Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

4 Haziran 2015 Perşembe

Taklitçiliğe Çağıranlara Reddiye/Şeyh Muhammed Emin eş-Şankitî

Tercüme: Mehmed Güneş
Tashih: Ebu Muâz
بسم الله
Çok önemli bir konu bu... Sonrakilerden bazı kimseler diyorlar ki "Müctehid olmayanların Kitab ve Sünnetten delil çıkarmaları caiz değildir." Bu kavil bugün, bazı mezhebleri taklit eden bir takım mukallid fıkıhçılar arasında da yayılmaktadır. Bu noktada, ilim ehlinden nakledilen bazı hususları zikredeceğim.
Şeyh Muhammed el-Emin bin Muhammed el-Muhtar (eş-Şankitî) rahimehullah, "Advâu'l Beyan" adlı kitabında şöyle demiştir:
Bil ki halefe mensub usûlcülerden bazıları, 'Bu yüce Kur'ân'ı tefekkür etmek, anlamak ve onunla amel etmek, sadece müctehidler için caizdir; gayrısı için değil' diyorlar. Onlara göre mutlak ictihad makamına nail olmanın pek çok şartı vardır. Halbuki bu şartların hiçbiri nasslarda, icmâda ve hatta açık kıyasta bile mevcut değildir. Bu şartlara dair sahabîlerden gelen bir rivayet de yoktur. Özetle onların kavlinin asla hiçbir şer'î mesnedi yoktur. Şüphesiz hak olan şudur ki öğrenmeye, anlamaya, Kitab ve Sünnetin mânâlarını idrak etmeye gücü yeten herkes, Kitab ve Sünneti öğrenmeli ve bunlardan bildikleri ile amel etmelidir. Amel ettiği konuda bu ikisinden (kitap ve sünnetten) delilini bilmeden amel etmek ise icma ile yasaktır. Doğru bir öğrenme yoluyla Kitap ve sünnetten sahih bir ilimle öğrendiği şeyle ise, tek bir ayet veya tek bir hadis olsa dahi amel etmelidir.
Bu hususu açıkça ortaya koyan şeylerden birisi; kendilerine Kur’ân’ın indiği ilk muhataplarından olan münafıklar ve kâfirlerden hiçbiri usulcüler katında kararlaştırılmış olan içtihat şartlarını tamamlamış değillerdi. Hatta onlarda hiçbir asıl yoktu.
Şayet sonraki usulcülerin kararlaştırdıkları içtihat şartlarını elde eden müçtehitlerden başkasının Kur’ân ile amel ederek faydalanması caiz olmasaydı, gördüğün gibi; kâfirlere hüccet ikame olmaz, Allah Teâlâ onları azarlamaz ve hidayetine tabi olmadıkları için onlara karşı çıkmazdı.
Açıktır ki, ictihadın şartları ancak, ictihada mahal olan hususlarda geçerli olabilir. Kitab ve Sünnetteki sahih nasslar içerisinde belirtilmiş olan konular hakkında ictihad etmek hiç kimseye caiz değildir. Bu hususlarda 'ictihad şartları oluşursa ictihad edilir' demek caiz değildir. Bilakis bu tür açık nasslara sadece ittibâ etmek gerekir.
Böylece Meraki’s-Suud kitabının sahibinin Karafi’ye tabi olarak söylediği: “Müçtehid olmayan kimsenin nassın anlamı ile amel etmesi men olunur” sözünün mutlak olmadığını öğrenmiş oluyorsun. Zira bunu mutlak olarak söylemek, delile dayanmadığı gibi, pekçok ayetlere ve hadislere de aykırıdır.
Bilinmektedir ki, Kitab ve Sünnetin umûmi nasslarının, kendilerine müracaat edilen bir delil olmaksızın tahsis edilmeleri caiz değildir. Yine bilinmektedir ki âyet ve hadislerin umûmu, tüm insanları Kitab ile ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in sünneti ile amel etmeye teşvik etmektedir. Bu konuda sayılamayacak kadar çok nass vardır. Örneğin Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "Size öyle iki şey bırakıyorum ki, eğer onlara sarılırsanız asla dalâlete düşmezsiniz: Allah'ın Kitabı  ve Sünnetim."[1] Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, bir hadîsinde de şöyle buyurmuştur: "Size düşen, benim sünnetime ve raşid halifelerin sünnetine sarılmaktır."[2]
Buna benzer daha sayılamayacak kadar çok nass vardır. Bu nassların sadece müçtehitlere tahsis edilmesi ve müçtehitlerden başkalarının kitap ve sünnetin hidayetinden faydalanmalarını haram saymak, Allah’ın kitabından veya Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetinden bir delil gerektiren haram saymadır. Bizzat kendilerinin mukallit olduklarını itiraf eden sonrakilerden cemaatlerin görüşleriyle bu nasları tahsis etmek doğru değildir.
Bilinmektedir ki mukallidi âlimlerden ve Nebilerin varislerinden saymak caiz değildir.
'Merâki's Suud' adlı eserin sahibi, 'Merâki's Suud Şerhi Neşri'l Bunûd'da, bu beytin şerhinde şöyle der: "Yuhzalu leh: Yani müctehid olmayan o kimse, senedi sahih olsa dahi, kitap veya sünnet nassı ile amel etmekten men olunur. Çünkü o, nassın nesh, takyîd, tahsîs ve sadece müctehidlerin bilebileceği diğer avarızı olabilir. Karafi'nin dediğine göre müctehid olmayan kimsenin yapabileceği tek şey,  bir müctehidi taklit etmektir.
Şeyh Muhammed el-Emin (eş-Şankitî) ise şöyle demiştir: “Buradan anlıyorsun ki, ne onun ne de kendisine tabi olduğu el-Karafi’nin, müçtehitler dışındaki bütün müslümanları Allah’ın kitabı ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünneti ile amel etmekten men ederken tek dayanakları; yalnızca avarız bulunması ihtimalidir. Bu avarız; Kitap ve sünnet naslarına arız olan; nesh, takyid ve buna benzer şeylerdir. Bu ise iki açıdan reddedilmiştir:
Birincisi: Aslolan; nesh eden bir delil delil sabit oluncaya kadar neshin söz konusu olmayacağı, tahsis eden bir delil sabit oluncaya kadar umumi zahirin alınacağı ve takyid eden bir delil sabit oluncaya kadar mutlak zahirin alınacağıdır. Neshe dair şer’î bir delil sabit oluncaya kadar o nas ile amel edilmesi gerekir. Aksini gösteren bir delil gelinceye kadar zahir delilin umumu veya mutlak ifadesiyle amel edilmesi gerekir.
Her akıl sahibi bilir ki, Allah’ın kitabıyla ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetiyle amel etmekten alıkoyup, tedvin edilmiş mezheplerle yetinme ve imamların mezheplerinin yeterli olduğu düşüncesiyle Kitap ve sünneti öğrenmeye olan ihtiyacı reddetme görüşü, en büyük batıllardandır. Bu görüş Allah’ın kitabına, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine, Sahabenin icmaına ve dört imamın sözlerine aykırıdır.
Bunu söyleyen kimse Allah’a, rasulü sallallahu aleyhi ve sellem’e, ashaba (Allah hepsinden razı olsun) ve dört imamın tamamına muhalefet etmiş olur.
İkincisi: Müctehid olmayanlar, amel etmek üzere Kur'ân âyetlerini veya Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'in bazı hadislerini öğrendikleri zaman, bu umûmi veya mutlak nassı öğrenir; bunun yanısıra eğer o nass takyid edilmiş veya tahsis edilmişse onu takyid eden veya tahsis eden nassı da öğrenir; eğer o nass mensuh ise, o nassı nesh eden nassı da öğrenir. Konuyu bilen âlimlere sorarak, tefisir kitaplarına ve bu konularda varid olan hadislere müraacat ederek  bu hususları öğrenmek gerçekten çok kolaydır. İlk asırda sahabeden biri bir âyet öğreniyor ve onunla amel ediyordu; bir hadis öğreniyor ve onunla amel ediyordu. Sahabe, 'mutlak ictihad rütbesine nail olana kadar öğrendiklerimle amel etmemeliyim' demiyordu. Umulur ki insan bildiği ile amel ederse, Allah da ona bilmediği şeyleri öğretir. Nitekim şu âyet-i kerîme bu husûsa işaret etmektedir: "...Allah'tan korkun. Allah size öğretiyor..."[3]. Yine şu âyet-i kerîme de bu cihettedir: " Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız, O, size bir furkan (hakkı bâtıldan ayırdedecek bir anlayış) verir ve günahlarınızı örtbas eder, sizi bağışlar. Allah büyük lütuf sahibidir."[4] Âyette geçen 'furkan' sözcüğü, kendisi ile hak ve bâtılın birbirinden tefrik edildiği faideli ilim anlamına gelmektedir. Ve şu âyet-i kerîme: "Ey iman edenler! Allah'tan korkun, O'nun Resulü'ne iman edin ki size rahmetinden iki pay versin, sizin için ışığında yürüyeceğiniz bir nur yaratsın ve sizi bağışlasın. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir."[5] Âyetlerin delâlet ettiğine göre, Allah muttaki kullarını takvaları ile bilir. O muttaki kullar, Allah'ın emrinden öğrendikleri hususlar ile amel ederler; bilmedikleri şeyleri amellerine ilave etmezler. Kula düşen, bildiği kadarı ile amel etmektir. Allah ona, bilmediği şeyin ilmini ziyade kılar inşâAllah.
Mutlak ictihad rütbesine erişene dek Kitab ve Sünnet ile amel etmekten men' etmek, hayali bir şartın peşine düşerek Müslümanları açıkça Kur'ân nurundan faidelenmekten alıkoymaya çalışmaktır. Her Müslüman, Kıyamet günü Rabbine arzolunmaktan korkmalı; bugün İslam ülkelerini istila eden bu tehlikeli fikriyattan korunmak için tefekkür etmelidir. Bu tehlikeli fikir, ibadete, muamelata, hadlere dair tüm hükümler hususunda, kurulu mezheblerle yetinerek Kur'ân ve Sünneti bir kenara bırakmak üzerine yapılandırılmaktadır. Bu fikriyata sahip olanların iki adet öncülü vardır.
Birincisi: Onlara göre, Kitab ve Sünnet ile amel etmek sadece müctehidler için caizdir.
İkincisi: Yine onlara göre, tüm müctehidler eski dönemlerde yaşamıştır ve şu anda yeryüzünde tek bir müctehid bile yoktur.
Onlar, bu öncüllere dayanarak bugünkü insanların mevcut mezheblerle iktifa etmelerini, Kur'ân ve Sünnet ile amel etmemelerini ve Kıyamete kadar da bunun böyle devam etmesi gerektiğini söylüyorlar. Allah'ın rahmeti üzerine olsun ey kardeşim, bir kimse kalkıp da 'Kur'ân ve Sünnetin rehberliğini bırakın, onlarla amel etmeyin, masum olmayan insanların/imamların kelamı ile iktifa edin' gibi bir kavli nasıl telaffuz edebilir? Şüphe yok ki imamlar masum değildir ve hata yapabilirler. 'Kitab ve Sünnete ihtiyaç yoktur; onların yerine geçebilecek imam kavilleri vardır' diyenler açıkça büyük bir bühtana, münker bir kavle ve yalana düşmüşlerdir. 'Kur'ân ve Sünneti öğrenmek zordur ve onları öğrenmeye, anlamaya kimsenin gücü yetmez' diyenler de bâtıl bir zan üzeredirler. Çünkü Kur'ân ve Sünneti öğrenmek, son derece karışık karmaşık rey ve ictihad meselelerini öğrenmekten daha kolaydır. Allah, Kamer Sûresinde defalarca şöyle buyuruyor: "And olsun biz Kur'ân'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?"[6] Allah, Duhan Sûresinde de şöyle buyuruyor: "Biz Kur'ân'ı senin dilinle indirip kolaylaştırdık. Umulur ki onlar öğüt alırlar."[7] Yine Allah azze ve celle, Meryem Sûresinde ise şöyle buyuruyor: "Biz Kur'ân'ı senin dilin üzere kolaylaştırdık ki, onunla Allah'tan korkup sakınanları müjdeleyesin, inat edenleri de korkutasın."[8] Kur'ân-ı Kerîm, Allah'ın amel etmeye muvaffak kıldığı kimseler için, Allah tarafından kolaylaştırılmış kolay bir Kitabdır. Allah azze ve celle buyuruyor ki: "Gerçekten onlara, bilgiye göre açıkladığımız, inanan bir toplum için yol gösterici ve rahmet olan bir Kitap getirdik."[9] Şüphe yok ki bu Kur'ân-ı Azîm, Allah'ın yeryüzüne indirdiği öyle bir Kitabdır ki onunla aydınlıklara çıkılır; onun ziyası/ışığı ile hak, bâtıldan ayrılır; güzel, çirkinden; faydalı, zararlıdan; rüşd, gayyden/dalâletten tefrik olunur. Yine aşağıdaki âyet-i kerîmelere de bir göz atalım:
"Ey insanlar! Size Rabbinizden bir delil (Muhammed) geldi ve size apaçık bir nur indirdik."[10]
"Biz hıristiyanız" diyenlerden de söz almıştık. Onlar da kendilerine hatırlatılan şeylerin çoğunu unutmuşlardı. Biz de onların arasına, kıyamete kadar sürecek kin ve düşmanlık soktuk. Allah, ne yapmış olduklarını onlara - elbette haber verecektir. Ey kitap ehli! Kitaptan gizlemiş olduğunuz şeylerin çoğunu açıklayan, çoğundan da vazgeçen peygamberimiz size geldi. Ayrıca size, Allah'tan bir nur ve apacık bir kitap da gelmiştir. Allah o kitabla rızasına uygun hareket edenleri selamet yollarına iletir. Onları izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve onları dosdoğru yola sevk eder."[11]
 "Ve işte sana böyle emrimizden biz ruh vahyettirdik. Sen kitap nedir, iman nedir bilmiyordun, velakin biz onu bir nur kıldık, onunla kullarımızdan dilediğimize hidayet vereceğiz ve emin ol sen her halde doğru bir yola çağırıyorsun."[12]
"O şimşek nerdeyse gözlerini kapıverecek. Önlerini aydınlattımı ışığında yürürler, karanlık üzerlerine çöktümü de dikilip kalırlar. Allah dilemiş olsaydı işitmelerini, görmelerini de alıverirdi. Şüphesiz Allah her şeye kâdirdir."[13]
"Şimdi Rabbinden sana indirilenin gerçekten hak olduğunu bilen bir kimse, kör olan bir kimse gibi olur mu? Fakat bunu ancak üstün akıllı ve temiz vicdanlı kimseler idrak ederler."[14]
Şüphe yok ki, basîreti nurdan a'mâ kılınan kimse, karanlığa tepetaklak yuvarlanır.
"Yahut (o kâfirlerin duygu, düşünce ve davranışları) engin bir denizdeki yoğun karanlıklar gibidir ki, onu dalga üstüne dalga kaplıyor; üstünde de bulut. Bir biri üstüne karanlıklar... İnsan, elini çıkarıp uzatsa, nerdeyse onu dahi göremez. Bir kimseye Allah, nur vermemişse, artık o kimsenin ışık ve aydınlıktan nasibi yoktur."[15]
Böylece şunu bil ki ey insaflı Müslüman kardeşim, sana düşen; Allah'ın Kitabı ve Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetini verimli ve faydalı vesilelerle öğrenme hususunda çaba ve gayret göstermek; sahih bir ilimle Kitab ve Sünnete dair öğrendiğin şeylerle amel etmektir. Şunu da bilesin ki, içinde bulunduğumuz zamanda, nasih, mensuh, genel/umûm, özel/hâs, mutlak, mukayyed, mücmel, mübîn gibi hususları, hadis rivayet etmiş olan ravilerin hallerini, sahih ve zayıf rivayetler arasındaki farkları öğrenmek, eski devirlere nazaran daha kolaydır.  Çünkü tüm bu bilgiler kayıt altına alınmış ve sağlam bir biçimde derlenmiştir. Bu bilgilere bugün herkes kolayca ulaşabilir. Allah'ın Kitabı açıkça elimizdedir. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'den, sahabîlerden, tâbiînden, büyük tefsircilerden gelen nakiller, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'den varid olan tüm hadisler korunmuş/hıfzedilmiş ve derlenmiştir. Hadis metinlerinin halleri, senetleri, senetlere dair illet ve zaafları bellidir ve Allah'ın fehim ve idrak bahşettiği kimseler için bunları tahsil etmek zor değildir. 
Velhasıl, Kitab ve Sünnet dahilinde mevcut olan sayılamayacak kadar çok nass, mükellefleri Allah'ın Kitabı ve Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem'in sünneti ile amel etmekle yükümlü kılmaktadır. Kitab ve Sünnetten, sadece o bazı halefîlerin zikrettiği ictihad şartlarına haiz olanlara tahsis edilen hiçbir şey yoktur. Allah Teâlâ buyuruyor ki: "Rabbinizden, size indirilene uyun ve O'ndan başka dostlara uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!"[16] Burada "size indirilen ile" ifadesinden kasıt: Kur'ân ve Kur'ân'ı beyan eden sünnettir; insanların/kişilerin reyleri değildir. Yine Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, rasule itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah'a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resulüne arz edin. Bu, daha iyidir ve sonuç bakımından da daha güzeldir."[17] Allah'a ve Rasûle götürmek demek: Allah'ın Kitabına ve Rasûl sallallahu aleyhi ve sellem'e götürmek demektir. Vefatından sonra ise Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'in sünnetine götürmek demektir. Âyetin içinde, anlaşmazlıkları Allah'ın Kitabına ve Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'in sünnetine götürmek fiili, imana bağlanmıştır: ("...Allah'a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız...")[18] Buradan da anlaşılıyor ki, nizaları/anlaşmazlıkları Kitab ve Sünnetin gayrına götüren kimse, Allah'a iman ediyor değildir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Tağuttan, ona kulluk etmekten kaçınıp da tam gönülle Allah'a yönelenlere gelince, müjde onlaradır. Haydi müjdele kullarımı. O kullarımı ki, onlar sözü dinlerler, sonra da en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah'ın kendilerine hidayet verdiği kimselerdir. İşte temiz akıllılar da onlardır."[19] Şüphe yok ki Allah'ın Kitabı ve Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem'in sünneti, insanların reylerinden daha iyidir, daha güzeldir. Yine Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "...Resûl size ne verdiyse onu alın. Size neyi yasakladıysa ondan sakının ve Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azabı şiddetlidir."[20] Bu âyette, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in sünneti ile amel etmeyenlere -özellikle de, diğer insanların sözlerinin yeterli olacağına, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'in hadislerine gerek olmadığına dair bir zanna sahip olanlara- yönelik şiddetli bir tehdit vardır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Şanım hakkı için muhakkak ki size Resullulah'da pek güzel bir örnek vardır. Allah'a ve ahiret gününe iman edip, Allah'ı çok zikreden kimseler için."[21] Âyette geçen "usve" sözcüğü, "iktidâ/tâbi olma/örnek alma" anlamlarına gelmektedir.
Her Müslüman, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i kendisine örnek almalı, rehber edinmelidir. Bu da Nebî sallallahu aleyhi ve sellemin sünnetine tâbi olmak sûreti ile mümkün olabilir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Hayır! Rabbine and olsun ki, onlar aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp sonra da senin verdiğin hükme karşı içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olamazlar."[22] Bu âyet-i kerîmede Allah Teâlâ, onların, ihtilaf ettikleri herbir hususta Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'i hakem tayin etmedikçe mümin olamayacaklarına dair kasem/yemin etmektedir. Yine Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Eğer sana cevap vermezlerse, bil ki onlar, sırf heveslerine uymaktadırlar. Allah'tan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık kim olabilir? Elbette Allah zalim kavmi doğru yola iletmez."[23] Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'e vefatından sonra icabet etmek: O’nun sünnetine rücû etmek sûreti ile olur. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in sünneti, Kur'ân-ı Kerîm'in beyan edicisidir.[24]


[1]    Sahihtir. Tahric edenler; Malik, Muvatta, Kader Kitabı; Darekutni, 4/245; Hakim, Mustedrek, 1/93; Beyhaki, Sunenu’l-Kubra, 10/114; İbni Hazm, el-İhkam, 6/243; Hatiyb, el-Cami' liAhlaki'r Ravi, 1/111; Lâlekâi, İtikad-i Ehli's Sünne, 1/80; İbn Abdilberr, et-Temhîd, 24/331-332 İbn Abdilberr dedi ki: “Hadis Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den mahfuz ve ilim ehli katında, isnada ihtiyaç bırakmayacak kadar meşhurdur. Ebu Hureyre ve Amr b. Avf radıyallahu anhuma’dan rivayet edilmiştir.” el-Elbani de hadisi, Sahihu’l-Cami' adlı eserinde (No: 2937; 1/566) tashih etmiştir.
[2]    Sahihtir. Ahmed, Musned, 4/126; İbni Mace, Sunen, 1/15-16 (no: 42, 43); İbni Ebi Asım, es-Sunne, 1/19-20, 29-30; (No:33, 55, 59) Taberânî Mu'cemu’l-Kebir, 18/246-247; Musnedu-Şâmiyyîn, 3/172-173; Hâkim el-Mustedrek, 1/95-96; Sahihu Suneni İbn Mace, 1/31-32 (42, 43)
[3]    Bakara Sûresi, 282. âyet
[4]    Enfal Sûresi, 29. âyet
[5]    Hadid Sûresi, 28. âyet
[6]    Kamer Sûresi; 17., 22., 32., 40. âyetler
[7]    Duhan Sûresi, 58. âyet
[8]    Meryem Sûresi, 97. âyet
[9]    Araf Sûresi, 52. âyet
[10]  Nisa Sûresi, 174. âyet
[11]  Maide Sûresi, 14-16. âyetler
[12]  Şûra Sûresi, 52. âyet
[13]  Bakara Sûresi, 20. âyet
[14]  Ra'd Sûresi, 19. âyet
[15]  Nur Sûresi, 40. âyet
[16]  Araf Sûresi, 3. âyet
[17]  Nisa Sûresi, 59. âyet
[18]  Nisa Sûresi, 59. âyet
[19]  Zümer Sûresi, 17-18. âyetler
[20]  Haşr Sûresi, 7. âyet
[21]  Ahzab Sûresi, 21. âyet
[22]  Nisa Sûresi, 65. âyet
[23]  Kasas Sûresi, 50. âyet
[24]  Bkz: "Advâu'l Beyan fî Îzahi'l-Kur'ân bi'l Kur'ân" adlı eser (7/430-437)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)