Hadis inkârcılarının
en habislerinden olan tarihselciler, önlerini açabilmek için cahil halk indinde
büyük bir revaç bulan Ebu Hanife’yi kullanmak isterler.
Devekuşu meşrepli
sapık Sururî Abdullah Yolcu da ekmek parası için Ebu Hanife’nin yağından ve
etinden faydalanmak için pazarlama yapmakta, muhaddislerin ittifakıyla hadiste
zayıf ve menhec imamlarının ittifakıyla akidesi bozuk olan Ebu Hanife’yi
aklamaya çalışarak: “Hâlif, tu’raf: muhalefet et tanınırsın” prensibiyle
hareket etmektedir. Her ne kadar bu sözü kendisi aleyhimize kullanmaya çalışsa
da aramızda fark var. Biz, bâtıla ve bâtıl ehline muhalefet edip ahirette
tanınmak istiyoruz, o ise hakka ve hak ehline muhalefet edip dünyada tanınmak
istiyor.
Son günlerde
artık herhangi bir ima ya da kapalılık olmaksızın açıkça “Kur’an mahlûktur”
şeklindeki küfür akidesini dile getirmeye cesaret bulan, “Kur’an’ı
ilahlaştırıyorlar” diyen zındık M. İslamoğlu da Ebu Hanife’yi kullanmak
isteyenlerin başında gelmektedir. Çünkü Kufe’de “Kur’an mahlûktur” sözünü ilk
söyleyen Ebu Hanife idi.
Bu hususu İbn
Hibban, el-Mecruhin adlı eserinde (3/61vd.) şöyle nakleder:
Bize Zekeriya b.
Yahya es-Saci Basra’da rivayet etti, dedi ki: bize Bundar ve Muhammed b. Ali
el-Mukaddemî rivayet etti, dedi ki; bize Muaz b. Muaz el-Anberi rivayet etti,
dedi ki: Sufyan es-Sevri’nin şöyle dediğini işittim: “Ebu Hanife küfürden iki
sefer tevbe ettirildi.”
Bize Ahmed b.
Yahya b. Zuheyr Tuster’de haber verdi, dedi ki; bize İshak b. İbrahim el-Begavi
rivayet etti, dedi ki: bize el-Hasen b. Ebi Malik, Ebu Yusuf’tan rivayet etti,
dedi ki: “Kur’an’ın mahluk olduğunu söyleyen ilk kişi Ebu Hanife’dir.” Yani Ku’fe’de
ilk söyleyen kişi demek istiyor.
Bize el-Huseyn b.
İdris el-Ensari haber verdi, dedi ki: bize Sufyan b. Veki rivayet etti, dedi
ki; bize Ömer b. Hammad b. Ebi Hanife rivayet etti dedi ki: “Babamı şöyle
derken işittim: “Ebu Hanife şöyle derken işittim: “Kur’an mahlûktur.” Bunun
üzerine İbn Ebi Leyla ona şöyle yazdı: “Ya bundan dön, ya da sana yapacağımı
yaparım. O da: “Döndüm” dedi. Evine geldiği zaman dedim ki: “Baba, bu senin
görüşün değil mi?” Ebu Hanife de dedi ki: “Evet ey oğlum! Şimdi de görüşüm budur.
Lakin takiyyeden başkasına yol bulamadım.”
Muhammed Hayyat el-Ensari, Mu’cemu’r-Rical
ve’l-Hadis’te (1/228) Ebu Hanife hakkında söylenenleri oldukça özetleyerek
şöyle toparlayıp aktarmıştır:
“Ebu Hanife Nu’man b. Sabit, Tirmizi ve Nesâî’nin
ricalindendir. Kufe’lidir. Hicri 150 yılında ölmüştür.
Sufyan es-Sevri dedi ki: “Sika
(güvenilir) değildir.”
Nesâî dedi ki: “Hadiste kavî değildir. Az
hadis rivayet etmesine rağmen çokça yanlış ve hata yapardı.”
En-Nadr b. Şumeyl dedi ki: “Hadiste metruktür
(şiddetli zayıflığından dolayı terk edilmiştir)
İbn Adiy dedi ki: “Rivayetlerinin
genelinde yanlışlar, tashifler (kelime değişiklikleri) ve eklemeler vardır.”
İmam Malik b. Enes dedi ki: “İslam’da Müslümanlara
karşı Ebu Hanife’den daha zararlı birisi doğmamıştır. Re’y’i (görüşü) kusurlu
idi.”
Ali b. Haşrem dedi ki: Ali b. İshak
es-Semerkandi’nin şöyle dediğini işittim: “(Abdullah) İbnu’l-Mubarek’i şöyle
derken işittim: “Ebu Hanife hadiste yetimdir”. İbnu’l-Mubarek ömrünün
sonlarında Ebu Hanife’yi (ondan rivayeti) terk etmiştir.”
Hammad b. Seleme, Ebu Hanife’ye lanet
ederdi.
Şu’be, Ebu Hanife’ye lanet ederdi.
Ahmed b. Hanbel dedi ki: “İbnu Uyeyne’nin
şöyle dediğini işittim: “Ebu Hanife küfürden iki defa tevbe ettirildi.”
Yusuf b. Esbat dedi ki: “Ebu Hanife
fıtrat üzere doğmamıştır.” Yine şöyle dedi: “Ebu Hanife Nebî sallallahu aleyhi
ve sellem’den gelen dört yüz hadisi reddetmiştir.”
İbn Ebi Uveys dedi ki: “Dayım Malik b.
Enes bana dedi ki: “Ebu Hanife şifa bulmaz bir derttir. O sünnetlere karşı
çekişirdi.”
Vakıdî dedi ki: “Ebu Hanife hadiste zayıf
idi. O re’y ashabı idi. Ebu Hanife tevhid hakkında ne söyleyebilir ki?”
Yahya b. Hamze ve Said b. Abdilaziz
dediler ki: “Ebu Hanife’nin şöyle dediğini işittik: “Şayet bir kimse Allah’a
yaklaşmak için şu katıra ibadet etse bunda sakınca görmem.”
Nübüvvet hakkında görüşü: İbn Uyeyne dedi
ki: “Ebu Hanife’ye Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den bir hadis rivayet
ettim, “Hayır öyle olmaz” dedi.
Ebu Hanife dedi ki: “Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in anne ve babası küfür üzere öldüler.” Yine şöyle
demiştir: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in annesi Amine bt. Vehb
cehennemde ebedi kalıcıdır.”
Şureyk dedi ki: “Ebu Hanife ve ashabının
mezhebi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den gelen rivayetleri reddetmektir.”
Ebu Bekr radıyallahu anh hakkındaki
görüşü: Abdullah b. Ahmed dedi ki: Bana İbrahim b. Said rivayet etti, dedi ki:
Bize Ebu Tevbe rivayet etti, o Ebu İshak el-Fezari’den rivayet etti: “Ebu
Hanife şöyle derdi: “İblisin imanı ile Ebu Bekr es-Sıddık (radıyallahu anh)ın
imanı birdir. Ebu Bekr de: “Ya rab” diyor, İblis de: “Ya rab diyor.”
Kaynaklar: İbnu’l-Cevzi, ed-Duafa ve’l-Metrukin
(3/163 no: 3539) İbn Sa’d, Tabakatu’l-Kubra (6/368) Abdullah b. Ahmed, es-Sunne
(1/211 no: 345)
M. İslamoğlu gibi zındık Rasul
düşmanlarının kinlerinden gebermesi için, yılışık dilleriyle haysiyetsizce
sataştıkları, Ehl-i Sünnetin İmamı Ahmed b. Hanbel’in Cehmî sapkınlığına karşı ibretlik
mücadelesini yâd edeyim:
Salih b. Ahmed b. Hanbel, babasının şöyle
dediğini nakleder: “Ramazan ayının 17’sinde, beni sadece bir bağ ile bağladılar
ve hapisten, İshak b. İbrahim’in evine nakledildim. Her gün yanıma iki adam
geliyor – Ahmed bunların adını verdi. Ravi Ebu’l-Fadl “Bunlar Ahmed b. Rabah ve
Ebu Şuayb el-Haccac idi” dedi – ve benimle konuşup münazara ediyorlardı. Gitmek
istedikleri zaman bir bağ isteyip onunla beni bağlıyorlardı. Bu durumda üç gün
geçirdikten sonra ayaklarımda dört bağ vardı.”
Bir gün konuşma arasında yanıma
gelenlerden birine Allah’ın ilmi konusunda sorunca: “Allah’ın ilmi mahluktur”
cevabını verdi. Ben: “Ey kafir! Küfre girdin” dedim. İshak tarafından
gönderilen ve yanlarında olan kişi: “Bu kişi müminlerin emirinin elçisidir”
deyince ben: “Bu kişi Allah’ın ilminin mahluk olduğunu iddia ediyor” dedim.
Adam, Ahmed’e şaşkın bir şekilde baktı ve çekip gittiler.
Babam şöyle dedi: “Allah’ın isimleri Kur’an’da
mevcuttur. Kur’an ise Allah’ın ilmindendir. Kur’an’ın mahluk olduğunu iddia eden
kafirdir. Allah’ın isimlerinin mahluk olduğunu iddia eden de kafir olur.”
Babam şöyle anlattı: “Dördüncü gece
yatsıdan sonra (Abbasi halifesi Mu’tasım) beni İshal b. İbrahim el-Mavsili’ye
gönderdi. İshak’ın yanına girince bana: “Ey Ahmed! Vallahi sen canını tehlikeye
atıyorsun. (Mu’tasım) seni kılıçla öldürmemeye yemin etti. Seni devamlı
dövdürecek ve güneşi görmeyeceğin bir yere hapsedecek. Allah Teâlâ şöyle
buyuruyor: “Doğrusu biz onu Arapça olarak okunacak bir Kur’an yaptık ki akıl
erdiresiniz” (Zuhruf 3) buyurmuyor mu? Yapılan şey de mahluk değil mi?” deyince
ben: “Sonunda onları yenilmiş ekin gibi yaptı” (Fil 5) ayetinde onları (Fil
ordusunu) helak mı etti, yarattı mı?” dedim. Bunun üzerine İshak: “Bunu götürün”
dedi.
Babam der ki: “Dicle kenarına indirildim.
Babu’l-Bustan denilen yere götürüldüm. Yanımda Buga el-Kebir ve İshak’ın
elçilerinden biri vardı. Buga, farsça olarak Muhammed b. El-Muharibi’ye: “Bu
adamdan ne istiyorsunuz?” diye sorunca Muhammed: “Onun Kur’ân’ın mahluk
olduğunu söylemesini istiyorlar” karşılığını verdi. Buga: “Ben bu sözlerden bir
şey anlamam. Sadece Allah’tan başka ibadete layık hak ilah olmadığını, Muhammed
(sallallahu aleyhi ve sellem)in O’nun rasulü olduğunu ve müminlerinin emirinin Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in akrabası olduğunu bilirim” dedi.
Babam şöyle dedi: “Dicle kıyısına gelip
kayıktan indirildiğim zaman neredeyse yüz üstü düşecektim. Beni eve götürüp
odaya çıkardılar ve kapattılar. Kapıda bir adam görevlendirildi. Gece
karanlığında kandilin olmadığı bir saatte abdest almam gerekti ve elimi bir
şeyler bulma umuduyla uzattım. Elime içinde su ve leğen olan bir şey değdi.
Namaz için hazırlanıp namaza durdum. Sabah olunca elçi gelip elimi tutarak beni
avluya geçirdi. O oturmuş İbn Ebi Duad da orada idi. Arkadaşlarını toplamıştı
ve ev tıkabasa doluydu. Yaklaştığım zaman selam verdim. Bana: “Yaklaş” dedi ve
yanına varıncaya kadar beni yaklaştırdı.
Sonra “Otur” deyince oturdum. Üzerimdeki zincirler bana ağır gelmeye
başlamıştı. Bir müddet bekledikten sonra: “Konuşmam için izin verir misin?”
dedim. Bana: “Konuş” deyince ben: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem neye
davet etti?” diye sordum. O: “Allah’tan başka hak ilah olmadığına” karşılığını
verince ben: “Ben Allah’tan başka hak ilah olmadığına şahitlik ediyorum” dedim
ve şöyle devam ettim: “Deden İbn Abbas (radıyallahu anhuma) şöyle anlatır: “Abdulkays’tan
bir heyet Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e gelince onlara Allah’a iman
etmelerini emretti ve “Allah’a iman etmenin ne olduğunu biliyor musunuz?” diye
sordu. Onlar: “Allah ve rasulü daha iyi bilir” dediler. “Allah’tan başka hak ilah
olmadığına, Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in de O’nun rasulü olduğuna
iman etmek, namaz kılmak, zekat vermek, ramazan ayında oruç tutmak ve
ganimetten beşte birini vermeniz” buyurdu.
Ebu Hamza, İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan
şöyle nakleder: “Abdulkays heyeti Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e geldikleri
zaman Allah’a iman etmelerini emretti… deyip hadisin devamını aktardı. Ebu’l-Fadl
ekledi: “Babam şöyle dedi: “O zaman bana eğer seni benden önce olanın elinde
bulmasaydım sana bir şey yapmazdım.” Sonra Abdurrahman b. İshak’a dönüp: “Ey
Abdurrahman! Bundan zorluğu kaldırmanı emretmemiş miydim?” dedi.
Babam dedi ki: “Ben kendi kendime Allah
en büyüktür. Bunda Müslümanlar için bir rahatlık vardır” dedim. Sonra: “Onunla
münazara edip konuşun” deyip, “Ey Abdurrahman! Onunla konuş” dedi.
Abdurrahman bana: "Kur'ân hakkında
ne diyorsun?" diye sordu. Ona cevap vermedim. Mutasım: "Ona cevap
ver." deyince ben, Abdurrahman'a: "İlim hakkında ne diyorsun?"
diye sordum. Abdurrahman sustu. Ben: "Kur'ân, Allah'ın ilmindendir. Her
kim Allah'ın ilminin mahlûk olduğunu iddia ederse Allah'ı inkar etmiş
olur." dedim. Abdurrahman sustu. Sonra halife Mutasım'la aralarında şöyle
konuştular: "Ey mü'minlerin emiri, bu adam hem seni hem de bizi tekfir
etti." Ama Mutasım, onun bu sözüne iltifat etmedi. Abdurrahman:
"Allah varken Kur'ân yoktu." dedi. Ben de: "Allah vardı da o
zaman ilim yok muydu?" diye sordum. Abdurrahman sustu. Şuradan buradan
konuşanlar oldu. Ben de: " Ey Mü’minlerin emiri! Bana Allah’ın kitabından
veya Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetinden sizin
söylediklerinizi ispatlayan bir şey verin" dedim. İbn Ebi Duad: "Sen
ancak Allah'ın kitabından ve Rasûlünün sünnetinden mi bahsedersin?"
deyince ben ona şu karşılığı verdim: "Bu ikisi olmadan İslâmiyet ayakta
durabilir mi?!"
İbn Ebi Duad: “Vallahi ey mu’minlerin
emiri! Bu kişi sapıklığa düşmüş ve başkasını da saptıran bid’atçi biridir. İşte
kadıların ve fakihlerin burada. Onlara sorabilirsin” deyince, “Onun hakkında ne
dersiniz?” diye soruyor, onlar da: “Ey müminlerin emiri! Bu kişi sapık ve
saptırıcı, bid’atçi biridir” diyorlardı. Benimle konuşmaya devam ediyorlar,
fakat benim görüşüm onların görüşüne üstün geliyordu. Aralarından birisi şöyle
dedi: “Allah Teâlâ: “Rablerinden kendilerine gelen her yeni (muhdes) uyarıyı
ancak alaya alarak dinliyorlar” (Enbiya 21) buyuruyor. Muhdes olan şey de ancak
yaratılmış demektir”
Ben adama: “Allah Teâlâ: “Sad. Zikr’li
Kur’an’a yemin olsun” (Sad 1) buyuruyor. Kur’an, zikirdir. Zikr de Kur’an’ın
kendisidir. Yazıklar olsun sana. Bunda (Zikr kelimesinde) elif lam da yoktur”
dedim. İbn Semma’a ne dediğimi anlamayınca: “Bu ne diyor?” diye sormaya
başladı. Oradakiler: “Şöyle şöyle diyor” dediler. İçlerinden biri Habbab’ın: “Gücünün
yettiği ile Allah’a yaklaş. Allah’a O’nun kelamından daha güzel bir şeyle
yaklaşamazsın” sözünü hatırlatınca ben: “Evet, dediğin gibidir” dedim. Bunun
üzerine İbn Ebi Duad adama kızgın bir şekilde bakmaya başladı. İçlerinden biri:
“Allah Teâlâ: “O her şeyin yaratıcısıdır” (En’am 102) buyurmuyor mu?” deyince
ben: “Allah Teâlâ: “Rabbinin emri ile her şeyi yakar mahveder” (Ahkaf 29)
buyuruyor. Halbuki kasırga ancak Allah’ın dilediğini mahvetti” dedim.
Birisi
İmran b. Husayn’ın: “Allah zikri yazdı” hadisini, “Allah zikri yarattı”
şeklinde zikredip: “Bu konuda ne dersin?” diye sorunca ben: “Bu okunuş
yanlıştır. Bunu birden çok kişiden: “Allah zikri yazdı” şeklinde dinledik”
dedim. Aralarında herhangi birinin söyleyecek sözü kalmayınca İbn Ebi Duad araya
girip konuşuyordu... (Ebu Nuaym Hilye 9/197-204)
İbn Kesir el-Bidaye’de bunun devamını şöyle
anlatıyor: “Mutasım, ikinci gün de onları huzurunda topladı. Yine İmam Ah-med
b. Hanbel'le münazara ettiler. Üçüncü gün de bu münazaralar devam etti. Bütün
bu münazaralar esnasında İmam Ahmed b. Hanbel'in sesi onlarınkinden daha
yüksekti. Delili onların delillerini alt ediyordu. Sustuklarında İbn Ebi Duad
konuşmayı başlatıyordu. O, arkadaşları arasında ilimden ve kelamdan yana en
cahil olandı. Çeşitli meselelerde tartıştılar. Nakil bilgileri yoktu,
rivayetleri inkâr etmeye ve onlarla ihticac edilemeyeceğini söylemeye
başladılar.
İmam Ahmed b. Hanbel diyor ki: “Herhangi
bir kimsenin söyleyeceğini zannetmediğim sözleri onlardan duydum. İbn Gıyas, benimle uzun uzadıya konuştu. Cisimden ve diğer
şeylerden, fayda vermeyecek şekilde söz etti. Kendisine: "Ne dediğini
anlamıyorum; yalnız şunu biliyorum ki, Allah birdir. Hiçbir şeye muhtaç
değildir, her şey O’na muhtaçtır. Onun misli yoktur." dedim. O da sustu.
Bana bir şey diyemedi. Ahirette Allah Teâlâ'nın görüleceğine dair hadisi onlara
naklettim. Bu hadisin senedinin zayıf olduğunu ispatlamaya çalıştılar. Bazı
hadisçilerin sözlerinden alıntılar yaparak bu hadisi çürütmek istediler, ama
ne gezer. Bunu yapamadılar. Mızraklarını uzak yerlerden hedefe nasıl
ulaştıracaklardı?”
Bu esnada halife Mutasını, İmam Ahmed b.
Hanbel'e lütufkâr davranıyor ve ona: "Ey Ahmed! Bu hususta bana icabet et
ki, seni has adamlarım ve meclisimde bulunan arkadaşlarımın arasına
katayım." diyordu. İmam Ahmed b. Hanbel de ona şu karşılığı veriyordu:
"Ey mü'minlerin emiri! Bana bu hususta Allah'ın kitabından veya Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem'in sünnetinden deliller getirsinler ki görüşlerine
muvafakat edeyim."
Onlar rivayetleri inkâr ettikleri zaman,
İmam Ahmed onlara karşı şu ayet-i kerimeleri delil olarak ileri sürdü:
"Babacığım! İşitmeyen, görmeyen ve
sana faydası olmayan bir şeye niçin tapıyorsun?" (Meryem, 42)
"Allah, Musa'ya hitab etmişti."
(en-Nisâ, 164.)
"Şüphesiz ben Allah'ım. Benden başka hak
ilah yoktur. Bana kulluk et." (Tâ-Hâ, 14.)
Karşısındakilerin artık ileri sürecekleri
delilleri kalmayınca, bu defa halifenin otoritesini kullanmaya yönelip dediler
ki: "Ey mü'minlerin emiri! Bu adam kafir, sapık ve saptırıcıdır."
Bağdat valisi İshak b. İbrahim de halifeye
şöyle dedi: "Ey mü'minlerin emiri! Bu adamı serbest bırakıp da iki
halifeyi mağlup etmesine müsaade etmen, halifeliğin tedbirinden
değildir." Onun bu sözü üzerine halife hamiyete gelip şiddetle gazaplandı.
Oysa halife onlar arasında en yumuşak huylu biriydi. Kendini bir şey bilen ve
doğru yolda olduğunu zanneden biriydi. O zaman halife, İmam Ahmed'e:
"Allah sana lanet etsin. Bana icabet edeceğini ummuştum. Ama icabet
etmedin." dedi. Sonra da görevlilere: "Şunu yakalayın, elbiselerini
çıkarın ve sürüyüp götürün!" diye emir verdi.
İmam Ahmed b. Hanbel, olayın bundan
sonrasını şöyle anlatıyor: “Yakalanıp elbiselerim çıkarıldı ve beni sürüyüp
götürdüler. Sonra işkenceciler ve kırbaççılar geldi. Ben onlara bakıyordum,
yanımda elbisemin bir tarafına gizlenmiş Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in
vücudunun birkaç tüyü vardı. Elbiselerimi çıkardılar, işkencecilerin önüne bırakıldım.
Dedim ki: "Ey mü'minlerin emiri!
Allah'tan kork, Allah'tan! Zira Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
buyuruyor ki: "Allah'tan başka ilah bulunmadığına şahadet eden Müslüman
bir kişinin kanı ancak şu üç şeyden biri nedeniyle helal olur." Bu
hadisin tamamını kendisine okudum sonra yine dedim ki: “Ey mü'minlerin emiri!
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir başka hadisinde de şöyle buyuruyor:
"Allah'tan başka ilah yoktur deyinceye kadar insanlarla savaşmakla
emrolundum. Eğer bu kelimeyi söylerlerse kanlarını ve mallarını benden
korurlar." Şimdi sen, bu işlerden birini işlemediğim halde ne diye benim
kanımı mubah kılıyorsun? Ey mü'minlerin emiri! Benim şimdi senin huzurunda
duruşum gibi senin de yarın Allah divanında duracağını düşün!"
Ben böyle dedikten sonra biraz çekinir gibi
oldu. Sonra etrafındakiler ısrarla ona: "Ey mü'minlerin emiri! Bu sapık,
saptırıcı bir kafirdir." dediler. O da emir verdi, beni işkencecilerin
önüne götürdüler. Bir kürsü getirildi ve kürsünün üzerine oturtuldum.
İşkencecilerden biri ellerimle iki tahtadan birini tutmamı bana emretti. Bunun
sebebini anlamadım. Elbiselerimi çıkardılar. Kırbaççılar, kırbaçlarıyla geldiler.
Onlardan biri bana iki kırbaç vurunca halife Mutasım ona: "Şiddetle vur!
Allah senin elini koparsın!" dedi. Bir başkası geldi, o da bana iki kırbaç
vurdu. Sonra bir başkası geldi, o da aynı şekilde beni kırbaçladı. Bana birkaç
kırbaç vurmalarından sonra bayıldım. Aklımı defalarca kaybettim. Dayak durunca
aklım başıma geliyordu. Mutasım kalkıp yanıma geliyor ve adamlarının
fikirlerini kabul etmemi istiyordu. Ben ise kabul etmiyordum. Onlar:
"Yazıklar olsun sana, halife senin yanı başmda duruyor!" demeye
başladılar. Ben yine kabul etmeyince beni yine dövmeye başladılar. Halife
Mutasım, tekrar yanıma geldi. Bu fikirleri kabul etmemi istedi. Ben kabul
etmedim. Yine dövmeye başladılar. Üçüncü kez halife yanıma geldi. Beni bu
fikirleri kabul etmeye davet etti. Ama dayağın şiddetinden onun dediklerini
anlayamıyordum. Tekrar beni dövmeye başladılar. Aklım gitti, artık dayağın
şiddetini hissedemiyordum. Şiddetli derecede dayak yediğimden ötürü artık
hissimi ve korkularımı kaybetmiştim. Halife Mutasım emir verdi. Beni serbest
bıraktılar. Ama hiçbir şeyin farkında değildim. Sonra evimin bir odasında
olduğumu gördüm. Ayaklarımdaki bağlar çözülmüştü. Bu hadise, hicretin 221.
senesinin ramazan ayının 25. gününde vuku bulmuştu.
Sonra halife onun, ailesine verilmesini
emretti. Ona toplam olarak 300 küsur kırbaç vurulmuştu. Seksen kırbaç
vurulduğu da söylenir. Ama çok şiddetli darbeler yemişti.
İmam Ahmed b. Hanbel; uzun boylu, ince
endamlı, esmer tenli, çok mütevazi bir kimseydi. Allah ona rahmet etsin.
Ahmed b. Hanbel, hilafet sarayından İshak
b. İbrahim'in makamına götürülürken oruçluydu. Kendisine iftar etmesi için un
bulamacı getirdiler, ama orucunu bozmadı ve vaktine kadar tamamladı. Namaz
vakti geldiğinde onlarla beraber öğle namazını kıldı. Kadı İbn Semma'a ona:
"Sen kanlı kanlı mı namaz kıldın?!" deyince; "Ömer radıyallahu
anh de yarasından kan sızdığı halde namaz kıldı." dedi. Kadı İbn Semma'a,
onun bu cevabı karşısında sustu.
Rivayet olunduğuna göre dayağa çekilmek
üzere yerinden kaldırıldığında şalvarının uçkuru kopmuştu. O da şalvarının
düşmesinden ve avretinin açılmasından korktuğu için dudaklarını hareket ettirerek
Allah'a dua etmişti ve şalvarı eski haline dönmüş, sapasağlam olmuştu. Başka
bir rivayette anlatıldığına göre o esnada Allah'a şöyle niyazda bulunmuştu:
"Ey imdat dileyenlerin imdadına yetişen! Ey âlemlerin ilahı! Eğer senin
rızan için bu işi yaptığımı biliyorsan avretimi açığa çıkarma ve beni rüsvay
etme."
Evine döndükten sonra cerrah ve
pansumancılar gelip vücudundaki ölü bir parça eti kopardılar. Onu tedavi
etmeye başladılar. Vali de her zaman gelip durumunu soruyordu. Çünkü halife
Mutasım ona yaptığına çok pişman olmuştu. Halife Mutasım onun durumunu vali
İshak'tan soruyor, vali İshak da durumunu halifeye bildiriyordu. Şifa bulduktan
sonra halife Mutasım ve diğer Müslümanlar çok sevindiler. Allah kendisine şifa
ihsan ettikten sonra bir süre daha ellerinin başparmakları soğuktan rahatsız
oluyordu.
Kendisine eziyet eden herkese hakkını helal
etti. Sadece bid'atçileri bağışlamadı. Bu hususta da şu ayet-i kerimeyi
okuyordu: "Affetsinler, geçsinler." (en-Nûr, 22.)
Ve şöyle diyordu: "Müslüman kardeşin
senin sebebinle azap görürse bunun sana ne yararı olur? Oysa yüce Allah bir
ayet-i kerimede şöyle buyuruyor: “Ama kim affeder ve barışırsa onun ecri
Allah'a aittir. Doğrusu o, zulmedenleri sevmez.” (eş-Şûrâ; 40)
“Kıyamet günü, bir münadi şöyle
seslenecektir: "Sevabı Allah'a ait olan kimse ayağa kalksın!" Bu
durumda ancak affedenler ayağa kalkacaklardır.”
Salih b. Ahmed diyor ki: “Vefat edene
kadar bazı yerlerinin ağrısı devam etti ve sırtındaki darbe izleri sırtından
gitmedi.”
Ahmed b. Hanbel şöyle dedi: “Vallahi
çekeceğim kadar acı çektim, ama buna rağmen kıyamet gününde ne lehime ne de
aleyhime bir şey olmadan kurtulmayı dilerim”
Ebu’l-Fadl diyor ki: “Yanında bulunan bir
adam bana şöyle dedi: “Onunla tartıştıkları günlerde dikkat ettim, bir kelime
bile yanlış söylemedi. Onun cesaretine başka birinin sahip olacağını da
zannetmiyorum.”
Bu mihnet kıssası uzunca Ebu Nuaym’ın
el-Hilye adlı eserinde (9/197-204) anlatılmaktadır. Ayrıca bkz.: İbn Kesir
el-Bidaye (Tercümesi: 10/556-561)
Allah Ahmed b. Hanbel’den razı olsun ve
onun mücadelesini asrımızdaki sünnet mücahidlerine ibret kılsın.