Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

4 Mart 2014 Salı

Oy Kullanmanın Hükmü - Şeyh Muhammed el-İmâm


Soru: Siyasi partilere üye olmak caiz midir?

Cevap: Siyasi partiler laikliğin gruplarıdır. Laiklik; dinsizliktir. Yani Allah’ın hak dinini din edinmemektir. Hatta laiklik, Allah katından indirilmiş ve değişikliğe uğramamış dini dahi kabul etmez. Laiklik, mesela batıda tahrif edilmiş ve değiştirilmiş Tevrat ve İncil’i de kabul etmez. Kendi iddialarına göre Musa ve İsa aleyhime's-selâmdan kaldığını ileri sürdükleri Yahudilik ve Hristiyanlığı da kabul etmez. Bu, Allah Azze ve Celle’nin katından bir din indiğine iman etmemektir.

Sonra Müslümanlar arasında laiklik yayıldı. Şu kaidelerini ortaya koydular: Din Allah içindir, vatan herkes içindir. Yine: Din kul ile rabbi arasındadır kaidesini yaydılar. Yani namaz, oruç ibadet edenin ibadetidir. Ama hükümler, ahlak, muameleler, siyasi ve iktisadi meselelere gelince bunlarda insanların hükmüne müracaat edilmesi ve insanların kanun koyması görüşündedirler! Bu konularda İslam dininin hükmünü kabul etmezler.  Müslümanların arasında bu laiklik/dinsizlik çoğaldı. Bu, batılı devletlerin laikler için seçtiği laiklik olup Müslümanlar arasında da bulunmaktadır.

Bütün bunlara göre; partiler, laik partiler ile bidat ve sapıklık içeren partiler arasındadır. Bu partilere girmek dinen caiz değildir. Bilakis bu haram, hatta haramların en büyüklerindendir. Zira bunda günahta yardımlaşmak, sapıklık üzere düşmanlık ve haddi aşma vardır. Özellikle siyasi partiler, ister seçim yoluyla gelip barış devrimi denilen, demokrasi kanunlarıyla amel eden demokratik devrim partileri olsun, isterse askeri devrimle gelenler olsun fark etmez.

Yine bu partiler iki şeyi bir arada barındırır. Siyasi partiler fitnelerin ve sapıklıkların kaynağıdır. Müslümanları fazlasıyla parçalamakta ve zayıflatmaktadır. Düşmanlar için Müslümanlara karşı gedikler açmaktadır. Daha bunun gibi Müslümanlara zararlı olan birçok meseleleri vardır. Hareket ve kuvvet ancak Allah’tandır. Allah’a ve ahiret gününe iman eden için partilere girmek caiz değildir. Bilakis Müslümanlara farz olan, tek grup olan Allah’ın seçtiği Allah’ın grubu olmaları, tek ümmet olmalarıdır ki, o da salih selefin ve onlara güzellikle uyanların üzerinde bulundukları nübüvvet menhecine tabi olan İslam ümmetidir.  Allah en iyi bilendir.[1]

Şeyh Muhammed el-İmam şöyle demiştir: “Seçimler, Allah’a ortak koşma kapsamındadır. Bu itaatte şirktir. Zira seçimler demokrasi nizamının bir parçasıdır ki, bunu İslam düşmanları, Müslümanları dinlerinden uzaklaştırmak için koymuşlardır. Kim onu razı olarak, istekle, sahih olduğuna inanarak kabul ederse, Allah Azze ve Celle’nin emrine muhalefet hususunda İslam düşmanlarına itaat etmiş olur. Bu ise itaatte şirkin ta kendisidir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: Yoksa onların, Allah'ın izin vermediği şeyi kendileri için dinden bir şeriat koyan ortakları mı var? Eğer önceden verilmiş bir hüküm olmasaydı, muhakkak aralarında hükmolunurdu. Şüphesiz zâlimler için acı bir azâb vardır. Zâlimleri, işledikleri şeylerin azabından korkan kimseler olarak görürsün ki, bu, mutlaka onların başına gelecektir” (Şura 21-22)

Kendileri için hidayet apaçık belli olduktan sonra arkalarını dönüp tekrar küfre yönelenlere şeytan işlerini kolaylaştırmış, ümidlerini artırmıştır. Bu da, onların, Allah'ın indirdiklerinden hoşnud olmayanlara, “biz, bazı hususlarda size itaat edeceğiz” demiş olmalarındandır.” (Muhammed 25-26)

Onlara itaat ettiğiniz takdirde, şüphe yoktur ki, siz de müşriklerden olursunuz” (En’âm 121)

Bu seçimler Allah’ın kanunlarından mıdır, yoksa beşerin kanunlarından mıdır? Eğer Allah’ın kanunlarındandır derlerse bu Allah’a karşı büyük bir iftiradır. Laik anayasalar Müslümanların ülkelerinde mevcuttur. Bu, seçimlerin laik düzenlerin uygulaması olduğunun en büyük şahididir. Eğer: “Beşerin kanunlarındandır” derlerse, beşerin kanunlarını nasıl kabul edebilirsiniz? Böyle bir kanun koymanın hükmü nedir? Ayet, seçimleri düzenleyen demokrasi kurucularının, insanlar için şeriat koyma hususunda Allah’a ortak koşmakta olduklarını açıklamıyor mu? Seçimleri kabul eden kimse, yaratılmışları şeriat koyucu olarak görmüyorsa, yaratılmışlar nasıl şeriat koyucu olurlar? Geçen ayeti nasıl anlamamız gerekir o halde? “Seçimlere katılmak caizdir” diyen kimse bununla yetinmiyor, daha da çamura batarak: “Oy kullanmak vaciptir, bunu terk eden günahkârdır, emaneti eda etmemiştir…” vs. diyor!”[2]

Şeyh Muhammed el-İmam, Mefasidu’l-İntihabat kitabında demokrasinin birçok pisliklerini anlatmış, demokratik seçimlerde oy kullanmanın caiz olmadığına dair doyurucu açıklamalar yapmış ve “iki zarardan hafif olanına katlanmak” kaidesiyle oy kullananların şüphelerini çürütmüştür.



[1] Fetva tarihi: 02 Cemadiyessani 1433 Link: http://www.sh-emam.com/show_fatawa.php?id=424
[2] Şeyh Muhammed el-İmam Mefasidu’l-İntihabat (s.25)

Oy Kullanmanın Hükmü - Yahyâ el-Hacûrî


Şeyh Yahya el-Hacuri şöyle demiştir: “Eğer sana seçimlerde oy kullanmanın hakikati nedir diye sorarlarsa de ki: “O Allah’ın hak dininden uzak olan Demokrasi nizamıdır ve kâfirlere benzemektir. Onlara benzemek caiz değildir. Oy kullanmakta birçok zararlar vardır ve Müslümanlara hiçbir faydası yoktur. En önemli zararları şunlardır: Çoğunluk hesabıyla hak ile batılın ve hak ehliyle batıl ehlinin eşit sayılması, vela ve beranın (Allah için dostluk ve Allah için düşmanlık ilkesinin) kaybolması, Müslümanları parçalaması, aralarına kin, düşmanlık, partilerle gruplaşma, taassup, aldatma, hile ve yalan sokması, vakitlerin ve malların zayi edilmesi, kadınların saygınlığının yok edilmesi, İslamî din ilimlerine ve ehline karşı güvenin sarsılmasıdır.”[1]

Yine şöyle demiştir: “Zaruretlerin sınırını din belirler. Âlimler şöyle derler: “Zaruret; insanın canı veya malı hususunda tahammül edemeyeceği zarardır.” Bazı insanlar zaruret kaidesini öyle genişletiyorlar ki, sakalı kesmeyi, rezillikleri seyretmeyi, pantolon giymeyi, kadın erkek karışık okullarda okumayı, partileri ve oy kullanmayı dahi zaruret görmektedirler! Bunlar zaruret değil bilakis haram olan şeylerdir.”[2]

Yine Yahya el-Hacuri şöyle demiştir: “Hangi delil seçimlere katılmayı mubah kılabilir? Bu kâfirleri taklittir. Oy kullanmanın kafirleri taklid olması yeter. Hayır vallahi, ilimden az bir nasibi olan alim veya sünnetin rayihasından koklamış kimse bir tarafa, akıl sahibi bir kimse dahi oy kullanmanın Allah Azze ve Celle’nin dininden olduğunu söylemeye cüret edemez. Bu ancak kâfirlerin işidir.”[3]



[1] El-Mebadiu’l-Mufide (s.30)
[2] El-Kenzu’s-Semin (5/131)
[3] Celsetun Saa Fi’r-Reddi Ale’l-Muftiyyine bi’l-İzaa

Oy Kullanmanın Hükmü - Şeyh Abdusselam Berces


Şeyh Abdusselam Berces rahimehullah şöyle demiştir: “Bilinmektedir ki bu parlementolara girmek, hâciyyat ve tahsiniyyat bir tarafa, hakikatte dinin zaruretler hususundaki maksatlarının da kaybedilmesidir. Çünkü bu dini temelinden yıkmaktır. Dinin en yüksek gayesi olan Allah’ın birlenmesini gerçekleştirme esası düşürülmektedir.”[1]


[1] Abdusselam Berces, el-Hucecu’l-Kaviyye (s.37-38)

Oy Kullanmanın Hükmü - Şeyh el-Elbânî


Şeyh el-Elbani rahimehullah şöyle demiştir: “Oy kullanarak seçimlere katılmak zalimlere meyletmektir. Çünkü sahih islâmi kültüre sahip her Müslüman bilir ki, parlemento düzeni ve seçimler İslam düzeninden değildir.”[1]
Şeyh el-Elbani rahimehullah’a şöyle denildi: “Ey şeyh! İşittiğimize göre bazı şartlarda parlementoya girmeye cevaz vermişsiniz?!” el-Elbani dedi ki: “Hayır! Caiz değildir. Bu şartlar pratik değil, teoriktir. Hangi şartları zikrettiğim size ulaştı mı?” soruyu soran: “Birinci şart insanın nefsini muhafaza etmesidir.” Şeyh dedi ki: “Bu mümkün müdür?” Soruyu soran: “Hiç tecrübe etmedim” Şeyh: “İnşaallah tecrübe etmezsin. Bu şartların gerçekleşmesi mümkün değildir. Bizler insanlardan birçoğunun hayatlarında, giyimlerinde, sakallarında, bu meclislere girdikleri zaman değişmeler ve bozulmalar meydana geldiğine şahit oluruz!! Onlar bu işlerini temize çeker, takip ettikleri yolun bunu gerektirdiğini söylerler… Bazı insanlar parlementolara İslami Arap elbisesiyle girmiş, kısa bir zaman sonra giyim şekilleri değişmiştir. Bu bozulmanın mı yoksa düzelmenin mi göstergesidir?” Soruyu soran: “Cezayirdeki kardeşleri ve siyasi alanda yaptıklarını mı kastediyorsunuz?” Şeyh dedi ki: “Tavsiye etmeyiz! Bu günlerde herhangi bir islam ülkesinde siyasi çalışmayı tavsiye etmeyiz.”[2]


[1] Hataru’l-Muşareke fi’l-İntihabat adlı kaset.
[2] Silsiletu’l-Hedyi’n-Nur (2/352) bkz.: Medariku’n-Nazar Fi’s-Siyase (s.345)

Oy Kullanmanın Hükmü - Şeyh Mukbil b. Hâdi


Şeyh Mukbil b. Hadi el-Vadiî rahimehullah şöyle demiştir: “Seçimlere katılmaya davet eden selefi olamaz. O selefi değil, felsefîdir.”[1]

Yine şöyle demiştir: “Seçimlere katılmaya çağıranlar sapık ve fasık sayılırlar. Zira bu, komünistlerin, baasçıların, nasırîlerin ve - Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in: “İman Yemendendir, hikmet Yemen’lidir[2] buyurduğu - tertemiz topraklarımız üzerine gelecek olan diğerlerinin ayaklarını sağlamlaştırmaktır. Oy kullanma meselesine “içtihadi bir mesele” diyen miskinin de miskinidir.”[3]

Şeyh Mukbil b. Hadi el-Vadiî rahimehullah’a şöyle soruldu: “Seçimlere katılmayı vacip görüyorum. Zira hayır ehlinin bundan geri kalması caiz olmaz. Çünkü hayır ehli bundan geri kalırlarsa hayırsız kimseler oraya girer. Hayırlı kimselerin hükümet meclislerinde bulunmaları iyidir. Zira bu meclislerde doğruyu gösterebilirler. Seçimler hakkında sizin görüşünüz nedir? Bunu caiz gören kimseyi reddetmek için kitap ve sünnetten delil nedir? Bunun haramlığının delili nedir?”

Cevap: Rabbu’l-İzzet, kerim kitabında şöyle buyuruyor: “Hiç mü'min olan kimse fâsık olan gibi midir? Bunlar asla eşit olamazlar.” (Secde 18) Alim, fazilet sahibi, eşek ve komünistin oyları birdir. Allah Teâlâ kerim kitabında şöyle buyuruyor:Yoksa kötülükleri işleyenler, hayatlarında ve ölümlerinde, kendilerini, iman eden ve sâlih amel işleyen kimselerle bir tutacağımızı mı zannediyorlar? Ne kötü hüküm veriyorlar.” (Casiye 21)

Yoksa îman edenleri ve sâlih amel işleyenleri, yeryüzünde fesad çıkaranlar gibi mi tutacağız? Yahutta Allah'tan korkanları, kötülük işleyenler gibi mi tutacağız?” (Sad 28)

Erkek kız gibi değildir.” (Al-i İmran 36)

Fazilet sahibi kimsenin oyu, günahkâr bir kadının oyu ile eşit sayılmaktadır. Allah Subahnehu ve Teâlâ, müşrikler meleklerin Allah Teâlâ’nın kızları olduklarını söyledikleri ve erkekleri kendilerine nispet ettiklerinde şöyle buyurmuştur: “O halde bu haksız bir taksim” (Necm 22)

Bu seçimler Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında, Ebu Bekir ve Ömer radıyallahu anhuma zamanlarında, Emeviler ve Abbasiler devletlerinde var mıydı? Nitekim küfür ülkelerinden bazısında livata, erkeğin erkekle evlenmesi, içkiyi ve fazili bankaları serbest bırakma konuları oylanır hale gelmiştir. Oylama ve seçimler gölgesinde her şeyi yapmak mümkündür. Rabbu’l-İzzet ise kerim kitabında şöyle buyuruyor: “Onlar, yine de câhiliyyenin (o kokuşmuş) hükmünü mü arıyorlar?” (Maide 50) Sen dosdoğru olanı talep et. Allah Teâlâ, Nebisi Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e şöyle buyuruyor: “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol.” (Hud 112) Yine şöyle buyurur: “O halde dosdoğruca O'na yönelin” (Fussilet 6) Bizler Kitap ve sünnete karşı dosdoğru olmakla emrolunduk. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Eğer seni sağlam tutmamış olsaydık, neredeyse onlara azıcık meyledecektin.” (İsra 74)

Afganistan’da seçimlerin sonucu ne oldu? Birçok İslamî ülkelerde seçimler ne sonuç getirdi? Bundan da kötüsü,  seçimler demokrasinin vesilesidir. Bu sözler Sudan’lı kardeşlerimize yönelik değildir. Seçimlerden günler sonra kimse benden konuşmamı istemesin. Ben “el-Musara’a”, “Fetva Fi Vahdeti’l-Muslimin Maa’l-Kuffar”, “Kam’u’l-Muanid” ve “Gâretu’l-Eşrita Ala Ehli’l-Cehl ve’s-Safsata” kitaplarımda seçimler hakkında konuşmaktan yoruldum. Elhamdulillah bu kitapların hepsi basılmıştır.”[4]

Şeyh Mukbil rahimehullah’a bazı şeyhlerin oy kullanmaya cevaz verdikleri söylenir ve bunun neden içtihadi bir mesele olmadığı sorulur. Bunun üzerine şöyle cevap vermiştir: “Şeyh el-Elbânî Cezair’de seçimlere katılmaya cevaz vermiş, kadınların nikaplarıyla seçime katılmasında sakınca görmemiştir. Yine Şeyh b. Baz da böyle fetva vermiştir. İhvanu’l-Muflisin de onların fetvalarını yayınlamıştır. Ben de diyorum ki bu iki şeyhin Allah’tan korkmaları ve Ehl-i Sünnet’ten bir çok kimseyi saptırdıkları bu fetvadan dönmeleri gerekir. Allaha hamd olsun Ehl-i Sünnet taklit etmez. Çünkü Allah Azze ve Celle kitabında şöyle buyurmuştur: “Bilmediğin şeyin ardına düşme” (İsra 36)…”

Şeyh Mukbil rahimehullah oy kullanmayı caiz sayan Abdurrahman Abdulhalık ve Ebu İshak el-Huveyni’yi şu sözleriyle reddetmiştir:

“Abdurrahman Abdulhalık’a Allah hayırlı karşılık vermesin. Selefi idi, sonra Sulfatî oldu. Çünkü seçimlere katılma görüşüne tutundu. Oy kullanmak demokratiyye’nin görüşüdür.

Onun Allah’tan korkması ve Allah’a daveti terk etmesi gerekir. Zira ben onun gibilerin yerinde oturması gerektiği görüşündeyim. Onun zararı faydasından büyüktür. Ondan teberri edilmelidir. Çünkü başkalarının Kitap ve sünnet üzerine kurulu olan davetlerine zararı çoktur. Onun tevbe etmesini ve bu partilerden uzaklaşmasını öğütlerim.[5]

Bütün selefilerin sünnet ile izzet bulmaları, bunu şeref saymaları gerekir. Abdurrahman Abdulhalık’ın selefiliği gibi olmamalıdırlar. O Yemen’de, Sudan’da, Cidde’de ve hatta Endonezya’da Ehl-i Sünnet’in saflarını bölmüştür. Abdurrahman Abdulhalık oralara gittiğinde ancak aralarını bölen belalarla dönmüştür. Fikirleriyle değil, dinarlarıyla bölücülük yapmıştır.

Onun İhvanî görüşleri vardır ve seçimlere katılmaya davet etmektedir. Onun ve Abdullah es-Sebt’in daveti Selefî ve Sünnî davete karşı bir lekedir.[6]

Abdurrahman Abdulhalık’ın el-Vela ve’l-Bera kitabı hakkında Şeyh Mukbil şöyle dedi: “Hükümetlere dostluk edenleri ve Salihlerden uzaklaşanları Allah’a davet edenlerin en faziletleri olarak sayıyor” demiştir. Sonra Şeyh Mukbil, Abdurrahman Abdulhalık’ın bu kitabındaki sapık sözlerinden birisi olarak şunu nakleder: “Saddam müminlerin kahramanı ve mucahiddir…” diyor”[7]

Ebu İshak el-Huveyni, Parlemento meselesi hakkında: “Fer’î bir meseledir, aslî mesele değildir. Bizim bundan geri kalmamamız gerekir” demiştir. Ebu Abdillah el-Mısri dedi ki: Şeyh Mukbil, Ebu İshak el-Huveyni hakkında şöyle dedi: “Nasıf Ali dedi ki: “Allah biliyor ya, bu adam hakkında emin olamıyorum.” Kasetlerini dinlemeyi tavsiye etmiyorum.”[8] Bir gün Şeyh Mukbil, Ebu İshak el-Huveyni hakkında eliyle havaya işaret ederek “Şuradan ve buradan yemeyi seven birisi” dedi.[9]

Şeyh Mukbil’in seçimler hakkında birçok açıklamaları; İ’lamu’l-Ecyal Bikelami’l-İmam el-Vadiî Fi’l-Furuk ve’l-Kutub ve’r-Rical kitabında bulunmaktadır.

Şeyh Mukbil’in bu konuda fetvalarından diğer bazıları da şöyledir:

Soru: Hüküm yalnız Allahın olmasına rağmen, “Halkın kendi kendini yönetmesi” sözlerinin anlamı nedir? Oylama Allahın şeriatına muhalif olursa tabi olunabilir mi?

Cevap: Halkın kendi kendini yönetmesi demokrasidir ve bu küfürdür. Zira Allah Teâla: “Hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz." (Kehf 26) Demokrasi küfürdür başlıklı sesli kaydımız vardır.

Oylamaya gelince, bu Müslümanlara karşı taraf olmaktır. Bu dinde pazarlıktır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Bütün cahiliye işleri ayaklarımın altındadır[10] Bizim de: “Partilerin, Ba’asçıların, Nasırilerin görüşleri ayaklarımızın altındadır” dememiz gerekir. Ama Allah’ın kitabını millet meclisine koymamız halinde Kitap ve sünnete aykırı bir oylama yapıldığında, “Millet meclisinin söylediğini alırız” demek küfürdür. “Öyleyse bu haksız bir paylaşma“ (Necm 22) Allah yardımcımız olsun.[11]

Soru: İnsanların birçoğu Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Şeytan arap yarımadasında kendisine ibadet edilmesinden ümit kesmiştir” hadisini delil getirerek Arap yarımadasında şirk olmayacağını söylüyor.

Cevap: Şeytanın ümit kesmesi hüccet değildir. O namaz kılanların ibadetinden ümit kesmiş ve namaz kılmayanlara çıkmıştır. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Devs kabilesinin kadınlarının kıçları Zu’l-Halasa putu için sallanmadıkça kıyamet kopmaz.”[12]

İşte Arap yarımadasında Allah’tan başkasına dua edenler! İşte Allah’ın indirdiğinden başkası ile hükmedenler! Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmetmek şirktir. İşte Allah’tan başkasına itikad besleyenler!

Bu sadece şeytanın bir zannıdır ve o zannında hata etmiştir. Şirk günümüzde de kol gezmektedir. Mesela Müslümanların yöneticilerinin hükümde bulunduğu meclisler buna bir örnektir. Bu şekilde muhakeme şirk ve küfürdür. Birleşmiş Milletlerin hükümleri şirk ve küfürdür.: “Yoksa, Allah'ın dinde izin vermediği bir şeyi onlara meşru kılacak ortakları mı vardır?“ (Şura 21) 

İşte Irak tagutu Saddam! İşte Kaddafi! Savtu’l-Ummal ve el-Mesar gazeteleri: “el-Vadii Müslümanları tekfir ediyor” diyorlar! Bilakis ben ehl-i sünnetim ey gafiller! Müslümanları değil, kâfirleri tekfir ediyorum! Allah’ın kendilerine vacip kıldıklarını yerine getirerek namaz kılanlara gelince, ben onları tekfir etmiyorum. Size meydan okuyorum: bir müslümanı tekfir ettiğimi ispatlayın!

Bu gazeteleri rezil ederek onların partici olduklarını Müslümanlara bildiren Allah’a hamd olsun. Onların partici olduklarını söylediğimizde hakkımızda: “Siz çok sertsiniz, siz şöylesiniz, siz böylesiniz…” diyorlardı. Bizim bu gazetelerin partici olduğunu yazmaktaki amacımız; Müslümanlara onların partici olduklarını ve küfre hizmet ettiklerini bildirmekti.

Bu zamanda tagutlar çoktur. Millet meclisi taguttur, ülkemizdeki partici bakanlar taguttur. Ey Cezayirli’ler! Şazeli b. Cedid taguttur. Fransa Şazeli b. Cedid’e öfkelenmiş ve ülkesine girmekle tehdit etmiştir. Bu, Şazeli b. Cedid’in Fransa için çalıştığını ve onlara vekâlet ettiğini gösterir.”[13]



[1] Garetu’l-Eşrita (2/20)
[2] Sahih. Muslim (52)
[3] Garetu’l-Eşrita (2/153)
[4] Mukbil b. Hadi, Tuhfetu’l-Mucib (244-246) Garetu’l-Eşrita (2/114, 166)
[5] Fadaih ve Nasaih (s.49, 54)
[6] Garetu’l-Eşrita (Es’ileti’l-Cezairiyye)
[7] Garetu’l-Eşrita (1/286) el-Mahrec Mine’l-Fitne (s.138)
[8] Şemsan nakletmiştir.
[9] Şeyh Yahya b. Ali el-Hacuri hafazahullah nakletmiştir.
[10] Sahih. Müslim (2137)
[11] Mecmuul Fetava’l-Vadii 1/154)
[12] Sahih. Buhari (6583) Müslim (5173)
[13] Mecmuu’l-Fetava’l-Vadii (1/139-140)

26 Şubat 2014 Çarşamba

İbn Kayyım rahimehullah diyor ki:



İnsanlar Kitap ve Sünnetle hüküm vermekten ve onlarla muhakeme olmaktan yüz çevirip, sadece bunların yeterli gelmeyeceğine inandıkları ve bunların dışında görüşlere, kıyaslara baş vurdukları, bunları ve şeyhlerin görüşlerini güzel saydıkları zaman;

Bu kimselerin fıtratlarında bir değişme baş gösterir.

 Kalplerinde zulüm oluşuverir ve anlayışlarında bir sakatlık ve akıllarında bir ahmaklık meydana gelir.

İşte bu tip insanları bu hasletler kuşatıverir ve ona galip gelir.

Hatta küçükleri bunlarla eğitmekte, yaşlıları ise buna sevk etmektedirler. Bunu kötü bir iş olarak da görmezler.

Bu öyle bir hâl alır ki;

- Artık doğrunun yerini bid'at,

- Aklın yerini cehalet,

- Rüşdün yerini heva,

- Hidâyetin yerini sapıklık,

- İyiliğin yerini kötülük,

- İlmin yerini cahillik,

- İhlasın yerini riya,

- Hakkın yerini bâtıl,

- Doğrunun yerini yalan,

- Nasihatin yerini vurdumduymazlık ve

- Adaletin yerini de zulüm alır.

( el-Fevaid )
* Bu yazıyı gönderen Azerbaycan'dan Ebu İbrahim kardeşe teşekkür ederiz.

22 Şubat 2014 Cumartesi

Kadının Elleri ve Yüzünün Avret Olmadığını İddia Edenlerin Dayandığı Delil Çürüktür


Aişe radıyallahu anha’dan:
أَنَّ أَسْمَاءَ بِنْتَ أَبِي بَكْرٍ، دَخَلَتْ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَعَلَيْهَا ثِيَابٌ رِقَاقٌ، فَأَعْرَضَ عَنْهَا رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، وَقَالَ: «يَا أَسْمَاءُ، إِنَّ الْمَرْأَةَ إِذَا بَلَغَتِ الْمَحِيضَ لَمْ تَصْلُحْ أَنْ يُرَى مِنْهَا إِلَّا هَذَا وَهَذَا» وَأَشَارَ إِلَى وَجْهِهِ وَكَفَّيْهِ
“Esma bt. Ebi Bekr radıyallahu anha Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına girdi. Esma’nın üzerinde ince bir elbise vardı. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ondan yüz çevirdi ve şöyle buyurdu: “Ey Esma! Muhakkak ki kadın hayız çağına geldiğinde şundan ve şundan başka yerinin görünmesi uygun olmaz” Bunu derken yüzüne ve ellerine işaret etti.”
Bu hadisi Ebu Davud (4104) Beyhaki (2/226, 7/86) ve İbn Adiy, el-Kamil’de (3/1209); el-Velid b. Muslim – Said b. Buşeyr – Katade – Halid b. Dureyk – Aişe radıyallahu anha yoluyla rivayet etmişlerdir.
Ebu Davud: “Bu mürseldir. Halid b. Dureyk, Aişe radıyallahu anha’ya yetişmemiştir” demiştir.
Şeyh el-Elbanî rahimehullah Ebu Davud’un Sünen’inin tahkikinde bu hadis hakkında “sahih” değerlendirmesi yaparak büyük bir hata yapmıştır. Bu hadisin rivayet yollarıyla sahih olduğunu iddia etmesi şu sebeplerden dolayı hadis usulü kaidelerine uygun değildir.
1. illet: Ebu Davud’un işaret ettiği gibi Halid b. Dureyk’in Aişe radıyallahu anha’dan rivayeti munkatı’dır.
2. illet: Ravilerinden Said b. Buşeyr, Katade’den rivayetinde çok zayıf bir ravi olup, bunu mevsul olarak rivayet etmekte tek kalmıştır. Muhammed b. Abdillah b. Numeyr Said hakkında: “Munkeru’l-hadis, bir şey değildir, hadiste kuvvetli değildir. Katade’den münker rivayetlerde bulunmuştur” demiştir.  İbn Hibban ise: “Ezberi çok kötüdür. Fahiş hatalar yapardı. Katade’den tabi olunmayan rivayetlerde bulundu” demiştir.
Said b. Buşeyr, Katade’den başkasından rivayetlerinde itibar edilebilecek bir ravi olsa dahi, Katade’den rivayette çok zayıftır. Onun sağlam ashabından olmadığı gibi, şeyhlerden de değildir. Nitekim Hişam ed-Dustuvaî, Katade’den rivayette insanların en sağlamlarından olup, Said b. Buşeyr’e muhalif rivayette bulunmuştur:
Hişam bunu Katade yoluyla şöyle rivayet etmiştir: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Muhakkak ki cariye hayız olduğu zaman yüzünden ve bileklerine kadar elinden başkasının görünmesi uygun olmaz.”
Bunu Ebu Davud, Merasil’de (437); Muhammed b. Beşşar – İbn Davud – Hişam – Katade yoluyla rivayet etmiştir ve mahfuz olan tariki budur.
Katade’ye kadar isnadı sahih olsa dahi, Katade’nin mürselleri çok zayıftır. Çünkü mu’dal türündendir.
Hafız Zehebî, el-Mukiza’da (s.40) şöyle der: “Mürsellerin en zayıfları el-Hasen (el-Basri)’nin mürselleridir. Bundan daha zayıfı Zührî, Katade ve Humeyd et-Tavil gibi tabiinin küçüklerinin mürselleridir. Muhakkiklerin geneli bu kimselerin mürsellerini mu’dal rivayetlerden saymışlardır. Zira bunların rivayetlerinin geneli; tabiinin büyüklerinden birisinin, sahabeden rivayeti yoluyla gelmiştir. Böyle bir mürselde isnaddan iki ravi düşmektedir. Mu’dal rivayetin zayıflığı ise, munkatı’dan daha şiddetlidir.” Hadis usulünden bilindiği gibi, şahit olarak getirilecek zayıf rivayetin zayıflığı şiddetli olmamalıdır. Mu’dal rivayet ise şiddetli zayıf türündendir.
3. İllet: Velid b. Muslim mudellis olup, an’ane ile rivayet etmiştir.
4. İllet: Kadate müdellis olup, an’ane ile rivayet etmiştir.
5. illet: Bu hadiste diğer bir illet daha vardır ki, o da ızdırapdır. Said b. Buşeyr bunu Umm Seleme radıyallahu anha’dan da rivayet etmiştir. İbn Adiy der ki: “Katade’den bunu rivayet eden Said b. Buşeyr’den başkasını bilmiyorum. Bir seferinde Aişe radıyallahu anha rivayeti yerine; Halid b. Dureyk – Ummu Seleme radıyallahu anha yoluyla rivayet etmiştir.”
Hadisin Birinci Şahidi:
Hadisin Esma bt. Umeys radıyallahu anha’dan şahidi şu şekildedir: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Aişe bt. Ebi Bekr radıyallahu anhuma’nın yanına girdi. Yanında kızkardeşi Esma bt. Ebi Bekr radıyallahu anhuma vardı. Onun üzerinde yenleri geniş bir Şam elbisesi vardı. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ona bakınca hemen kalktı ve çıktı. Aişe radıyallahu anha: “Neden kalktın?” diye sordu. Buyurdu ki: “Şeklini görmedin mi? Müslüman bir kadın şu ve şurasından başkasını gösteremez.” Ellerinin üzerini ellerinin dışıyla kapattı, sadece parmakları göründü. Sonra ellerini şakaklarına koydu ve sadece yüzü göründü.”
Bunu Taberani, el-Evsat’ta (8394) Beyhaki (7/86); Muhammed b. Rumh yoluyla rivayet ettiler. Taberani el-Kebir’de (24/142-143); Amr b. Halid el-Harrani – İbn Lehia – Iyaz b. Abdillah – İbrahim b. Ubeyd b. Rifaa el-Ensari – Babası – Esma radıyallahu anha yoluyla rivayet etmiştir.
Beyhaki: “İsnadı zayıf” demiştir.
1. illeti: İsnadında İbn Lehia vardır. O, kitapları yandıktan sonra hafıza karışıklığına uğramıştır.
2. İlleti: İbn Lehia, yine tedlis ile nitelenmiş bir ravi olup bunu tedlis sigası olan an’ane ile rivayet etmiştir.
3. İlleti: Iyaz b. Abdillah da zayıf bir ravidir. Buhari onun hakkında: “Münkeru’l-hadis” demiştir. es-Sacî: “İbn Vehb ondan şüpheli hadisler rivayet etmiştir” dedi. İbn Main: “Zayıftır” dedi. Ebu Hâtim: “Kuvvetli değildir” dedi.
4. İlleti: Bu metinde de münkerlik vardır. Çünkü buluğa ermiş kadının görünebilecek yerleri, Katade’nin mürsel rivayetinde kadından görünen kısım ile metinde ızdırap halindedir.
Sonuç: Bu rivayet isnad olarak zayıf, metin olarak münkerdir. Münker hadis ise çok zayıf türünden olup şahit getirmeye elverişli değildir.
İkinci Şahidin Durumu
Aişe radıyallahu anha dedi ki: “Yanıma annemden kardeşim olan Abdullah b. Tufeyl’in kızı Muzeyne girdi. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem gelince yüz çevirdi. Dedim ki: “Ey Allah’ın rasulü! O benim yeğenim olan bir cariyedir.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kadın hayız olduğu zaman yüzünden başkasını ve şundan fazlasını göstermesi helal olmaz.” Böyle derken kollarını yumdu, iki avucu arasında bir avuçluk yer açıkta bıraktı.”
İbn Cerir et-Taberi (18/93); İbn Cureyc – Aişe radıyallahu anha yoluyla rivayet etmiştir.
1. İlleti: Bu isnad mu’daldir. İbn Curayc ile Aişe radıyallahu anha arasında iki ravi düşmüştür.
2. İlleti: Metninde ise görüldüğü gibi şiddetli bir münkerlik vardır. Özellikle kollarını göstermesi ve cariyeler ile bunu sınırlaması bunu göstermektedir.
Sonuç: Rivayetin bu tariki de şiddetli zayıf bir yoldur. Şahit getirmeye elverişli değildir.
İbn Abbas Radıyallahu anhuma’dan Mevkuf Şahid:
Merfu rivayetler için mevkuf rivayetlerin şahit olmayacağı bilinen bir husustur. İbn Abbas'ın tefsirinin merfu hadis hükmünde olduğu da burada gerekçe gösterilemez. zira sahabe tefsirinin merfu hadis hükmünde olması, ancak sahabe arasında ihtilaf bulunmaması şartıyla kabul edilir. Bu meselede ise sahabelerden farklı tefsirler gelmiştir.
İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan Nur suresi 31. ayetin tefsiri hakkında (görünen kısmın eller ve yüz olduğuna dair) gelen bütün rivayetlerde zayıflık vardır ve İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan daha sahih olarak gelene aykırıdır. İsnadında geçen zayıf ravilerin durumu şu şekildedir:
1. Müslim b. Keysan el-Mellai çok zayıftır. El-Fellas onun metruk olduğunu söylemiştir. Ahmed: Hadisi yazılmaz dedi. İbn Main: güvenilir değildir dedi. İbn Hacer, Ebu Zur’a, Tirmizi, İbnu’l-Medini, Buhari, Ebu Davud, Darekutni ve başkaları onun zayıf bir ravi olduğunu belirtmişlerdir. (Bkz.: Mizzi Tehzibu’l-Kemal (7/633) Mizanu’l-İtidal (4/106)
2. Muhammed b. Humeyd er-Razi; İmam Taberi’nin şeyhi olup zayıftır.
3. Nehşel; çok zayıf bir ravidir.
4. Dahhak b. Muzahim; İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan işitmemiştir.
5. İbn Curayc; İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan işitmemiştir.
6. İbn Ebi Hatim’in Tefsir’inde (8/2574) gelen rivayete gelince; el-A’meş’in Said’den rivayeti ile gelmiştir. El-A’meş ise Said’den dört hadisten başka bir şey almamıştır. Bunu Cerh ve Ta’dil imamı İbnu’l-Medini söylemiştir. Nitekim el-A’lâî Camiu’t-Tahsil’de (s.189) şöyle der: “İbnu’l-Medini dedi ki: el-A’meş, Said b. Cubeyr’den sadece dört hadis işitmiştir…” bu dört hadisi zikretmiş ve bu tefsir bunlar arasında yoktur. Bu ifadeler, Ebu Zür’a’nın et-Tahsil’de (s.136) bizzat zikrettikleridir.” Bu rivayet Ebu Abdillah Müslim b. Keysan el-Mellai el-A’ver’in rivayeti olarak meşhurdur.
7. Ayrıca Süleyman el-A’meş tedlis yapar. İşte bu rivayet de Müslim b. Keysan’dan yaptığı bir rivayet olup tedlis için onun adını zikretmemiş ve tedlis sigası olan an’ane ile rivayet etmiştir. A’meş’in Said’den dört hadisten başka bir şey işitmediği sabit olduğuna göre ve ilim ehlince bu tefsir Müslim b. Keysan’ın Said’den rivayeti olarak bilindiğinden dolayı, el-A’meş’in tedlis yaparak Muslim b. Keysan’ı isnaddan düşürdüğü anlaşılmıştır. Müslim b. Keysan ise yukarıda geçtiği gibi çok zayıf bir ravidir.
8. Beyhaki’nin rivayetine gelince, iki ravisinin zayıflığı söz konusudur. Ravilerinden Ahmed b. Abdilcebbar el-Utaridi hakkında Zehebi; onu birden çok kimse zayıf saydı demiştir. Bkz.: Mizan (1/112) Takribu’t-Tehzib (1/19) diğer bir ravisi Abdullah b. Hurmuz el-Mekki hakkında İbn Main “zayıf” demiştir. Ebu Hatim: kuvvetli değildir der. İbnu’l-Medini ve Nesai de zayıf olduğunu söylemişlerdir. Hafız ibn Hacer de et-Takrib’de zayıf demiştir. (1/450) Mizanu’l-İtidal (2/503)
9. İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan gelen sahih rivayet, ellerin ve yüzün gösterilmesinin yasaklandığını ifade etmektedir:
عن بن عباس: {وَلاَ يُبْدِينَ زَينَتَهُنَّ}،قال: الكف ورقعة الوجه
İbn Ebi Şeybe Musannef’inde (4/283) ve İbn Ebi Hatim Tefsir’inde (8/2574) Ziyad b. Er-Rabi – Salih b. Ed-Dehhan – Cabir b. Yezid – İbn Abbas radıyallahu anhuma isnadıyla rivayet ediyorlar: “İbn Abbas; “ziynetlerini göstermesinler” kavli hakkında: "(zinet) el ve yüzün bir parçasıdır” dedi.
Bunun ravileri güvenilir olup isnadı sahihtir. Bu durumda İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan gelen, ellerin ve yüzün istisna edilen kısım olduğuna dair tefsirin hicab emrinin nüzulünden önceki durum hakkında olması muhtemeldir. Hicab emri gelince de Ahzab suresinden ayetlerin tefsirinde olduğu gibi, bütün vücudun örtülmesi gerektiğini belirtmiştir. Nitekim İbn Teymiyye (Fetava 22/109) gibi birçok muhakkik buna dikkat çekmişlerdir. Yahut "kendiliğinden görünen kısım" hakkında İbn Abbas radıyallahu anhuma'nın söylediği; yüzün bir parçası, kadının sadece gözlerini açıkta bırakmasından dolayı görünen kısmıdır. Bunu destekleyen husus; bizzat İbn Abbas radıyallahu anhuma'nın Ahzab 59. ayeti hakkındaki tefsiridir:
Taberi (20/324) ve İbn Ebi Hatim (10/3153);  Ali – Ebu Salih (Leys’in katibi) – Muaviye (b. Salih) – Ali (b. Ebi Talha) – İbn Abbas radıyallahu anhuma isnadıyla rivayet ediyor:  Abdullah b. Abbas radıyallahu anhuma diyor ki: "Allah, müminlerin kadınlarına, bir ihtiyaçları için evlerinden çıktıklarında, başlarının üzerinden örtecekleri örtüleriyle yüzlerini örtmelerini ve sadece bir gözlerini açmalarını emretmektedir."
İsnadı hasendir. Ali b. Ebi Talha’nın İbn Abbas’tan işitmemiş olması sebebiyle isnadına itiraz edilmiştir. Lakin onun Mucahid ve ikrime yoluyla İbn Abbas’tan rivayette bulunduğu sabit olmuştur.  Bu ikisi ise güvenilir ravilerdir. Senedindeki kopukluk illeti böylece zail olmuştur.
İsnadında Leys’in kâtibi Abdullah b. Salih vardır. İmam Buhari onun Muaviye b. Salih – Ali b. Ebi Talha – İbn Abbas yoluyla rivayet edilen sahifesine itimad etmiştir.  Abdulmelik b. Şuayb, İbn Main ve bir cemaat onun güvenilir olduğunu belirtmişlerdir. İbn Hacer onun hakkında: “saduk (dürüst), çok hata eder. Yazıyla rivayetinde sağlamdır. Kendisinde gaflet vardı” demiştir. Bu rivayet ise ezberinden değil, yazıyla rivayettir. Eğer başka güvenilir ravilerin rivayeti ona muhalif olmazsa, sahife ile rivayeti makbuldür.

10. İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan gelen rivayetler, kadının yabancı erkeklere değil, ayette zikredilen mahremlerine karşı ellerini ve yüzünü açabileceğine delalet etmektedir:
İbn Cerir et-Taberi (17/259); Ali – Abdullah – Muaviye – Ali b. Ebi Talha – İbn Abbas radıyallahu anhuma isnadıyla rivayet ediyor:
عن ابن عباس قوله: {وَلاَ يُبْدِينَ زَينَتَهُنَّ إِلاَّ مَا ظَهَرَ مِنْهَا}، قال: والزينة الظاهرة: الوجه، وكحل العين، وخضاب الكف، والخاتم. فهذه تظهر في بيتها، لمن دخل من الناس عليها"
İbn Abbas dedi ki: “Ayette geçen görünen ziynet; yüz, göz sürmesi, eldeki kına ve yüzüktür. Bunları evinde, yanına gelen insanlara gösterir.”


Şimdi İbn Abbas radıyallahu anhuma’nın bahsettiği bu insanlar kimlerdir? Yabancı erkekler olamaz, zira onların kadınların yanına girmesi yasaklanmıştır. Nitekim Nebi sallallahu aleyhi ve sellem; “Sizleri kadınların yanına girmekten sakındırırım” buyurmuştur. Yine hicab ayetinde “Onlardan bir şey isteyeceğiniz zaman perde arkasından isteyin” buyrulmuştur. Şu halde İbn Abbas’ın kastettiği kimseler, kadının yanına girebilen kocası dışındaki mahremleridir.
Ayrıca İbn Ebi Hatim (8/2576) İbn Abdilberr et-Temhid (16/230) Beyhaki (7/94) Taberi (9/307); Muaviye b. Ebi Salih – Ali b. Ebi Talha – İbn Abbas radıyallahu anhuma yoluyla, şu lafızla rivayet ettiler:
{وَلاَ يُبْدِينَ زَينَتَهُنَّ}، قال:" لا تُبْدِي خَلاخِلَهَا, وَمِعْضَدَاتِهَا, وَنَحْرَهَا, وَشَعْرَهَا إِلا لِزَوْجِهَا"
“İbn Abbas radıyallahu anhuma “zinetlerini göstermesinler” ayeti hakkında; kadın halhalını, (pazuya bağlanan) kolluğunu, boynunu ve saçlarını kocasından başkasına gösteremez” dedi.”
Aynı isnad ile diğer rivayet lafzı şöyle:
والزينة التي تبديها لهؤلاء الناس قرطاها وقلادتها وسوارها، فأما خلخالها وخصرها وجيدها وشعرها، فإنها لا تبدي ذلك إلا لزوجها"
“Bu insanlara (ayette zikredilen kimselere) gösterebileceği ziynetleri küpeleri, gerdanlığı, bilezikleridir. Halhalı, beli, boynu ve saçlarını ise sadece kocasına gösterebilir.” İsnadı hasendir. İsnadı hakkında yukarıda açıklama geçmişti.
Sonuç:
Görüldüğü gibi kadının ellerini ve yüzünü açabileceğine dair hadisin rivayet yolları şiddetli zayıftır, sahih veya hasen derecesine çıkması mümkün değildir.



Elbani rahimehullah’ın Hicab risalesinde ileri sürdüğü diğer şüpheler ve cevabı özetle şu şekilde

1- Fadl b. Abbas radıyallahu anhuma ilgili rivayette Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e fetva sormaya gelen kadının güzelliğinden bahsedilmesi, onun yüzünün açık olduğuna delalet etmez. Kadının yüzünün açık olduğu zikredilmemiştir. Kadının güzellikle vasıflanmış olması sadece yüzünden olmaz. Rivayetin diğer metninde Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem illet olarak kadının güzelliğini değil, her ikisinin genç olması sebebiyle fitneye düşebileceklerini belirtmiştir. (Ahmed (1/75) Bezzar (2/164) Ziyaul Makdisi el-Muhtare (2/240) Bu da kadının yüzünün örtülü olduğunu gösterir. Kadınların yüzlerini örtmelerinin vacip olduğunu gösteren net delillerden sonra ihtimallerle hükme gidilemez. Bu müteşabihle delil getirmek olur.
2-  Sehl b. Sa'd radıyallahu anh’ın rivayet ettiği, kendisini Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e hibe etmek isteyen kadına Rasulullah’ın bakmasını delil getirmek üç açıdan müteşabihe tutunmaktır:  a- hicab emrinden önce vuku bulmuş olabilir. b- rivayette kadının yüzünün açık olduğu geçmemektedir. c- nikah talebiyle kadına bakmak ruhsat verilen hususlardandır
3- Subey’a bt. Haris rivayetinde kadının yüzünün açık olduğu geçmemektedir. Gözlerinin sürmeli ve ellerinin kınalı olduğu zikrediliyor.
4- Cabir b. Abdillah radıyallahu anhuma’dan siyah yanaklı kadın vasfıyla gelen rivayette, Müslimin rivayetinde hata vardır. “Kadınların arasında” diye geçen ifadenin doğrusu: “Kadınların düşüklerinden siyah yanaklı bir kadın” şeklindedir. (Nesai (3/186) Ahmed (3/318) Beyhaki (3/296, 300) Darimi (1/377)
Nitekim İbn Ebi Şeybe’nin rivayetinde “Kadınların seçkinlerinden olmayan..” lafzıyla gelmiştir. Bu ifade kadının cariyelerden olduğunu ifade etmektedir. Cariyeler ise yüzlerini örtmezler. Yine evlenme ümidi kalmamış yaşlı bir kadın olabilir. Onlara da yüzlerini örtmek farz değildir. Yahut bu hadisenin hicab emrinden önce vaki olması da muhtemeldir. Bu da müteşabihle delil getirmek olur.
5- İbn Abbas radıyallahu anhuma’nın bayram namazı ile ilgili rivayetinde kadınların yüzüklerini Bilal radıyallahu anh’ın serdiği yaygıya atmalarında onların ellerini görmüş olabileceği de sadece bir ihtimal zikridir. Bu hadiste yüzün açık olduğuna dair bir şey yoktur. Yine ellerinin açık olduğuna dair de bir açıklama yoktur. İbn Abbas’ın o sırada yaşının küçük olduğunun zikredilmesi de diğer bir husustur.
6- Kadınlara bakmaktan yasaklayan hadisleri yüzü açmanın caiz olmasına delil getirmeye gelince, bu bakışlar hakkındaki yasak mutlaktır. Cariyelere ve zımmilerin kadınlarına yahut örtünme emrini terk edenlere bakmayı da yasakladığı gibi, bakma yasağı sadece yüzlerine bakmaktan yasaklamak değildir. Onların endamına bakmak da yasaktır.
7- Aişe radıyallahu anha’dan sabah namazına kadınların çıkması rivayetinde onların tanınmasına karanlığın mani olmasının zikredilmesini, yüzlerinin açık olduğuna delil getirilmiştir. Rivayette geçen mutelleffiat bimurutihinne ifadesi, yüzlerinin örtülü olduğu anlamına gelmektedir. Karanlıktan tanınmamalarının zikredilmesi ise, erkek mi, kadın mı olduklarının bilinmeyecek şekilde olduğu veya kadınların dahi birbirlerini tanıyamayacakları kadar karanlık olduğu anlamına gelir.  

 Ebû Muâz el-Çubukâbâdî




5 Şubat 2014 Çarşamba

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)