Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

9 Eylül 2012 Pazar

İki Alametten Birinin Diğerine Delil Getirilmesi Kıyas Mıdır?




İbnu’l-Kayyım rahimehullah, kıyasçıların, istidlal türlerinden biri olarak şöyle zikretmiştir: İki alametten birini diğerine delil getirmek, birbirinin aynısı olan iki şeyin hükmünü eşitlemektir. Buna, yakma ve dumanı örnek vermişlerdir. Her iki alamet de birbirlerine delalet ederler. Bu da birbirnin aynı olan iki şeyi eşitlemektir.
İbnu’l-Kayyım’ın sözlerinden anlaşılan şu ki, bir etkinin varlığı, diğer etkinin varlığına delalet eder. Her ikisinin de tek şeye alamet oluşu, birbirinin aynı olan iki şeyin hükmünün eşitlenmesidir.
Bu yanlış bir düşüncedir. Şöyle ki:
Kıyasçıların savundukları şey: birbirinden farklı iki şeyin, aralarında ortak bir illet bulunması sebebiyle birinin hükmünü, diğerine uygulamaktır.
İbn Kayyım’ın burada zikrettiği şey ise, aynı hükümde olan iki fiilin, alametlerinin aynı neticeyi vermesidir. Sarhoş edici içki içmenin haram olduğuna dair nas vardır. Kıyas ehli, içki içmenin nasıl içki içme cezasıhükmüne kıyaslandığını araştırmazlar. Onlar ancak şarap içmenin nasıl başka içki içmeye kıyaslanacağını araştırırlar.
Mercimeğin hükmünü araştırdığımızda, bunun yenilmesinin hükmünü mü, yoksa fazlalıkla satışının hükmünü mü araştırdığımızı açıklamamız gerekir
Yakmak, bir şey üzerinde ateşin alametini bırakır. O zaman yakmanın hükmünü ve bu alametin mevcut olup olmadığını araştırırız. Bir şey ateşten etkilenmişse, yanmanın mevcut olduğunu söyleriz. Duman da ateşin diğer bir alametidir. Ateşin alameti duman şeklinde de olabilir. Her ikisi de ateşin alametidir. Ateş ve duman aynı hükümdedir. Bazıları bunu kıyas zanneder. İbnu’l-Kayyım’ın zikrettiği bu misalde akıl sahiplerinden iki kişi dahi ihtilaf etmez. Bunu kimse söylememiştir. Ancak Allah Azze ve Celle’nin sadece ateşi yakıcı ve duman çıkarıcı kıldığını bildiğimize göre, bir şeyin yanmış olduğunu gördüğümüzde onun üzerinde ateş olduğunu anlarız. Ateş devam ettikçe ondan duman da çıkar.
Şayet Allah Azze ve Celle bir şeyi ateşin etkisiyle dondurmayı dileseydi, donma ile yanmanın aynı şey olduğunu söyleyeceklerdi. Bundan kolay ne var! Yine bunun da kıyas olduğunu söylemeyiz.
Şayet bizim için orucu bozulan herkesin üzerine altmış gün keffaret gerekeceğine dair bir nas olsaydı ve orucu bozulan herkesin üzerine bir gün kaza gerektiğine dair başka bir nas olsaydı, bir kimsenin keffaret olarak altmış gün oruç tuttuğunu gördüğümüzde, kesin olarak anlardık ki, ona bir gün de kaza gerekir. Bunun zıddı da sahihtir. Bu kıyas değildir. Kıyas ancak şudur: Allah Azze ve Celle, Ramazan ayında eşiyle cima edene altmış gün keffareti vacip kılmıştır. Sonra cima eden kimseye kaza gerekip gerekmediğinin hükmüne değil, Ramazanda yiyen, gıybet eden veya bunun dışında herhangi bir günah işleyenin keffaretinin hükmüne bakılır. Nitekim bazıları, Ramazan ayında yemek yiyerek orucunu bozanın hükmünü, cima edene keffaret gerekmesi hükmüne kıyaslayarak, “neticede ikisi de orucu bozmaktadır, öyleyse yiyerek oruç bozan da keffaret olarak altmış gün tutar” derler. Lakin Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, cima ile oruç bozana keffaret emrettiği halde, yeme veya içme ile oruç bozana keffaret emrettiği nakledilmemiştir. Şüphesiz din kamildir. Şayet yiyerek oruç bozmaktan dolayı keffaret gerekseydi, tıpkı cimadan dolayı keffaret gerektiğinin açıklandığı gibi, bunun da açıklanması gerekirdi. Çünkü ramazanda cimadan sakınmak, yeme ve içmeden sakınmaktan daha kolaydır. Kıyasçıların kaidelerine göre dahi böyle bir kıyas batıldır. Çünkü asıl ile fer arasında eşitlik yoktur. Cima başka şey, yeme ve içme başka bir şeydir. Nitekim bu kıyasın batıl oluşunu ispat eden rivayet de gelmiştir ancak, bu konuyu değerlendirmenin yeri burası değildir.
Ama İbnu’l-Kayyım rahimehullah’ın zikrettiği şekil şunları gerektirir:
Ateşin kitabın yanmasına sebep olduğunu biliriz. Bu şahit olunan bir şeydir ve sanki nas gibidir. Sonra başka bir şahıs gelir, hayatında demirin yandığına şahit olmamıştır ve “ateş demir üzerinde yanma tesiri yapar mı?” diye sorar. Kıyas ile: “yanar” deriz. Ama kıyas yapmazsak: Allah Azze ve Celle’nin ateşin tutuşturduğu herşeyi yanıcı kıldığını ispat etmemiz gerekir. Eğer demir üzerinde ateş tutuşturduğumuzda yanarsa, anlarız ki Allah Azze ve Celle bunu dilemiştir. Şayet başka bir şey dilemişse o olur. İşte bu nassa tabi olmak ve kıyası inkar etmektir.

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)