Şeyh Mukbil b. Hâdî rahimehullah'ın davet ile ilgili bazı nasihat ve yönlendirmelerinin derlendiği ufak bir risale gördüm ve hem kendime nefsime nasihat olması hem de davet ile ilgilenen kardeşlerin istifade etmeleri için küçük tasarruflarla tercüme ederek paylaşmak istedim.
Zira ilim sahibi olmadan ve ilim ehlini dinlemeden insanları davet etme işinde acele edenlerin başarısız deneme girişimleri sebebiyle bol ve yoğun miktarda bulunan bid'at ehlinin tahakkümü, hadis ehlinin davetinin içeriğinin anlaşılmasına engel olmakta, bunun neticesinde şu olumsuz sonuçlar ortaya çıkmakta, Selefilik daveti, hiç hak etmediği şekilde çirkin gözükmektedir:
1- Münafık ve samimiyetsiz kimselerin başlarını çektiği bid'at ehli, çoğunluk unsurunu ve aslen dinde delil olmayan hissî unsurları, şeytanın da yardımıyla kendi saflarında silah olarak kullanmaktadır. Bid'at ehline tabi olma bahtsızlığı içinde olan samimi kimseler böylece hâince emellere yem olmakta, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in haber verdiği gibi, hain kimselere "güvenilir" gözüyle, güvenilir kimselere de "hain" gözüyle bakılmakta, sünnetlerle amel etmek lekelenerek "bid'atçilik" gibi, bidatler ise süslenerek "sünnet" gibi lanse edilmektedir.
2- İlmi açıdan yeterli donanıma sahip olmadan, niyeti samimi olsa da, nihayetini tahmin edemediği bir meydana atılan davet gönüllüsünün davetin seyriyle ilgili doğru adımları atma konusunda bilgisizliği sebebiyle başarısızlığa uğraması,
3- yahut sabır gibi yeterli ahlâki donanıma sahip olmadan bu işe girişmesi sebebiyle, iyiliği emir ve kötülüğü yasaklama neticesinde; karalanma, hakkında dedikodular üretilmesi, iftiralar atılması, darb edilmesi gibi türlü imtihanla karşılaştığı zaman sebat etmeye takat yetirememesi ve geri adım atması.
4- Davetin karşılığını yalnızca Allah'tan bekleme hususundaki gaflet sebebiyle insanlardan beklentilerinin aksine bir sonuç gördüğünde yahut uzun süreç gerektiren davetin sonucunu erken talep etme heyecanıyla, meşru olmayan davet vasıtalarına tutunma, hevânın galip gelerek, davetçiyi aşırılığa, haksızlığa, zulme sürüklemesi, bunun sonucu olarak da, kendisinin hep davetçi olduğunu düşünen, fakat içine düşmüş bulunduğu vartanın aslında kendisinin hakka davet edilmesini gerektirdiği gerçeğini göz ardı ettiren bir körlük içine düşülmesi, nefsi muhasebe etmeme.
5- Yetkin olmadan davete girişen ile davet olunanlar arasındaki sürtüşmelerin her iki tarafı da tahrik ederek, artık kendisiyle hakkın arandığı delillerin değil, karşılıklı hakaretlerin, suçlamaların, insafsız davranışların galip gelmesi, tarafların hasımlarında bulunan hakkı itiraf etmeyip, her birinin diğerinin kusurunu araştırmakla meşgul olması. Akidelerin ifsada uğraması. Müslümanlar arasında terörün, tekfirin, herc'in; adam öldürmelerin ortaya çıkması. Bunlardan Allah'a sığınırız ve Müslümanları bâtıl, şirk, hurafe ve bid'at üzerinde değil, gecesiyle gündüzünün eşit aydınlıkta olduğu hak üzerinde bir araya getirmesini dileriz.
İnsanları, hakkı öğrenmeden, ilim tahsil etme zahmetine katlanmadan, davetçi olmak üzere bid'at ehli kalabalığı içine girmeye cesaretlendiren ve güya "öncelikli olan tevhidin hatırı için"(!) bazı bid'atleri işlemelerine ruhsat veren ve bildikleriyle amel etmeyen ukalâ bir topluluk üreten fasık hocaları da Allah'a şikayet ediyoruz.
Şeyh Mukbil rahimehullah’ın
Emniyet ve İstikrar için hırs gösterip adam öldürme ve savaşma fitnesine
düşmekten sakındırması
Şeyh Mukbil rahimehullah şöyle demiştir: “Allah’a
hamd olsun sünnet ehli harp isteyenlerden ilk intikam alanlardır. Zira bizler
emniyeti muhafaza ile emrolunduk. Davet ve öğretim ancak istikrar ve emniyet
bulunduğu zaman tamamlanabilir” el-Bais Ala Şerhi’l-Havadis (66-67)
“Biz Yemen’deyiz, biliyorsunuz ki onlar
en değersiz sebeplerle savaşmak istiyorlar. Biz sünnet ehliyiz, katımızda
dünyanın değeri yoktur. Birbirimize nasihat etmemiz, kendimizi fitneye atmamamız,
Saddam için, Kabileci için, herhangi bir devlet için veya filan için kendimizi
fitneye atmamamız gerekir. “De ki: Bu benim yolumdur. Ben, bana tabi olanlarla
birlikte basiret üzere Allah’a davet ediyorum. Allah noksanlardan münezzehtir. Ben
müşriklerden de değilim.” (Yusuf 108)” Min Fıkhi’l-İmam el-Vadiî (1/56)
“Allah size bereket versin, biz daima
kardeşlerimize Allah’ın bereket verdiği davetimizde bir sufiyle, bir şiiyle
veya hükümetle çarpışmaya ihtiyacımız olmadığını öğütlüyoruz.” Tuhfetu’l-Mucib
(s.409)
“Sünnet ehli çekişme ve ihtilaflardan
hoşlanmazlar. Bu yüzden onlar, gafiller öne çıktığı zaman geri dururlar. Çünkü onlar
“La ilahe illallah”a şahitlik eden bir Müslümanla çarpışmak istemezler. Zira Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Muhakkak ki kanlarınız,
mallarınız, ırzlarınız birbirinize tıpkı şu gününüz gibi, şu ayınız ve şu
beldeniz gibi haramdır.” İcabetu’s-Sail (24)
Şeyh Mukbil rahimehullah, Şia hakkında
şöyle demiştir: “Onlar bizim zelil kimseler olduğumuzu söyleseler de, biz
onlarla çarpışmaya hazırlanan kimseler değiliz. Eğer münazara istiyorlarsa
münazaraya hazırız. Ama vuruşma veya savaşmaya gelince, onlar da Müslüman, biz
de Müslümanız. Onların kanlarını, mallarını ve ırzlarını helal saymayız.”
İcabetu’s-Sail (56)
Şeyh Mukbil rahimehullah kanların
dökülmesine karşı davetin selameti için bunun yöneticiye bırakılmasına ve
yöneticilerle çekişmenin önüne geçilmesine hırs göstermiştir. Şeyh rahimehullah
1406 hicri yılında Bedreddin el-Hûsi, Muhammed Abdulazim el-Husi, Salah Feliyte
ve diğerleri gibi Şia davetçilerinden yirmi dokuz alimle beraber şu hususlarda
ittifak etmiştir:
1- Söz birliği ve safları birleştirme,
ihtilaflı meselelerin fırkalaşma ve bölünmeye sebebiyet vermemesi üzerine çalışmak.
2- Herhangi bir fıkhi meselede görüşü
olan kimsenin, kendi görüşünü başkasına dayatmaması ve onu bununla zorunlu
tutmaması, başkalarına saygı göstermesi
3- Herhangi bir şahsa, mezhebe veya gruba
herhangi bir şekilde saldırmamak. Herkesin geçmişte olanları unutması, islam
kardeşliğinin gerçekleşmesi için kışkırtmalardan, kinleşmelerden uzak durması.
Şeyh Mukbil rahimehullah bu belgeye
işaret ederek şöyle demiştir: “O günlerde Kadı Yahya Fuseyyil, vakıflar bakanı
Ali es-Seman ve Abdurrahman el-İmad kardeş bir komisyon çıkardılar, başarılı
olamadılar. Sonuçta şöyle karar aldılar: “Onlar Ehl-i sünnete itiraz
etmesinler, ehl-i sünnet de onlara itiraz etmesin.” Din onaylamasa da böyle
karar aldılar. Çünkü ilim ehli katında bilindiği gibi, sükut etmenin caiz
olmadığı meseleler vardır. Lakin sünnet için hayırlı bir kapı açıldı sayılır.
Şöyle ki; bin seneden fazla zamandır şialıktan başka bir şeyin bilinmediği
ülkede sünnetle amel etmenin caiz olması itiraf edildi. Allah'tan Müslümanları hak
üzerinde birleştirmesini dileriz. Amin.” El-Mahrec Mine’l-Fitne (s.167)
İçeriğinde dinin onaylamadığı yanlışlar
bulunmasına rağmen Şeyh Mukbil rahimehullah’ın bu belgeye imza atması, sünnet
için hayırlı bir kapı açmıştır. Nitekim emniyet ve istikrar meydana gelmiş, bu
sebeple davet, Allame el-Medhali’nin de açıkça belirttiği gibi, ilk üç asırdan
sonra, görülmemiş bir hızla yayılmıştır. Şeyh’in aklından bile geçmeyecek şekilde, İlim
talebeleri dünyanın çeşitli bölgelerinden Şeyh Mukbil’e ilim öğrenmeye
gelmişlerdir.
Şeyh Mukbil rahimehullah Allah’a davetin
kolaylık göstermek ve yumuşaklıkla yapılmasının, vuruşma ve kurşun atmadan daha
etkili görüşündeydi ve şöyle diyordu: “Başkan kardeşimize Allah hayırlı
karşılık versin, bize diyor ki: “Allaha davet edin, iyiliği emredin ve kötülüğü
yasaklayın. Lakin fitne çıkmaması için elinizle karşı çıkmayın.” Ben de fitne
çıkmaması için aynısını söylüyor ve diyorum ki: “Biz münkere el ile karşı çıkma
durumuna ulaşmadık. Biz davetin, el ile karşı çıkmaktan daha etkili olduğu
görüşündeyiz. Hatta davet, kurşun atmaktan da etkilidir. Biz Müslüman ülkesindeyiz.
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ise şöyle buyurur: “İman Yemen’lidir. Hikmet
yemenlidir.” El-Bais Ala Şerhi’l-Havadis (s.73)
Şeyh Mukbil rahimehullah’ın
Ehl-i Sünnet arasında ve onlarla başkaları arasında provakasyon yapmaya
kalkışanlara fırsat verilmemesi için hırs göstermesi
Şeyh Mukbil rahimehullah, selefi davetin,
seyrinin aksatılmasından, çirkin gösterilmesinden, fitnelerden, husumetlerden
ve benzerlerinden korunması ve gözetilmesi hususunda hırslı idi.
Şöyle derdi: “Bundan sonra, aranızı
bozmak isteyen sapıklık ehlinden olan bir komünist, bir baasçı, Nasır’cı ve
başkalarının, namazda âmin demeniz, ezanda “hayye ala hayri’l-amel” demeleri,
namazda sağ eli sol el üzerine koymanız gibi sebeplerle gelmeleri halinde dikkat
edin! Sizler kardeşsiniz! Rabbiniz birdir. Kitabınız birdir. Sünnetlerle amel
eden ecir alır ve sevap kazanır. Öğrendikten sonra korkup onunla amel etmeyen
cezalandırılır. Lakin bu komünist veya namazı kesen kişi, namaz kılanların
arasını bozmak için gelir ve bize “ey sakallı” diye dil uzatır. Bu yüzden bize
gülmeye devam eder. “Dindarlar mescidde vuruşuyor”, “hayye ala hayri’l-amel”
sözünden dolayı kapışıyorlar” derler. Evet, ezanda hayye ala hayri’l-amel demek
bir bid’attir. Sen ezan okurken böyle söyleme! Yine namazda “âmin” demek
sünnettir. Lakin ezan okurken “hayye ala hayri’l-amel” diyen veya namazda “âmin”
demiyen, yahut namazda sağ elini sol eli üzerine bağlamayan kişi de senin
kardeşindir. O bir bid’atçi de olsa Müslüman kardeşin olarak kalmaya devam
eder.
Bizim mescidde tartışmaya devam etmemiz
caiz değildir. Ben: “bid’at ile amel et” demiyorum! Bid’at ile amel etmeye
ruhsat verdiğim zannedilmesin! Ben sana: “ellerini yana sal” da demiyorum. Yine
sana: “namazda âmin deme” demiyorum. Ezanda “hayye ala hayri’l-amel” söyle de
demiyorum. Lakin kendine ikinci bir düşman edinme diyorum. Hepinizin ortak
düşmanı komünistler, baasçılar var. Hikmet sahipleri olun ey Allah’a davet
edenler! Onları bırakın kinlerinden gebersinler. Taşkınlık ve sıkıntı çıkarmayın.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor: “Mescidler ancak Allah’ı
zikretmek için bina edilmiştir.” Yine şöyle buyurur: “Sizleri sokak
kargaşalarından sakındırırım.” İcabetu’s-Sail (59-60) Bkz.: Kam’ul-Muanid (423)
Yine el-Bais Ala Şerhi’l-Havadis’te
(s.19) Ehl-i Sünnet ile İhvanu’l-Muslimin arasının kızıştırılması hakkında
şöyle der: “Bana haber verildiğine göre şu anki bid’atçi şii vakıflar bakanı, ehl-i
sünneti, ihvanu’l-muflisin’in bazı mescidlerini ele geçirmeye tahrik ediyormuş.
Hayır! Bu şiinin bizimle İhvanu’l-muflisin arasına girmesini asla kabullenmeyiz.
Ehli Sünnette sabır vardır, gönülleri geniştir. Bazen darp edilseler de onların
intikamını Allah alır: “Eğer sabreder ve sakınırsanız, onların tuzakları size
bir zarar veremez.” (Al-i İmran 120) Allah’a hamd olsun sünnet ehli, mescidleri
ellerinden alınsa dahi, ders vermek için cadde ve sokaklarda otursalar da
yardım gören kimselerdir. (Mansura’dır.)”
Yine Şeyh Mukbil rahimehullah, ehli
sünnetin kendi aralarında kışkırtılmalarına da boyun eğilmemesine hırs
göstermiş ve şöyle demiştir: “Şeyh Rebi beni aradı ve bana: “Allah’a yemin
olsun bazı kimseler benimle senin aramızı açmak istiyorlar. Bundan sakın”
dedi. Şeyh Mukbil ona dedi ki: “Dağlar
un edilip elense de, biz kitap ve sünnete muhakeme olduğumuz sürece biz ihtilaf
etmeyiz”
Şeyh Mukbil rahimehullah’ın
davete husumet ve problemler karıştırılmamasına hırs göstermesi
Şeyh Mukbil, el-Bais Ala Şerhi’l-Havadis’te
(s.74) şöyle demiştir: “Davetimizin hezimete uğramasına sebebiyet vermememiz ve
bu hususta düşmana yardım etmememiz gerekir. Ağırdan almalı, rıfk ve yumuşaklık
üzere hareket etmeliyiz. Rıfk, içinde bulunduğu şeyi süsler, onun bulunmaması
ise bir şeyi lekeler.”
“Allah’a hamd olsun, şuan sizin
vaktinizdir ey sünnet ehli! Lakin davetin rıfk, yumuşaklık ve basiret üzere
olması gerekir. Allah Azze ve Celle, Nebisi sallallahu aleyhi ve sellem’e şöyle
buyurmuştur: “Biz onların söylediklerini biliyoruz. Sen onların üzerinde bir
zorba değilsin. Tehditten korkana Kur’an ile öğüt ver.” (Kaf 45) Öğüt Kur’an
ayeti ve nebevî hadis ile olur. Kur’an okumanın fazileti, zikrin fazileti, Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem’e salat okumanın fazileti, Yemen’in fazileti,
tevhid, gibi konularda yapılan öğütler Kur’an ve hadis ile olmalıdır. Problemler
çıkarılmamalı, Rıfk ve yumuşaklık ile Allah’a davet etmelisiniz. Biz, bizi
davet edenlere göre, görevimizi yerine getirmiyoruz. Yüz çeviren bu kimselerle
çarpışacak değiliz! Diyorum ki, ey Allah için kardeşlerim! Yolculuğunuzdan bize
problem çıkarmış olarak dönmeniz beni gerçekten üzüyor. Hayır! Burada problemler
varsa şurada başka mescidler vardır. Allah’ın arzı geniştir. Allah’a hamd
olsun, sünnet ehli sadece Yemen’de değil, bütün islami ülkelerde talep
edilmektedir.” Garetu’l-Eşrita (2/140)
Şeyh Mukbil rahimehullah, Kam’u’l-Muanid’de
(s.534-535) düşmanların öğrenerek, dalga geçip dil uzatmamaları için dergi ve
gazetelerde makale yazmakla ilgilenmeyi hoş görmezdi.
Bazen asrın muhaddisi olan hocası Şeyh el-Elbani rahimehullah’a bazı hadislerin tashihinde muhalefet eder, lakin düşmanların dil uzatmamaları için muhalefetini açıkça belirtmemeye dikkat eder, O’nun kitaplarında hak olarak gördüğü hususları ikrar ederdi. Bkz.: Garetu’l-Eşrita (1/291) İcabetu’s-Sail (549-551)
Bazen asrın muhaddisi olan hocası Şeyh el-Elbani rahimehullah’a bazı hadislerin tashihinde muhalefet eder, lakin düşmanların dil uzatmamaları için muhalefetini açıkça belirtmemeye dikkat eder, O’nun kitaplarında hak olarak gördüğü hususları ikrar ederdi. Bkz.: Garetu’l-Eşrita (1/291) İcabetu’s-Sail (549-551)
Şeyh Mukbil’in
Selefî Daveti Fitnelere ve husumetlere sürüklemek isteyenlere karşı
sakındırması
Şeyh Mukbil rahimehullah şöyle demiştir: “Sana
ağır olmanı tavsiye ederim. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Mekke’de on üç
sene kalıp onları davet etti. Sonra Medine’de cihaddan önce iki sene daha davet
etti. Sonra onlara cihad için izin verdi. Ne diye “Vallahi bu hükümden geri
kalırsam davet hezimete uğrar!” diyorsun? Hayır, acele etmemen, geri durman
gerekir. Daveti kavgaya sokmaktan geri durmalısın. Nefsani arzularına uyma!
Bazen arzular galip gelir. Hayır! Teenni gerekir, ağırdan almalı, acele
etmemelisin. Hamd Allah’adır.” (Min Fıkhi’l-Vadii 1/54)
“Hiçbirimizin davette taşkınlık etmemesi
gerekir. Onlar cemaatleri dağıtacaklar, siz ise öğüt vereceksiniz.” (es-Siyeru’l-Hasis
s.438)
“Burada daveti yerine getirenlere acele
etmemelerini, tutarsız kimseler tarafından başarısız kılınmamalarını tavsiye
ederim. Tutarsız kimseler davetlerin darbeye uğrama sebebidir. Bazı tutarsız
kimseler sebebiyle Suriye’de davet yara almıştır. Bazı tutarsız kimseler
sebebiyle Mısır’da davet yara almıştır. Harem’deki cemaat sebebiyle davet her
darbeye uğramıştır. Tutarsız kimselerin davetin düşmesine sebep olmamalarını
sağlamak bir meseledir. Onlar davetler için felaket sayılırlar ve kardeşlerini
korkaklıkla suçlarlar!” Garetu’l-Eşrita (1/305-306)
“Allah’tan korkun ve insanlara faydalı
olmaya çalışın. “Sana fayda veren şeye hırs göster ve Allah’tan yardım iste.
Aciz kalma” Mescidlerde fitnelerin ateşini tutuşturmamız gerekmez. Davete
çıktığın zaman hayır ehli ve mescid halkının geneli: “Allah sana hayırlı
karşılık versin” diyorlarsa daveti başarmışsın demektir. (Min Fıkhi’l-İmam
el-Vadii 1/55-56)
“Mescidden çıkarılırsak caddelerde ders
veririz. Bu, her yerde davetten sayılır. İnsanlar: “Size ne oluyor da
yakınınızda mescid varken caddelerde ders veriyorsunuz?” derler.” Fetava’l-Vadii
(s.47)
“Sizleri halkı ehli sünnetin davetinden
uzaklaştırmaktan sakındırırım. “Müjdeleyin, nefret ettirmeyin, kolaylaştırın,
zorlaştırmayın.” Güç yetiremeyeceğin işe girişme! Sen bir ülkeye geldiğinde kardeşlerine
“neden bahsedeyim?” diye sor. Hatta onların hislerine yenik ve şiddetli
kimseler olduklarını görürsen, sana: “Şu ve şu konuları anlat” dediklerinde,
faydalı olacağını düşündüğün ve düşmanları öfkelendiren şeyleri anlat. Düşmanlar,
parçalayıcı olmayan bir sohbet verdiğin zaman öfkelenirler. Yardım istenecek
olan Allah’tır.” Min Fıkhi’l-İmam el-Vadiî (1/50-51)