Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

17 Haziran 2015 Çarşamba

Neden Fasıklara ve Kafirlere Bile Gösterilmeyen Tavır Bid’atçiye Gösteriliyor?

eş-Şatıbi rahimehullah el-İtisam’da şöyle der:

“Kuduz hastalığında bulaşıcılığa benzeyen bir özellik vardır. Kuduz hastalığı aslında köpekte bulunur. Kuduz köpek, birisini ısırdığı zaman o da kuduz olur. Artık bu hastalıktan çoğunlukla ancak ölümle kurtulunur. Bid'atçi de böyledir. Bid'atçı, birisine görüşünü veya şüphesini anlattığı zaman, o kimse o dertten pek az (ihtimal ile) kurtulabilir; ya onunla birlikte aynı görüşte olarak o gruptan olur veya kalbinde bir şüphe yerleşir. O bu şüpheden kurtulmak ister ama gücü yetmez.
Bid'at dışındaki diğer günahlarda durum böyle değildir. Günah sahibi günahı alışkanlık haline getirip uzun süre onu işleyip günahı dost edinmedikçe ondan zarar görüp onunla iç içe girmez. Bu mana rivayetlerde dile getirilmiştir. Selef-i Salih, bid'at sahipleriyle oturup kalkmayı, onlarla ve onlar gibi konuşmayı yasaklamışlar, bu hususta katı bir dil kullanmışlardır, ikinci bölümde bu hususta pek çok rivayetler geçmiştir. Yine bunlardan bir kısmını burada zikredeceğiz. Şöyle ki:
İbn Mes'ud radıyallahu anh'den şöyle dediği rivayet edilmiştir:  "Kim dinine saygı göstermekten hoşlanırsa şeytanla içli dışlı olmaktan ve heva ehliyle oturmaktan ayrı dursun. Çünkü onlarla (bir arada) oturmak, uyuzdan daha yapışkandır (daha zararlıdır).”
Humeyd el-A'rac'dan rivayet, olunduğuna göre o şöyle demiştir: "Ğaylân, (Kabe) civarında yaşamak üzere Mekke’ye gelmişti. Ğaylân Mücahid'e gelerek şöyle dedi:  Ey Haccac'ın babası! Bana ulaştığına göre sen insanları benimle ilişki kurmaktan yasaklıyor ve beni (şöyle şöyledir diye) anıyormuşsun. Sana benim söylemediğim şeyler ulaşmış. Ben ancak şunları şunları söylüyorum diyerek inkâr edilmeyecek şeyleri ifade etti, Gaylân kalkınca Mücahid şöyle dedi:Onunla oturmayın. Çünkü o Kaderiyyecidir.”
Humeyd diyor ki: Bir gün ben tavaf ediyorken arkamdan Gaylân bana yetişip gömleğimden çekiyordu. Döndüm, Ğaylân bana şöyle dedi: Mücahid benim hakkımda nasıl böyle böyle söyler? Ben ona (gerçeği) haber verdim. Mücahid tavaf sırasında Ğaylan'ın benimle birlikte yürüdüğünü görmüştü. Mücahid'in yanına geldiğimde onunla konuştum, bana cevap vermedi. Bir şeyler sordum karşılık vermedi. Ertesi sabah ona tekrar gittiğimde aynı tavırla karşılaştım. Ona şöyle dedim: Ey Haccacın babası! Benden sana bir şey mi ulaştı? Ben bir şey yapmadım, bana ne oldu?” Mücahid bunun üzerine şöyle dedi: Seni Ğaylan ile beraber görmedim mi? Oysa onunla oturup kalkmayı ve konuşmayı yasaklamadım mı?” Bunun üzerine Mücahid'e şöyle dedi: Ey Haccacın babası! Ben senin sözünü inkâr etmiş değilim. Onunla konuşmaya ben başlamadım, önce benimle o konuştu. Bunun üzerine Mücahid şöyle dedi:Ey Humeyd! Allah'a yemin ederim ki Sen benim katımda doğru bir kimse olmasaydın, yaşadığın müddetçe beni güler yüzle göremeyecektin, tekrar tekrar baksan yine de sana iltifat etmeyecektim.”
Eyyub'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bir gün Muhammed b. Sîrin'in  yanında, idim. Birden Amr b. Ubeyd çıkageldi ve (bizim olduğumuz yere) girdi. Amr oturunca İbn Sîrin elini karnına koyarak (hasta olmuş gibi) oradan kalktı. Ben Amr'e: Haydi gidelim” dedim (oradan) çıktık. Amr gittikten sonra geri döndüm ve “Ey Bekir'in babası! Yaptığının farkındayım” dedim. O bana: Gerçekten fark ettin mi?” dedi. Evet” dedim. Bunun üzerine İbn Sîrin: "Onunla birlikte bir evin tavanı altında bir arada olamam" dedi.
Bazılarından şöyle bir rivayet kaydedilmiştir:  Amr b. Ubeyd ile yürüyordum. Beni İbn Avn gördü ve benden yüz çevirdi. Deniliyor ki Amr b. Ubeyd, İbn Avn'in evine girdi. İbn Avn onu görünce sustu. Amr de sustu ona bir şey sormadı. Bir süre (sessiz) durduktan sonra İbn Avn şöyle dedi: "Benim iznim olmadan evime girmeyi neye dayanarak helâl saydın?" İbn Avn bu sözünü tekrar tekrar söyledi durdu. Fakat Amr bir konuşsaydı....
Müemmel b. İsmail’in şöyle dediği rivayet edilmiştir: (Bizim topluluğumuzu oluşturan) arkadaşlarımızdan bazıları Hammad b. Zeyd'e şöyle demiştir: "Sana ne oluyor ki Abdulkerim'den sadece bir tek hadis rivayet ediyorsun?" Hammad şöyle dedi: Ben bu hadis için ona uzak bir yerden geldim. Eyyûb'un ona gelmiş olduğunu ve benim için şöyle şöyle bir durumun olduğunu bilmesinden hoşlanmıyorum: Sanıyorum ki eğer o (bunu) bilse onunla aram açılır.”
İbrahim'den Muhammed b. Sâib'e şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Bu görüşünde devam ettiğin sürece bize yaklaşma" İbn Sâib Mürcie mezhebinden idi.
Hammad b. Zeyd'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Said b. Cübeyr ile karşılaşmıştım. “Seni Talk ile birlikte görmedim mi?” diye sordu. “Evet, fakat onda ne var ki?” dedim. Bunun üzerine: Onunla oturma! Çünkü o, Mürciedendir” dedi.”
Muhammed b. Vâsi'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Safvan b. Muhriz'i gördüm. Yakınında Şeybe vardı. Birbirileri ile tartışıyorlardı. İbn Vasi'nin elbisesini silkeleyerek kalktığını gördüm. "Sizler ancak uyuz kimselersiniz" diyordu.
Eyyûb'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Adamın biri İbn Sîrin'in yanına geldi ve şöyle dedi: Ey Bekir'in babası! Sana Allah'ın kitabından bir âyet okuyacağım, fazla değil, sonra çıkıp gideceğim. İbn Sîrin parmağı ile kulaklarım tıkadı ve şöyle dedi: "Sana and veriyorum. Eğer müslüman isen evimden çık!" Adam (tekrar): Ey Bekir'in babası! Bir âyetten fazla okumayacağım, sonra çıkıp gidece­ğim, dedi. Bunun üzerine İbn Sîrin giysisinin eteklerini toplayıp (kendi evinden) çıkmaya hazırlandı. Biz adama yönelip:  İbn Sirin sana evden çıkman için and verdi. Bir adamı kendi evinden çıkarman helal midir?” dedik. Adam çıkıp gitti. Biz İbn Sîrin'e: Ey Bekir’in babası! Sana ne zararı olurdu? Bir ayet okuyup sonra çıkıp gitseydi” dedik. İbn Sirin şöyle cevap verdi:  Vallahi kalbimin üzerinde bulunduğum hâl hakkında sağlam olduğunu sanmış olsaydım onun okumasına aldırış etmezdim. Fakat kalbime bir şeyin girmesinden korktum. Öylesine ki sonra onu kalbimden çıkarmaya gayret ederim de gücüm yetmez.”
El-Evzâi'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Bid'at sahibi ile konuşup tartışmayın. Çünkü kalplerinizde onun  fitnesinden bir şeyler kalır.”
Bu rivayetler, eğer hadisten kastedilen o idiyse hadisin işaret ettiği hususlarda seni uyarmaktadır. En iyiyi bilen Allah’ tır.
Bid'at sahibinin sözünün kalplerdeki etkisi bilinmektedir. Hadiste kuduz hastalığı örneği ile uyarıda bulunulmasının bir faydası daha vardır ki o, şudur:
 Bu mesele bid'at sahibinin tevbeden uzak oluşunun sebebi hakkındadır. Çünkü kulların söz, iş ve itikad olarak vuku bulan günahları, insanın bedeninde veya ruhunda meydana gelen hasta­lıklar gibidir. Bedende meydana gelen hastalıkların tedavisi bilin­mektedir. Amellerdeki hastalıkların tedavisi dahi tevbe ve iyi işler yapmaktır.
Bedendeki hastalıkların tedavisi mümkün olanı bulunduğu gibi tedavi imkânı olmayan veya zor tedavi edileni de vardır. Amellerdeki hastalıktan kuduza benzeyenin dahi, normal olarak tevbesi mümkün olan vardır, mümkün olmayan vardır.
Bid'at dışında kalan günahların hepsinde; en yükseği olan büyük günahlardan, en aşağıdaki ufak tefek günahlara kadar tevbe söz konusudur. Bid'atler hakkında ise bize iki haber gelmiştir. Bu haberlerden her ikisi dahi bid'atlerden tevbe edilemeyeceğini ifade etmektedir.
Birinci haber bid'atin kötülüğünü ve bir tahsis olmaksızın/genel olarak bid'atçi için tevbenin yok olduğunu bildiren haberdir.
İkinci haber bizim izahı ile meşgul olduğumuz haberdir. Bilindiği üzere bu haberde bid'at, hastalıklardan kurtuluşu olmayan kuduz gibi bir hastalığa benzetilmiştir. Bu haber genel bir yönü olmamakla beraber çoğu kere bid'atin günahından kurtuluş olmadığını ifade etmiştir. Bid'atte tevbenin olmaması hevaya düşkünlüğün kuduz hastalığının sirayeti gibi derinlere sirayet etmesi durumundadır. Daha önce bidatçilerden birtakım kimselerin bu şekilde olduğunun açıklaması geçmişti. Meselenin şahidi de zikredilmişti. Bunda fazladan bir mana daha ortaya çıkıyor ki o da (adı geçen) hadisin faydalardandır. Bu dahi aşağıdaki meseleyi oluşturmaktadır.
Bid'at sevgisi yukarıda anlatılan derecede kişinin içine sinmemiş ise, bu durumdaki gruplardan olanlarda tevbe mümkündür. Bu grup­lar hakkında tevbe mümkün olunca onlardan ayrılanlar hakkında dahi tevbe mümkündür ki onlar cüz'i bid'at işleyenlerdir.
(Bu durumda iki şık söz konusudur:)
a- Ya bu hadisten önce geçen haberler tercih edilecektir. Çünkü bu (hadisin) rivayetin(in) isnadında (tereddüdü gerektiren) bir şey vardır ki son tahlilde söylenebilecek olan bu hadisin "hasen hadisler" arasında yer almasıdır. Diğer hadisler ise sahihtir. "... onlar ok'un yaydan çıktığı gibi dinden çıkarlar. Sonra ok'un torbasına dönmediği gibi (tekrar dinlerine) dönmezler" hadisi ve benzerleri gibi.
İkisinin arasını bulmaya gelince: İlk nakil, tevbenin genel olarak kabulü hususunda esas kabul edilir. Bu (sonuncu) haberler ise ilk nakildekinin üzerine fazladan ilave edilen bir husus ifade etmiş olur. Çünkü bid'atin heva ve hevese uymak özelliği sebebiyle bir çelişki söz konusu değildir. İnsanın yaptığı veya terk ettiği bir şeyde heva ve hevesin ağır basıp galip gelmesi, hep etkisi olan bir husustur. Tüm bid'atlerde heva ve hevese uymak vardır. Bunun içindir ki bid'at sahiplerine "hevâ ve heves sahipleri" denmiştir. Bid'at ismi verilmesi de böylece gerçekleşmiş olur. Bid'atçılarda çoğunlukla durum budur. Çünkü bid'at olarak işlenen bir şey ancak, delilde şüphe ile birlikte heva ve hevese uymaktan meydana gelir. Delilin sunulup tetkik edilmesinden meydana gelmez. Böylece zahiren şer'î bir delil bulunmakla beraber o yapılan işte hevâ ve hevese uymak bulunur. Böylece bid'at kalpte bir siyah nokta gibi bulunur. Artık bid'atin sevgisi kalbe işler. Sonra bid'atlerin hepsi aynı mertebede olmayıp farklı durumlardadır. Fakat hepsi de (başlı başına) din ortaya koymak gibidir. Dolayısıyla bid'at sahibi, tevbesi kabul edilmemeye müstahak olmuştur. Yüce Allah fazlu keremi ile bizleri cehennem­den muaf buyursun.
b- Veya bu hadis evvelki hadislerle birlikte geçerli olur. Her iki gruptaki hadislerin de geçerli olduğu varsayımına göre şöyle deriz: Daha önceki hadisler geneldir. Bu hadis ise özellik ifade etmektedir. Nitekim özellik ifade etmiştir. Ya da öyle bir mana ifade eder ki ondan özellik anlaşılır. Bu özellik, (bazı bid'atçilerde görülen) buğz besleme keyfiyeti dikkate alınırsa en yüksek derecede bid'atin kalplere işlemesidir. Çünkü hadiste ".... yakın gelecekte ümmetimde topluluklar çıkacaktır”  buyurulmustur. Bu gösteriyor ki başka topluluklar  vardır ki onlara bu heva ve hevese uymak sirayet etmemiştir. Belki onlar daha aşağı mertebededirler. Muhtemeldir ki onlara heva ve hevese uymak sirayet etmemiştir.
Bu yorum konunun akışı itibariyle uygundur. Meselenin tamamı hamdolsun ikinci bölümde geçmiştir. Fakat daha önce hadislerin hepsinde hususiyet/tahsis yoktur şeklinde geçmiş idi.
Başarı Allah'tandır."

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)