Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

24 Nisan 2017 Pazartesi

Peygamberi Diyanet Anlatırsa?!


Diyanet İşlerinin başındaki cahil, halkın “beşe beş katanı(!)” övdüğünü bildiğinden populist tutumlara giriyor ve her zamanki cıvık tarzıyla kandiller, kutlu doğum haftası vb. habis bid’atleri temize çekmeye çalışıyor.  
Neymiş, ümmete peygamberi tanıtacaklar, anlatacaklarmış! Merak ediyorum, hangi peygamberden bahsediyor? Şayet müslümanların peygamberi Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’den bahsediyorsa, O, bu diyanetçiler gibi birçok sünnet düşmanlarının gerçek yüzünü ortaya koyup reddeden, bid’atlere taviz vermeyen, kendisinin tebliğ ettiği dışında din ve re’y ile fetva uyduranları ateşle uyaran bir peygamberdi.
Peygamberi, O’na muhalefet ederek mi anlatacaklar?
Yoksa müsteşriklerin kokuşmuş bakış açılarıyla dejenere edilmiş, münafık yetiştirme okulları olan ilahiyat fakültelerinin peygamber anlayışıyla mı anlatacaklar?
Lütfen siz anlatmayın! Lütfen diyanetin bütün personelleri istifa edip çekilsin, İslam’ı sabote etmeyi artık bıraksınlar! Lütfen Yahudilerin kurduğu dillerle konuşup, onların sahih islam anlayışına leke sürmek için kurdukları İŞİD gibi kâfir örgütlerle selefileri bir kefeye koyarak, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine düşmanlık etmeyi, İŞİD üzerinden selefilere düşmanlık etmeyi bıraksınlar!
Gölge etmesinler başka ihsan istemez! Zaten imamları peygamberin namazını kıldırmıyor, müezzinleri namaz vakitlerini bilmiyor, araştırmıyor, ezanı da beş musiki makamında ezgi niyetine okuyor!
Terör örgütlerine katılan, derneklerde toplanan, oy kullanan selefi olamaz, şayet bunlar selefilik iddia ederse, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ve ashabından daha önceki bir seleflerine, iblise nispet edilirler.
Selefî; Kur’an ve sünnet naslarına, salih selefler olan sahabe ve tabiinin tabi olduğu gibi tabi olan, küfürden, şirkten, bid’atlerden, sonradan çıkma kıyaslardan, re’ylerden, mezheplerden, tarikatlerden, partilerden, derneklerden, ümmeti bölen gruplardan, demokrasiden ve her türlü küfür ideolojisinden uzak duran kimsedir. Bu böyle bilinmelidir! Kim bundan başka bir sıfatla selefiliği niteler de, selefiliğe saldırırsa işte o İslam’ın dış düşmanlarının tuzağına düşüp aldanmış veya onların bizatihi uşaklarındandır ve sahih İslam anlayışı ile harp içinde demektir.    
Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in düşmanları içinde müşriklerden sonra bidatçiler, yani din adına yenilik icad edenler gelir. Allah Teâlâ: “Yoksa onların birtakım ortakları mı var ki, Allah’ın izin vermediği şeyleri, dinde kendilerine meşru kıldılar” (Şura 21) buyurmuştur.

Bid’atleri yeren, bid’atçileri kınayan birçok naslar vardır. Birçok kimse bid’atlerin yalnızca fısk ve meâsî şeklinde olanlarını aklına getiriyor, bid’atlerin nebiye ittiba etmeyip, ibadet üretmek demek olduğu kısmını dikkatten kaçırıyor!
Bid’atin ne demek olduğunun anlaşılması için bazı nakiller aktaralım ki, insanları saptırmak ve Allah’ın dinine kafa tutan devlet sistemlerine râm etmek için kurulmuş olan diyanet işleri gibi kurumların neye hizmet etmekte olduğu iyice anlaşılsın.
İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:  Kim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir.”[1]
Abdullah b. Amr b. El-Âs radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Ey Abdullah! Şüphesiz bizim bir sünnetimiz vardır. Kim ona sarılırsa bizdendir. Kim de onu terk ederse bizden değildir.”[2]
Enes b. Malik radıyallahu anh Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’den daha fazla ibadet etmek isteyen üç kişinin hadisini rivayet etmiştir. Onlardan biri: “Ben gece boyunca daima namaz kılacağım” dedi. Diğeri:
“Ben her gün oruç tutacağım” dedi. Üçüncüleri de:
“Ben kadınlardan uzaklaşıp evlenmeyeceğim” demişti. Bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
Sizler şöyle ve şöyle diyenler misiniz? Allah’a yemin olsun içinizde Allah’tan en çok korkanınız ve en takvalı olanınız benim. Lakin ben bazen oruç tutarım, bazen iftar ederim, gecenin bir kısmında namaz kılarım ve uyurum da. Kadınlarla da evlenirim. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir.”[3]
Bugün İslâmî cemaatlerin çoğu, başlarını öncelikle sünnete doğru çevirmiyorlar. Sünnetin dindeki anlamı, fakihlerin tarifine göre daha geniş ve daha kapsamlıdır. Zira fakihler sünnet kelimesini, farz ve sünnet diyerek, müslümana farz olmayan ibadetler anlamında kullanırlar. Lakin sünnetin dindeki anlamı: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Kur’ân’ı beyan, tefsir ve tatbik etmede takip ettiği yol, menhec ve gidişat demektir.
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem: “Sünnetimden yüz çeviren benden değildir.” buyurmuştur.
Burada sünnetten yüz çevirmekle kastedilen, sabah namazının sünneti yahut öğle namazının farzından önceki sonra sünnet namazlar veya diğer ratibe sünnetler değildir. Hadiste kastedilen şey ancak; Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in ümmete Kur’ân’a açıklama olarak getirdiği sünnet ve yoldur. İki şey bu manayı destekler.
Bunlardan birincisi, hadisin varid oluş sebebiyle ilgilidir.
Diğeri ise; farzları yerine getirmeye devam eden ve haramlardan kaçınan kimsenin inşaallah cennetlik olacağına dair ümmetin ittifakıdır.
Nitekim Cabir radıyallahu anh şöyle rivayet etmiştir: “Bir adam dedi ki:
“Ey Allah’ın rasulü! Eğer beş vakit namazı kılar, Ramazan orucunu tutar, helali helal, haramı da haram sayarsam ne dersin, cennete girer miyim?” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
Evet. Eğer beş vakit namazı kılar, Ramazan orucunu tutar, helali helal ve haramı haram sayarsan sen cennetliklerdensin.”[4]
Öyleyse burada fakihlerin ıstılahında “sünnet” dedikleri gibi farzlar dışında kalan ibadetler ve terk edildiğinde sahibini cennete girmekten engellemeyen sünnetin kastedilmesi söz konusu değildir. Burada kastedilen sünnet; dinî anlamdaki sünnettir ve onun terk edilmesi; aynı zamanda müminlerin yolu olan Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yolundan yüz çevirmektir.
Hadisin söyleniş sebebine gelince: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in üç sahabesi, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ibadeti hakkında sordular. Kendilerine bu haber verilince onu azımsadılar. Yani Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in ibadetini az buldular. Zihinlerinde Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in kulların en çok ibadet edeni olduğunu tasavvur etmişlerdi ve bu düşünceye nisbetle söylenenleri az gördüler.
Şüphe yok ki Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem onların en çok ibadet edeni idi. Lakin ibadet, ibadetleri çokça yapmak değildir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ile gelenlerle yetinmektir. Onların zihinlerinde tasavvur ettikleri şey ise abartı üzerine kurulu idi. Bu yüzden Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in ibadetini az gördüler. Sanki onlar bunu Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem hakkında bir kusur gibi düşündüler. Bunun üzerine sahip oldukları düşüncenin bâtıl olduğunu gösteren gerekçeler getirdiler. Onlar Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in ibadetini azımsadıkları zaman şöyle dediler:
“O Allah’ın rasulüdür! Allah onun geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlamıştır.” Sanki onlar, “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem neden kendisini fazla yormuyor, ibadete çokça gayret etmiyor” demek ister gibiydiler. Hâlbuki O, Allah Azze ve Celle’nin şöyle buyurduğu hedefe ulaşmıştır: “Allah'ın, senin geçmiş ve gelecek bütün günâhlarını bağışlaması, senin üzerindeki nimetini tamamlaması ve seni dosdoğru yola hidayet etmesi için sana apaçık bir fetih verdik“ (Fetih 1-2)
O halde Allah, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlamıştır. Bu sahabelere göre burada Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in gece boyunca namaz kılmasını, gündüzleri oruçlu geçirmesini ve kadınlardan tamamen uzaklaşmasını gerektirecek bir sebep yoktu. Bu yüzden onlar kendilerine döndüler ve şöyle düşündüler:
Bize gelince Allah’ın bağışlamasına ulaşmış değiliz. Bizim Allah Azze ve Celle’ye ibadete daha fazla çalışmamız lazım. Umulur ki Allah bizi de bağışlar.” Böylece kendi kendilerine söz verdiler. Birisi:
“Ben uyumayacağım ve gece boyu namaz kılacağım” dedi. İkincisi:
“Ben iftar etmeksizin her gün oruç tutacağım” dedi. Üçüncüsü de:
“Ben de kadınlarla evlenmeyeceğim” dedi. Bu şekilde söz vererek ayrıldılar.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem gelince minbere çıkarak insanlara hutbe verdi ve şöyle buyurdu: “Şöyle ve şöyle diyen kimselere ne oluyor?” Her birinin sözlerini tekrar etti. Şu; iftar etmeksizin her gün oruç tutacağım diyor, diğeri uyumakasızın gece boyu namaz kılacağım diyor. Öteki de kadınlarla evlenmeyeceğim diyor!
Allah’a yemin olsun içinizde Allah’tan en çok korkanınız ve en takvalı olanınız benim. Lakin ben bazen oruç tutarım, bazen iftar ederim, gecenin bir kısmında namaz kılarım ve uyurum da. Kadınlarla da evlenirim. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir.”
Hadisin varid olma sebebi budur. Yani, bu hadisin manası: Allah’a kulluk ve O’na yakınlık sağlamak için, benim Allah’a ibadet için yapmadığım bir şeyi yapan, bu konuda benim yolumdan ve menhecimden yüz çeviren benden değildir demekltir.
Şayet bir kimse hiç gece namazı kılmasa, Ramazan ayı dışında hiç oruç tutmasa, hadisin şahitliğiyle, o kimse cennetliklerden olmayı hak edebilir. Onun hakkında: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünneti terk etti” denilemez. Lakin şayet Ramazan orucu ile beraber din sahibinin oruç tutulmasını yasaklamadığı diğer günlerde de oruç tutarsa, sonra senenin tamamında bütün gece boyunca namaz kılarsa, bu kimse Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetinden yüz çevirmiş olur.
Bu yüzden farzlarla yetinen kimse ile taat ve ibadette fazlalık olduğu zannıyla sünnette gelenlerin üzerine çıkan kimsenin bu iki durumu farklıdır. Hakikatte bu ikincisi Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in menhecine ve siyretine muhalefet etmiştir. Bu yüzden Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem sahih hadiste şöyle buyurmuştur:
Kim şu emrimizde ondan olmayan bir yenilik çıkarırsa reddolunur.”[5]
Mucahid şöyle demiştir: “Ben ve Yahya b. el-Ca’de, Ensar’dan bir sahabenin yanına girdik. Dedi ki:
“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında Abdulmuttalib oğullarının azatlılarından birinden bahsedildi ve onun geceleri namazla, gündüzleri oruçla geçirdiği söylendi. Bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
Lakin ben hem uyurum, hem namaz da kılarım. Bazı günler oruç tutar, bazı günler tutmam. Kim bana uyarsa o bendendir. Kim de sünnetimden yüz çevirirse benden değildir. Her amelin bir coşkulu dönemi ve sonra duraklama dönemi vardır. Kimin duraklaması bid’ate doğru olursa o sapmıştır. Kimin duraklaması da sünnete doğru olursa o hidayet üzeredir.”[6]
Evet, Diyanetçiler lütfen peygamberi anlatmasınlar, onlara güvenmiyoruz! Çünkü bütün bunları ve aşağıda nakledeceklerimi hiç anlatmadılar ve anlatmayacaklar! Onlar ancak kendi hevalarına göre bir peygamber uydurup onu anlatıyorlar!
Mevlid Kandili ve Kandil Gecelerini Kutlayanlar Kâfirlere Benzer
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in doğum tarihinin ne ayı ne de günü hakkında mutemed bir şey sabit olmamıştır. Hatta bu, meşhur olana da aykırıdır.
Nitekim Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in Ramazan ayında, Receb ayında veya Rebiulevvel ayında doğduğu söylenmiştir. Rebiulevvel ayında doğduğunu söyleyenler de bu ayın hangi günü olduğu hususunda da ihtilaf etmişler, bazıları; 2. günü, bazıları; 8. günü, bazıları 10. günü, bazıları 12. günü, bazıları 17. günü, bazıları 18. günü ve bazıları da 20. günü demişlerdir. Bu konuda bunlardan dayanılabilecek bir delil yoktur.[7] Rafızilerden Ubeydîler (Memlukler) hicri 4. asırda, tercih edilen görüş olmamasına rağmen, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in Rebiulevvel ayında doğmuş olduğunu kararlaştırdılar.
Hâlbuki bu ay, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in vefatıyla İslam ümmetinin en büyük bir musibete uğradığı aydır. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu sabit olmuştur: “Sizden biriniz bir musibete uğradığında benim vefatımla uğradığı musibeti düşünsün. Zira bu musibetlerin en büyüğüdür.”[8] Nitekim Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in Rebiulevvel ayında vefat ettiği hususunda ihtilaf yoktur.
Hatta Ubeydîler, Rebiulevvel ayının 12. gününü seçmişler ve Mısır’a hükmettikleri sırada Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in doğumu ile ferahladıklarını iddia ederek kutlamalar ve törenler ortaya çıkarmışlardır. Hâlbuki ilim ehlinin geneline göre bu tarih, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in vefat tarihidir.[9]
Bu zındık Ubeydîlerin çoğu İslam’a ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e kin güden kimselerdir. Hatta bazıları ilahlık iddia etmiştir. Bunların başında el-Hâkim Biemrillah el-Ubeydî gelir ki, bugüne kadar Dürzîler onun ilahlığına inanmaktadırlar.[10]
Arafat’ta ve şerefli Ka’be’nin yanında hacıları katleden, Kâbe’nin bir kısmını yıkan, Haceru’l-Esved’i oradan alan ve ancak yıllar sonra iade eden Karamita fırkası da onların takipçilerindendir.
O zamanlar komutanları: Ebu Tahir el-Karmati idi. İnsanları Kâbe’de katlederken şu şiiri söylemiştir:
Ben Allah ileyim, Allah da benimledir
O halkı yaratır ben de öldürürüm [11]
Ubeydîler hicri dördüncü asırda 363 senesinde, Mısır’a hükmettikleri sırada ilk mevlid kutlamalarını başlatan kimselerdir.
es-Sendubi, bu günde mevlid kutlamalarını caiz gören sufilerdendir. Bununla beraber bu uygulamayı ilk başlatanların Ubeydîler olduğunu kabul etmektedir.[12]
Bu dinden çıkmış Ubeydilerin Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e kinlerinden dolayı kasten vefat ettiği ayı bu tür kutlamalar için seçmeleri, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in vefatıyla sevinç duymaları ve insanlara Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in doğumuna seviniyormuş gibi davranmaları uzak bir ihtimal değildir.
Nitekim ilim ehli, başta Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabı olmak üzere faziletli ilk üç asırdaki Salih seleften hiç kimsenin böyle kutlamalar yapmadığı hususunda ittifak etmişlerdir. Bu yüzden faziletli ilk üç asırdan hiç kimsenin, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e olan şiddetli sevgilerine ve hayra karşı hırslı olmalarına rağmen, ne böyle bir şey yaptıkları ve ne de meşru olduğunu söyledikleri nakledilmemiştir.
Bu kutlamaları haram gören ilim ehlinden bir topluluk bu icmayı nakletmişlerdir. Bu kutlamaları mubah görenler de Selefin mevlid kutlamaları yapmadığı şeklindeki icmayı nakletmelerine muvafakat etmişlerdir.
İmam el-Fakihanî şöyle demiştir: “Bu mevlidin ne kitapta ne de sünnette bilinen bir aslı yoktur. Ümmetin dinde önder olan, öncekilerin yoluna sımsıkı sarılan âlimlerden hiçbiri de böyle bir şey yapmamıştır. Bilakis bu batıl ehlinin ve nefislerinin şehvetine uyan yiyicilerin çıkardığı bir bidattir. Şeriat buna izin vermez. Sahabe, tabiin ve bildiğimiz dindar âlimler bunu yapmamışlardır. Eğer bu konuda sorulacak olursa, Allah Teâla’nın huzurunda benim de cevabım budur.”[13]
İbnu’l-Hac, insanların mevlid merasimlerinde yaptıkları çirkinlikleri zikrettikten sonra şöyle der: “Bu çirkinlikler mevlid dinleme ameliyle bileşiktir. Eğer bu çirkin işler ve yemek yedirme işi olmasaydı ve mevlid niyetiyle kardeşler davet edilip daha önce bahsedilen kötülükler işlenmeseydi bile sadece bu niyet bidat olurdu. Zira bu, geçmiş selefin yapmadığı bir şeyle dinde ekleme yapmaktır. Selefe uymak daha uygundur. Hatta fazladan bir niyet eklemek, onların üzerinde bulunduğu şeye muhalif olmayı gerektirir. Zira onlar Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine uymada ve sünnete saygıda insanların en şiddetlileri idiler. Onların bu konuda öncelikleri vardır. Onlardan birinin mevlide niyet ettiği nakledilmemiştir. Bizler de onlara tabi olanlarız ve onlara geniş geleni biz de geniş buluruz.”[14]
Şeyhulislam İbn Teymiye şöyle demiştir: “Rebiulevvel ayının “Mevlid gecesi” denilen gecesinde, Receb ayının bazı gecelerinde, Zilhicce’nin 18. Gecesinde, Receb ayının ilk Cuma gecesinde veya bazı cahillerin “Hayırlıların bayramı” dedikleri Şevval’in 8. gününde şer’i olmayan merasimler edinmek selefin müstehap görmedikleri ve işlemedikleri bidatlerdendir.”[15]
Hafız İbn Hacer el-Heytemi el-Mısri şöyle demiştir: “Mevlid amelinin aslı bidattir. İlk üç asırdaki Salih seleften nakledilmemiştir.”[16]
Şeyh Muhammed b. Abdisselam eş-Şukayri el-Mısri şöyle der: “Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in doğumunu kutlamak çirkin bir bidat ve sapıklıktır. Bunu şeriat de, akıl da uygun görmez. Şayet bunda bir hayır olsaydı, Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali ve diğer sahabeler radıyallahu anhum, tabiin, tebeu’t-tabiin ve imamlar bundan nasıl gafil kalabilirdi? Şüphe yok ki bunu ancak bidat ashabı olan yiyici sufiler uydurmuş ve insanlardan bir kısmı bunlara tabi olmuştur. ancak Allah Teala’nın koruyup islamın hakikatini anlamaya muvaffak kıldıkları bunların dışında kalmıştır.”[17]
Reşid Rıza şöyle demiştir: “Bu mevlid merasimlerinin bidat olduğunda tartışma yoktur. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in doğum kıssasını okumak üzere toplanmayı ilk uyduran Mısırdaki Çerkez krallarından biridir.”[18]
Şeyh Muhammed b. Useymin şöyle demiştir: “Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in doğumunu bilindiği şekliyle kutlamak açık bir bidattir. Zira Nebi sallallahu aleyhi ve sellem ve sahabeler zamanında bu bilinmiyordu. Böyle bir şey yapmak gerekseydi onlara mani olan bir şey yoktu.”[19]
Bu, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabının ve bu ümmetinin selefinin; bu kutlamaların ve bütün sonradan çıkan merasimlerin meşru olmadığına dair icmalarıdır.[20]
Müslümanların çoğu bugünkü kutlamalarda o Ubeydî Şiaları ve İsa aleyhisselam hakkında aşırılık yaparak ona ibadet eden ve doğumunu hatırlamak üzere kutlamalar yapan Hristiyanları taklid ettiklerinden diğer bidatlere de düşmektedirler. Mesela bu merasimler esnasında bazı cahiller Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in bu merasimlerde hazır bulunduğunu zannederek ayağa kalkarlar. İşte bu, ilim iddiasında bulunup da bu merasimleri düzenleyen iftiracıların bir yalanıdır. Cahiller de bunu tasdik ederler.
Şeyh Abdulaziz b. Baz şöyle demiştir: Bazıları Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in mevlid merasimlerinde hazır bulunduğunu zannederek saygı ve selamlama için ayağa kalkarlar. Bu en büyük batıllardan ve en çirkin cahilliklerdendir. Zira Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem kıyamet gününden önce kabrinden çıkmayacaktır. Bu husus Müslüman âlimler arasında tartışmasız olarak icma edilen bir meseledir.”[21] Toplu halde zikretmek, davul çalmak gibi haramlar da bu bid’ate eklenmektedir.[22]
Şeyhulislam ibn Teymiye der ki: “Mevlid merasiminde toplanıp müzik, raks ve benzeri şeyleri ibadet edinmeye gelince, ilim ve iman ehlinden hiç kimse bunların yasaklanmış çirkinliklerden olduğunda şüphe etmez. Bunu ancak ya bir cahil ya da bir zındık mustehap görebilir.”[23]
Hatta bu uydurma merasimler pek çok kimseyi büyük şirke düşmeye götürmektedir. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem hakkında aşırılık, gayb ilmi, fayda ve zarar vermek gibi Allah Teâla’ya mahsus bazı sıfatların ona verilmesi gibi hususlar bunlardandır. Onlardan çoğu bu merasimlerde Busayri’nin içinde açık şirk bulunan kasidesini okumaktadırlar.
Şeyh İbn Useymin Busayri’nin Burde kasidesindeki bazı şirkleri zikretmiştir. Bunlardan biri de: “Dünya ve ahiret senin cömertliğindendir, levh ve kalem ilmi senin ilimlerindendir” sözüdür." Sonra İbn Useymin şöyle der: “Ben bu sözleri konuşan kimseye hayret ediyorum. Eğer manasını akledebiliyorsa, bu sözleri Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e hitaben söylemeyi kendisine nasıl yakıştırabiliyor?: “Dünya ve ahiret senin cömertliğindendir…” Eğer dünya ve ahiret Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in cömertliğinden ise, geride başka cömertlik kalmıyor. Peki Allah Azze ve Celle’ye ne kalıyor?! Geride dünya ve ahretten bir şey kalmıyor! Yine “Levh ve kalem ilmi senin ilimlerindendir” diyor. Eğer burada Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’ê hitap ediyorsa, bilmiyorum ki Allah Azze ve Celle’ye ne kalıyor?!”[24]
Böylece bütün bidatleri işleyerek Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in şu hadisini gerçekleştirmiş oluyorlar: “Her bid’at sapıklıktır” Bir sapıklık diğer sapıklıklara götürmektedir
Müslümanın Allah Teâla’yı ve Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’i canından ve çocuğundan daha fazla sevmesi gerekir. Bunun için Muhammed b. Abdillah sallallahu aleyhi ve sellem’in menhecinde yürümeli, ona indirilen kitabı okumalı ve ezberlemeli, yılın hergün ve gecesinde Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetlerinin ve siyerinin dersini yapmalı, her zaman ona salat ve selam vermelidir. Özellikle her hafta Cuma günü ve gecesinde buna devam etmelidir.[25]
El-Fakihani şöyle der: “Nebi sallallahu aleyhi ve sellem Rebiulevvel ayında doğmuş olmakla beraber, bu ay aynı zamanda vefat ettiği aydır. Bu ayda sevinmek, üzülmekten daha uygun değildir.”[26]
İbnu’l-Hac şöyle der: “En hayret verici hususlardan biri de, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in doğumundan dolayı sevinme gayesiyle bu değerli ayda musikiyle mevlid okumaktır. Hâlbuki Nebi sallallahu aleyhi ve sellem bu ayda Rabbi Azze ve Celle’nin kerametine intikal etmiş ve ümmet musibete uğramıştır. Bundan daha büyük bir musibete bir daha uğrarlar mı? Bu musibetten dolayı bu ayda çokça üzülmek ve ağlamak gerekirdi. Bakınız bu kıymetli ayda nasıl da eğleniyor ve raks ediyorlar da hiç üzülüp ağlamıyorlar! Şayet üzülselerdi duruma daha uygun olurdu. Lakin bunu yapsalardı yine bu da bidat olurdu.”[27]
Muhammed b. Abdisselam eş-Şukayri el-Mısri şöyle der: “Nebi sallallahu aleyhi ve sellem bu ayda doğmuş ve yine bu ayda vefat etmiştir. O halde niçin doğumuna seviniyorlar fakat vefatına üzülmüyorlar?”[28]
Rafızi Ubeydî’lerin Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in doğum günü olarak kesinleştirdikleri vefat vaktinde merasimler yapmamız, yılın herhangi bir gecesini tahsis ederek Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in siyerini, şirk içeren veya içermeyen kasideler okumak ona muhabbetten değildir. Zira bunlar onun sünnetine muhalefettir ve onun dinine haram olan bidatler eklemektir. Bu, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in ve bütün ashabının yolunu bırakarak kâfirlerin ve Rafızilerin yollarını taklid etmektir. Artık Müslüman kendisi için bu iki yoldan dilediğini seçsin!
Hafız İbn Hacer “Sünnetimden yüz çeviren benden değildir” hadisini açıklarken şöyle demiştir: “Kastedilen: “Yolumu bırakıp benden başkasının yolunu alan benden değildir” anlamıdır.”[29]
Şeyhulislam şöyle der: “Bu tip bir olay da bazı kimselerin, ya İsa aleyhi's-selâm’ın doğum gününü yıldönümü olarak kutlayan Hristiyanlara özenerek veya Peygamberimize karşı duydukları sevgi ve saygıyı dile getirmek için O'nun doğum gününü anmalarıdır… Üstelik Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in hangi gün doğduğu kesinlikle belli değil, Müslümanlar arasında tartışmalı bir meseledir. İlk dönem Müslümanları, (selef) geçerli sebebi var olduğu (Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in sevgisi) ve önleyici hiç bir engeli bulunmadığı halde bu günü ne anmışlar ve ne de kutlamışlardır. Eğer anma töreni sırf hayırdan ibaret olsaydı veya hayır tarafı zararından daha baskın olsaydı, ilk dönem Müslümanlarının onu bize göre öncelikle ve haydi haydi kutlamaları gerekirdi. Çünkü onlar Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’i bizden daha çok sevip sayan ve hayırlı işler yapmaya bizden daha istekli kimselerdi.
Oysa kâmil anlamda Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’i sevip saymak, O'na uymak, bağlı kalmak, emirlerini yerine getirmek, sünnetini her yönü ile yaşatmak, getirdiği ilkeleri yaymak ve bu konuda gerek kalble gerek elle ve gerekse dille mücadele vermek (cihad etmek)tir. Muhacir olsun, ensar olsun ilk önce müslüman nesil ile titizlikle onlara uyan sonraki müslümanlar bu yolu benimsemişlerdi.”[30]
Şeyh Abdulaziz b. Baz rahimehullah bu kutlamaların mubah olduğunu söyleyenlerle tartışmasında şöyle demiştir: “Bunu söyleyen şunları deriz: Eğer bu sünnete uygun olsaydı ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e tabi olmaktan olsaydı,  ashabı kiramdan ya da onlara en güzel şekilde tabi olanlardan biri olsun, bunu yapmaz mıydı? Yoksa bu Yahudi ve Hıristiyanlardan İslam düşmanlarının ve onlar gibi olanların körü körüne taklid edilmesi değil midir?
Mevlidi için kutlama törenleri yapmak Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i sevmek değildir. Bilakis onu sevmek, emrettiklerini yapmak, haber verdiği şeyleri tasdik etmek, yasakladıklarından uzak durmak ve meşru kıldıklarından başkasıyla Allah’a ibadet etmemekle olur. Yine o zikredildiği zaman ona salat edilir. Salavat her vakitte ve her münasebetle yapılabilir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in mevlidini kutlamaya engel olmak bidat değildir. Bu merasimlerde aşırılık veya şirk gibi gayri İslami unsurlar veya Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ihanet vardır. Bu merasimlere engel olmak bilakis Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e itaat ve emrine uymaktır. Zira o; “Sizleri dinde aşırılıktan sakındırırım” ve “Hristiyanların Meryem oğlunu aşırı yücelttikleri gibi beni yüceltmeyin. Ben sadece bir kulum. Allah’ın kulu ve rasulü deyin” buyurmuştur.”[31]



[1] Sahih. İbn Huzeyme (2024) Hatib Tarih (3/330) el-Lalekâî, İtikad (1/108) Herevî, Zemmu’l-Kelam (455) İbn Ebi Asım, es-Sunne (62)
[2] Sahih ligayrihi. Ebu Ali Şazan el-Cuz’u Samin (el yazma no:135) Saduk bir ravi olan Eban b. Abdillah dışındaki ravileri güvenilirdir. Sahih bir mutabisini; Ahmed (2/158) rivayet etmiştir. Sa’d b. Ebi Vakkas radıyallahu anh’den şahidini; Darimi (2/132) rivayet etmiştir. bkz.: el-Elbani, es-Sahiha (394)
[3] Sahih. Buhari (5063) Müslim (1401)
[4] Sahih. Muslim (15).
[5] Sahih. Buhari (2697) Muslim (1718)
[6] Sahih. Ahmed (5/409) Şeyh Mukbil, Sahihu’l-Musned (1486)
[7] Bkz.: Tabakatu’l-Kubra (1/100-101) Siyretu İbn Hişam (1/158), Tarihu’l-İslam (s.25-26) Letaifu’l-Maarif (s.95) el-Bidaye ve’n-Nihaye (3/373-380) Muhammed b. Useymin Fetava (2/298)
[8] Hasen ligayrihi. İbn Mace (1599) muttasıl olarak zayıf senedle rivayet etti. Darimi (85, 86) ve İbn Sad (2/75) sahih fakat mürsel olan iki tarikle rivayet ettiler. Rivayet yollarıyla hadis hsendir. Nitekim Şeyh Elbani es-Sahiha’da (1106) sahih demiştir.
[9] Bkz.: İbn Sad Tabakatu’l-Kubra (2/272-275) Zehebi Tarihu’l-İslam (s.568-571) İbn Hacer Fethu’l-Bari (8/129, 130) el-Bidaye ve’n-Nihaye (3/373-380) Hafız İbn Receb Letaifu’l-Mearif (s.97-113)
[10] İmam Zehebi Siyeru A’lami’n-Nubela’da (15/173) onun hal tercemedinde şöyle der: “Mısır sahibi, Hakim Biemrillah el-Ubeydi el-Mısrî er-Rafızi, hatta el-İsmailî. Zındıktır. Rablik iddiasında bulunmuştur.” Bkz.: el-Bidaye ve’n-Nihaye (15/582-584)
[11] Bkz.: İbnu’l-Esir el-Kamil fi’t-Tarih (8/207, 208) el-Bidaye ve’n-Nihaye (15/37-41) Letaifu’l-Maarif (s.96, 97)
[12] Bkz.: es-Sendubi Tarihu’l-İhtifal bi’l-Mevlid (s.62) Ali Mahfuz da el-İbtida Fi Madarri’l-İbtida (s.251) Bkz.: Bekr Ebu Zeyd Iydu’l-Yubil (s.16).
[13] el-Mevrid Fi Ameli’l-Mevlid’de (s.8-10)
[14] el-Medhal adlı eserinde (1/234, 235)
[15] Mecmuu’l-Fetava’da (25/298)
[16] Suyuti’nin Husnu’l-Maksad (1/196)
[17] es-Sunen ve’l-Mubtediat (s.139)
[18] Fetava’sında (4/1242, 1243)
[19] el-Kavlu’l-Mufid (1/386, 387)
[20] Bkz.: Abdulaziz b. Baz, Cem’ul-İfta (1/185, 230) Muhammed b. Useymin, Fetava (1/127) Hamud et-Tuveyciri er-Redd’ul-Kavi (1/70) Bekr Ebu Zeyd Iydu’l-Yubil (s.16)
[21] Mecmuu Fetava (1/186, 187, 232, 233) İbn Hacer el-Mekki Fetava’l-Hadisiye (s.60)
[22] Bkz.: İbnu’l-Hac el-Medhal (1/229-239) Resail Fi Hukmi’l-İhtifal Bil-Mevlidi’n-Nebevi, eş-Şukayri es-Sunen ve’l-Mubtediat (s.139)
[23] Bkz.: Hukmu’l-İhtifal bi’l-Mevlid (1/34)
[24] Fetava’sında (1/127, 128)
[25] Bkz.:İbn Hibban (3/190-193 no:910) Fadlu’s-Salat Ale’n-Nebi sallallahu aleyhi ve sellem (22) Cilau’l-Efham (s.32-38, 227)
[26] el-Mevrid (s.14)
[27] el-Medhal (1/238)
[28] es-Sunen ve’l-Mubtediat (s.139)
[29] Fethu’l-Bari (9/105)
[30] el-İktiza (s.619)
[31] Fetava (1/232-235)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)