Bu yazıyı Şeyh Mukbil b. Hadi rahimehullahın, hayatında
iken övdüğü bir istikamet üzere iken, şeyhin vefatından sonra menhecini bozan,
videoya çıkmaya başlayan, reklam etmemek için ismini zikretmek istemediğim
birinin, Şeyh Mukbil’in hayatta iken onayladığı en-Nasiha adlı eserinden
tercüme ettim - Ebu Muaz -
Allah’a davete nispet edilen bazı kimselerin Allah yolunda
cihad saydıkları şeylerden birisi de, seçimler yoluyla yöneticilerle ve
partilerle yönetim hususunda çekişmektir! Bu Allah Azze ve Celle adına ilimsiz olarak söz söylemektir.
Zira Allah yolunda cihad olması bir yana, salih gençleri bu kavgaya itmek dahi
caiz değildir. Bunun sebepleri şöyledir:
1- Yöneticilik talep etmektir. Bu ise Nebî sallallâhu aleyhi
ve sellem’in sakındırdığı bir iştir. Abdurrahman b. Semura radıyallahu anh’den:
Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem bana şöyle buyurdu: “Ey Abdurrahman!
Yöneticilik isteme. Zira o sana istediğin için verilirse ona havale edilirsin.
Eğer sen istemeden sana verilirse yardım görürsün. Bir yemin ettiğin zaman,
ondan başkasını daha hayırlı görürsen yeminine keffaret ver ve daha hayırlı
olanı yap.”[1]
Ebû Mûsâ radıyallahu anh’den: “Nebî sallallâhu aleyhi ve
sellem’e yanımda Eş’ari’lerden iki kişi ile beraber gittim. Biri sağımda,
diğeri solumda idi. Her ikisi de iş istedi. Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem misvaklanıyordu. Bunun üzerine: “Ne diyorsun ey Ebû Mûsâ?” yahut “Ey
Abdullah b. Kays!” dedi. Ben de: “Seni hak ile gönderen Allah'a yemin
ederim ki, bunlar kalplerinde olanı bana söylemediler. Ben bunların vazife
isteyeceklerini bilemedim” dedim. Ama dudağının altında misvakının
yükseldiğini (hâlâ) görür gibiyim. “Biz işimize, isteyeni tâyin etmeyiz!
Lâkin sen git ey Ebû Mûsâ!” yahut “Ey Abdullah b. Kays!” dedi. Ve
onu Yemen'e gönderdi. Sonra onun peşinden Muâz b. Cebel'i yolladı. Muâz onun
yanına varınca: (Ebû Mûsâ ona) buyur etti ve ona bir yastık serdi. Bir de baktı
ki, Ebû Musa'nın yanında bağlı bir adam var! “Bu kim?” diye sordu. Ebû Mûsâ: “Bu
bir yahudi idi; müslüman oldu. Sonra tekrar kendi dînine, kötülük dînine döndü
ve yahudî oldu” dedi. Muâz: “Bu adam öldürülünceye kadar oturmam! Allah'ın ve
Rasulünün hükmü budur” dedi. Ebû Mûsâ: “Otur! Evet!” dedi. Muâz: “O öldürülünceye
kadar oturmam! Allah'ın ve Resulünün
hükmü budur!” dedi. Bu üç defa tekerrür etti. Nihayet onun öldürülmesini emretti
ve öldürüldü. Sonra (Muâz'la Ebû Mûsâ) geceleyin namaz kılmayı müzâkere
ettiler, de biri (yâni Muâz): “Bana gelince: Ben hem uyurum hem namaza
kalkarım. Uykum esnasında da namazımda umduğumu umarım!” dedi.”[2]
Ebu Hureyre
radıyallahu anh’den: Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Şüphesiz
sizler yöneticiliğe hırs göstereceksiniz. Bu kıyamet gününde pişmanlık
olacaktır. (Yöneticilik) Ne güzel sütannedir ve ne kötü sütten kesicidir.”[3]
2- Din ve sünneti
alçaltmak, zayıf nefisleri Salihler hakkında onların makam ve başkanlığa hırslı
olmakla şüpheye düşürmek, dini kabul ve redde arz etmek. İşte bu, dine karşı
büyük alçaltmadır.
3- Bâtıl demokrasiyi
itiraf etmek. Genellikle bu işin arkasında demokrasiyi insanlara, bunun
İslam’daki Şura olduğu şeklinde arz etme vardır. Bu ise bâtıldır. Zira
demokrasi; halkın halkı yönetmesidir. Yani şayet halk dine karşı serkeşlik
etseler veya Allah’ın haram kıldığını helal, helal kıldığın haram yapsalar,
halkın hevasına göre helal ya da haram olur. Bu açık bir küfürdür. Demokraside
cahilin görüşü ile alimin görüşü, erkek ile kadın, Hristiyan ile Müslümanın
görüleri eşit sayılır. Bu ise dine karşı koymaktır. İstişarede ise ancak ehl-i
hal ve’l-akd olan ilim ehlinin görüşü söz konusudur.
4- Bu seçimlerde
ümmeti bölmek, fitnelere, aralarında kinleşmeye ve kavgalara sürüklemek vardır.
Bu ise Allah’ın ve rasulünün haram kıldığı bir şeydir. Nitekim Allah ümmeti
fırkalara ayrılmaktan ve her grubun kendi elindekiyle sevindiği gruplara
bölünmekten yasaklamıştır. Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “Dinlerini
parçalayan ve bölük bölük olan müşriklerden olmayın. Bunlardan her fırka,
kendilerinde olan ile böbürlenmektedir.” (Rum 31-32) Bu manada ayetler ve
hadisler çoktur.
5- Kaidenin ıslahı ve
Müslümanların kitap ve sünnet üzerine terbiye edilerek, daha önce anlatıldığı
gibi dinde güvenilir bir toplumun çıkması üzerine kurulu olan rasullerin yoluna
muhalefet. Nitekim bu konuda Ömer b. El-Hattab radıyallahu anh’den gelen şu
rivayeti delil getirmişlerdir: “Muhakkak ki Allah Kur’an ile durdurmadığını
sultanla/kuvvetle durdurur.”[4]
Eğer bu sahihse, mevkuftur. Bununla beraber bu ancak dini ikame eden olduğu
zaman söz konusu olur. Allah’ın dini adına eman vermeye hak sahibi olan nerede?
6- Bu yolu tutanlar defalarca kayba uğramayı ve pişmanlığı
tecrübe ederler. Nitekim Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem: “Mü’min aynı
delikten iki defa ısırılmaz” buyurmuştur. Lakin onlar ne ibret alırlar, ne de
öğüt!
7- İhlaslı gençlerin gayretlerini karşılıklı suçlamalar ve
tezahuratlarda zayi etmek. Şayet bu gençler kitap ve sünnet üzere
yetiştirilmeye yönlendirilseydiler pek çok hayır kazanılırdı. Lakin bunlar,
onları ve gayretlerini zayi etmektedirler. Allah’tan bizim için ve onlar için
hidayet isteriz.
8- Bu kavgalar çoğunlukla Cezair’de olduğu gibi kanlı biter.
İslamcılar neredeyse iktidar sahibi olacaklardı. Sonra durum İslam ve
Müslümanlar için malum kötü hale dönmüştür.
Şeyhimiz Mukbil b. Hadi rahimehullah’a bazılarının şu sözü
soruldu: “Şeyh İbn Baz ve Şeyh İbn Useymin, İslam’ın maslahatına uygun ise
parlementoya girmeye cevaz veriyorlar. Diyorlar ki: “Bu gibi meseleler kabul
edilebilecek içtihat kabilindendir.” Buna reddiyeniz nedir?
Şeyh Mukbil şöyle cevap verdi: “Bütün mesele bu hususun bu
iki şeyhten sabit olmasıdır. Eğer bu sabitse, Sünnet ehli taklid etmez. Biz âlimlerimizi
şer’î olarak severiz. Allah’a hamd olsun onları savunuruz. Lakin belki de iki
şeyh, millet meclisinde neler olduğunu bilmiyorlardır. Nitekim Yemen Millet
Meclisinde içki konuşulmuş, oradakilerden biri: “Bunu oylamaya gerek yok. Bu
konuda Kur’ân ayeti ve nebevî hadisler vardır” demiş, meclis başkanı Yasin Said
Nu’man: “Sözün doğrudur. Lakin meclisin sözü daha doğrudur” demiştir. Bu bir
küfür değil midir?
Rabbu’l-İzzet Kerim Kitab’ında şöyle buyuruyor: “Yoksa,
Allah'ın dinde izin vermediği bir şeyi onlara meşru kılacak ortakları mı vardır?”
(Şura 21)
Meclis üyelerinden olan Kabile şeyhlerinden biri beni
ziyaret etti. Ona: “Siz kendinizi kanun/din koyucu olarak isimlendiriyor
musunuz?” dedim. “Evet. Biz kendimizi kanun koyucu olarak isimlendiriyoruz”
dedi. Rabbu’l-İzzet, Kerim Kitab’ında şöyle buyurmuştur: “Allah’ın
indirdikleri ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir.” (Maide 44) Nebî
sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Haber, görmek gibi değildir.”
İhvanu’l-Muslimin’den bir şahıs Şeyh İbn Baz’a veya Şeyh İbn
Useymin’e gelir, sarıklıdır, sakal bırakmıştır, bıyığını kısaltmıştır, sonra
şeyhe hükmün tamamen İslam’a ait olduğunu anlatır ve der ki: “Ey Şeyh! Eğer biz
buraya girmezsek komünistler makamları kapacak ve bizi ülkeden çıkaracaklar”
Derim ki: Onlar komünistlere beşik hazırlayanlardır.
Komunistlerin millet meclisine gitmesine razı oluyorlar. Nitekim Yemen’deki komünistler
parmakla sayılacak kadardır. Baasçılar parmakla sayılacak kadardır. Onları kabullenirler,
onların her bağıranın peşinden giden halka mal dağıtmasına imkân verirler. Onlar
da kazandıklarını kazanırlar. Aksi halde bu gibi kimseler parmakla sayılacak
kadardırlar. Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in: “İman Yemen’lidir. Hikmet
yemenlidir” buyurarak övdüğü temiz topraklara bu pislik ayakların basmasına
razı olurlar. Onları komünist parti, baas partisi, Nasırî, Rabıta partisi ve
daha başka partiler olarak kabullenirler.
Nitekim daha önce söylemiştim: Şayet eşek konuşabilse onlar:
“Görüşünü ifade etsin” derler.
Millet meclisi ile şura meclisi arasında büyük fark vardır.
Şura meclisi ehl-i hal ve’l-akd olan insanların ellerinde olur. Millet meclisindekiler
arasında ise namaz kılan vardır, kürsüye düşkündür, aralarında eşekler vardır, söz
sahibi olan kadın vardır, görüşünü ifade eder. Bu İslam dininde var mıdır?”[5]
Yine Şeyhimiz Mukbil rahimehullah şöyle demiştir: “Beni Kadı
Muhammed Katran ziyaret etti. Ona: “Bu oylama tagutî bir oylamadır” dedim. Dedi
ki: “Belki de yönetimi barış yoluyla alırız.” Ben dedim ki: “O zaman başkan o
yönetimi barış yoluyla vermezse ne yaparsınız?” dedi ki: “Barış yoluyla
vermezse onunla savaşırız.” Ben: “Bu söz İhvanu’l-Muslimin’den üç kişinin
sözüdür. Hakikatte onlar faziletli kimseler. Nitekim onlara aynı soruyu sordum.
Aynı cevabı verdiler.”[6]
Derim ki: işte bu, daha önce bahsettiğimiz sakıncalar
arasında; “gençleri Müslümanlar ile yönetim arasında savaş suretiyle, Cezair’de
olduğu gibi fitneye sürüklemek” sözünün tasdikidir. Allah yardımcımız olsun.
Mütercim’in notu:
Nitekim Şeyh Mukbil rahimehullah’ın işaret
ettiği gibi Arap Baharı denilen ve Allah’ın rızık taksimine isyan ateşinde intihar ile başlayan
komplo tezgahı saat gibi işlemiş, sonra İhvanu’l-Muslimin’in habis akideli azgınları
Mısır’da Müslümanların sokaklara dökülmelerine sebep olmuş, dünyanın bir çok
yerinde, dinleri naslara değil de hislerine bağlı cahil Müslümanlar, bu
çıkışları İslamî zanneder olmuştur. İslam düşmanlarının sinsi tuzakları tutmuş,
facebook denilen ihanet kanalına maalesef kendilerine “Selefî” diyen bazı
basiretsiz kimseler dahi üye olmuşlar, demokratik düzende oy kullanma pisliği,
İslamî ambalajlar içerisinde sunulmuş, imanlarını zatu envatlara asmış gafiller
oy kullanma davetini sanki cihad ediyor havasında sunmuşlar, bu davet mescitlere
dahi girmiş, hilekar kafirler demokrasi dinini, Müslümanların dilleri üzerinden
pazarlama ve savundurma imkanı bulmuşlardır. Mitingler demokrasi için, kavgalar
demokrasi için, hatta savaşlar/cihadlar(!) demokrasi içindir artık!
Bizzat gözlerimizle, kulaklarımızla şahit olmuşuzdur ki, bu
pisliğe bulaşan hiç kimse İslam’dan, Kur’an ve sünnetin hükümlerinden artık
razı olmamakta, ashabın yaşadığı dini aşırılık, kabalık, sertlik, üslupsuzluk,
maslahatı gözetmemek olarak görmekte, Mescidlerde başlayan İslam davetinden
fersah fersah uzaklaşıp, türedi dernekler ve seminerler tezgâhını cazip
görmekte, başına felaket gelen Müslüman, mescide sığınıp Allah’a yakınlaşacağı
yere, dernek evine sığınıp Allah adına aldanmaktadır. Allah’ın adını, rasulün
adını, selefin menhecini argüman olarak kullanarak, Allah’ın kitabına harp
açmakta, rasulün sünnetinden yan çizmekte, selefin menhecinden yellenerek
kaçmaktadırlar! Dilleri “Önce Tevhid” derken, Fiilleri: “Önce tevhid yıkılmalı!”
demektedir. Çok takkeler düşecek, çok keller görünecek, lakin iş işten geçmiş,
atı alan Üsküdarı aşmış olacak! Hoş, hevâlar boya seviyor, süsü, gösterişi
seviyor, Üsküdarı aşanları “Bin atlı çocuklar gibi şendik” marşlarıyla karşılasalar,
bu manzaraya alıştık, “Garp cephesinde
yeni bir şey yok” der geçeriz!