ailesine, ashabına ve kıyamete kadar onlara en güzel şekilde tabi olanların üzerine olsun. Şüphesiz Allah Azze ve Celle sahabelerin, Kur’an ve sünnet nasları hakkındaki anlayışlarını sonrakiler üzerine bir rehber kılmış, hidayeti onların iman ettiği gibi iman etmeye bağlamıştır. Sahabe asrından sonra ihtilaf ederek fırkalara ayrılanlar arasında aşırılık yapanlar, geri kalanlar ve orta yolu tutarak selefin menhecinden ayrılmayanlar bulunmaktadır.
Selefin anlayışı aşırılık edenlerin hislerini törpülemekte, aşırılığında ısrar edenler orta yolu tutanlara “mürcie” ithamında bulunmaktadır. Yine selefin anlayışı geri kalanları da olması gereken konuma yönlendirmekte, onların ısrar edenleri de kendilerini ora yola çağıranları “haricilik” ile itham edebilmektedir. Selefin menheci, bütün meselelerde olduğu gibi bu meselede de birbirine zıt iki sapıklığın tam karşısında değil, ortasında yer almaktadır. Dolayısıyla her iki uç da orta yolu tutanları kendilerine tam bir zıtlık arz eden fırka ile eşit kefeye koymaktadır.
Meselenin aslına gelecek olursak; Allah Azze ve Celle mealen şöyle buyurmuştur: “Dinde zorlama yoktur. Hak yol, bâtıl yoldan ayrılmıştır. Kim tâğûtu inkar eder, Allah'a iman ederse, kopması mümkün olmayan en sağlam kulpa tutunmuş olur.” (Bakara 256)
Ayetin akışından anlaşılacağı üzere kişiyi reddetmediği takdirde kafirlerden kılacak varlık olarak ilk karşılaştığı tagut; Allah'ı birleyerek iman etmesini ve İslam dinine girmesini engelleyen yahut islam'dan çıkmasını sağlayan herşeydir. Bunların başında şeytan gelir. Görünürde şeytandan başka bir varlık da olabilir.
Müfessirler imamı İbn Cerir et-Taberî rahimehullah, tefsirinde sahabelerden ve tabiin imamlarından tagutun tarifi hakkında bazı nakillerde bulunmuştur. Buna göre tagut kelimesi, şeytan, kendisine muhakeme olunmak için başvurulan kahin, sihirbaz vb. olarak tefsir edilmiştir. Kahinlere ve sihirbazlara da neticece şeytan indiği için bu görüşler arasında ciddi bir ihtilaf olduğundan söz edilemez. Lakin Kur’an meali yapılırken tagut kelimesi, içerdiği anlamların kaybolmaması için aynen korunmalı, parantez içinde ya da not olarak sahabenin tefsirleri zikredilmelidir.
İmam Taberî rahimehullah bahsi geçen nakillerden sonra şöyle der: “Bana göre tagut kelimesi hakkındaki görüşlerden doğru olanı şudur: Allah’a karşı tuğyan (taşkınlık) eden ve Allah’ın dışında kendisine kulluk edilen herşey taguttur. Bu ister kendisine kulluk edenlere karşı tagutun zorlamasıyla yapılıyor olsun, isterse ona kulluk edenlerin kendiliklerinden itaatleriyle yapılıyor olsun fark etmez. Bu kendisine kulluk edilen varlık bir insan, şeytan, put veya herhangi bir şey olabilir.” (Taberi tefsiri (5/419)
Bu tarife göre tagutun tekfir edilmesi ile kastedilen tagutun, Allah’ın dinine aykırı olan her yönünü reddetmektir. Bir kimse “tagut” olduğuna hükmedilen bir kimsenin Allah’a itaate aykırı tavırlarını reddetmesine rağmen, sırf o kimseye “kâfir” hükmü vererek tekfir etmediği için Bakara 256. Ayetine muhalefet ettiği söylenemez. Bunu ancak dinde anlayıştan mahrum kılınmış olan haricilerin aşırıları iddia eder.
Sonra İmam Taberî rahimehullah ayetin anlamını şöylece takdir eder: “Kim tagutu inkar eder” Yani; Allah’ın dışında kendisine tapılan herşeyin rububiyetini inkar eden kimse tagutu tekfir (red) etmiş olur. “Ve Allah’a iman ederse” Yani; Allah’ın kendisinin ilahı, rabbi ve mabudu olduğunu tasdik ederse, “kopması mümkün olmayan sağlam kulpa tutunmuş olur” Yani; kendi nefsi için Allah’ın azabından ve cezalandırmasından kurtuluş talep ederek sağlam kulpa sarılmıştır.” (Taberi Tefsiri 5/419)
Günümüzde müslümanların yaşadıkları ülkelerdeki yöneticilerin tekfiri meselesine gelince, belirli şahısların tekfirine hükmetmek, ümmetin büyük âlimlerinin en çok sakındıkları meselelerdendir. Zira Allah’tan hakkıyla korkanlar, âlim kullarıdır. Sözü edilen yöneticilerin bazılarının fiilleri büyük küfür, bazılarının fiilleri küçük küfür türündendir. Her müslümana vacip olan, küfrün büyüğüne de küçüğüne de karşı çıkmaktır. Ancak küfre karşı çıkmak ve onu reddetmek, bu fiillerin sahibi olan herkesi tekfir etmeyi gerektirmez. Ehl-i Sünnet indinde karara bağlanmış olan şudur ki, belirli bir şahsın tekfirinde şartlar ve maniler gözetilir. İmanı, küfrü, tekfir hükümlerinin detaylarını, tekfir edilecek kimsenin durumunu değerlendirmeyi vb. hususları, dinlerinin temel esaslarını dahi iyi bilmeyen kimselerin cılız omuzlarına yükleyip, kendi zanlarına göre kâfir saydıkları kimseleri tekfir etmeyi herkese farz kılmak gibi bir metod; asla ümmetin selefinin anlayışına tabi olanların menheci olmamıştır. Hatta böyle bir yolu tutmak bir kimsenin din konusunda sapmış veya aldanmış olduğunun en önemli göstergelerinden biridir. Bu, meselenin ifrat/aşırılık boyutudur.
Bunun tefrit/geri kalma boyutu ise, büyük ya da küçük olsun, işlenmekte olan küfrün yahut günahların hoş görülmesi, durumun sanki yönetici konumunda olan kimselerin Allah’ın dinine muhalefet etme serbestlikleri varmış gibi bir hal almasıdır. Hatta daha büyük kötülüğü savmak düşüncesiyle demokrasi küfrünü, ondan daha beter küfür ideolojilerinin üzerine salmakla işin bittiğini zannedenler vardır. Bilakis demokrasi küfrüne karşı insanlar bilinçlendirilmeli, bu pisliğin diğer küfürlere nazaran daha hafif görünmekle beraber diğer küfürlerden daha fazla yayılmaya müsait olduğu, bunun insanlarda dinlerine karşı gevşekliğe daha fazla sebep olduğu hususu dikkatlerden uzak tutulmamalı, bu küfre karşı çok daha fazla mücadele sergilemek gerektiği unutulmamalıdır! Zira diğer küfür rejimlerinde müslümanlar üzerindeki baskı tek bir yönden şiddetle gelirken, demokrasi rejimlerinde şiddeti daha az olan birçok yönden gelmektedir. Demokrasi rejiminde Tevhid davetinin önü bir miktar açılmakla beraber, tevhide aykırı olan görüşlerin ve din adına sapık fırkaların görüşlerinin önü de o oranda açılmaktadır.
Şayet yukarıda belirttiğimiz gaye ile oy kullananlar, tehlikenin bu yönlerini de düşünmüş, gereken tedbirleri almış ve bunu uygulamaktalarsa mesele yok. Lakin gördüğümüz o ki, partitisyon selinde birçok müslüman boğulmakta, konfora râm olmakta, Allah için gözetilmesi gereken değerler bir yana bırakılmakta, aşağılanması gereken düşüklükler yüceltilmekte, en büyük düşmanımız olan şeytana boyun eğmiş tagutların “ılımlı islam” yahut “aslı giderilip yalnız adı kalmış islam” planları saat gibi işlemekte, sakallı müslüman vizyon(!) değiştirip önce sakalını kısaltarak “maslahat” yaptığını zannetmekte ve sonra imanını kısaltmakta, tesettürlü kadın “maslahat” yaptığını zannederek önce çarşafıyla peçesini terk etmekte ve sonra imanından sıyrılmakta, mayasında müslümanlara karşı kalleşlik olanlara karşı “kardeşlik” sergilenmekte, müslümanlar taklit edenler ve taklit edilenler olarak ya vitrinlerin yahut tribünlerin adamı olmaya sürüklenmektedir. Fakat dinin başladığı andaki gurbeti gibi garip kalanlar Allah’a hamd olsun ümmetten hiç eksik olmayacaktır. Önemli olan; nerede duracağımızı, nerede ilerleyeceğimizi Kitap, sünnet ve sahabelerin menhecinden öğrenerek bunun dışına çıkmamaktır. Allah’tan afiyet ve muvaffakiyet dileriz.
Ebu Muaz el-Çubukâbâdî