Soru: Selamun
aleykum ve rahmetullahi ve berekatuh. İbn Hazm rahimehullah müzik hakkında bazı
hadisleri tahkik ederek, müziğin haram olmadığı sonucuna varıyor. Bende def
dışında çalgı aletlerinin haram olduğunu biliyordum. Bu konuda şüphelerim
oluştu. Bu konu hakkında açıklama yapabilirmisiniz? Berakallahu fîk.
Cevap:
Aleykum selam ve rahmetullahi ve berakatuhu. İbn Hazm’ın müzik meselesi ve
diğer bazı meselelerde hevası ile hareket ederek Kur’ân ve sünnet’in açık
naslarına muhalafeti, kitap ve sünnnetin delillerini ortaya çıkarak samimi
ehl-i sünnet alimleri tarafından reddedilmiş, müziği helal saymak için ortaya
koyduğu bâtıl yorumlar iptal edilmiştir. Fakat münafıkların tağutlarından biri
olan Yusuf el-Kardavi adlı şeytan İbn Hazm’ın bu ayak kaymasını put edinerek
yeniden bununla fetva vermiş ve müslümanlardan birçoğunu dininde saptırmıştır.
1-
Müziğin haramlığını ifade eden hadis Sahihu’l-Buhari’dedir. Buhârî
(5590) Buhârî bu hadisi “kale/dedi ki” lafzıyla kendi
hocasından başlayan bir isnadla rivayet etmiştir. İbn Hazm’ın bunu
hazmedememesi, sırf Buhârî’nin hocasından yaptığı bu rivayette “haddesena”, “ahberana”
veya “enbeena” gibi işitme sigalarından birini kullanmamış olmasıdır. Halbuki
böyle bir rivayetin yani “kâle”, “an”, “enne” gibi lafızlarla yapılan bir
rivayetin munkatı sayılabilmesi için, bu rivayeti yapanın müdellis bir ravi
olması gerekir. İmam Buhârî ise müdellis değildir. Bu yüzden hadis usulune karşı İbn Hazm’In
böylesine açık tutarsızlığı, bütün muhaddisler tarafından reddedilmiş ve bunu
İbn Hazm’ın şaz kaldığı meselelerden olarak değerlendirmişlerdir.
2-
Aşağıda ez-Zeberced adlı kitabıma aldığım bir hadisi ve isnadını zikrediyorum. Buhârî’nin
Muallak olarak rivayet ettiği iddia edilen bu hadis, Buhârî’ninşartlarına göre
sahihtir, isnadı muttasıldır, hiçbir illeti yoktur:
Da’lec
es-Secezi rahimehullah, el-Munteka Min Musnedi’l-Mukillîn kitabında şöylece
rivayet ediyor:
حَدَّثَنَا
مُحَمَّدُ بْنُ إِسْمَاعِيلَ بْنِ مِهْرَانَ الْإِسْمَاعِيلَيُّ، وَمُوسَى
الْجَوْنِيُّ، قَالَا ثنا هِشَامُ بْنُ عَمَّارٍ ثنا صَدَقَةُ بْنُ خَالِدٍ ثنا
ابْنُ جَابِرٍ حَدَّثَنِي عَطِيَّةُ بْنُ قَيْسٍ حَدَّثَنِي عَبْدُ الرَّحْمَنِ
بْنُ غَنْمٍ حَدَّثَنِي أَبُو عَامِرٍ أَوْ أَبُو مَالِكٍ الْأَشْعَرِيُّ
وَاللَّهِ مَا كَذَبَنِي أَنَّهُ سَمِعَ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ يَقُولُ لَيَكُونَنَّ فِي أُمَّتِي أَقْوَامٌ يَسْتَحِلُّونَ الْحَرِيرَ
وَالْخَمْرَ وَالْمَعَازِفَ وَلَيَنْزِلَنَّ أَقْوَامٌ إِلَى جَنْبِ عَلَمٍ لَهُمْ
يَرُوحُ عَلَيْهِمْ بِسَارِحَةٍ فَيَأْتِيهِمْ رَجُلٌ بِحَاجَتِهِ فَيَقُولُونَ
لَهُ ارْجِعْ إِلَيْنَا غدًا فَيُبَيِّتُهُمُ اللَّهُ فَيَضَعُ بِالْعَلَمِ
عَلَيْهِمْ وَيَمْسَخُ آخَرِينَ قِرَدَةً وَخَنَازِيرَ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ
Ebu Âmir veya Ebu Mâlik el-Eşarî radiyallahu anh dedi ki: “Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim:
“Muhakkak ki ümmetimde bazı kimseler ipeği, sarhoş edici içkileri ve
çalgı aletlerini helal sayacaklardır. Muhakkak ki bazı kimseler bir dağın
yamacında konaklayacaklar, onlara ait
koyun sürüsüyle çoban sabahları yanlarına gelecektir. Bir adam ihtiyacı için
onlara geldiğinde:
“Bugün git, yarın gel” diyecekler, onlar geceledikleri zaman Allah dağı bir
kısmının üzerinlerine indirecek, diğerleri de kıyamet gününe kadar maymunlara
ve domuzlara döndürüleceklerdir.” (Da’lec b. Ahmed
es-Secezî, el-Munteka Min Musnedi’l-Mukillin (8) İbn Hibbân (15/154) Taberânî
(3/282) Taberânî Musnedu’ş-Şamiyyin (588) Beyhakî (3/221, 272) İbn Asakir Tarih
(67/189
Şeyh el-Elbani rahimehullah da Tahrimu Alati’t-Tarb
adlı risalesinde İbn Hazm’ın iddiasına ayrıntılı cevap vermiştir. Yine el-Elbani, İbn Hazm'a taassup eden inatçı zahirîlerin, İbn Hazm'ın bile dile getirmediği eleştirilerle hadisin isnadında geçen Hişam b. Ammar ve Atiyye b. Kays hakkında yaptıkları tutarsız eleştirilere de cevap vermiştir. Kısaca söylemek gerekirse, ömrünün sonlarında hafızası bozulan ve telkin kabul etmeye başladığı söylenen Hişam b. Ammar tek kalmamış, Bişr b. Bekr ona mutabaat etmiştir. Bununla birlikte Buhari, Hişam b. Ammar'ın hafızasının bozulmasından önceki rivayetleriyle hüccet getirmiştir.
Atiyye b. Kays'a gelince tabiindendir. Tabiinden olan bir ravi, şayet meçhulu'l-ayn değilse hakkında müfesser bir cerh sabit olmadığı sürece sika kabul edilirler. Muhaddislerin usulü böyledir. Atiyye b. Kays ile Buhari ve Muslim hüccet getirmişler, hiçbir muhaddis imam bu yüzden Buhari ve Müslim'e tenkit getirmemişlerdir. Zira İbn Sad, Atiyye b. Kays'ın maruf olduğunu, yani meçhul olmadığını söylemiş, hakkında müfesser bir cerh varid olmamıştır. Lakin heva ehli, sırf taklit ettikleri İbn Hazm'ı haklı çıkarabilmek için, İbn Hazm'ın dahi öne sürmediği bir gerekçeyle Atiyye b. Kays'ı zayıf sayma cüretinde bulunmuş, muteşeddid imamlardan Ebu Hatim er-Razi'nin Atiyye hakkında söylediği: "Salihu'l-hadis" tabirini öne sürmüşlerdir. Hadis usulü bilmeyen heva ehlinin hadis ilmine kirli teşebbüsleri, birçok kimseyi aldatmaktadır! Muteşeddid tenkid ulemasının cerhlerinin mutlak olarak kabul edilmeyeceği usulde bilinen bir husustur. Ebu Hatim'in "salihu'l-hadis" tabiri ise, muteşeddid bir imamdan, müfesser olmayan bir tabirdir. Şayet Ebu Hatim müfesser bir cerhte bulunsaydı bile, kendisi müteşeddidlerden olduğu için bu cerhi yine kabul edilmezdi. Mutedil imamlar olan Buhari ve Muslim'in Atiyye b. Kays ile hüccet getirmiş olmaları, sünnet ehli için yeterli bir tevsiktir.
Atiyye b. Kays'a gelince tabiindendir. Tabiinden olan bir ravi, şayet meçhulu'l-ayn değilse hakkında müfesser bir cerh sabit olmadığı sürece sika kabul edilirler. Muhaddislerin usulü böyledir. Atiyye b. Kays ile Buhari ve Muslim hüccet getirmişler, hiçbir muhaddis imam bu yüzden Buhari ve Müslim'e tenkit getirmemişlerdir. Zira İbn Sad, Atiyye b. Kays'ın maruf olduğunu, yani meçhul olmadığını söylemiş, hakkında müfesser bir cerh varid olmamıştır. Lakin heva ehli, sırf taklit ettikleri İbn Hazm'ı haklı çıkarabilmek için, İbn Hazm'ın dahi öne sürmediği bir gerekçeyle Atiyye b. Kays'ı zayıf sayma cüretinde bulunmuş, muteşeddid imamlardan Ebu Hatim er-Razi'nin Atiyye hakkında söylediği: "Salihu'l-hadis" tabirini öne sürmüşlerdir. Hadis usulü bilmeyen heva ehlinin hadis ilmine kirli teşebbüsleri, birçok kimseyi aldatmaktadır! Muteşeddid tenkid ulemasının cerhlerinin mutlak olarak kabul edilmeyeceği usulde bilinen bir husustur. Ebu Hatim'in "salihu'l-hadis" tabiri ise, muteşeddid bir imamdan, müfesser olmayan bir tabirdir. Şayet Ebu Hatim müfesser bir cerhte bulunsaydı bile, kendisi müteşeddidlerden olduğu için bu cerhi yine kabul edilmezdi. Mutedil imamlar olan Buhari ve Muslim'in Atiyye b. Kays ile hüccet getirmiş olmaları, sünnet ehli için yeterli bir tevsiktir.
Adiy b. Ertae rahimehullah dedi ki:
أَنَّ عَوْفَ بْنَ مَالِكٍ، خَرَجَ مِنْ دِمَشْقَ إِلَى بَعْضِ قَرْيَاتِ بَنِي فَزَارَةَ إِلَى صَدِيقٍ كَانَ لَهُ فِيهَا، فَاجْتَمَعَ إِلَيْهِ نَفَرٌ، فَجَعَلُوا يَتَحَدَّثُونَ، فَقَالَ رَجُلٌ: مَنْ يَذْكُرُونَ مِنْ أَصْحَابِ الدَّجَّالِ مِنْ هَذِهِ الْأُمَّةِ؟ فَقَالَ عَوْفُ بْنُ مَالِكٍ: " قَوْمٌ يَسْتَحِلُّونَ الْخَمْرَ وَالْحَرِيرَ وَالْمَعَازِفَ حَتَّى يُقَاتِلُونَ مَعَكُمْ، فَيُنْصَرُونَ كَمَا تُنْصَرُونَ، وَيُرْزَقُونَ، حَتَّى يُوشِكَ قَاتِلُهُمْ أَنْ تَقُولَ: فَعَلَ اللَّهُ بِأَوَّلِنَا كَذَا وَكَذَا، لَوْ كَانَ حَرَامًا مَا نُصِرْنَا وَلَا رُزِقْنَا، حَتَّى إِذَا خَرَجَ الدَّجَّالُ لَحِقُوا بِهِ، لَا يَتَمَالَكُونَ عَنْهُ، يُخْرِجُهُمْ إِلَيْهِ أَعْمَالُهُمْ
“Avf b. Malik radiyallahu anh Dımeşk’ten çıkıp Fezare oğullarının köylerinden birinde bir arkadaşına gitti. Orada bir topluluk konuşmaya başladı. Bir adam dedi ki:
“Bu ümmetten deccalin ashabı olacakları kimler anlatacak?” Avf b. Malik radiyallahu anh dedi ki:
“Bir topluluk içkiyi, ipeği ve çalgı aletlerini helal sayarlar. Sizinle beraber savaşıp, sizin yardım gördüğünüz gibi yardım görür, kazanırlar ve rızıklanırlar. Ta ki içlerinden biri şöyle der: “Allah öncekilerimize şöyle ve şöyle yapsın! Şayet bu (helal saydıkları içki, ipek ve çalgılar) haram olsaydı yardım görüp rızıklanmazdık.” Sonunda deccal çıkınca ona katılırlar. Ondan kendilerini alıkoyamazlar. Amelleri, kendilerini ona götürür.”
Bunu Taberânî Musnedu’ş-Şamiyyin’de (no:2872) ve onun tarikiyle İbn Asakir Tarih’te (47/38) hasen bir isnad ile rivayet etmiştir. Şahsi re’y ile söylenecek bir söz olmadığından hükmen merfudur.
Bu rivayetlerde meâzif kelimesiyle, bütün çalgı aletlerinin haram olduğu zımnen bildirilmiş, diğer bazı hadislerde de ud, davul, kaval gibi ismen zikredilerek; telli, vurmalı ve üflemeli çalgıların haramlığına dair sahih veya hasen hadisler sabit olmuştur. Haram kılınan bu çalgı aletlerinden yalnızca def istisna edilmiştir.
Konuyla ilgili diğer bir mesele de "ginâ"/şarkı tabiridir. İster erkekler, isterse hür olmayan kadınlar veya çocuklar söylesin, dünyevî bir içeriğe sahip olan türkü ve şarkıları, çokça bununla meşgul olmamak şartıyla, düğünde ve bayramlarda dinlemeye cevaz verilmiştir.
Hamasî cihad şiirleri, bid'at ve şirk önderlerini aşağılayan, sünneti yüceltip bid'atleri reddeden şiir ve neşitleri ezgilerle okumak ise teşvik edilen, dil ile cihaddan sayılan işlerden sayılmış, sahabe ve tabiin bunu mescidlerde de yapmışlar, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Hassan b. Sabit için mescide minber kurdurmuştur.
Bunlar sorudaki konunun dışında kalan şeyler olup, ayrıntıya başka yerlerde girmiş olduğumuzdan burada sözü uzatmıyorum.
3- Verdiğiniz linkte İbn Hazm’ın müziğin helalliğine dair
öne sürdüğün delillerin hiçbirinde def dışında çalgı aletlerinin helal olduğunu
gösteren bir delil yoktur. Bu rivayetlerde meâzif kelimesiyle, bütün çalgı aletlerinin haram olduğu zımnen bildirilmiş, diğer bazı hadislerde de ud, davul, kaval gibi ismen zikredilerek; telli, vurmalı ve üflemeli çalgıların haramlığına dair sahih veya hasen hadisler sabit olmuştur. Haram kılınan bu çalgı aletlerinden yalnızca def istisna edilmiştir.
Konuyla ilgili diğer bir mesele de "ginâ"/şarkı tabiridir. İster erkekler, isterse hür olmayan kadınlar veya çocuklar söylesin, dünyevî bir içeriğe sahip olan türkü ve şarkıları, çokça bununla meşgul olmamak şartıyla, düğünde ve bayramlarda dinlemeye cevaz verilmiştir.
Hamasî cihad şiirleri, bid'at ve şirk önderlerini aşağılayan, sünneti yüceltip bid'atleri reddeden şiir ve neşitleri ezgilerle okumak ise teşvik edilen, dil ile cihaddan sayılan işlerden sayılmış, sahabe ve tabiin bunu mescidlerde de yapmışlar, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Hassan b. Sabit için mescide minber kurdurmuştur.
Bunlar sorudaki konunun dışında kalan şeyler olup, ayrıntıya başka yerlerde girmiş olduğumuzdan burada sözü uzatmıyorum.
* Mescid'de habeşlilerin oyun oynamasında çalgı
aletleri söz konusu edilmemektedir.
* Yine cariyelerin bayram ve düğün günlerinde söyledikleri şarkıyı dinlemenin caiz olması, müzik aletlerinin helal olduğu manasına gelmez.
* İbn Ömer radiyallahu anhuma’nın çoban kavalı sesiyle ilgili rivayetine gelince, bu siteden daha önce sema' ile istima' arasındaki farka dair yazı yayınlamıştım. Kişi kendi tercih ve ihtiyarı olmaksızın kulağına gelen sesi işitmesinden sorumlu değildir, kasıtlı olarak müzik dinlemesiyle yani istima etmesiyle mes'ul olur. Bu yüzden Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem çoban kavalını işitince kulağını tıkamış, fakat yanındaki İbn Ömer radıyallahu anhuma'ya kulağını tıkamasını emretmemiştir. Yine İbn Ömer radıyallahu anhuma, Nafi'nin yanında aynı şeyi yapmış, Nafi'ye kulağını tıkamasını emretmemiş, Rasulullah'ın kulağını tıkadığını söylemekle yetinmiştir. Bu rivayette de İbn Hazm’ı destekleyen bir durum söz konusu değildir.
* Bazı kimseler Şevkani'nin Neylu'l-Evtar'da selefin müzik aletleri konusunda ihtilaf ettiklerini iddia etmesine dayanmaktadırlar. Lakin Neylu'l-Evtar'da müzik aletlerini helal sayan seleften herhangi bir kimseden sahih bir rivayet ispat edememiştir. Sahih olarak gelenler ise, yalnızca def çalmanın/dinlemenin ve cariyelerin söylediği şarkıyı dinlemenin caiz olduğuna dair rivayetlerdir. Bu konu zaten tartışma konusu değildir. Def dışındaki müzik aletlerinin haramlığı hususunda ümmetin selefinden muhalefet eden hiç kimse yoktur.
* Diğer bazı kimseler de aşırı giderek, cevazına deliller sabit olmasına rağmen def çalınmasına da karşı çıkıyor veya otobüste, kafelerde vb. ortamlarda kişinin kendi arzusuyla dinlemediği, kulaklara gelen müzikten dolayı o ortamı terk etmeyi farz görüyorlar!
Bir kimse böyle bir ortamı terk eder veya kulağını tıkarsa müstehap bir iş yapmış olur. Lakin kulağını ve kalbini, dışarıdan gelen müzik sesine vermediği sürece, o ortamı terk etmeyerek veya kulağını tıkamayarak, müstehap bir fiili terk edeni günahkâr saymak aşırılıktır. Bu aşırılık sahipleri, kendilerinin de benzer bir vebalin altında olduklarını unutuyorlar. Hoparlörlerden türlü musiki makamlarıyla teganni edilen ezanları dinlememek için nasıl bir önlem alıyorlar? Yahut bu akıllarından geçiyor mu? Fasık komşuları düğün yapıp çalgı çaldıkları zaman veya Allah'tan korkmayan dükkan sahipleri açılış yaptıklarında müzik yayınladıkları zaman nerelere kaçabiliyorlar? Şayet kaçabiliyorlarsa, çeşitli sebeplerle, rahatsız oldukları bu seslerden kaçamayan kimseleri günahkâr mı görüyorlar? Şayet öyleyse hangi delile dayanarak günahkar sayacaklar?
Şüphesiz buradaki günahkarlık, bu ezanları teganni ile okuyanların, umumi müzik yayını yapanlarındır. Engellemeye gücümüzün yetmediği münkerlerden kalbimizden buğz etmek suretiyle Allah'ın affını umarız.
* Yine cariyelerin bayram ve düğün günlerinde söyledikleri şarkıyı dinlemenin caiz olması, müzik aletlerinin helal olduğu manasına gelmez.
* İbn Ömer radiyallahu anhuma’nın çoban kavalı sesiyle ilgili rivayetine gelince, bu siteden daha önce sema' ile istima' arasındaki farka dair yazı yayınlamıştım. Kişi kendi tercih ve ihtiyarı olmaksızın kulağına gelen sesi işitmesinden sorumlu değildir, kasıtlı olarak müzik dinlemesiyle yani istima etmesiyle mes'ul olur. Bu yüzden Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem çoban kavalını işitince kulağını tıkamış, fakat yanındaki İbn Ömer radıyallahu anhuma'ya kulağını tıkamasını emretmemiştir. Yine İbn Ömer radıyallahu anhuma, Nafi'nin yanında aynı şeyi yapmış, Nafi'ye kulağını tıkamasını emretmemiş, Rasulullah'ın kulağını tıkadığını söylemekle yetinmiştir. Bu rivayette de İbn Hazm’ı destekleyen bir durum söz konusu değildir.
* Bazı kimseler Şevkani'nin Neylu'l-Evtar'da selefin müzik aletleri konusunda ihtilaf ettiklerini iddia etmesine dayanmaktadırlar. Lakin Neylu'l-Evtar'da müzik aletlerini helal sayan seleften herhangi bir kimseden sahih bir rivayet ispat edememiştir. Sahih olarak gelenler ise, yalnızca def çalmanın/dinlemenin ve cariyelerin söylediği şarkıyı dinlemenin caiz olduğuna dair rivayetlerdir. Bu konu zaten tartışma konusu değildir. Def dışındaki müzik aletlerinin haramlığı hususunda ümmetin selefinden muhalefet eden hiç kimse yoktur.
* Diğer bazı kimseler de aşırı giderek, cevazına deliller sabit olmasına rağmen def çalınmasına da karşı çıkıyor veya otobüste, kafelerde vb. ortamlarda kişinin kendi arzusuyla dinlemediği, kulaklara gelen müzikten dolayı o ortamı terk etmeyi farz görüyorlar!
Bir kimse böyle bir ortamı terk eder veya kulağını tıkarsa müstehap bir iş yapmış olur. Lakin kulağını ve kalbini, dışarıdan gelen müzik sesine vermediği sürece, o ortamı terk etmeyerek veya kulağını tıkamayarak, müstehap bir fiili terk edeni günahkâr saymak aşırılıktır. Bu aşırılık sahipleri, kendilerinin de benzer bir vebalin altında olduklarını unutuyorlar. Hoparlörlerden türlü musiki makamlarıyla teganni edilen ezanları dinlememek için nasıl bir önlem alıyorlar? Yahut bu akıllarından geçiyor mu? Fasık komşuları düğün yapıp çalgı çaldıkları zaman veya Allah'tan korkmayan dükkan sahipleri açılış yaptıklarında müzik yayınladıkları zaman nerelere kaçabiliyorlar? Şayet kaçabiliyorlarsa, çeşitli sebeplerle, rahatsız oldukları bu seslerden kaçamayan kimseleri günahkâr mı görüyorlar? Şayet öyleyse hangi delile dayanarak günahkar sayacaklar?
Şüphesiz buradaki günahkarlık, bu ezanları teganni ile okuyanların, umumi müzik yayını yapanlarındır. Engellemeye gücümüzün yetmediği münkerlerden kalbimizden buğz etmek suretiyle Allah'ın affını umarız.