Akla, İslam
kadar hareket noktası veren bir din yoktur. Akla, Kur’an kadar hitap eden
bir kitap yoktur. Aklı kullanmaya ümmi Nebi Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem kadar teşvik eden bir nebi veya kişi yoktur. Bunun birçok delilleri
vardır.
Bilgisayar
ortamında yapılan sayımlara göre Kur’ân’da:
İlim kelimesi ve türevleri 854 defa
geçer.
Lub (akıl) kelimesi ve türevleri 16 defa geçer.
Tefekkür kelimesi ve
türevleri 18 defa geçer.
Kıraat (okuma) kelimesi ve türevleri 88 defa geçer.
Tedebbür
kelimesi ve türevleri 44 defa geçer.
Tezekkür kelimesi ve türevleri 292 defa
geçer.
Akletme kelimesi ve türevleri 49 defa geçer.
Nazar (inceleme) kelimesi
ve türevleri 129 defa geçer.
Basar (görme ve idrak etme) kelimesi ve türevleri 148 defa
geçer.
Mükellefiyetin
dayanağının akıl olduğu malumdur. Aklı olmayan kimse mükellef olmaz. Aklın
vazifesi mevcut olanlar üzerinde araştırma, geçmişte olanlar hakkında bilgiyi
pekiştirme ve ibret alma, gelecek için de hazırlık yapmaktır.
İslam
fıkhında aklın alanı açık ve kapıları geniştir. Uzak yakın herkes bunu bilir.
İslam’ın akla verdiği konuma ne bir kimse ekleme yapabilir ne de ona ulaşabilir.
Tefekkür
ve akletmenin saptırma, şüpheye düşürme ve haktan sapma için kullanılması ise
akıl ve tefekkürün konumunu tahrif etmektir ve onu yeri dışında kullanmaktır.
Tefekkür
ve akletmenin saptırmak için kullanılması, mesela “Kadının özgürleştirilmesi”
fikri için kullanılması, kadınların bedenlerinin çıplaklaştırılması ve “özgürlük”,
“ilericilik”, “medeniyet” adları altında toplum içinde cinsel bir tahrik
malzemesi haline getirilmesi, onu Allah Teâlâ’nın belirlediği menhecinden uzaklaştırmaktır.
Anlamlar
tersine çevrilmiştir ve fikirler çatışır haldedir. Bütün bunlar iki beyan ile
alınır. Mü’minler nakil hüccetini alırlar, inatçılar ise akıl hüccetini
alırlar.
Şayet
akla aykırı görünen bir nebevi hadis ile karşılaşırsak ne yapılmalıdır?
Öncelikle
akıl kelimesi ile kastedilen nedir? Kimin aklı esas alınacaktır? Bu soru cevap
bulduktan sonra akla aykırılığın türüne geçilebilir.
Eğer
akıl ile kastedilen; nebevi hadisin bahsettiği mesele hakkında uzman olan bütün
akıl sahiplerinin aklı ise;
* Hadis tıptan bahsediyorsa akıl ile kastedilen
tabiplerin icma’ı (sözbirliği)dir.
*
Hadis toplumsal bir meseleden bahsediyorsa akıl ile kastedilen toplum bilim âlimlerinin
sözbirliğidir.
*
Hadis şeriat hükümlerinden bahsediyorsa akıl ile kastedilen şeriat âlimlerinin
icmaıdır.
Bu,
Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah’ın; “Sarih akıl, sahih nakil ile çelişmez”
sözünün anlamıdır.
Böylece
akıl, herhangi bir meseleyi sınırlayıcı değildir. Yine uzmanların ihtilaf
etmeleri hali de bunun dışında kalmaktadır.
İhtilaf etmeleri halinde
uzmanlardan bu meseleyi teyit eden de vardır, itiraz eden de vardır. Geriye bazı uzmanların akılları tarafından
teyit edilen, bazıları tarafından da itiraz edilen hadis kalmaktadır. Böyle bir
durum nebevi hadisle amel etmeyi iptal edemez!
Uzmanların
icma etmeleri halinde ise durum, nebevi hadisin manası üzerine döner:
*
Bu hadiste bildirilen mesele beşerî tecrübelerin bir sonucu mudur?
-
Eğer cevap evet ise, bu hadisle amel etmek, önceki icma’yı iptal eden bir
gelişme bulunmasına bağlıdır. Veya uzmanların icma’ına aykırı görünen bu hadisin
manası araştırılır.
-
Eğer filan kimsenin aklı bu nebevi hadisteki manayı kavrayamıyorsa, böyle bir
durum hadisle amel etmeyi ortadan kaldırmaz. Çünkü tecrübe ile tahsis edilen
bir meselede icma eden akıllar karşısında ferdî akıllara itibar edilmez.
*
Nebevî hadis gaybden haber veriyorsa;
-
Hadis sahih ise, dütün dünya bunun imkânsız olduğunda icma etse bile biz bu
haberin, bir süre sonra da olsa, mutlaka meydana geleceğine itikad ederiz.
Bu
konuda konumumuz, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in isra ve mi’rac hakkında
verdiği haberi tasdik eden Ebu Bekr es-Sıddık radiyallahu anh’ın konumu
gibidir.
Yine: “Şayet din re’y ve akıl ile olsaydı mestlerin altını mesh etmek,
üzerini mesh etmekten daha layık idi” diyen Ali radiyallahu anh’ın konumu
gibidir.
Bazen
tarihte akla muhalif olduğu gerekçesiyle nebevi bir haberi veya nebevi bir
hükmü reddeden kimseler ortaya çıkmıştır. İslam’da akıl kavramı ile
kastedilenin uzmanların akıllarının söz birliği olduğunu açıkladık. Çünkü uzman
olmayan kimseler anlamlar üzerine boş konuşurlar, onların mukaddimelere, alet
ilimlerine veya anlayış için temel ilimlere ihtiyaçları vardır.
Edebiyatçı
birinin aklının, matematik denklemlerini kavramaması, matematik denklemlerini
uygulamayı iptal etmez. Yine bir matematikçinin aklının şiirdeki mecazları
kavramaması, mecazı iptal etmez. Matematikçi ve edebiyatçının kan dolaşımını inkâr
etmeleri, kan dolaşımının varlığını iptal etmez.
Yani başka bir meselede uzman olsa bile, özel
bir meselede uzman olmayan kimselerin inkârının bir değeri yoktur. Buna yol
açılırsa; ilmî kaoslar, dini kaoslar, iktisadi kaoslar ve hayatın her
meselesinde kaoslar otaya çıkar. Müslümanın aklının Kur’an ve sünnete karşı
konumu iman etmek, geçmiş veya gelecekten verdiği haberleri tasdik etmektir.
Çünkü bu müslümanın akidesinin anlamıdır.
Kevnî
ayetlere gelince, Kur’ân ve sünnet, imanının kökleşmesi ve itaat ile artması için,
insanın etrafındaki her şeyi tefekkür etmesine yönlendirmiştir.
Teşriî
ayetlere gelince, bunlar beşer hayatını, insanın arzularını düzene sokan
emredici ve yasaklayıcı ayetlerdir. Bunlardan bazısı illetin mevcudiyeti etrafında
döner. Bu da konusunun genişliğinden
dolayı tefekkür yolunu açar. Bazı hükümler sabittir, değişmez. Lakin
mükellefiyetin düşmesi veya devam etmesi hususunda kişinin durumuna göre hükmü
değişir. Mesele yolcu kimsenin oruç tutmaması, hayız olan kadının namaz
kılmaması, zorluk ve meşakkat altında olan kimseye tanınan ruhsatlar gibi.
Allah
Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Allah sizin için kolaylığı diler, sizin için
zorluğu dilemez.” (Bakara 185)
Bugünlerde
sünnet hakkında şüpheler uyandırıp Kur’ân manalarını tahrif girişimleri bazen
nebevi bir hadisin akla aykırı olduğu, bazen de Kur’ân’a aykırı olduğu gerekçesiyle
öne sürülmekte, hadis kitaplarının Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den
uzun zaman sonra yazıldığı, Emevilerin kitapları ve hadisleri kendilerine uygun
olacak şekilde tahrif ettikleri, elimizdeki hadis kitaplarının Rasule tuzak
kurmak isteyen yazarların veya kıssacıların hayal ürünü olduğu iddia
edilmektedir.
Bu
sebeple itiraz ve tenkid eden kimse, kendisinin Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem’in sünnetinin koruyucu olan o kahraman rical gibi sünneti koruduğunu ve
ilme önem verdiğini düşünmektedir. Ancak bu tenkitçi şunu unutuyor: Sünnetin
yazılması ilmî ve beşerî aklın mizanında; şu zamanda ve gelecekte ümmetlerin benzerini
ortaya koyamadıkları bir mucizedir.
Sünnet
âlimlerinin nebevi hadislerin isnad ve metinlerini incelemede cerh ve ta’dil
ilmi konusundaki dikkatli çalışmalarının benzerini geçmişteki ümmetler ortaya
koyamamışlardır.
Muhaddisler
hadis rivayetinde, mesela Muslim’in senedi zikrederken: “Abd: ahbarana dedi ve
İbn Rafi haddesena dedi…” diyerek “haddesena” ve “ahbarana” kelimeleri
arasındaki ayrıma dahi dikkat etmişlerdir. Bu kelimelerden ilki, öğrencinin
hocasına okumasına delalet etmektedir. Hadisi alırken ve
rivayet ederken, nebevi hadisi işitmeye delalet etmek üzere kullanılan tabirler
hakkında bile gösterilen bu dikkat geçmiş ümmetlerde olmadığı gibi, gelecekte
de olmayacaktır.
Diğer
bir delil, tarih bize bütün ümmetler içerisinde müslümanların Rasullerinin hayatını
tam bir dikkat, muhabbet ve samimiyet ile hıfz ettikleri gibi, herhangi bir
kimsenin doğumundan ve çocukluğundan vefatına kadar hayatını kaydetmemiştir.
Sünneti
akla arz ederek şüphe atmak; haset eden kincilere bulaşan fikrî bir vebâdır ve
mecnunların mezhebidir.