Fetva Sahibi: Şeyh Rebî b. Hâdî el-Medhalî Hafizahullah
Tercüme: Ebu Muaz
Kaynak: Ebu Ravaha'nın Menhec Hakkındaki Sorularına Cevaplar (s.16-21)
Soru: “Bazı ilim talebelerinin bazı âlimlerimizin kitaplarını
sıhhat ve zayıflık açısından tenkid etmeleri hakkında nasihatiniz nedir? Mesela
es-Silsile ve Sıfatu’s-Salat kitapları hakkında yaptıkları gibi?
Şeyh Rebî b. Hadî hafazahullah’ın cevabı: “Tenkid kapısı el-Elbâni
ve benzerleri için Allah’a yemin olsun açıktır. Buna ne El-Elbâni kızar ne de
onun gibi sünneti yüklenen kimseler kızar. Âlimlere saygılı olan, onun zatını
hedef edinmeyip ancak hakkı açıklamak isteyen edepli kimsenin tenkidi Sahabe
zamanında başlamıştır, sonu da gelmez.
Nitekim Şafii, Malik’i tenkid etmiştir. Ebu Hanife’nin ashabı ve
Ahmed de tenkid etmişlerdir. Allah sana bereket versin. Bütün bu mezhepler,
farklı ilim dallarında günümüze kadar bu tenkid üzere devam etmiştir.
Ey kardeşler! Tenkid kapısını kapamak caiz değildir. Zira bizler
bunun içtihat kapısını kapamak olduğunu söyleriz. Allah size bereket versin.
Kim olursa olsun bir şahsın fikirlerine asla kutsiyet vermeyiz. Selefî
ya da değil, hangi şahıs olursa olsun, hata reddedilir.
Lakin hak ve sünnet ehli olduğunu, ihlaslarını, içtihatlarını Allah
için, kitabı için, rasulü için, Müslümanların imamları ve geneli için
samimiyetlerini bildiğimiz kimselere karşı muamele ile bid’at ve sapıklık
ehline karşı muamele farklıdır.
Hafız İbn Receb rahimehullah’ın “el-Farku beyne’n-nasiha ve’t-ta’yir”
kitabına bakınız.
Şöyle açıklamıştır: “Hidayetin ve hakkın beyanı zorunludur. Nitekim
Said b. El-Museyyeb, İbn Abbas, Tavus, İbn Abbas’ın ashabı tenkid edilmiştir. Onlar
tenkid etmişler, onlar da tenkid edilmişlerdir. Hiçkimse: “Bu ta’n/hakarettir”
dememiştir. Bunu ancak hevâ ehli söyler. Biz el-Elbani’yi tenkid ettiğimizde
hevâ ehlinin yolunu tutmayız ve: “Elbani’yi tenkid etmeyin” demeyiz. Evet, onun
hataları din adına yayılmaktadır. İbn Baz’ın hatalarını, İbn Teymiye’nin
hatalarını tenkid etmeyin demeyiz.[1]
Yani hatanın hata olduğunun insanlara açıklanması gerekir. Bazen bu
hatayı yapan şahsın konumu üstün olabilir. Zira defalarca söylediğimiz gibi,
onun hatası, Allah’ın dinine nispet edilir.
Lakin – söylediğim gibi – ehli sünnet ile bid’at ehlinin ayrımını
yaparız. İbn Hacer ve başkalarının da dedikleri gibi: “Bid’atçi aşağılanır,
onun saygınlığı yoktur” O aşağılanır, çünkü maksadı kötüdür. Bid’atçi, Allah
Teâlâ’nın buyurduğu gibi hevâ ehlidir: “Sana Kitab'ı indiren O'dur. Onun
(Kur'an'ın) bazı âyetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab'ın esasıdır. Diğerleri de
müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek
için ondaki müteşâbih âyetlerin peşine düşerler. Halbuki Onun tevilini ancak Allah
bilir.” (Al-i İmran 7)
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Onun müteşabih
olanlarına tabi olanları gördüğünüz zaman, işte Allah’ın bahsettiği kimseler
onlardır. Onlardan sakının.”[2]
Allah Teâlâ onları; fitneyi amaçlamakla nitelemiştir. Apaçık ortada
olan muhkemi terk edip müteşabihlere tabi olurlar. Muteşabihe giderler, ona
bağlanırlar ve onunla delil getirirler.[3] Hidayet
ehli ve hak ehli olan sahabe ve tabiinin; müteşabihleri muhkemlere havale etme
yolunu tutmazlar. Muhkemi müteşabihe döndürürler.
Onlar kendi nefislerini saptırmak ve insanları saptırmak için
kasten müteşabihe dalarlar ve hevaya tabi olurlar. Neyi hak ederler? Alçaltılmayı
ve şu müteşabihlere tabi olanların derecesine kovulmayı hak ederler. Buna davet
eder hale geldiği zaman tenkid edilmesi bir yana, fitnesinin derecesine göre[4] öldürülür
veya dövülür.[5]
İhtiyaç ve zaruret halinde tenkidde sert davranılır.
Mesela Ahmed b. Hanbel rahimehullah şöyle demiştir: “Bir kimsenin
Hammad b. Seleme’yi karaladığını görürsen onu Müslümanlığı hakkında itham et”
Neden? Çünkü Hammad b. Seleme bid’at ehline karşı sert idi.[6]
Bid’at ehline karşı övülen bu sertlik, kötülenen bir hale
gelmemelidir. Bizler sertliği öğütlemeyiz. Lakin şayet nasihat eden kimsede
sürçme/sivrilik meydana gelse dahi, bu durum İslam’a ve sünnete bununla destek
olmaktan alıkoymaya bir vesile edinilemez.
Şüphesiz heva ehli şu an, mesela “falan kimsede sertlik var” sözüne
takılır ve onun kitaplarından uzaklaştırırlar.
Selef; “Falan kimse bid’at ehline karşı şedid/serttir” dedikleri
zaman onu kınamak için mi söylüyorlardı? Veya bununla şimdiki heva ehlinin
yaptıkları gibi Allah’ın yolundan alıkoymayı mı istiyorlardı?
İlim
ehlinin tenkid edilmesi ve ilim ehlinin birbirlerine yaptıkları tenkidlerle
insanlara hatayı beyan etmeleri, bu hatanın Allah’ın dinine nispet edilmesi
korkusundandır. Biz buna sadece caiz demiyoruz, bilakis farzdır diyoruz.
İnsanlara hakkı açıklamak ve hak ile bâtılın arasını ayırmak
farzdır. “Allah, kendilerine kitap verilenlerden, "Onu mutlaka insanlara
açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz" diyerek söz almıştı. Onlar ise
bunu kulak ardı ettiler, onu az bir dünyalığa değiştiler. Yaptıkları alış-veriş
ne kadar kötü!” (Al-i İmran 187)
“İsrailoğullarından kâfir olanlar, Davud ve Meryem oğlu İsa diliyle
lânetlenmişlerdir. Bunun sebebi, söz dinlememeleri ve sınırı aşmalarıdır. Onlar,
işledikleri kötülükten, birbirini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Andolsun
yaptıkları ne kötüdür!” (Maide 78-79)
Tenkid, münkere karşı çıkma babındandır. Büyük selefi şahısları
hata ettikleri zaman tenkid etmek ve hatalarını açıklamak, iyiliği emretmek ve
kötülüğü yasaklamak babındandır. Bu, Allah’ın farz kıldığı hakkı açıklama
türündendir. Allah’ın farz kıldığı nasihate dâhildir.[7]
Bu yüzden İbn Abbas radıyallahu anhuma’nın ve İmran b. Husayn radıyallahu
anh’ın ve başkalarının “ifrad”[8] görüşünden
dolayı Ömer radıyallahu anh’ı tenkid ettiklerini görürsün.
Bu tenkid mevcuttur ve büyük küçük, önemli önemsiz meselelerde
devam etmesi gerekir. Hata açıklanır. Bidat açıklanır. Hata tenkid edilir ve
bid’at de tenkid edilir. Bununla beraber sünnet ehli olana saygı belirtilir,
isabet eden müçtehidin iki ecir aldığı, hata edene ise bir ecir olduğu kabul
edilir. Allah’ın sünnet ehlini tenkidde bize din kıldığı budur. Bid’at ehline karşı
ise takınılacak tavır böyle değildir.
Bid’at ehli hakkında onların müçtehit oldukları söylemeyiz! Zira onlar
Allah’ın şahitliğiyle ve rasulü sallallâhu aleyhi ve sellem’in şahitliğiyle hevaya
tabi olan kimselerdir. Bid’atçi sapıktır. Şu an hata eder ve sana: “Bu bir
içtihattır” der. Sapmış fırkalar, Cemilu’r-Rahman’ı öldürmeye hükmettiğinde de:
“Bu bir içtihattır” dediler.[9]
Selefilerin kanlarını kendilerine göre içtihat saydıkları davalarla mubah
saydılar. Düştükleri hiçbir sapıklık ve bela yoktur ki “içtihattır” demesinler.
Bu islam’ı cıvıtmak ve bâtılı, sapıklığı ve bid’atleri hakka
karıştırmaktır. Hatalarından bile ecir alan müçtehitlerle Rasûlullah sallallâhu
aleyhi ve sellem’in cehennemle tehdit ettiği bid’atleri eşit görmektir![10]
Rasûlullah sallallâhu aleyhi
ve sellem: “Şüphesiz o sapıklıktır” ve “İşlerin en kötüsüdür” buyurmuştur.
Bu çözünme ve İslam’a zulüm hakkında Müslümanların basiretli
olmaları, hidayet ehlini ayırt etmeleri, onları nasıl tenkid edeceklerini ve
hatalarını nasıl açıklayacaklarını bilmeleri gerekir. Yine sapıklık ehline
nasıl davranılacağını ve onlarla nasıl muamele edileceğini de ayırt
etmelidirler.[11]
[1] Ebu Bekr el-Ferra şöyle demiştir: “Yusuf b. Esbat’a fitnelere dair
Vekî hakkında bir şey söyledim. Dedi ki: “O hocasına (Yani Hasen b. Hay’e) benziyor”
Yusuf’a dedim ki: “Bunun gıybet olduğundan korkmuyor musun?” Dedi ki: “Neden? ey
ahmak! Ben bu kimseler için babalarından ve annelerinden daha hayırlısını
yapıyorum. Ben insanları onların çıkardıkları şeylere tabi olmalarından ve
kendilerine zararlı olan şeylerden yasaklıyorum” Tehzibu’t-Tehzib, el-Hasen b.
Salih b. Hay’in hal tercemesi.
[3] İmam Ahmed, er-Reddu Ale’l-Cehmiyye’de şöyle demiştir: “Bid’atlerin
eğriliğine bağlanır, fitnenin gemlerine takılırlar. Onlar Kitap hakkında
ihtilaf eder ve Kitaba muhalefet ederler. Kitab’dan ayrılıkta bir araya
gelirler. Allah hakkında bilgisizce söz söyler, kelamın müteşabihiyle
konuşurlar. İnsanların cahillerini arzularına göre aldatırlar. Saptırıcıların
fitnesinden Allah’a sığınırız.” Bkz.: Mecmuu’l-Fetava (15/276)
[4] Hazır bulunanlardan birisi: “Bid’atçi kimse dayakla tazir edilir
veya öldürülür” dedin. Bunu kimin uygulayacağını açıklamanızı umuyoruz” dedi.
Şeyh Hafizehullah şöyle dedi: “Öldürme cezasını ve bid’at ehlini öldürmeyi şer’i
hakim uygular. Tazir cezasını hak edene tazir uygular. Bunu ancak şer’i hakim
yapar. Ama halktan fertlere gelince, bu iş onların elinde değildir. Zira bunu
yapmaya kalkarlarsa fesada ve fitnelere sebep olur.”
[5] Nitekim Ömer radıyallahu anh bid’atinden
dolayı Sabîg’e dayak cezası uygulamıştı. Süleyman b. Yesâr'dan:“Sabîğ isminde bir adam Medine'ye geldi ve
Kur'an'ın müteşâbih (âyetlerini) sormaya başladı. Bunun üzerine Ömer
(radıyallahu anh) ona, (yanına gelmesi için haber) gönderdi. Onun için de
hurma sapları hazırlamıştı. (Gelince ona) "Kimsin?" dedi. "Ben,
Allah'ın kulu Sabîğ'im." dedi. O zaman Ömer radıyallahu anh, o saplardan
bir sap aldı ve: "Ben, Allah'ın kulu Ömer'im!" diyerek onu dövdü.
Başı kanayıncaya kadar ona darbeler vurdu. Sonunda (adam) şöyle dedi: "Ya
Emîrelmü'minîn! Yeter! Önceleri kafamda bulmakta olduğum (kötü düşünceler) yok
olup gitti.” Darimi (146)
[6] Nitekim es-Siyeru A’lam’da (7/452) şöyle geçer: Nuaym b. Hammad
el-Huzaî Cehmiyye’ye karşı sert idi. Şöyle derdi: “Onlara karşı sert olmasaydım
onlardan olurdum…” Mecmuu’l-Fetava (10/301) Belki de bu meselede en güzel
kitap, değerli kardeşimiz Halid b. Dahvî ez-Zafirî’nin “İcmau’l-Ulema Ala Hecri
Ehli’l-Bid’a ve’l-Ehva” kitabıdır. Zira orada selefte bulunan sertliğin
kötülenmeyip, övülen sertlik olduğuna dair bölüm açmıştır. Derim ki: Burada sertlik
ile kastedilen; adalet üzerine kurulu olan dinin kayıtlarına bağlılıktır.
Nitelim şeyhimiz Allame (Mukbil b. Hadi) el-Vadii rahimehullah’ın şöyle
dediğini işittim: “Eğer insaftan ayrılmazsan hasmını gemlemiş olursun.”
[7] Allame b. Baz rahimehullah şöyle demiştir: “Hak ehli ne zaman hata
edenlerin hatalarını ve yanlış yapanların yanlışını beyan etmekten susarsa,
Allah’ın kendilerine emretmiş olduğu; hayra davet, iyiliği emir ve kötülüğü
yasaklama görevlerini yerine getirmemiş olurlar. Münkere karşı çıkmamak, yanlış
yapanın yanlışı üzerine devam etmesi ve hakka muhalefet edenin hatasında devam
etmesinden dolayı meydana gelecek vebal malumdur. Bu Allah Subhânehû ve Teâlâ’nın
emrettiği nasihat ve hayır üzerine yardımlaşma, iyiliği emretme ve kötülüğü
yasaklama emrine aykırılıktır. Başarı Allah’tandır.” (Tenbihat Ala Ma Ketebehu’s-Sabuni
Fi Sifatillahi Azze ve Celle s. 30)
[8] Muslim’in (1226) İmran b. Husayn radıyallahu anh’den rivayet
ettiği şu hadise işaret ediyor: “Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem ile
beraber temettü yaptık. Allah’ın kitabında temettu haccı hakkında ayet indi ve Rasûlullah
sallallâhu aleyhi ve sellem bunu emretti. Sonra temettüyü nesh eden bir ayet
inmedi. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem de vefat edinceye kadar bundan
yasaklamadı. Bir adam (yani Ömer radıyallahu anh) çıkıyor ve görüşüyle
dilediğini söylüyor!”
[9] Aynısını Faziletli muhaddis şeyhimiz Mukbil b. Hadi el-Vadii rahimehullah
da “Makteli Cemilu’rrahman el-Afgani” kitabında zikretmiştir.
[10] Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Bir mümin fasık gibi
midir? Bunlar eşit olmazlar.” “Müslümanları mücrimler gibi tutar mıyız? Size ne
oluyor, nasıl hükmediyorsunuz?”
[11] Şöyle soruldu: “Eğer tenkid eden kişi, bid’at ehline reddiye vermekle tanınmış
değilse bununla beraber onun kitapları bulunmayıp ancak ilim ehline reddiye
veriyorsa nasıl olur?”
Şeyh hafizehullah şöyle dedi: “Ben sözümü güzel maksat ve saygı ile
kayıtladım.”
Şöyle soruldu: “Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in tenkid
ederken hata eden sünnet ehlini ismen belirtmediğini öne sürerek, hata eden
sünnet ehlinin isminin belirtilmesi daima maslahat ve mefsedete göredir” diyen
kimse hakkında ne dersiniz? Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in tenkid
hususundaki siyretini ileri süren, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’i
ziyaret eden ve ibadeti hakkında soran üç kişi için Rasûlullah sallallâhu
aleyhi ve sellem’in: “bazı kimselere ne oluyor” demesini gerekçe gösteren
hakkında görüşünüz nedir? Sahihu Muslim’de geldiği gibi bir defasında doğrudan
tenkid ederek: “Sen ne kötü hatipsin” buyurmuş, ikinci bir mecliste ona işaret
ederek ve isim vererek “Hatiplerden birisi şöyle diyor” demiştir. Bir mecliste
hak, isim vermeden açıklanmıştır. “İsim vermek ve vermemek ancak maslahat ve
mefsedete bağlıdır. Bazen ilim talebesi gelse “Şeyh Abdulaziz şöyle diyor”
dese, İbn Baz onda bidat görse vb. insanlar anlamayıp Şeyh Abdulaziz’in bid’at
ehli olduğu düşüncesine düşebilirler. “İnsanlara anlayabilecekleri şekilde
anlatın” sünnet ehli olan kimsenin eleştirilmesinde isim vermenin maslahat ve
mefsedete bağlı olduğu görüşüne ne dersiniz. Çünkü Rasûlullah sallallâhu aleyhi
ve sellem bazen isim vermiş, bazen kinaye yapmıştır?”
Şeyh Hafizehullah şöyle cevap verdi: Maslahat ve mefsedeti gözetmek
İslam’da yüce bir esastır. Bu görüş haktan uzak değildir.
Bunu söylememiz, bizim isim belirtmeyi hep haram görmemiz demek
değildir. Deriz ki: maslahat ve mefsedet gözetilir. Fakih olan kişi ne zaman
isim belirteceğini, ne zaman umumi konuşacağını bilir.
Mesela bu asırda heva hakkında şöyle diyorlar, böyle diyorlar
diyerek konuşsan, sözünü kabul etmediklerinde bu nasıl olur? Görüşlerin sağlamasını
yapmayı talep ederler ve cilt ve sayfa numarası isterler. İnsanlar bu konuda
eserler yazmış ve örf haline gelmiştir. Ama isim vermeden “şöyle dediler, böyle
dediler” demek uygunsuz hale gelmiştir. Öncelikle bunu kim söyledi bilinmez. Senin
doğru söylediğinden de şüphe edebilirler. “Bu hevadan konuşuyor” derler.
Şuan bizler pek çok zaman şahısların ismini veriyoruz ve kaynağını
verip açıklıyoruz. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Sen fitneci misin
ey Muaz” buyurmuştur. “Muaviye fakirdir, Ebu’l-Cehm ise kadınları döven biridir”
buyurmuştur. Hind, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e kocası Ebu Sufyan’ın
ismini belirtmiştir…
Maslahat gerektirdiği zaman hata yapan insanın ismi de belirtilir.