eş-Şatıbi rahimehullah el-İtisam’da şöyle der:
“Kuduz hastalığında
bulaşıcılığa benzeyen bir özellik vardır. Kuduz hastalığı aslında köpekte
bulunur. Kuduz köpek, birisini ısırdığı zaman o da kuduz olur. Artık bu
hastalıktan çoğunlukla ancak ölümle kurtulunur. Bid'atçi de böyledir. Bid'atçı,
birisine görüşünü veya şüphesini anlattığı zaman, o kimse o dertten pek az
(ihtimal ile) kurtulabilir; ya onunla birlikte aynı görüşte olarak o gruptan
olur veya kalbinde bir şüphe yerleşir. O bu şüpheden kurtulmak ister ama gücü
yetmez.
Bid'at dışındaki diğer
günahlarda durum böyle değildir. Günah sahibi günahı alışkanlık haline getirip
uzun süre onu işleyip günahı dost edinmedikçe ondan zarar görüp onunla iç içe
girmez. Bu mana rivayetlerde dile getirilmiştir. Selef-i Salih, bid'at
sahipleriyle oturup kalkmayı, onlarla ve onlar gibi konuşmayı yasaklamışlar, bu
hususta katı bir dil kullanmışlardır, ikinci bölümde bu hususta pek çok
rivayetler geçmiştir. Yine
bunlardan bir kısmını burada zikredeceğiz. Şöyle ki:
İbn Mes'ud radıyallahu
anh'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Kim
dinine saygı göstermekten hoşlanırsa şeytanla içli dışlı olmaktan ve heva
ehliyle oturmaktan ayrı dursun. Çünkü onlarla (bir arada) oturmak, uyuzdan daha
yapışkandır (daha zararlıdır).”
Humeyd el-A'rac'dan
rivayet, olunduğuna göre o şöyle demiştir: "Ğaylân, (Kabe) civarında
yaşamak üzere Mekke’ye gelmişti. Ğaylân Mücahid'e gelerek şöyle dedi: “Ey Haccac'ın babası! Bana ulaştığına göre sen insanları benimle ilişki
kurmaktan yasaklıyor ve beni (şöyle şöyledir diye) anıyormuşsun. Sana benim
söylemediğim şeyler ulaşmış. Ben ancak şunları şunları söylüyorum diyerek inkâr
edilmeyecek şeyleri ifade etti, Gaylân kalkınca Mücahid şöyle dedi: “Onunla oturmayın. Çünkü o Kaderiyyecidir.”
Humeyd diyor ki: Bir
gün ben tavaf ediyorken arkamdan Gaylân bana yetişip gömleğimden çekiyordu.
Döndüm, Ğaylân bana şöyle dedi: Mücahid benim hakkımda nasıl böyle böyle
söyler? Ben ona (gerçeği) haber verdim. Mücahid tavaf sırasında Ğaylan'ın
benimle birlikte yürüdüğünü görmüştü. Mücahid'in yanına geldiğimde onunla
konuştum, bana cevap vermedi. Bir şeyler sordum karşılık vermedi. Ertesi sabah
ona tekrar gittiğimde aynı tavırla karşılaştım. Ona şöyle dedim: “Ey Haccacın babası! Benden sana bir şey mi
ulaştı? Ben bir şey yapmadım, bana ne oldu?” Mücahid bunun üzerine şöyle dedi: “Seni Ğaylan ile beraber görmedim mi? Oysa
onunla oturup kalkmayı ve konuşmayı yasaklamadım mı?” Bunun üzerine Mücahid'e
şöyle dedi: “Ey Haccacın babası! Ben senin
sözünü inkâr etmiş değilim. Onunla
konuşmaya ben başlamadım, önce benimle o konuştu. Bunun üzerine Mücahid şöyle dedi: “Ey Humeyd! Allah'a yemin ederim ki Sen benim
katımda doğru bir kimse olmasaydın, yaşadığın müddetçe beni güler yüzle
göremeyecektin, tekrar tekrar baksan yine de sana iltifat etmeyecektim.”
Eyyub'dan şöyle dediği
rivayet edilmiştir: “Bir gün Muhammed b. Sîrin'in yanında, idim. Birden Amr b. Ubeyd çıkageldi ve (bizim olduğumuz
yere) girdi. Amr oturunca İbn Sîrin elini karnına koyarak (hasta olmuş gibi)
oradan kalktı. Ben Amr'e: “Haydi
gidelim” dedim (oradan) çıktık. Amr gittikten sonra geri döndüm ve “Ey Bekir'in
babası! Yaptığının farkındayım” dedim. O bana: “Gerçekten fark ettin mi?” dedi. “Evet” dedim. Bunun üzerine İbn Sîrin: "Onunla
birlikte bir evin tavanı altında bir arada olamam" dedi.
Bazılarından şöyle bir
rivayet kaydedilmiştir: Amr b. Ubeyd ile yürüyordum. Beni İbn Avn gördü
ve benden yüz çevirdi. Deniliyor ki Amr b. Ubeyd, İbn Avn'in evine girdi. İbn
Avn onu görünce sustu. Amr de sustu ona bir şey sormadı. Bir süre (sessiz)
durduktan sonra İbn Avn şöyle dedi: "Benim iznim olmadan evime girmeyi
neye dayanarak helâl saydın?" İbn Avn bu sözünü tekrar tekrar söyledi durdu.
Fakat Amr bir konuşsaydı....
Müemmel b. İsmail’in
şöyle dediği rivayet edilmiştir: (Bizim topluluğumuzu oluşturan)
arkadaşlarımızdan bazıları Hammad b. Zeyd'e şöyle demiştir: "Sana ne oluyor ki Abdulkerim'den sadece
bir tek hadis rivayet ediyorsun?" Hammad şöyle dedi: “Ben bu hadis için ona uzak bir yerden geldim. Eyyûb'un
ona gelmiş olduğunu ve benim için şöyle şöyle bir durumun olduğunu bilmesinden
hoşlanmıyorum: Sanıyorum ki eğer o (bunu) bilse onunla aram açılır.”
İbrahim'den Muhammed
b. Sâib'e şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Bu görüşünde devam ettiğin
sürece bize yaklaşma" İbn Sâib Mürcie mezhebinden idi.
Hammad b. Zeyd'den
şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Said b. Cübeyr ile karşılaşmıştım. “Seni
Talk ile birlikte görmedim mi?” diye sordu. “Evet, fakat onda ne var ki?”
dedim. Bunun üzerine: “Onunla
oturma! Çünkü o, Mürciedendir” dedi.”
Muhammed
b. Vâsi'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Safvan b. Muhriz'i gördüm. Yakınında Şeybe
vardı. Birbirileri ile tartışıyorlardı. İbn Vasi'nin elbisesini silkeleyerek
kalktığını gördüm. "Sizler ancak uyuz kimselersiniz" diyordu.
Eyyûb'den şöyle dediği
rivayet edilmiştir: Adamın biri İbn Sîrin'in yanına geldi ve şöyle dedi: “Ey Bekir'in babası! Sana Allah'ın kitabından
bir âyet okuyacağım, fazla değil, sonra çıkıp gideceğim. İbn Sîrin parmağı ile
kulaklarım tıkadı ve şöyle dedi: "Sana and veriyorum. Eğer müslüman isen
evimden çık!" Adam (tekrar): “Ey Bekir'in babası! Bir âyetten fazla okumayacağım, sonra çıkıp gideceğim,
dedi. Bunun üzerine İbn Sîrin giysisinin eteklerini toplayıp (kendi evinden)
çıkmaya hazırlandı. Biz adama yönelip: “İbn Sirin sana evden çıkman için and verdi. Bir adamı kendi evinden
çıkarman helal midir?” dedik. Adam çıkıp gitti. Biz İbn Sîrin'e: “Ey Bekir’in babası! Sana ne zararı olurdu? Bir
ayet okuyup sonra çıkıp gitseydi” dedik. İbn Sirin şöyle cevap verdi: “Vallahi kalbimin üzerinde bulunduğum hâl hakkında sağlam olduğunu sanmış
olsaydım onun okumasına aldırış etmezdim. Fakat kalbime bir şeyin girmesinden
korktum. Öylesine ki sonra onu kalbimden çıkarmaya gayret ederim de gücüm
yetmez.”
El-Evzâi'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Bid'at
sahibi ile konuşup tartışmayın. Çünkü kalplerinizde onun fitnesinden bir şeyler
kalır.”
Bu rivayetler, eğer
hadisten kastedilen o idiyse hadisin işaret ettiği hususlarda seni
uyarmaktadır. En iyiyi bilen Allah’ tır.
Bid'at sahibinin
sözünün kalplerdeki etkisi bilinmektedir. Hadiste kuduz hastalığı örneği ile
uyarıda bulunulmasının bir faydası daha vardır ki o,
şudur:
Bu mesele bid'at sahibinin
tevbeden uzak oluşunun sebebi hakkındadır. Çünkü kulların söz, iş ve itikad
olarak vuku bulan günahları, insanın bedeninde veya ruhunda meydana gelen hastalıklar
gibidir. Bedende meydana gelen hastalıkların tedavisi bilinmektedir.
Amellerdeki hastalıkların tedavisi dahi tevbe ve iyi işler yapmaktır.
Bedendeki
hastalıkların tedavisi mümkün olanı bulunduğu gibi tedavi imkânı olmayan veya
zor tedavi edileni de vardır. Amellerdeki hastalıktan kuduza benzeyenin dahi,
normal olarak tevbesi mümkün olan vardır, mümkün olmayan vardır.
Bid'at dışında kalan
günahların hepsinde; en yükseği olan büyük günahlardan, en aşağıdaki ufak tefek
günahlara kadar tevbe söz konusudur. Bid'atler hakkında ise bize iki haber
gelmiştir. Bu haberlerden her ikisi dahi bid'atlerden tevbe edilemeyeceğini
ifade etmektedir.
Birinci haber bid'atin
kötülüğünü ve bir tahsis olmaksızın/genel olarak bid'atçi için tevbenin yok
olduğunu bildiren haberdir.
İkinci haber bizim
izahı ile meşgul olduğumuz haberdir. Bilindiği üzere bu haberde bid'at,
hastalıklardan kurtuluşu olmayan kuduz gibi bir hastalığa benzetilmiştir. Bu
haber genel bir yönü olmamakla beraber çoğu kere bid'atin günahından kurtuluş
olmadığını ifade etmiştir. Bid'atte tevbenin olmaması hevaya düşkünlüğün kuduz
hastalığının sirayeti gibi derinlere sirayet etmesi durumundadır. Daha önce
bidatçilerden birtakım kimselerin bu şekilde olduğunun açıklaması geçmişti.
Meselenin şahidi de zikredilmişti. Bunda fazladan bir mana daha ortaya çıkıyor
ki o da (adı geçen) hadisin faydalardandır. Bu dahi aşağıdaki meseleyi
oluşturmaktadır.
Bid'at sevgisi yukarıda
anlatılan derecede kişinin içine sinmemiş ise, bu durumdaki gruplardan
olanlarda tevbe mümkündür. Bu gruplar hakkında tevbe mümkün olunca onlardan
ayrılanlar hakkında dahi tevbe mümkündür ki onlar cüz'i bid'at işleyenlerdir.
(Bu durumda iki şık
söz konusudur:)
a- Ya bu hadisten önce geçen haberler tercih
edilecektir. Çünkü bu (hadisin) rivayetin(in) isnadında (tereddüdü gerektiren)
bir şey vardır ki son tahlilde söylenebilecek olan bu hadisin "hasen
hadisler" arasında yer almasıdır. Diğer hadisler ise sahihtir. "...
onlar ok'un yaydan çıktığı gibi dinden çıkarlar. Sonra ok'un torbasına
dönmediği gibi (tekrar dinlerine) dönmezler" hadisi ve benzerleri
gibi.
İkisinin arasını
bulmaya gelince: İlk nakil, tevbenin genel olarak kabulü hususunda esas kabul
edilir. Bu (sonuncu) haberler ise ilk nakildekinin üzerine fazladan ilave
edilen bir husus ifade etmiş olur. Çünkü bid'atin heva ve hevese uymak özelliği
sebebiyle bir çelişki söz konusu değildir. İnsanın yaptığı veya terk ettiği bir
şeyde heva ve hevesin ağır basıp galip gelmesi, hep etkisi olan bir husustur.
Tüm bid'atlerde heva ve hevese uymak vardır. Bunun içindir ki bid'at
sahiplerine "hevâ ve heves sahipleri" denmiştir. Bid'at ismi verilmesi
de böylece gerçekleşmiş olur. Bid'atçılarda çoğunlukla durum budur. Çünkü
bid'at olarak işlenen bir şey ancak, delilde şüphe ile birlikte heva ve hevese
uymaktan meydana gelir. Delilin sunulup tetkik edilmesinden meydana gelmez.
Böylece zahiren şer'î bir delil bulunmakla beraber o yapılan işte hevâ ve
hevese uymak bulunur. Böylece bid'at kalpte bir siyah nokta gibi bulunur. Artık
bid'atin sevgisi kalbe işler. Sonra bid'atlerin hepsi aynı mertebede olmayıp
farklı durumlardadır. Fakat hepsi de (başlı başına) din ortaya koymak gibidir.
Dolayısıyla bid'at sahibi, tevbesi kabul edilmemeye müstahak olmuştur. Yüce
Allah fazlu keremi ile bizleri cehennemden muaf buyursun.
b- Veya bu hadis evvelki hadislerle birlikte
geçerli olur. Her iki gruptaki hadislerin de geçerli olduğu varsayımına göre
şöyle deriz: Daha önceki hadisler geneldir. Bu hadis ise özellik ifade
etmektedir. Nitekim özellik ifade etmiştir. Ya da öyle bir mana ifade eder ki
ondan özellik anlaşılır. Bu özellik, (bazı bid'atçilerde görülen) buğz besleme
keyfiyeti dikkate alınırsa en yüksek derecede bid'atin kalplere işlemesidir.
Çünkü hadiste ".... yakın gelecekte ümmetimde topluluklar çıkacaktır” buyurulmustur. Bu gösteriyor ki başka
topluluklar vardır ki onlara bu heva ve hevese uymak sirayet etmemiştir.
Belki onlar daha aşağı mertebededirler. Muhtemeldir ki onlara heva ve hevese
uymak sirayet etmemiştir.
Bu yorum konunun akışı
itibariyle uygundur. Meselenin tamamı hamdolsun ikinci bölümde geçmiştir. Fakat
daha önce hadislerin hepsinde hususiyet/tahsis yoktur şeklinde geçmiş idi.
Başarı Allah'tandır."