Diyanet İşlerinin başındaki cahil, halkın “beşe beş
katanı(!)” övdüğünü bildiğinden populist tutumlara giriyor ve her zamanki cıvık
tarzıyla kandiller, kutlu doğum haftası vb. habis bid’atleri temize çekmeye
çalışıyor.
Neymiş, ümmete peygamberi
tanıtacaklar, anlatacaklarmış! Merak ediyorum, hangi peygamberden bahsediyor?
Şayet müslümanların peygamberi Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’den
bahsediyorsa, O, bu diyanetçiler gibi birçok sünnet düşmanlarının gerçek yüzünü
ortaya koyup reddeden, bid’atlere taviz vermeyen, kendisinin tebliğ ettiği
dışında din ve re’y ile fetva uyduranları ateşle uyaran bir peygamberdi.
Peygamberi, O’na muhalefet ederek mi anlatacaklar?
Yoksa müsteşriklerin kokuşmuş bakış açılarıyla dejenere
edilmiş, münafık yetiştirme okulları olan ilahiyat fakültelerinin peygamber
anlayışıyla mı anlatacaklar?
Lütfen siz anlatmayın! Lütfen diyanetin bütün personelleri
istifa edip çekilsin, İslam’ı sabote etmeyi artık bıraksınlar! Lütfen Yahudilerin
kurduğu dillerle konuşup, onların sahih islam anlayışına leke sürmek için kurdukları
İŞİD gibi kâfir örgütlerle selefileri bir kefeye koyarak, Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem’in sünnetine düşmanlık etmeyi, İŞİD üzerinden selefilere
düşmanlık etmeyi bıraksınlar!
Gölge etmesinler başka ihsan istemez! Zaten imamları peygamberin namazını kıldırmıyor, müezzinleri namaz vakitlerini bilmiyor, araştırmıyor, ezanı da beş musiki makamında ezgi niyetine okuyor!
Terör örgütlerine katılan, derneklerde toplanan, oy kullanan
selefi olamaz, şayet bunlar selefilik iddia ederse, Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem ve ashabından daha önceki bir seleflerine, iblise nispet
edilirler.
Selefî; Kur’an ve sünnet naslarına, salih selefler olan
sahabe ve tabiinin tabi olduğu gibi tabi olan, küfürden, şirkten, bid’atlerden, sonradan
çıkma kıyaslardan, re’ylerden, mezheplerden, tarikatlerden, partilerden,
derneklerden, ümmeti bölen gruplardan, demokrasiden ve her türlü küfür
ideolojisinden uzak duran kimsedir. Bu böyle bilinmelidir! Kim bundan başka bir
sıfatla selefiliği niteler de, selefiliğe saldırırsa işte o İslam’ın dış
düşmanlarının tuzağına düşüp aldanmış veya onların bizatihi uşaklarındandır ve
sahih İslam anlayışı ile harp içinde demektir.
Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in düşmanları içinde müşriklerden
sonra bidatçiler, yani din adına yenilik icad edenler gelir. Allah Teâlâ: “Yoksa
onların birtakım ortakları mı var ki, Allah’ın izin vermediği şeyleri, dinde
kendilerine meşru kıldılar” (Şura 21) buyurmuştur.
Bid’atleri yeren, bid’atçileri kınayan birçok naslar vardır.
Birçok kimse bid’atlerin yalnızca fısk ve meâsî şeklinde olanlarını aklına
getiriyor, bid’atlerin nebiye ittiba etmeyip, ibadet üretmek demek olduğu
kısmını dikkatten kaçırıyor!
Bid’atin ne demek olduğunun anlaşılması için bazı nakiller aktaralım
ki, insanları saptırmak ve Allah’ın dinine kafa tutan devlet sistemlerine râm
etmek için kurulmuş olan diyanet işleri gibi kurumların neye hizmet etmekte
olduğu iyice anlaşılsın.
İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan: Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kim sünnetimden yüz çevirirse benden
değildir.”[1]
Abdullah b. Amr b. El-Âs radıyallahu
anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Ey Abdullah!
Şüphesiz bizim bir sünnetimiz vardır. Kim ona sarılırsa bizdendir. Kim de onu
terk ederse bizden değildir.”[2]
Enes b. Malik radıyallahu anh Nebi sallallahu
aleyhi ve sellem’den daha fazla ibadet etmek isteyen üç kişinin hadisini
rivayet etmiştir. Onlardan biri: “Ben gece boyunca daima namaz kılacağım” dedi.
Diğeri:
“Ben her gün oruç tutacağım” dedi. Üçüncüleri
de:
“Ben kadınlardan uzaklaşıp evlenmeyeceğim”
demişti. Bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Sizler şöyle ve
şöyle diyenler misiniz? Allah’a yemin olsun içinizde Allah’tan en çok
korkanınız ve en takvalı olanınız benim. Lakin ben bazen oruç tutarım, bazen iftar
ederim, gecenin bir kısmında namaz kılarım ve uyurum da. Kadınlarla da
evlenirim. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir.”[3]
Bugün İslâmî cemaatlerin çoğu, başlarını öncelikle sünnete doğru
çevirmiyorlar. Sünnetin dindeki anlamı, fakihlerin tarifine göre daha geniş ve
daha kapsamlıdır. Zira fakihler sünnet kelimesini, farz ve sünnet diyerek,
müslümana farz olmayan ibadetler anlamında kullanırlar. Lakin sünnetin dindeki
anlamı: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Kur’ân’ı beyan, tefsir ve
tatbik etmede takip ettiği yol, menhec ve gidişat demektir.
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem: “Sünnetimden yüz çeviren benden
değildir.” buyurmuştur.
Burada sünnetten yüz çevirmekle kastedilen, sabah
namazının sünneti yahut öğle namazının farzından önceki sonra sünnet namazlar
veya diğer ratibe sünnetler değildir. Hadiste kastedilen şey ancak;
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in ümmete Kur’ân’a açıklama olarak getirdiği
sünnet ve yoldur. İki şey bu manayı destekler.
Bunlardan birincisi, hadisin varid oluş sebebiyle ilgilidir.
Diğeri ise; farzları yerine getirmeye devam eden ve haramlardan kaçınan
kimsenin inşaallah cennetlik olacağına dair ümmetin ittifakıdır.
Nitekim Cabir radıyallahu anh şöyle rivayet etmiştir: “Bir adam dedi ki:
“Ey Allah’ın rasulü! Eğer beş vakit namazı kılar, Ramazan orucunu tutar,
helali helal, haramı da haram sayarsam ne dersin, cennete girer miyim?”
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Evet. Eğer beş vakit namazı kılar, Ramazan orucunu tutar, helali
helal ve haramı haram sayarsan sen cennetliklerdensin.”[4]
Öyleyse burada fakihlerin ıstılahında “sünnet” dedikleri gibi farzlar
dışında kalan ibadetler ve terk edildiğinde sahibini cennete girmekten
engellemeyen sünnetin kastedilmesi söz konusu değildir. Burada kastedilen
sünnet; dinî anlamdaki sünnettir ve onun terk edilmesi; aynı zamanda müminlerin
yolu olan Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yolundan yüz çevirmektir.
Hadisin söyleniş sebebine gelince: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in üç sahabesi, Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in ibadeti hakkında sordular. Kendilerine bu haber
verilince onu azımsadılar. Yani Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in ibadetini
az buldular. Zihinlerinde Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in kulların en
çok ibadet edeni olduğunu tasavvur etmişlerdi ve bu düşünceye nisbetle
söylenenleri az gördüler.
Şüphe yok ki Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem onların en çok
ibadet edeni idi. Lakin ibadet, ibadetleri çokça yapmak değildir. Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem ile gelenlerle yetinmektir. Onların zihinlerinde
tasavvur ettikleri şey ise abartı üzerine kurulu idi. Bu yüzden Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem’in ibadetini az gördüler. Sanki onlar bunu Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem hakkında bir kusur gibi düşündüler. Bunun üzerine
sahip oldukları düşüncenin bâtıl olduğunu gösteren gerekçeler getirdiler. Onlar
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in ibadetini azımsadıkları zaman şöyle
dediler:
“O Allah’ın rasulüdür! Allah onun geçmiş ve gelecek günahlarını
bağışlamıştır.” Sanki onlar, “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem neden
kendisini fazla yormuyor, ibadete çokça gayret etmiyor” demek ister gibiydiler.
Hâlbuki O, Allah Azze ve Celle’nin şöyle buyurduğu hedefe ulaşmıştır: “Allah'ın,
senin geçmiş ve gelecek bütün günâhlarını bağışlaması, senin üzerindeki
nimetini tamamlaması ve seni dosdoğru yola hidayet etmesi için sana apaçık bir
fetih verdik“ (Fetih 1-2)
O halde Allah, Rasulullah sallallahu aleyhi
ve sellem’in geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlamıştır. Bu sahabelere göre
burada Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in gece boyunca namaz kılmasını,
gündüzleri oruçlu geçirmesini ve kadınlardan tamamen uzaklaşmasını gerektirecek
bir sebep yoktu. Bu yüzden onlar kendilerine döndüler ve şöyle düşündüler:
“Bize gelince Allah’ın bağışlamasına
ulaşmış değiliz. Bizim Allah Azze ve Celle’ye ibadete daha fazla çalışmamız
lazım. Umulur ki Allah bizi de bağışlar.” Böylece kendi kendilerine söz
verdiler. Birisi:
“Ben uyumayacağım ve gece boyu namaz
kılacağım” dedi. İkincisi:
“Ben iftar etmeksizin her gün oruç tutacağım”
dedi. Üçüncüsü de:
“Ben de kadınlarla evlenmeyeceğim” dedi. Bu
şekilde söz vererek ayrıldılar.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem
gelince minbere çıkarak insanlara hutbe verdi ve şöyle buyurdu: “Şöyle ve şöyle
diyen kimselere ne oluyor?” Her birinin sözlerini tekrar etti. Şu; iftar
etmeksizin her gün oruç tutacağım diyor, diğeri uyumakasızın gece boyu namaz
kılacağım diyor. Öteki de kadınlarla evlenmeyeceğim diyor!
“Allah’a yemin olsun içinizde Allah’tan en
çok korkanınız ve en takvalı olanınız benim. Lakin ben bazen oruç tutarım,
bazen iftar ederim, gecenin bir kısmında namaz kılarım ve uyurum da. Kadınlarla
da evlenirim. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir.”
Hadisin varid olma
sebebi budur. Yani, bu hadisin manası: Allah’a kulluk ve O’na yakınlık sağlamak
için, benim Allah’a ibadet için yapmadığım bir şeyi yapan, bu konuda benim
yolumdan ve menhecimden yüz çeviren benden değildir demekltir.
Şayet bir kimse hiç
gece namazı kılmasa, Ramazan ayı dışında hiç oruç tutmasa, hadisin
şahitliğiyle, o kimse cennetliklerden olmayı hak edebilir. Onun hakkında:
“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünneti terk etti” denilemez. Lakin
şayet Ramazan orucu ile beraber din sahibinin oruç tutulmasını yasaklamadığı
diğer günlerde de oruç tutarsa, sonra senenin tamamında bütün gece boyunca namaz
kılarsa, bu kimse Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetinden yüz
çevirmiş olur.
Bu yüzden farzlarla
yetinen kimse ile taat ve ibadette fazlalık olduğu zannıyla sünnette gelenlerin
üzerine çıkan kimsenin bu iki durumu farklıdır. Hakikatte bu ikincisi
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in menhecine ve siyretine muhalefet
etmiştir. Bu yüzden Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem sahih hadiste şöyle
buyurmuştur:
“Kim şu emrimizde ondan olmayan bir yenilik çıkarırsa reddolunur.”[5]
Mucahid şöyle
demiştir: “Ben ve Yahya b. el-Ca’de, Ensar’dan bir sahabenin yanına girdik.
Dedi ki:
“Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında Abdulmuttalib oğullarının azatlılarından
birinden bahsedildi ve onun geceleri namazla, gündüzleri oruçla geçirdiği söylendi.
Bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Lakin ben hem uyurum, hem namaz da kılarım. Bazı günler oruç tutar, bazı
günler tutmam. Kim bana uyarsa o bendendir. Kim de sünnetimden yüz çevirirse
benden değildir. Her amelin bir coşkulu dönemi ve sonra duraklama dönemi
vardır. Kimin duraklaması bid’ate doğru olursa o sapmıştır. Kimin duraklaması
da sünnete doğru olursa o hidayet üzeredir.”[6]
Evet, Diyanetçiler lütfen peygamberi anlatmasınlar, onlara güvenmiyoruz! Çünkü bütün bunları ve aşağıda nakledeceklerimi hiç anlatmadılar ve anlatmayacaklar! Onlar ancak kendi hevalarına göre bir peygamber uydurup onu anlatıyorlar!
Mevlid Kandili ve Kandil Gecelerini
Kutlayanlar Kâfirlere Benzer
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in doğum tarihinin
ne ayı ne de günü hakkında mutemed bir şey sabit olmamıştır. Hatta bu, meşhur
olana da aykırıdır.
Nitekim Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in Ramazan ayında, Receb ayında
veya Rebiulevvel ayında doğduğu söylenmiştir. Rebiulevvel ayında doğduğunu
söyleyenler de bu ayın hangi günü olduğu hususunda da ihtilaf etmişler,
bazıları; 2. günü, bazıları; 8. günü, bazıları 10. günü, bazıları 12. günü,
bazıları 17. günü, bazıları 18. günü ve bazıları da 20. günü demişlerdir. Bu
konuda bunlardan dayanılabilecek bir delil yoktur.[7] Rafızilerden Ubeydîler (Memlukler) hicri 4. asırda,
tercih edilen görüş olmamasına rağmen, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in
Rebiulevvel ayında doğmuş olduğunu kararlaştırdılar.
Hâlbuki bu ay, Nebi sallallahu aleyhi ve
sellem’in vefatıyla İslam ümmetinin en büyük bir musibete uğradığı aydır. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle
buyurduğu sabit olmuştur: “Sizden biriniz bir musibete uğradığında benim
vefatımla uğradığı musibeti düşünsün. Zira bu musibetlerin en büyüğüdür.”[8] Nitekim Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in
Rebiulevvel ayında vefat ettiği hususunda ihtilaf yoktur.
Hatta Ubeydîler, Rebiulevvel ayının 12. gününü
seçmişler ve Mısır’a hükmettikleri sırada Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in
doğumu ile ferahladıklarını iddia ederek kutlamalar ve törenler ortaya
çıkarmışlardır. Hâlbuki ilim ehlinin geneline göre bu tarih, Nebi sallallahu
aleyhi ve sellem’in vefat tarihidir.[9]
Bu zındık Ubeydîlerin çoğu İslam’a ve
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e kin güden kimselerdir. Hatta bazıları
ilahlık iddia etmiştir. Bunların başında el-Hâkim Biemrillah el-Ubeydî gelir
ki, bugüne kadar Dürzîler onun ilahlığına inanmaktadırlar.[10]
Arafat’ta ve şerefli Ka’be’nin yanında
hacıları katleden, Kâbe’nin bir kısmını yıkan, Haceru’l-Esved’i oradan alan ve
ancak yıllar sonra iade eden Karamita fırkası da onların takipçilerindendir.
O zamanlar komutanları: Ebu Tahir el-Karmati
idi. İnsanları Kâbe’de katlederken şu şiiri söylemiştir:
Ben Allah ileyim, Allah da benimledir
Ubeydîler hicri dördüncü asırda 363 senesinde,
Mısır’a hükmettikleri sırada ilk mevlid kutlamalarını başlatan kimselerdir.
es-Sendubi, bu günde mevlid kutlamalarını caiz gören sufilerdendir.
Bununla beraber bu uygulamayı ilk başlatanların Ubeydîler olduğunu kabul
etmektedir.[12]
Bu dinden çıkmış Ubeydilerin Nebi sallallahu
aleyhi ve sellem’e kinlerinden dolayı kasten vefat ettiği ayı bu tür kutlamalar
için seçmeleri, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in vefatıyla sevinç duymaları
ve insanlara Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in doğumuna seviniyormuş gibi
davranmaları uzak bir ihtimal değildir.
Nitekim ilim ehli, başta Nebi sallallahu
aleyhi ve sellem’in ashabı olmak üzere faziletli ilk üç asırdaki Salih seleften
hiç kimsenin böyle kutlamalar yapmadığı hususunda ittifak etmişlerdir. Bu
yüzden faziletli ilk üç asırdan hiç kimsenin, Nebi sallallahu aleyhi ve
sellem’e olan şiddetli sevgilerine ve hayra karşı hırslı olmalarına rağmen, ne
böyle bir şey yaptıkları ve ne de meşru olduğunu söyledikleri nakledilmemiştir.
Bu kutlamaları haram gören ilim ehlinden bir
topluluk bu icmayı nakletmişlerdir. Bu kutlamaları mubah görenler de Selefin
mevlid kutlamaları yapmadığı şeklindeki icmayı nakletmelerine muvafakat
etmişlerdir.
İmam el-Fakihanî şöyle demiştir: “Bu mevlidin
ne kitapta ne de sünnette bilinen bir aslı yoktur. Ümmetin dinde önder olan,
öncekilerin yoluna sımsıkı sarılan âlimlerden hiçbiri de böyle bir şey
yapmamıştır. Bilakis bu batıl ehlinin ve nefislerinin şehvetine uyan
yiyicilerin çıkardığı bir bidattir. Şeriat buna izin vermez. Sahabe, tabiin ve
bildiğimiz dindar âlimler bunu yapmamışlardır. Eğer bu konuda sorulacak olursa,
Allah Teâla’nın huzurunda benim de cevabım budur.”[13]
İbnu’l-Hac, insanların mevlid merasimlerinde
yaptıkları çirkinlikleri zikrettikten sonra şöyle der: “Bu çirkinlikler mevlid
dinleme ameliyle bileşiktir. Eğer bu çirkin işler ve yemek yedirme işi
olmasaydı ve mevlid niyetiyle kardeşler davet edilip daha önce bahsedilen
kötülükler işlenmeseydi bile sadece bu niyet bidat olurdu. Zira bu, geçmiş
selefin yapmadığı bir şeyle dinde ekleme yapmaktır. Selefe uymak daha uygundur.
Hatta fazladan bir niyet eklemek, onların üzerinde bulunduğu şeye muhalif
olmayı gerektirir. Zira onlar Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
sünnetine uymada ve sünnete saygıda insanların en şiddetlileri idiler. Onların
bu konuda öncelikleri vardır. Onlardan birinin mevlide niyet ettiği
nakledilmemiştir. Bizler de onlara tabi olanlarız ve onlara geniş geleni biz de
geniş buluruz.”[14]
Şeyhulislam İbn Teymiye şöyle demiştir:
“Rebiulevvel ayının “Mevlid gecesi” denilen gecesinde, Receb ayının bazı
gecelerinde, Zilhicce’nin 18. Gecesinde, Receb ayının ilk Cuma gecesinde veya
bazı cahillerin “Hayırlıların bayramı” dedikleri Şevval’in 8. gününde şer’i
olmayan merasimler edinmek selefin müstehap görmedikleri ve işlemedikleri
bidatlerdendir.”[15]
Hafız İbn Hacer el-Heytemi el-Mısri şöyle
demiştir: “Mevlid amelinin aslı bidattir. İlk üç asırdaki Salih seleften
nakledilmemiştir.”[16]
Şeyh Muhammed b. Abdisselam eş-Şukayri
el-Mısri şöyle der: “Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in doğumunu kutlamak çirkin
bir bidat ve sapıklıktır. Bunu şeriat de, akıl da uygun görmez. Şayet bunda bir
hayır olsaydı, Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali ve diğer sahabeler radıyallahu
anhum, tabiin, tebeu’t-tabiin ve imamlar bundan nasıl gafil kalabilirdi? Şüphe
yok ki bunu ancak bidat ashabı olan yiyici sufiler uydurmuş ve insanlardan bir
kısmı bunlara tabi olmuştur. ancak Allah Teala’nın koruyup islamın hakikatini
anlamaya muvaffak kıldıkları bunların dışında kalmıştır.”[17]
Reşid Rıza şöyle demiştir: “Bu mevlid
merasimlerinin bidat olduğunda tartışma yoktur. Nebi sallallahu aleyhi ve
sellem’in doğum kıssasını okumak üzere toplanmayı ilk uyduran Mısırdaki Çerkez
krallarından biridir.”[18]
Şeyh Muhammed b. Useymin şöyle demiştir:
“Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in doğumunu bilindiği şekliyle kutlamak açık
bir bidattir. Zira Nebi sallallahu aleyhi ve sellem ve sahabeler zamanında bu
bilinmiyordu. Böyle bir şey yapmak gerekseydi onlara mani olan bir şey yoktu.”[19]
Bu, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in
ashabının ve bu ümmetinin selefinin; bu kutlamaların ve bütün sonradan çıkan
merasimlerin meşru olmadığına dair icmalarıdır.[20]
Müslümanların çoğu bugünkü kutlamalarda o
Ubeydî Şiaları ve İsa aleyhisselam hakkında aşırılık yaparak ona ibadet eden ve
doğumunu hatırlamak üzere kutlamalar yapan Hristiyanları taklid ettiklerinden
diğer bidatlere de düşmektedirler. Mesela bu merasimler esnasında bazı cahiller
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in bu merasimlerde hazır bulunduğunu
zannederek ayağa kalkarlar. İşte bu, ilim iddiasında bulunup da bu merasimleri
düzenleyen iftiracıların bir yalanıdır. Cahiller de bunu tasdik ederler.
Şeyh Abdulaziz b. Baz şöyle demiştir: Bazıları Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem’in mevlid merasimlerinde hazır bulunduğunu zannederek saygı ve
selamlama için ayağa kalkarlar. Bu en büyük batıllardan ve en çirkin
cahilliklerdendir. Zira Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem kıyamet gününden
önce kabrinden çıkmayacaktır. Bu husus Müslüman âlimler arasında tartışmasız
olarak icma edilen bir meseledir.”[21] Toplu halde zikretmek, davul çalmak gibi
haramlar da bu bid’ate eklenmektedir.[22]
Şeyhulislam ibn Teymiye der ki: “Mevlid merasiminde toplanıp müzik, raks
ve benzeri şeyleri ibadet edinmeye gelince, ilim ve iman ehlinden hiç kimse
bunların yasaklanmış çirkinliklerden olduğunda şüphe etmez. Bunu ancak ya bir
cahil ya da bir zındık mustehap görebilir.”[23]
Hatta bu uydurma merasimler pek çok kimseyi
büyük şirke düşmeye götürmektedir. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem hakkında
aşırılık, gayb ilmi, fayda ve zarar vermek gibi Allah Teâla’ya mahsus bazı
sıfatların ona verilmesi gibi hususlar bunlardandır. Onlardan çoğu bu
merasimlerde Busayri’nin içinde açık şirk bulunan kasidesini okumaktadırlar.
Şeyh İbn Useymin Busayri’nin Burde
kasidesindeki bazı şirkleri zikretmiştir. Bunlardan biri de: “Dünya ve
ahiret senin cömertliğindendir, levh ve kalem ilmi senin ilimlerindendir”
sözüdür." Sonra İbn Useymin şöyle der: “Ben bu sözleri konuşan kimseye hayret
ediyorum. Eğer manasını akledebiliyorsa, bu sözleri Nebi sallallahu aleyhi ve
sellem’e hitaben söylemeyi kendisine nasıl yakıştırabiliyor?: “Dünya ve ahiret
senin cömertliğindendir…” Eğer dünya ve ahiret Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem’in cömertliğinden ise, geride başka cömertlik kalmıyor. Peki Allah Azze
ve Celle’ye ne kalıyor?! Geride dünya ve ahretten bir şey kalmıyor! Yine “Levh
ve kalem ilmi senin ilimlerindendir” diyor. Eğer burada Nebi sallallahu aleyhi
ve sellem’ê hitap ediyorsa, bilmiyorum ki Allah Azze ve Celle’ye ne kalıyor?!”[24]
Böylece bütün bidatleri işleyerek Nebi
sallallahu aleyhi ve sellem’in şu hadisini gerçekleştirmiş oluyorlar: “Her bid’at sapıklıktır” Bir sapıklık diğer sapıklıklara
götürmektedir
Müslümanın Allah Teâla’yı ve Nebi sallallahu
aleyhi ve sellem’i canından ve çocuğundan daha fazla sevmesi gerekir. Bunun
için Muhammed b. Abdillah sallallahu aleyhi ve sellem’in menhecinde yürümeli, ona indirilen kitabı okumalı ve ezberlemeli,
yılın hergün ve gecesinde Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetlerinin ve
siyerinin dersini yapmalı, her zaman ona salat ve selam vermelidir. Özellikle
her hafta Cuma günü ve gecesinde buna devam etmelidir.[25]
El-Fakihani şöyle der: “Nebi sallallahu
aleyhi ve sellem Rebiulevvel ayında doğmuş olmakla beraber, bu ay aynı zamanda
vefat ettiği aydır. Bu ayda sevinmek, üzülmekten daha uygun değildir.”[26]
İbnu’l-Hac şöyle der: “En hayret verici
hususlardan biri de, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in doğumundan dolayı
sevinme gayesiyle bu değerli ayda musikiyle mevlid okumaktır. Hâlbuki Nebi
sallallahu aleyhi ve sellem bu ayda Rabbi Azze ve Celle’nin kerametine intikal
etmiş ve ümmet musibete uğramıştır. Bundan daha büyük bir musibete bir daha
uğrarlar mı? Bu musibetten dolayı bu ayda çokça üzülmek ve ağlamak gerekirdi.
Bakınız bu kıymetli ayda nasıl da eğleniyor ve raks ediyorlar da hiç üzülüp
ağlamıyorlar! Şayet üzülselerdi duruma daha uygun olurdu. Lakin bunu yapsalardı
yine bu da bidat olurdu.”[27]
Muhammed b. Abdisselam eş-Şukayri el-Mısri
şöyle der: “Nebi sallallahu aleyhi ve sellem bu ayda doğmuş ve yine bu ayda
vefat etmiştir. O halde niçin doğumuna seviniyorlar fakat vefatına
üzülmüyorlar?”[28]
Rafızi Ubeydî’lerin
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in doğum günü olarak kesinleştirdikleri
vefat vaktinde merasimler yapmamız, yılın herhangi bir gecesini tahsis ederek
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in siyerini, şirk içeren veya içermeyen
kasideler okumak ona muhabbetten değildir. Zira bunlar onun sünnetine
muhalefettir ve onun dinine haram olan bidatler eklemektir. Bu, Nebi sallallahu
aleyhi ve sellem’in ve bütün ashabının yolunu bırakarak kâfirlerin ve
Rafızilerin yollarını taklid etmektir. Artık Müslüman kendisi için bu iki
yoldan dilediğini seçsin!
Hafız İbn Hacer “Sünnetimden yüz çeviren
benden değildir” hadisini açıklarken şöyle demiştir: “Kastedilen: “Yolumu
bırakıp benden başkasının yolunu alan benden değildir” anlamıdır.”[29]
Şeyhulislam şöyle der: “Bu tip bir olay da
bazı kimselerin, ya İsa aleyhi's-selâm’ın doğum gününü yıldönümü olarak
kutlayan Hristiyanlara özenerek veya Peygamberimize karşı duydukları sevgi ve
saygıyı dile getirmek için O'nun doğum gününü anmalarıdır… Üstelik Nebi
sallallahu aleyhi ve sellem’in hangi gün doğduğu kesinlikle belli değil,
Müslümanlar arasında tartışmalı bir meseledir. İlk dönem Müslümanları, (selef)
geçerli sebebi var olduğu (Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in sevgisi) ve
önleyici hiç bir engeli bulunmadığı halde bu günü ne anmışlar ve ne de
kutlamışlardır. Eğer anma töreni sırf hayırdan ibaret olsaydı veya hayır tarafı
zararından daha baskın olsaydı, ilk dönem Müslümanlarının onu bize göre
öncelikle ve haydi haydi kutlamaları gerekirdi. Çünkü onlar Nebi sallallahu
aleyhi ve sellem’i bizden daha çok sevip sayan ve hayırlı işler yapmaya bizden
daha istekli kimselerdi.
Oysa kâmil anlamda Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’i sevip saymak, O'na
uymak, bağlı kalmak, emirlerini yerine getirmek, sünnetini her yönü ile
yaşatmak, getirdiği ilkeleri yaymak ve bu konuda gerek kalble gerek elle ve
gerekse dille mücadele vermek (cihad etmek)tir. Muhacir olsun, ensar olsun ilk
önce müslüman nesil ile titizlikle onlara uyan sonraki müslümanlar bu yolu
benimsemişlerdi.”[30]
Şeyh Abdulaziz b. Baz rahimehullah bu kutlamaların mubah olduğunu
söyleyenlerle tartışmasında şöyle demiştir: “Bunu söyleyen şunları deriz: Eğer
bu sünnete uygun olsaydı ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e tabi
olmaktan olsaydı, ashabı kiramdan ya da
onlara en güzel şekilde tabi olanlardan biri olsun, bunu yapmaz mıydı? Yoksa bu
Yahudi ve Hıristiyanlardan İslam düşmanlarının ve onlar gibi olanların körü
körüne taklid edilmesi değil midir?
Mevlidi için kutlama törenleri yapmak Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem’i sevmek değildir. Bilakis onu sevmek, emrettiklerini yapmak, haber
verdiği şeyleri tasdik etmek, yasakladıklarından uzak durmak ve meşru
kıldıklarından başkasıyla Allah’a ibadet etmemekle olur. Yine o zikredildiği
zaman ona salat edilir. Salavat her vakitte ve her münasebetle yapılabilir.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in mevlidini kutlamaya engel olmak bidat
değildir. Bu merasimlerde aşırılık veya şirk gibi gayri İslami unsurlar veya
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ihanet vardır. Bu merasimlere engel
olmak bilakis Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e itaat ve emrine uymaktır. Zira
o; “Sizleri dinde aşırılıktan sakındırırım” ve “Hristiyanların Meryem
oğlunu aşırı yücelttikleri gibi beni yüceltmeyin. Ben sadece bir kulum. Allah’ın
kulu ve rasulü deyin” buyurmuştur.”[31]
[1] Sahih.
İbn Huzeyme (2024) Hatib Tarih (3/330) el-Lalekâî, İtikad (1/108) Herevî,
Zemmu’l-Kelam (455) İbn Ebi Asım, es-Sunne (62)
[2] Sahih
ligayrihi. Ebu Ali Şazan el-Cuz’u Samin (el yazma no:135) Saduk bir
ravi olan Eban b. Abdillah dışındaki ravileri güvenilirdir. Sahih bir
mutabisini; Ahmed (2/158) rivayet etmiştir. Sa’d b. Ebi Vakkas radıyallahu
anh’den şahidini; Darimi (2/132) rivayet etmiştir. bkz.: el-Elbani, es-Sahiha
(394)
[3] Sahih.
Buhari (5063) Müslim (1401)
[4] Sahih.
Muslim (15).
[5] Sahih. Buhari (2697)
Muslim (1718)
[6] Sahih.
Ahmed (5/409) Şeyh Mukbil, Sahihu’l-Musned (1486)
[7] Bkz.:
Tabakatu’l-Kubra (1/100-101) Siyretu İbn Hişam (1/158), Tarihu’l-İslam (s.25-26)
Letaifu’l-Maarif (s.95) el-Bidaye ve’n-Nihaye (3/373-380) Muhammed b. Useymin
Fetava (2/298)
[8] Hasen ligayrihi. İbn Mace (1599) muttasıl
olarak zayıf senedle rivayet etti. Darimi (85, 86) ve İbn Sad (2/75) sahih
fakat mürsel olan iki tarikle rivayet ettiler. Rivayet yollarıyla hadis
hsendir. Nitekim Şeyh Elbani es-Sahiha’da (1106) sahih demiştir.
[9] Bkz.:
İbn Sad Tabakatu’l-Kubra (2/272-275) Zehebi Tarihu’l-İslam (s.568-571) İbn
Hacer Fethu’l-Bari (8/129, 130) el-Bidaye ve’n-Nihaye (3/373-380) Hafız İbn
Receb Letaifu’l-Mearif (s.97-113)
[10] İmam
Zehebi Siyeru A’lami’n-Nubela’da (15/173) onun hal tercemedinde şöyle der:
“Mısır sahibi, Hakim Biemrillah el-Ubeydi el-Mısrî er-Rafızi, hatta el-İsmailî.
Zındıktır. Rablik iddiasında bulunmuştur.” Bkz.: el-Bidaye ve’n-Nihaye
(15/582-584)
[11] Bkz.:
İbnu’l-Esir el-Kamil fi’t-Tarih (8/207, 208) el-Bidaye ve’n-Nihaye (15/37-41)
Letaifu’l-Maarif (s.96, 97)
[12] Bkz.:
es-Sendubi Tarihu’l-İhtifal bi’l-Mevlid (s.62) Ali Mahfuz da el-İbtida Fi
Madarri’l-İbtida (s.251) Bkz.: Bekr Ebu Zeyd Iydu’l-Yubil (s.16).
[13]
el-Mevrid Fi Ameli’l-Mevlid’de (s.8-10)
[14]
el-Medhal adlı eserinde (1/234, 235)
[15]
Mecmuu’l-Fetava’da (25/298)
[16]
Suyuti’nin Husnu’l-Maksad (1/196)
[17]
es-Sunen ve’l-Mubtediat (s.139)
[18]
Fetava’sında (4/1242, 1243)
[19]
el-Kavlu’l-Mufid (1/386, 387)
[20] Bkz.:
Abdulaziz b. Baz, Cem’ul-İfta (1/185, 230) Muhammed b. Useymin, Fetava (1/127)
Hamud et-Tuveyciri er-Redd’ul-Kavi (1/70) Bekr Ebu Zeyd Iydu’l-Yubil (s.16)
[21] Mecmuu
Fetava (1/186, 187, 232, 233) İbn Hacer el-Mekki Fetava’l-Hadisiye (s.60)
[22] Bkz.:
İbnu’l-Hac el-Medhal (1/229-239) Resail Fi Hukmi’l-İhtifal
Bil-Mevlidi’n-Nebevi, eş-Şukayri es-Sunen ve’l-Mubtediat (s.139)
[23] Bkz.:
Hukmu’l-İhtifal bi’l-Mevlid (1/34)
[24]
Fetava’sında (1/127, 128)
[25] Bkz.:İbn
Hibban (3/190-193 no:910) Fadlu’s-Salat Ale’n-Nebi sallallahu aleyhi ve sellem
(22) Cilau’l-Efham (s.32-38, 227)
[26]
el-Mevrid (s.14)
[27]
el-Medhal (1/238)
[28]
es-Sunen ve’l-Mubtediat (s.139)
[29]
Fethu’l-Bari (9/105)
[30]
el-İktiza (s.619)
[31] Fetava (1/232-235)