Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

27 Şubat 2024 Salı

Daru’l-Harbe Dönen Dünyada Kâfirlerin Malları -1 -

 

Ülkenin Daru’l-Küfr Hükmü Almasına Sebep Olan İllet

İbnu’l-Kayyım İslam diyarına komşu olmanın ülkenin hükmüne etki etmediği sadedinde şöyle demiştir: “İslam hükümleri uygulanmadığı sürece bir yer, İslâm diyarına bitişik (komşu) olsa dahi Daru’l-İslam olmaz. İşte Taif, Mekke’ye çok yakın olmasına rağmen Mekke’nin fethiyle Daru-İslam halinde gelmemiştir.”[1]

1- İcra Edilen Ahkâma İtibar Eden Âlimlerin Görüşü

Bazı Malikî fakihleri Dâru’l-Küfrü; “Kâfirlerin hükümlerinin galip geldiği ve icra edildiği ülke” şeklinde tarif etmişlerdir.[2]

İmam Malik rahimehullah şöyle demiştir: “Mekke o günlerde Cahiliyye hükümleri galip olduğu için küfür diyarı idi.”[3]

Onların ülkesinde yönetim ve otoriteleri olmasaydı küfür hükümlerini uygulamaları mümkün olmazdı.

Şafiiler’den bazıları Daru’l-Küfrü: “Müslümanların bir yetkisinin olmadığı ülke” şeklinde tarif ederler.[4]

Hanbeliler’den bazıları “Küfür hükümlerinin galip geldiği ülke” şeklinde tarif ederler.[5]

Kadı Ebu Ya’la şöyle demiştir: “Küfür hükümlerinin İslam ahkâmına galip geldiği her ülke Daru’l-Küfürdür.”[6]

İbn Sa’dî şöyle demiştir: “Daru’l-Küfr; kâfirlerin hükmettikleri, küfür ahkâmını uyguladıkları, kâfirlerin sözünün geçtiği ülkedir. Bu da iki türdür. Kendileriyle savaş halinde olunan kâfirlerin ülkeleri ve kendileriyle müslümanlar arasında barış ve anlaşma bulunan kâfirlerin ülkeleri. Kâfirlerin hükümleri uygulanırsa halkının birçoğu müslüman olsalar dahi orası Dâru’l-Küfr olur.”[7]

Zahirîler Daru’l-Küfrü şöyle tarif ederler; “Kâfirlerin sahip olup hükmettikleri ve onların hükümlerinin galip geldiği ülkedir. Çünkü yöneticisi ister müslüman olsun, ister kâfir olsun ülke, (orada uygulanan hükmün) çoğunluğuna nispet edilir.”[8]

Eş-Şevkânî şöyle tarif etmiştir: “Küfür hükümlerinin galip geldiği ülkedir.” Yine dedi ki: “Sözün galip gelmesine itibar edilir. Eğer küfür ehlinin ülkesinde emirler ve yasaklar, müslümanların, küfür ehli izin vermedikçe dinlerini izhar etmeye güçlerinin yetmeyeceği şekilde ise orası Daru’l-Küfür’dür. Orada bazı İslamî hasletlerin zahir olmasının bir etkisi yoktur. Çünkü orada kâfirler izin vermedikçe Müslümanların kuvvetini ve yetkinliğini izhar edemeyiz.”[9]

Hanefiler şöyle tarif eder: “Kâfirlerin liderinin emrinin yürürlükte olduğu, müslümanların kâfirlerden korkarak yaşadıkları ülkedir. Buna göre Daru’l-Küfr, müslüman yöneticinin yetki sahibi olamadığı, küfür ahkâmının galip geldiği ülkedir.”[10]

Es-Serahsi dedi ki: “Ebu Hanife tamamen güç ve otoriteye itibar etmiştir.”[11] Yani ne zaman küfür hükümleri Müslümanlara galip gelirse ülkeleri Daru’l-Küfre döner.

Muhammed b. el-Hasen eş-Şeybani şöyle demiştir: “Ülkelerin hükmünde hükmü icra eden yetki ve otoriteye itibar edilir.”[12]

Ebu Yusuf ve Muhammed b. el-Hasen’den şöyle dedikleri nakledilmiştir: “Şirk hükümlerini ishar ederlerse ülkeleri küfür diyarına döner. Zira bir yer, kuvvet ve galebe itibarıyla ancak ya bize ya da onlara nispet edilir. Şirk hükmünün zahir olduğu her yerde kuvvet müşriklere aittir ve orası küfür ülkesi olur.”[13]

El-Kâsânî şöyle der: “Ülke, küfür ahkâmının galip gelmesiyle küfür diyarına döner.”[14]

Abdulkadir Avde şöyle demiştir: “Daru’l-Küfr; Müslümanların yetkisi altında bulunmayan veya İslam ahkâmının galip gelmediği her ülkeyi kapsar. Bu ülkelere tek bir devletin hükmetmesi veya devletlerin hükmediyor olması fark etmez. Müslümanlar İslam Ahkâmını izhar etmekten aciz oldukları sürece orada dâimî olarak ikamet edenlerin müslüman olup olmamaları da fark etmez.”[15]

Abdulvehhab Hallaf şöyle dedi: “Daru’l-Küfr; İslâm hükümlerinin yürürlükte olmadığı, içinde yaşayanlar ister müslümanlar olsun, ister zimmîler olsun, müslümanların emanıyla emanda olmadıkları ülkedir.”[16]

El-Kamusu’l-İslamî sahibi şöyle dedi: “Daru’l-Küfr; kâfirlerin hükmüne boyun eğmiş olan, onların hükümlerinin işler olduğu, sakinleri kâfirlerden ve başkalarından oluşan ülkedir.”[17]

Bu âlimlerinin Daru’l-Küfr hakkındaki bu tarifleri tek bir mana üzerinde ittifak ediyor. Bu da kâfirlerin yetki sahibi olup küfür hükümlerinin İslam hükümlerine baskın gelerek işletildiği ülke Daru’l-Küfürdür. O ülke halkı içinde müslümanların sayıca az veya çok olmaları fark etmez.

Bu tariflerde ancak küfür hükümlerinin baskın gelmesine itibar edilmiştir. Bu ülkedeki yetki sahiplerinin müslüman olup olmamalarına itibar edilmemiştir. Sadece hangi hükmün galip gelip uygulandığı dikkate alınmıştır. Küfrün hükümlerinin galip gelmesi ise ancak yetki ve otoritenin kâfirlerde olması halinde söz konusu olur.

2- İslâm Şiarlarına İtibar Edenlerin Görüşü

Diğer bazı âlimler de Daru’l-Küfür hükmünde İslâm şiarlarının izharına itibar edileceği görüşündedirler:

Malikî fıkıh kitaplarından Haşiyetu’d-Dusuki Ala Muhtasari’l-Halil’de şöyle denilir: “İslam beldelerine kâfirler galip gelseler de, orada İslam şiarları devam ettiği sürece daru’l-harbe dönmez… Ta ki (cemaatle namaz ve Cuma namazı gibi) İslam şiarlarının ikamesi kesintiye uğrarsa…”[18]

Böylece kâfirler müslümanların ülkesine galip olduğunda o ülkenin daru’l-harbe dönmemesi, islam şiarlarının ikame edilmesinin devamına bağlanmıştır.

Şafiilerden Ebu’l-Hasen el-Maverdî, şöyle demiştir: “Camilerde cemaatle namaz kılmak ve ezan okumak, İslam’ın şiarı, Daru’l-İslam ile Daru’ş-Şirki ayırt eden, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem tarafından tatbik edilen bir alamettir.”[19]

Hanefi fıkıh kitaplarından Damad Efendi diye meşhur Abdurrahman b. Muhammed Şeyhzade’nin, Multeka’l-Ebhur şerhi Mecmau’l-Enhur’da geçen şu sözleri, Hanefiler indinde bir küfür ülkesinin İslam ülkesine dönmesi yöneticilerin Cuma ve bayram namazlarını cemaatle kılmayı icra etmelerine bağlanmıştır:

“ed-Durer’de denilir ki; Daru’l-Harb bir ülke içinde Cuma ve bayram namazlarının icra edilmesi suretiyle Daru’l-İslam’a döner…”[20]

Hanefilerden İbn Abidin de bu hükmü ikrar ile naklederek şöyle demiştir: “İslâm ehlinin orada Cuma ve bayram namazları gibi hükümleri icra etmeleriyle daru’l-harb, daru’l-İslam’a dönüşür. Orada aslî kâfirler bulunsa ve İslam ülkesiyle sınırı bitişik olmasa bile böyledir.”[21]

İbn Useymin’e şöyle sorulmuştur: “İslam ülkeleri neyle daru’l-harbe döner? Beşeri kanunlarla hükmeden devletler daru’l-İslam mı yoksa daru’l-harb midir?”

İbn Useymin şöyle cevapladı: “Rahman ve rahim Allah’ın adıyla. Daru’l-İslam’ın daru’l-harbe dönmesi ancak Allah’ın düşmanlarıyla savaşılması halinde söz konusu olur. Daru’l-İslam; içinde ezan, cemaatle namaz, Cuma namazı ve benzeri İslam şiarlarının açıkça yerine getirildiği ülkelerdir. Buraların halkları İslam’a mensupturlar ve dinin kurallarına uyarlar. Ama Allah Azze ve Celle’nin indirdiğinden başkasıyla hükmetmeye gelince, bu küfre götürebilir ve küfrün altında bir duruma da götürebilir. Nitekim Allah Azze ve Celle, Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmetmenin gerektirdiği duruma göre onları kâfirler, zalimler ve fasıklar diye zikretmiştir. Bu Allah’ın indirdiklerinden başkasıyla hükmeden kimse hakkındadır. Eğer bu hüküm küfür derecesine ulaşırsa halkı müslüman olduğu ve yöneticilerinin bu hükmünden razı olmadıkları sürece ülke Daru’l-İslâm olmaktan çıkmaz. Küfür ülkesinde dini izhar etmeye gelince, eğer insan küfür diyarında dinini açıkça izhar edemiyorsa bu kimsenin oradan hicret etmesi farzdır. Eğer oradan çıkmaya gücü yetmiyorsa orada bu durumdan kurtulmayı sürekli hatırında tutarak kalır. Küfür beldesinde namaz kılar, zekâtı verir, cemaat ve Cuma namazlarını hiçkimsenin engellemesi ile karşılaşmadan eda edebilirse bu durumda dinini izhar etmeye gücü yetiyor demektir. Lakin bununla beraber onun küfür ülkesinde yaşamaya devam etmesi hoş görülmez.”

Yine Şeyh İbn Useymin’e şöyle soruldu: “Daru’l-İslam ve Daru’l-Küfrün ayırıcı sınırları nelerdir?”

İbn Useymin dedi ki: “Daru’l-İslam; yöneticilerine itibar etmeksizin, içinde İslam şiarlarının ikame edildiği yerlerdir. Hatta o ülkeye kâfir bir adam yönetici olsa ve İslam şiarlarını izhar etse orası daru’l-İslamdır. Orada ezan okunur, namaz kılınır, Cuma namazları ve dini bayramlar ikame edilir, oruç tutulur, hac yapılır vb şiarlar ikame ediliyorsa, yöneticileri kâfirler olsa bile orası İslam diyarıdır.”

Şeyh Ahmed b. Yahya en-Necmî’ye İslam ülkeleri hakkında sorulunca şöyle demiştir: “Ülkede La ilahe illallah şehadeti ilan ediliyorsa, ezan ilan edilip mescidlerde namaz kılınıyorsa ve benzeri şiarlar yerine geliyorsa orası İslam ülkesidir.”

Şeyh İbn Baz’a İslam ülkesi ve küfür ülkesi hakkında sorulunca şöyle demiştir: “Orada küfür şiarları galipse orası küfür ülkesidir. Eğer İslam şiarları galip gelirse orası İslam ülkesidir. Hüküm zahir ve galip olan duruma göredir.”

Görüldüğü gibi ülkelerin hükmü hususunda ittifak edilen iki mesele vardır: Ülkelerin İslâm ülkesi sayılması; yöneticileri kâfir olsa dahi halkının genelinin müslüman olması ve İslam şiarlarının icra edilmesine bağlıdır. Bu iki şarttan biri yerine gelmediğinde orası daru’l-küfre döner. Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah’ın görüşü de bu şekildedir. Tatarların Mardin’i istila ettikleri zaman verdiği fetvasında bu hususu açıklamıştır.

Şeyh Mukbil b. Hadi rahimehullah diyar ve durumları hakkında şöyle dedi:

“Daru’l-İslâm: Komunistlerin hükmü altında olsa bile halkının çoğu müslüman olan ülke dâru’l-İslam’dır. Orada öldürmek ve savaşmak haramdır. Daru’l-Harb: Müslümanlarla İslam’ın düşmanları arasında savaş bulunan yerdir. Daru’l-Küfür:  Eğer anlaşma varsa onlara hıyanet etmek caiz değildir.[22]

3- Sahih Olan Görüş

Bu görüşlerden isabetli olanı ikincisidir. Nitekim sahih hadisler ikincisini destkler:

Ebu Umame radiyallahu anh’den: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

لَتُنْقَضَنَّ عُرَى الْإِسْلَامِ عُرْوَةً عُرْوَةً فَكُلَّمَا انْتَقَضَتْ عُرْوَةٌ تَشَبَّثَ النَّاسُ بِالَّتِي تَلِيهَا وَأَوَّلُهُنَّ نَقْضًا الْحُكْمُ وَآخِرُهُنَّ الصَّلَاةُ

İslam’ın kulpları birer birer eksilecek, her bir kulp eksildiğinde insanlar sonrakine teşebbüs edecektir. İlk eksilecek şey (Allah’ın indirdikleriyle) hüküm, sonuncusu da namaz olacaktır.”[23]

İslam’ın kulplarının birer birer eksileceği ve ilk eksilecek şeyin hüküm yani Allah’ın indirdiğiyle hükmetmenin eksileceği bildirilmiştir. Nitekim nübüvvet hilafetinin 30 sene süreceği bildirilmiş ve Muaviye radıyallahu anh ile birlikte ısırıcı sultanlık başlamıştır. 

Nübüvvet hilafetinden sonra mutlaka Allah’ın indirdğinden başkasıyla hüküm başlamıştır. Lakin ne naslarda bu sebeple yöneticinin kâfir olacağı ve onu tekfir etmeyenin de kâfir olacağı bildirilmiştir ne de o dönemlerde yaşayan sünnet ehli böyle bir şey iddia etmiştir! Bu İslâm ülkelerinin Daru’l-Küfre döndüğünü de hiçbir âlim söylememiştir!

Hadiste geçen: “Sonuncusu da namaz olacaktır” ifadesine göre de cemaatle namazı ve safları ikame etmeyi yasaklayanların küfrü, bevah bir küfürdür ve bevah küfürden dolayı yöneticileri tekfir etmek Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hadisinde gelmiştir:

Avf b. Mâlik radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

خِيَارُ أَئِمَّتِكُمُ الَّذِينَ تُحِبُّونَهُمْ وَيُحِبُّونَكُمْ وَيُصَلُّونَ عَلَيْكُمْ وَتُصَلُّونَ عَلَيْهِمْ وَشِرَارُ أَئِمَّتِكُمُ الَّذِينَ تُبْغِضُونَهُمْ وَيُبْغِضُونَكُمْ وَتَلْعَنُونَهُمْ وَيَلْعَنُونَكُمْ قِيلَ يَا رَسُولَ اللهِ أَفَلَا نُنَابِذُهُمْ بِالسَّيْفِ؟ فَقَالَ لَا مَا أَقَامُوا فِيكُمُ الصَّلَاةَ وَإِذَا رَأَيْتُمْ مِنْ وُلَاتِكُمْ شَيْئًا تَكْرَهُونَهُ فَاكْرَهُوا عَمَلَهُ وَلَا تَنْزِعُوا يَدًا مِنْ طَاعَةٍ

Yöneticilerinizin hayırlıları sizin kendilerini sevdiğiniz ve sizi seven, onlara dua ettiğiniz ve size dua eden yöneticilerdir. Yöneticileriniz şerlileri ise kendilerine buğz ettiğiniz ve size buğz eden, kendilerine lanet ettiğiniz ve size lanet eden yöneticilerdir.” Denildi ki: “Ey Allah’ın rasulü! Onlara kılıçla karşı çıkmayalım mı?” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

Aranızda namazı ikame ettikleri sürece hayır! Yöneticilerinizde hoşlanmadığınız bir şey gördüğünüzde, amelini çirkin görün fakat itaatten büsbütün el çekmeyin.”[24] 

Bu hadiste de yöneticilerin şerlilerinden bahsedilmiştir. Yani Allah’ın indirdiğiyle hükmediyor olsalardı onlara şerli yönetici denilmezdi. Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmettikleri için de tekfir edilmemişler, bilakis onlara itaatten büsbütün el çekmemek emredilmiştir. Ancak namazı ikame ortadan kalkınca, mesela korona hurafesi sebebiyle cemaatle namazı ve safların ikamesini yasaklamalarıyla küfrü bevaha girmişlerdir!

Ubâde b. es-Sâmit radıyallahu anh’den:

دَعَانَا النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَبَايَعْنَاهُ فِيمَا أَخَذَ عَلَيْنَا أَنْ بَايَعَنَا عَلَى السَّمْعِ وَالطَّاعَةِ فِي مَنْشَطِنَا وَمَكْرَهِنَا وَعُسْرِنَا وَيُسْرِنَا وَأَثَرَةً عَلَيْنَا وَأَنْ لاَ نُنَازِعَ الأَمْرَ أَهْلَهُ إِلَّا أَنْ تَرَوْا كُفْرًا بَوَاحًا عِنْدَكُمْ مِنَ اللَّهِ فِيهِ بُرْهَانٌ

“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bizi çağırdı ve O’na biat ettik. Bizden biat için aldığı sözler arasında; dinçlik ve isteksizlik zamanlarımızda, zorlukta ve kolaylıkta ve bizim aleyhimizde kayırmacılık yapıldığında dahi dinleyip itaat etmemiz, yöneticilerle çekişmememiz de vardı. Ancak katınızda Allah’tan bir burhan bulunan apaçık bir küfür görmeniz hali bundan hariçtir.”[25]  

Kovid komplosu sebebiyle müslümanların bütün ülkelerinde cemaatle namaz yasaklanmış, ezana müdahale edilerek “cemaatle namaza gelmeyin” çağrısı yapılmış, hac ve umre yasaklanmıştır.

Allah’ın indirdiklerinden başkasıyla hükmediyor oluşları sebebiyle bir kesime göre Daru’l-Küfür olan, lakin İslam şiarlarının izhar ediliyor olması sebebiyle diğer bir kesime göre Daru’l-İslam sayılan müslüman ülkeleri, cemaatle namaz ve hac gibi temel İslam şiarlarının yasaklanmasıyla her iki kesimden âlimlerin görüşüne göre de ittifakla Daru’l-Küfre dönmüşlerdir.

Fakat ne yazık ki bu gerçeğin üzerini üzerini örtmeye çalışan Bel’amlar kırk dereden su getirerek sözde bulaşıcı hastalık korkusu sebebiyle cemaatle namazların ve haccın yasaklanmasının meşru (!) olduğunu iddia etmişler, okun yaydan çıktığı gibi dinden fırlamışlardır!

Bu konuyu başka yerlerde defalarca açıkladığım için ayrıntılarına girmeyeceğim. Burada konumuz, önceki ve sonraki ilim ehlinin Daru’l-Küfrü tanımlayan beyanlarına göre günümüzde bütün müslüman ülkelerinin Daru’l-Küfre dönüşmüş olduğunda bu açıklamaların ittifak ettiğinin ortaya çıkmış olmasıdır.

Bu hakikatten hareketle Daru’l-Küfür’de kâfirlerin malları ile ilgili farklılık arz eden bir meseleyi tahkik edeceğim inşaallah.

İbn Kudame şöyle demiştir: “Bir belde halkı dinden çıkarlar ve orada küfür hükümlerini icra ederlerse mallarının ganimet edinilmesi ve zürriyetlerinin esir edilmesi konusunda Daru’l-Harb ehliyle aynı duruma dönerler.”[26]

Daru’l-Küfrün Kısımları

Daru’l-Küfr iki kısma ayrılır;

1- Daru’l-Harp: Kendileriyle harp halinde olunan küfür ülkesidir.

2- Daru’l-Ahd: Kendileriyle harp halinde olunmayan, müslümanlarla anlaşma ve barış halinde bulunan küfür ülkesidir.

İbnu’l-Kayyım şöyle demiştir: “Kâfirler ya harp ehlidir ya da ahd (anlaşma) ehlidir.”[27]

  Harp ehli, kendileriyle savaşılan kâfilerlerdir ve Daru’l-Harp halkıdır.

Ahid ehli; kendileriyle anlaşma yapılan kâfirlerdir ve Daru’l-Ahd halkıdır.

Bu taksimin delili İbn Abbas radıyallahu anhuma’nın şu sözüdür:

كَانَ المُشْرِكُونَ عَلَى مَنْزِلَتَيْنِ مِنَ النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَالمُؤْمِنِينَ كَانُوا مُشْرِكِي أَهْلِ حَرْبٍ يُقَاتِلُهُمْ وَيُقَاتِلُونَهُ وَمُشْرِكِي أَهْلِ عَهْدٍ لاَ يُقَاتِلُهُمْ وَلاَ يُقَاتِلُونَهُ

“Müşrikler Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e ve mü’minlere karşı iki konumdadırlar; Birincisi harp ehli müşrikler ki onlar savaşırlar ve kendileriyle savaşılır. İkincisi ahid ehli müşrikler ki onlar savaşmazlar ve kendileriyle savaşılmaz.”[28]

Daru’l-Küfrün Sakinleri

Harbî kâfirlerin ülkesinde yerleşmiş olan insanlar iki türdür:

1- Aslen kâfir olanlar. Bunların canları, malları koruma altında değildir. Onlarla müslümanlar arasında bir anlaşma veya barış olmadığı sürece Müslümanlara onların kanları ve malları mubahtır.

2- Daru’l-Küfürde ikamet eden müslümanlar. Bu müslümanlar eman ile yani kâfirlerin izniyle onların ülkesinde ikamet ederler. İslam ülkesi ile bu ülkeler arasında anlaşma ve devletlerarası sözleşmeler vardır. Onların izni olmadan orada ikamet ediyor da olabilir. Her iki durumda da, İslâm diyarına hicret etmemiş olsa ve ebedî olarak küfür diyarında ikamet ediyor olsa dahi müslüman olması sebebiyle kanı ve malı haramdır.[29]

Hanefiler ise Daru’l-Küfürde yerleşip İslam diyarına hicret etmeyen müslümanın kanını ve malını koruma altına görmezler.[30]

Şüphesiz Hanefilerin bu görüşü sahih naslara aykırıdır. Müslümanın kanının ve malının haramlığını bildiren naslar, Daru’l-İslam, Daru’l-Küfr gibi herhangi bir zaman veya mekan ayrımı olmaksızın gelmiştir;

İbn Ömer radiyallahu anhuma’dan: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

أمِرْتُ أنْ أقَاتِلَ النَّاسَ حَتَّى يَشْهَدُوا  أنْ لْا إِلَهَ إِلَّه اللُّه وَ أنَّ مُحَمَّدا رَسُولُ اللِّه وَيقِيمُوا الصَّلَةَ وَيُؤْتُوا الزَّكَاةَ فَإِذَا فَعَلُوا ذَلِكَ عَصَمُوا مِنِي دِمَاءَهُمْ وَأمْوَالَهُمْ إِلّاَ  بِحَقِ الِاسْلَمِ وَحِسَابُهُمْ  عَلَى اللِّهَ

İnsanlarla; Allah’tan başka ibadete layık hak ilah olmadığına ve Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Allah’ın rasulü olduğuna şahitlik etmeleri, namazı kılmaları ve zekâtı vermelerine kadar savaşmakla emrolundum. Bunu yaptıkları zaman, İslam hakkı olanlar dışında kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. Hesapları ise Allah’a aittir.”[31]

Bu hadis, iki şehadet kelimesini söyleyenin kanının ve malının koruma altında olduğunu ifade etmektedir. Bu ister Daru’l-Küfürde olsun İster Daru’l-İslam’da olsun fark etmez.

- Devam edecek inşaallah -

[1] İbnu’l-Kayyım Ahkâmu Ehli’z-Zimme (1/366)

[2] İbn Ruşd el-Mukaddimâtu’l-Mumhedat (2/285) Bulgatu’l-Mesalik (2/167) el-Mudevvene (3/23)

[3] Bkz.: el-Mudevvenetu’l-Kubra (3/23)

[4] Maverdî el-Ahkâmu’s-Sultaniye (s.191)

[5] El-Mubdi (3/313) el-İnsaf (4/121) el-Mukni (1/485) Keşşafu’l-Kına (3/43)

[6] El-Mu’temed Fi Usuli’d-Din (s.276)

[7] Fetava’s-Sa’diyye (1/92)

[8] İbn Hazm El-Muhalla (13/140)

[9] Es-Seylu’l-Cerrar (4/575)

[10] Keşşafu Istalahati’l-Funun (2/265) el-Mebsut (10/114)

[11] El-Mebsut (10/114)

[12] Es-Siyeru’l-Kebir (4/8, 10)

[13] Bkz.; el-Mebsut (10/114)

[14] Bedaiu’s-Sanai (7/130)

[15] Et-Teşriu’l-Cinaîyi’l-İslami (1/375)

[16] Es-Siyasetu’ş-Şer’iyye (s.69)

[17] El-Kamusu’l-Muhit (2/320)

[18] Haşiyetu’d-Dusukî (2/188)

[19] Ahkâmu’s-Sultaniye (s.356)

[20] Multeka’l-Ebhur (1/660)

[21] Durru’l-Muhtar (4/175)

[22] Keşfu’l-Lisam (s.377-78)

[23] Sahih. Ahmed (5/251) Abdullah b. Ahmed es-Sunne (764) İbn Hibbân (15/111) Hâkim (4/104) Taberânî (8/98) Mervezi es-Salat (407) Hallâl es-Sunne (1330) İbn Batta el-İbane (1/170) Ebu Nuaym Maride (3872) Beyhakî Şuab (4894, 7118) İbn Asakir Tarih (36/266) Deylemi (5363) el-Elbani Sahihu’l-Cami (5075) Mukbil b. Hadi Camiu’s-Sahih (892, 2394, 3072, 3225)

[24] Sahih. Muslim (1855)

[25] Sahih. Buhârî (7055, 7056, 7200, 18) Muslim (1709)

[26] Bkz.; el-Mugni (8/138)

[27] Bkz.; Ahkamu Ehli’z-Zimme (2/475) İbn Sa’di Fetava’s-Sa’diyye (1/92)

[28] Sahih. Buhârî (5286)

[29] Bkz.; Eshelu’l-Medarik (2/135) Ravdatu’t-Talibin (10/148) er-Rivayeteyn ve’l-Vecheyn (Mesailu’l-Fıkhiyye 2/370)

[30] Bkz.; Bedaiu’s-Sanai (7/252) Abdulkadir Avde et-Teşriu’l-Cinaiyi’l-İslami (1/375)

[31] Sahih. Buhârî (25) Muslim (22)

17 Şubat 2024 Cumartesi

Namazı Bazen Kılıp Bazen Kılmayan Kimse

İbn Kudame şöyle nakletti; Hallal dedi ki; bize Yahya tahdis etti, dedi ki; bize Abdulvehhab tahdis etti, dedi ki; bize Hişam b. Hassan tahdis etti, o Abdullah b. Abdirrahman’dan, o Ebu Şumeyle radıyallahu anh’den rivayet etti:

أنَّ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم خَرَجَ إلى قُبَاءَ فاسْتَقْبَلَهُ رَهْطٌ من الأنْصارِ يَحْمِلُونَ جِنَازَةً على بَابٍ فقال النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم مَا هَذَا؟ قالوا مَمْلُوكٌ لآل فُلَانٍ كان من أمْرِهِ قال أكَانَ يَشْهَدُ أنْ لَا إلهَ إلَّا اللهُ؟ قالوا نعم ولَكِنَّهُ كان وكان فقال لهم أَمَا كَانَ يُصَلِّى؟ فقالوا ‌قد ‌كان ‌يُصَلِّى ‌ويَدَعُ فقال لهم ارْجِعُوا بِهِ فَغَسِّلُوهُ وكَفِّنُوهُ وصَلُّوا عَلَيْهِ وَادْفِنُوهُ وَالَّذِى نَفْسِى بِيَدِهِ لَقَدْ كَادَتِ الْمَلَائِكَةُ تَحُولُ بَيْنِى وبَيْنَه

“Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Kuba’ya doğru çıktı. Onu Ensar’dan bir topluluk karşıladı. Bir cenazeyi kapıya taşıyorlardı. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem;

Bu nedir?” buyurdu. Dediler ki; “Falan ailesinin kölesidir. Onun durumu şöyle ve şöyleydi.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki;

Allah’tan başka ibadete layık hak ilah olmadığına şahitlik ediyor muydu?” Dediler ki; “Evet, lakin şöyle ve şöyle biriydi.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem;

Namaz kılıyor muydu?” buyurdu. Dediler ki; “Bazen kılıyor, bazen terk ediyordu.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki;

Onu geri döndürün, yıkayın, kefenleyin ve cenaze namazını kılıp defnedin. Nefsim elinde olana yemin ederim ki neredeyse melekler benimle onun arasına gireceklerdi.”[1]

El-Elbani hadisin münker olduğunu söylemiş, Abdullah b. Abdirrahman’ı tanımadığını belirtmiştir.[2] Lakin hadisin şahitleri sabit olmuştur:

Buna yakın lafızlarla Abdurrazzak Musannef’te, İbn Vehb Mudevvene’de isnadlarıyla İbn Ebi Muleyke’den mürsel olarak rivayet etmişlerdir. Bu rivayette bu kölenin namaz kıldığı kesin olarak ifade edilmiştir:

İbn Vehb, Muhammed b. Amr’dan, o İbn Cureyc’den, o İbn Ebi Muleyke’den rivayet etti; O, Medine’de şöyle işitti;

أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم رَكِبَ إلَى بَنِي النَّجَّارِ فَرَأَى جِنَازَةً عَلَى خَشَبَةٍ فَقَالَ مَا بَالُ هَذَا؟ فَقِيلَ عَبْدٌ لَنَا كَانَ عَبْدَ سُوءٍ مَسْخُوطًا جَافِيًا قَالَ أَكَانَ يُصَلِّي قَالُوا نَعَمْ قَالَ أَكَانَ يَقُولُ مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالُوا نَعَمْ قَالَ لَقَدْ كَادَتْ ‌الْمَلَائِكَةُ ‌تَحُولُ ‌بَيْنِي ‌وَبَيْنَهُ ارْجِعُوا فَأَحْسِنُوا غُسْلَهُ وَكَفَنَهُ وَدَفْنَهُ

“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Neccaroğullarına gitti ve ağaca bırakılmış bir cenaze gördü. 

Bunun durumu nedir?” buyrdu. Denildi ki; “O bir kölemizdir. Kötü bir köle idi. Sevilmeyen kaba saba biriydi.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem;

Namaz kılıyor muydu?” buyurdu. “Evet” dediler. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem;

Muhammed’in Allah’ın rasulü olduğunu söylüyor muydu?” buyurdu. “Evet” dediler. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki;

Melekler neredeyse benimle onun arasına gireceklerdi. Onu döndürün, güzelce yıkayıp kefenleyin ve defnedin.”[3]

Abdurrazzak diğer bir munkatı isnad ile rivayet etmiş ve o rivayette kölenin namaz kılıyor olduğu kesin olarak ifade edilmiştir.

Abdurrazzak, İbn Curayc’den, o Anbese b. Suheyl’den, o Muhammed b. Zuheyr’den şöyle rivayet etti;

أَنَّ النَّبِيَّ صلى الله عليه وسلم رَأَى بِالْبَقِيعِ عَبْدًا أَسْوَدَ يَحْمِلُ مَيِّتًا فَقَالَ لِمَنْ يَحْمِلُهُ؟ مَا هَذَا؟ قَالُوا عَبْدٌ لِفُلَانٍ قَالَ فَمَا هُوَ قَالُوا أَخْبَثُ النَّاسِ وَأَسْرَقُهُ وَآبَقُهُ وَأَحْزَبُهُ فِي أَشْيَاءَ مِنَ الشَّرِّ يَذْكُرُونَهَا مِنْهُ فَقَالَ عَلَيَّ بِسَيِّدِهِ فَسَأَلَهُ عَنْهُ فَذَكَرَ نَحْوًا مِمَّا ذُكِرَ فَقَالَ النَّبِيُّ صلى الله عليه وسلم هَلْ كَانَ يُصَلِّي؟ قَالُوا نَعَمْ قَالَ وَيَشْهَدُ أَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَأَنِّي رَسُولُ اللَّهِ؟ قَالُوا نَعَمْ قَالَ وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ إِنْ كَادَتِ ‌الْمَلَائِكَةُ ‌تَحُولُ ‌بَيْنِي ‌وَبَيْنَهُ آنِفًا فَدَعَا حَدَّادًا فَنَزَعَ حَدِيدَةً ثُمَّ أُمِرَ بِهِ فَغُسِّلَ ثُمَّ كَفَّنَهُ مِنْ عِنْدَهِ ثُمَّ صَلَّى عَلَيْهِ

“Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Baki’de siyahi bir kölenin cenazesinin taşındığını gördü. Taşıyanlara; 

Bu nedir?” dedi. Dediler ki; “Falanın kölesidir.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem; 

Durumu nedir?” dedi. Dediler ki; “İnsanların en kötülerinden, hırsızlık yapan, efendisinden kaçan bir kimse idi.” Böylece onun kötü işlerini saydılar. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendisine onun hakkında sorunca, anlatılanların benzerini söyledi. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki;

Namaz kılıyor muydu?” Onlar; “Evet” dediler. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem; 

Allah’tan başka hak ilah olmadığına ve benim Allah’ın rasulü olduğuma şahitlik ediyor muydu?” Dediler ki; “Evet.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki;

Nefsim elinde olana yemin ederim ki az önce melekler neredeyse benimle onun arasına gireceklerdi.” Bir demirci çağırtıp bağlarını çözdürdü, sonra onun yıkanıp kefenlenmesini emretti, sonra cenaze namazını kıldı.”[4]

Mevsul olarak gelen rivayetlerde bu kölenin bazen namaz kılıp bazen kılmadığı tasrih edilmiştir ve bu rivayetler daha güçlüdür.

Taberani, Malik Ebu’s-Saib radıyallahu anh’den şöyle rivayet etti:

مَرَّ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَلَى بِئْرٍ وَإِذَا فِيهَا أَسْوَدٌ مَيِّتٌ قَالَ فَأَشْرَفَ فِي الْبِئْرِ فَإِذَا هُوَ مُلْقًى فِي الْبِئْرِ فَسَأَلَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَا لَهُ مُلْقًى فِي الْبِئْرِ؟ قَالُوا يَا رَسُولَ اللهِ إِنَّهُ كَانَ جَافِيَ الدِّينِ يُصَلِّي أَحْيَانًا وَأَحْيَانًا لَا يُصَلِّي قَالَ وَيْحَكُمْ أَخْرِجُوهُ فَأَمَرَ بِهِ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَغُسِّلَ وَكُفِّنَ وَقَالَ احْمِلُوهُ وَقَالَ لَقَدْ كَادَتِ الْمَلَائِكَةُ أَنْ تَسْبِقَنَا قَالَ وَصَلَّى عَلَيْهِ

“Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bir kuyuya uğradı. Ora ölmüş bir zencî gördü. Buyurdu ki:

O neden kuyuya atılmış?” Dediler ki: “Ey Allah’ın rasulü! O dinden uzaktı. Bazen namaz kılar, bazen kılmazdı.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Yazıklar olsun size! Onu çıkarın!” Nebî sallallahu aleyhi ve sellem onun yıkanıp kefenlenmesini emretti ve buyurdu ki:

Onu taşıyın! Az daha melekler bizden önce davranacaklardı.” Onun cenaze namazını kıldı.”[5]

Heysemi dedi ki: “İsnadında yer alan Atâ (b. es-Saib) hakkında eleştiri vardır. Ondan rivayette bulunan (Muhammed b. Temmam) tanınmıyor.”[6]

Derim ki: Bunun şahidi Taberânî’nin Mu'cemu'l-Evsat’ta Enes radıyallahu anh’den şu rivayetidir:

أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَرَّ فِي بَعْضِ سِكَكِ الْمَدِينَةِ فَرَأَى رَجُلًا أَسْوَدَ مَيِّتًا قَدْ رَمَوْا بِهِ فِي الطَّرِيقِ فَسَأَلَ بَعْضَ مَنْ ثَمَّ عَنْهُ فَقَالَ مَمْلُوكُ مَنْ هَذَا؟ فَقَالَ مَمْلُوكٌ لِآلِ فُلَانٍ فَقَالَ أَكُنْتُمْ تَرَوْنَهُ يُصَلِّي؟ فَقَالُوا كُنَّا نَرَاهُ أَحْيَانًا يُصَلِّي وَأَحْيَانًا لَا يُصَلِّي فَقَالَ قُومُوا فَاغْسِلُوهُ وَكَفِّنُوهُ فَقَامُوا فَغَسَّلُوهُ وَكَفَّنُوهُ وَقَامَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَصَلَّى عَلَيْهِ فَلَمَّا كَبَّرَ قَالَ سُبْحَانَ اللَّهِ سُبْحَانَ اللَّهِ؟  فَلَمَّا قَضَى رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ صَلَاتَهُ قَالَ لَهُ أَصْحَابُهُ يَا رَسُولَ اللَّهِ سَمِعْنَاكَ كُلَّمَا كَبَّرْتَ تَقُولُ سُبْحَانَ اللَّهِ سُبْحَانَ اللَّهِ فَلِمَ قُلْتَ سُبْحَانَ اللَّهِ سُبْحَانَ اللَّهِ؟ فَقَالَ كَادَتِ الْمَلَائِكَةُ أَنْ تُحُولَ بَيْنِي وَبَيْنَهُ مِنْ كَثْرَةِ مَا صَلَّوْا عَلَيْهِ

“Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Medine’nin sokaklarından birinden geçtiğinde ölmüş bir zenci adam gördü. Onu yola atmışlardı. Yanındakilerden birine:

Bu kimin kölesiydi?” dedi. O da: “Falan oğullarının kölesi idi.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:

Onu namaz kılarken gördünüz mü?” buyurdu. Dediler ki: “Bazen namaz kıldığını, bazen kılmadığını görürdük.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Kalkın ve onun cenazesini yıkayıp kefenleyin.” Onlar da kalkıp yıkadılar ve kefenlediler. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem kalkıp onun cenaze namazını kıldırdı. Tekbir alınca 

Subhanallah! Subhanallah!” dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem namazı bitirince ashabı dediler ki: “Ey Allah’ın rasulü! Her tekbir aldığında “Subhanallah! Subhanallah” dediğini işittik. Neden Subhanallah! Subhanallah!” dedin?” Buyurdu ki:

Onun cenaze namazını kılan meleklerin çokluğundan dolayı neredeyse benimle onun arasına gireceklerdi.”[7]

Taberani bu rivayetin ardından şöyle demiştir; “Bu hadisi Sabit’ten ancak Kesir b. Murre b. Faid rivayet etmiştir ve ondan oğlu (Hasen b. Kesir) rivayette tek kalmıştır.”

Heysemi isnadı ceyyid demiştir.[8]

Ancak el-Hasen b. Kesir b. Faid’in hal tercemesini bulamadım. Diğer ravileri güvenilirdir. Önceki Malik Ebu’s-Saib ve Ebu Şumeyle radıyallahu anhuma rivayetleriyle birlikte hadis hasendir. Allah en iyi bilendir.

İmam et-Taberani ise Mu’cemu’l-Evsat’ta Enes radıyallahu anh rivayetinin ardından şöyle demiştir: “Bu hadisin açıklaması şudur; “Efendileri bu kölenin namaz kıldığını bazen görmüşler, bazen görmemişlerdir. Bu yüzden onu aşağılamışlardır. Şayet namazdan bir şeyi terk edip kılmamış olsaydı kâfir olurdu. Çünkü Nebî sallallahu aleyhi ve sellem; “Kul ile küfür arasında namazın terki vardır” buyurmuştur.”

İmam Taberani’nin bu açıklaması zorlamadır ve isabetli görünmemektedir. Çünkü şayet durum Taberani’nin iddia ettiği gibi olsaydı, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabı, “Onun namaz kıldığını bazen görür, bazen görmezdik” derlerdi.  Bilakis “bazen namaz kılmadığını gördüklerini” söylemişlerdir. Bu yüzden, ona had cezası uygulama yetkisi bulunan efendisi, ona kâfir muamelesi yaparak cesedini atmıştır. Nitekim Malik Ebu’s-Saib radıyallahu anh’ın rivayetinde bu kölenin dinden uzak oluşu ifade edilmektedir.

Hadis, namazı bazen kılıp bazen kılmayan kimseyi tekfir etmeyen âlimlerin görüşüne delil olmaktadır. Nitekim bu görüş İmam Ahmed’den de rivayet edilmiştir. Bu imamlar namazın terkinin küfür olmasını namazı tamamen terk edilmesi olarak açıklamaktadırlar.

Hanbel (b. İshak) rahimehullah dedi ki: “Ahmed b. Hanbel’e “Dinini değitireni öldürün” hadisi sorulunca şöyle derken işittim:

 “Bunun manası küfürden dönmemek üzere ısrar eden kimseyi öldürün demektir. Ama eğer “Namaz kılmam” diyorsa üç gün tevbeye çağırılır. Tevbe etmezse boynu vurulur.”[9]

Abdulmelik el-Meymunî rahimehullah’tan: “Ebu Abdillah (Ahmed b. Hanbel) rahimehullah’a şöyle okudum:

“Kim: “Namazın bir farz olduğunu biliyorum ama kılmıyorum” derse tevbeye çağırılır. Tevbe etmezse öldürülür.” Dedim ki: “Bir ya da iki namazı terk ederse?” Dedi ki:

“Hayır. Üç gün hapsedilir. Tevbe etmezse öldürülür.”[10]

Ebu Bekr el-Merruzî rahimehullah dedi ki: “Ebu Abdillah (Ahmed b. Hanbel) rahimehullah’ı namazı terk eden kimse hakkında şöyle derken işittim:

“Üç gün tevbeye çağırılır. Namaz kılmazsa boynu vurulur.” Ebu Abdillah (Ahmed b. Hanbel) rahimehullah dedi ki:

“Eğer “İnkâr da etmiyorum, kılmıyorum da” derse üç gün kendisine arz edilir ve öldürülür. Eğer ona:” Namaz kıl” denilince: “Kılmam” derse üç gün kendisine arz edilir. Bu konuda delil, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in şu hadisidir:

Üzerinizde namazı vaktinden erteleyen yöneticiler olacaktır.”[11] Namazı ertelemelerinden ötürü tekfir edilmemişlerdir.”[12]

Ebu Bekr el-Merruzî rahimehullah dedi ki: “Ebu Abdillah (Ahmed b. Hanbel) rahimehullah’a namazı terk eden kimse hakkında sordum. Dedi ki:

“Eğer: “Namaz kılmam” derse öldürülür.” Dedim ki: “Eğer ikrar eder ve: “Kılacağım” derse?” Dedi ki:

“Üç gün tevbeye çağırılır. Tevbe etmezse öldürülür.”[13]

Allâme el-Elbanî rahimehullah bu konuda kendisine sorulan bir soruya cevap olarak şöyle demiştir;

“Bu adamın namazı inkâr ettiği ve namaz kılanlarla alay ettiği biliniyorsa o bir kâfirdir, müslümanların kabristanına defnedilmez, ona varis olunmaz. Ama namaza iman ve itiraf ettiği biliniyor da namazı devamlı kılmıyorsa, bazen kılıyor, bazen kılmıyorsa bu durumda ona varis olunur.”[14]

İbn Useymin de şöyle demiştir: “Âlimler namazı terk edenin tekfirinde bir ya da iki farz namazı terk eden tekfir edilir mi, yoksa bütün namazları terk eden mi tekfir edilir diye ihtilaf etmişlerdir. Bana zahir olduğu kadarıyla tam anlamıyla terk eden tekfir edilir. Namaz kılmayan, namaz kıldığı bilinmeyecek şekilde namazı terk etmekte devam eden kimse böyledir. Ama namazın farz olduğunu ikrar etmekle beraber bazen kılıp bazen kılmıyorsa onun kâfir olduğunu söyleyemiyorum. Çünkü hadiste: “Kişi ile şirk ve küfür arasında namazın terki vardır” buyrulmuştur. Bazen namaz kılan kimsenin namazı terk ettiği söylenemez. Hadiste; “(marife takısı olan “elif lam” ile terku’s-salat) “Namazın terki” deniliyor. “Bizimle onlar arasında namaz vardır. Kim onu terk ederse küfretmiştir” buyrulmuş, "bir namazı terk eden kâfir olmuştur" denilmemiştir. Yine “Kişi ile şirk ve küfür arasında bir namazın terki vardır” denilmemiş, bilakis “namazın terki” denilmiştir. Bunun zahiri, ancak tam anlamıyla namazı terk edenin tekfir edilmesidir. Ama bazen terk edip bazen kılan kimse fasıktır, çok büyük bir günah işlemektedir. Kendisine karşı büyük bir cinayet işlemektedir.”[15]



[1] İbn Kudame el-Mugni (3/357)

[2] ed-Daife (6036)

[3] İbn Vehb Mudevvene (1/255) Abdurrazzak (3/538)

[4] Abdurrazzak (3/539)

[5] Taberânî Mu'cemu'l-Kebîr (19/303)

[6] Mecmau’z-Zevaid (3/41)

[7] Taberânî Mu'cemu'l-Evsat (1514)

[8] Mecmau’z-Zevaid (10/266)

[9] Hallal Ahkamu Ehli Milel (1382)

[10] Hallal Ahkamu Ehli Milel (1392)

[11] Birçok sahabeden rivayet edilmiştir. Bkz.: Mervezi Tazimu Kadri’s-Salat (2/939)

[12] Hallal Ahkamu Ehli Milel (1400)

[13] Hallal Ahkamu Ehli Milel (1380)

[14] Silsiletu’l-Hedyi ve’n-Nur (93 nolu kaset 49. Dakika)

[15] Fetava Nurun Ale’d-Derb (8/2)

1 Şubat 2024 Perşembe

Bazı Sohbet (Arkadaşlık) Edep ve Hakları

 Bazı Sohbet (Arkadaşlık) Edep ve Hakları

Ebu Muaz Seyfullah el-Çubukâbâdî

Sohbet hakları pekçoktur. Şöyle denilmiştir: “Kardeşlerinin haklarını zayi edeni Allah haklarının zayi edilmesiyle iptila eder. Bir kul bununla iptila edilmişse Allah ona öfkelenmiştir.”

Bu husus anlaşıldıysa sohbet haklarından bazılarını sayalım:

(Bu maddelerin açıklamaları ve ilgili rivayetler inşaallah yakında basılacak olan Kalp Selâmeti adlı kitapta yer almaktadır)

1- Kişi kardeşinin ayıp ve kusurlarına karşı kör olmalıdır.

2- Kardeşinden gördüğü bir şeyi en güzel manaya yorumlamalı, bunu yapacak bir yol bulamazsa nefsine dönüp kendisini kınamalıdır.

3- Kardeşi için kendisi hakkında umduğu hayırları ummalı, musamaha göstermeli, günah işlediğinde tevbesinin kabul edilmesini ummalıdır.

4- Kardeşinin önceden düşmüş olduğu hataya bakmamalı, onun gizlenmiş olan kusurunu açığa çıkarmamalıdır.

5- Kardeşini günah veya başka bir sebeple kınamamalıdır. Çünkü kınama sevgi bağını koparır veya sevgiyi bulandırır.

6- Kardeşine küçümseme gözüyle bakmamalıdır.

7- Kardeşinde bir ayıp gören kendisini bundan dolayı itham etmeli ve şöyle demelidir: “Müslüman müslümanın aynasıdır. İnsan aynada ancak kendi suretini görür. “

8- Kişi sürekli olarak kendisinin kardeşinden aşağı mertebede olduğunu zan ve tahmin etmelidir.

9- Kişi (Allah’a kulluk dışında) her konuda kardeşini kendi nefsine tercih etmelidir.

10- Kardeşi hastalandığı zaman ona hizmet etmelidir.

11- Kardeşine – özellikle âlimlerden, Kur’ân hafızlarından veya Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in soyundan ise saygı ve hürmet göstermelidir.

12- Kardeşini gıyabında ve huzurunda meşrû olan şekilde övmelidir.

13- Kardeşi kendisine geldiği zaman ona ikram etmeli, güleryüzle karşılamalı, kucaklaşmalıdır. Kardeşine misafir olduğunda da külfet vermemelidir.

14- Kardeşini gördüğü zaman mecliste ona yer açmalıdır.

15- Kardeşine saygıyla hitap etmelidir.

16- Kardeşiyle hediyeleşmelidir.

17- Kardeşini ziyaret etmeli ve ondan izin almadan kalkmamalıdır.

18- Kardeşiyle karşılaştığı zaman teberrük ve emre uymak niyetiyle musafaha etmelidir.

19- Kardeşini, kendisine taşkınlık yapana karşı taşkınlık yapmaması ve Allah’tan yardım istemesi için yönlendirmelidir.

20- Kardeşine evliliğinde ve yardıma ihtiyacı olan işlerinde yardım etmelidir.

21- Hastalandığında kardeşini ziyareti ihmal etmemelidir.

22- Kardeşi yakışmayan bir iş işlediği zaman onun zatına buğzetmemelidir.

23- Kardeşiyle arasında bir huzursuzluk meydana gelirse onun güzelliklerinden bahsetmelidir.

24- Kardeşinin zorunlu ihtiyaçlarını, kendisinin nafile ibadetlerinden öncelikli tutmalıdır.

25- Kendisinden kardeşi hakkında bir kötülük ulaşırsa hemen bağışlanma dilemeli, kardeşi hakkında işlediği şeyden pişmanlık izhar etmeli, kardeşi kendisini affedene kadar buna devam etmelidir. Eğer kardeşi affetmezse nefsini kınamalı ve zâlim olduğunu itiraf etmelidir. Bunu yapan çok azdır!

26- Sudan bir mazeret olsa dahi kardeşinin mazeretini kabul etmelidir.

27- Kardeşinin taati arttığında ve insanlar onun hakkında güzel itikad beslediklerinde çok sevinmelidir.

28- Kardeşi yolculuğa çıkmak istediği zaman onunla kucaklaşarak veda etmelidir.

29- Önemli her işte kardeşiyle istişare etmelidir.

30- Eğer kardeşi kendisine buğzediyorsa kardeşinin kendisine hangi sebeple buğzettiğini nefsinde araştırmalı ve gidermelidir.

31- Kardeşinin sırrını saklamalıdır. Zira sır Allah’ın açılmasını ve hakkında konuşulmasını haram kıldığı avret gibidir.

32- Kardeşi hakkında laf taşıtan kimseyi tasdiklememelidir.

33- Kardeşinin şerefini dürüst bir niyet ve güzel bir siyaset ile savunmalıdır.

34- Kardeşine mudahene (yağcılık) yapmamalı, günah işlemesinde ona destek olmamalıdır.

35- Kardeşine karşı hoşnutsuzluk hissederse kendi nefsini kibir ve nifakla itham etmeli ve bunu gidermeye çalışmalıdır.

36- Kardeşinin nasihatini kabul etmelidir.

37- Kardeşini Allah’ın haramlarına tazim etmeye yönlendirmeli, Allah’ın sınırlarını aşmaktan sakındırmalıdır.

38- Kardeşine haksızca düşmanlık edilmesine karşı ona destek olmalıdır.

39- Kardeşi için dua etmeyi, onun için bağışlanma ve rahmet dilemeyi unutmamalıdır.

40- Kardeşine kin duymamalıdır.

41- Kardeşi bir şey anlatırken sözünü bitirene kadar gözünü ondan ayırmamalıdır. Konuşma esnasında boş şeylerle meşgul olmak veya onun sözünü kesmek kabalıktandır.

42- Kardeşini imtihan etmemelidir.

43- Kardeşini uygun olmayan bir şey yaparken görürse bundan tevbe ettiğine ve gizli halinde pişman olduğuna itikad etmelidir.

44- Kardeşi ihanet etse veya sevginin gereklerini gözetmese bile sevgisini muhafaza etmelidir.

45- Kardeşiyle tartıştığı zaman ona yapmış olduğu iyiliği söyleyerek onun başına kakmamalıdır.

46- Kardeşiyle tartışmamalıdır. Zira tartışma sevgiyi giderir.

47- Kardeşine hecir (din için dargınlık) uygulamakta acele etmemelidir. Zira bu övülen bir şey değildir. Bu konudaki hata isabetten daha fazladır.

48- Kardeşi kendisine karşı edep gibi hakları gözetmede kusurlu davranırsa onu muaheze etmemelidir.

49- Kardeşiyle çok mizah yapmamalıdır 

50- Kardeşinden bid’atini onaylamamalı, bid’atinden dönmezse onu terk etmelidir.

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)