Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

12 Haziran 2017 Pazartesi

Bid’atçi Akrabalardan Alakayı Kesmek

Bid’atçi Akrabalardan Alakayı Kesmek
Ebu Muaz el-Çubukabadî
Şüphesiz hamd yalnız Allah'adır. O'na hamd eder, O'ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerlerinden, amellerimizin kötülüklerinden Allah'a sığınırız.
Allah'ın hidayet verdiğini kimse saptıramaz. O'nun saptırdığını da kimse doğru yola iletemez.
Şehadet ederim ki, Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. O, bir ve tektir, O'nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki, Muhammed Allah'ın kulu ve Rasûlüdür.
"Ey iman edenler! Allah'tan nasıl korkmak gerekirse öyle korkun ve siz ancak müslümanlar olarak ölünüz." (Al-i İmran;102)
"Ey insanlar! Sizi tek bir candan yaratan ve ondan da eşini var eden, her ikisinden birçok erkek ve kadın türeten Rabbinizden korkun. Kendisi adına birbirinizden dileklerde bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık bağlarını kesmekten de sakının. Şüphesiz Allah üzerinizde tam bir gözetleyicidir." (en-Nisâ;1),
"Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve dosdoğru söz söyleyin. O da amellerinizi lehinize olmak üzere düzeltsin, günahlarınızı da mağfiret etsin. Kim Allah'a ve Rasûlüne itaat ederse büyük bir kurtuluşla kurtulmuş olur." (el-Ahzâb; 70-71)
Bundan sonra, Şüphesiz sözlerin en güzeli Allah’ın Kelam’ı, yolların en hayırlısı Muhammed Sallallahu aleyhi ve sellem’in yoludur. İşlerin en kötüsü sonradan çıkarılanlarıdır. Her sonradan çıkarılan şey bidattir ve her bidat sapıklıktır. Her sapıklık ta ateştedir.
Kalbinde hastalık olan bazı kimseler, akrabalık bağını gözetme iddiasıyla, bid’atçilerle veya bidatçilerden alakayı kesmeyenlerle beraber oturuyor, ziyaretleşiyor ve beraber yiyip içmekte sakınca görmüyorlar! Bu konuda sılayı rahim yapmak veya selamı yaymak hakkındaki umumi nasları da hevalarına alet etmekte, bid’atçilerden alakanın ve selamın kesilmesini, “Haricilik” diye lanse ederek Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in tertemiz sünnetine ve ashab-ı kiramın nezih menhecine iftira etmektedirler. Bu iddiayı Allah’ın izni ve yardımıyla on bir açıdan çürüterek şöyle cevap veririz:
1- Bid’atçilere karşı hecr uygulamak (yani onlar bid’atlerine devam ettikleri sürece onlardan alakayı ve selamı kesmek) nas ve icma ile sabittir. Akrabaları bundan istisna etmek delilsiz bir tahsistir.
2- Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
لا تَجِدُ قَوْمًا يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ يُوَادُّونَ مَنْ حَادَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُوا آبَاءَهُمْ أَوْ أَبْنَاءَهُمْ أَوْ إِخْوَانَهُمْ أَوْ عَشِيرَتَهُمْ أُوْلَئِكَ كَتَبَ فِي قُلُوبِهِمُ الإِيمَانَ وَأَيَّدَهُم بِرُوحٍ مِّنْهُ، وَيُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا، رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ، أُوْلَئِكَ حِزْبُ اللَّهِ أَلا إِنَّ حِزْبَ اللَّهِ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiç bir kavmin, Allah’a ve rasulü’ne muhalefet eden kimselere, babaları, oğulları, kardeşleri veya aşiretleri olsa bile sevgi beslediklerini göremezsin. Kalplerine imanı yazmış ve kendisinden bir ruh ile onları desteklemiştir. Onları, altından nehirler akan cennetlere sokacaktır; orada süreklidirler. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte bunlar Allah’ın fırkasıdır. Dikkat edin şüphesiz Allah’ın fırkası kurtuluşa erenlerin kendileridir.” (Mucadele 22) Bid’atçi de Allah Azze ve Celle’ye ve rasulü sallallahu aleyhi ve sellem’e muhalefet edenlerdendir.
Kurtubî rahimehullah bu ayetten istinbat edilen faydalar arasında şöyle zikreder: “Malik rahimehullah bu âyet-i kerimeden Kaderi­ye’ye düşmanlık edilmesi ve onlarla oturup kalkmanın terk edilmesine delil çıkarmıştır. Eşheb, Malik'ten şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Kaderiye ile oturup kalk­ma ve Allah için onlara düşmanlık et! Çünkü Allah Teâlâ: "Allah'a ve âhiret gününe iman eden hiçbir kavmin, Allah’a ve rasûlü’ne muhalefet eden kimselere sevgi beslediklerini göremezsin" diye buyurmaktadır.Derim ki: Bütün zulüm ehli ve haddi aşıp başkalarına haksızlık yapanlar da Kaderiye hükmündedirler. es-Sevrî'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Öncekiler bu âyet-i kerime­nin sultanlar ile arkadaşlık yapan kimseler hakkında indiği görüşünde idiler. “
Yine Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in Tebük harbinden geride kalan üç kişinin eşlerinin onlardan ayrılmalarını emretmesi de buna örnektir.
3- İlim ehli, akraba dahi olsalar, Allah’a ve rasulüne muhalefet eden herkese düşmanlık göstermek ve alakayı kesmek gerektiğini açıkça belirtmişlerdir.
İbn Ömer radiyallahu anhuma, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Kişi ailesini mescidlere gitmekten engellemesin” buyurduğunu rivayet edince, Abdullah b. Ömer radiyallahu anhuma’nın oğlu: “Biz engelleriz” dedi. Abdullah radiyallahu anh dedi ki:
“Sana Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayet ediyorum, sen de bunu söylüyorsun öyle mi?” Abdullah b. Ömer radiyallahu anhuma, ölünceye kadar bu oğluyla konuşmadı. Bunu Ahmed b. Hanbel rahimehullah Musned’inde sahih isnadla rivayet etmiştir.
İmam İbn Batta rahimehullah, el-İbanetu’s-Sugra’da (1/256) şöyle demiştir: “Senin dünya hususundaki isteğine aykırı dahi olsa, Allah’a itaat eden kimse sevilmelidir. Akraban dahi olsa ve kendisiyle sıla yapmak dünya hususundaki arzuna uygun dahi olsa, Allah’a isyan eden ve Allah’ın düşmanlarına yakınlık gösteren kimseye buğzedilmeli ve alaka kesilmelidir. Bu konuda kişisel görüşler konuşulmaz ve re’y ile konuşana kulak verilmez. Zira re’y hata da eder, isabet de eder.”
İbn Muflih, el-Adabu’ş-Şer’iyye’de (1/238) dedi ki: “Kadı Ebu’l-Huseyn, et-Temam’da dedi ki: “Bid’at ehlinden ve fasıklardan alakayı kesmenin vacip oluşu hususunda gördüğün gibi mutlaklık vardır. Bunun zahiri, bunu açıkça işleyen ile diğer bida’tçi ve fasıklar arasında fark olmamasını gösterir. Yine bu konuda akraba ile yabancı arasında da fark yoktur.”
Şeyh Suleyman b. Abdillah b. Muhammed b. Abdilvehhab rahimehullah, et-Tavdih An Tevhidi’l-Hallak’ta (s.204-205) der ki: “Mü’minlere sevgi beslemek, yakınlık göstermek, onların aleyhinde konuşmamak, onlar için dua edip bağışlanma dilemek gerektiği gibi, Allah’ın düşmanları olan müşriklere ve kâfirlere de düşmanlık göstermek gerekir. Onlara yakınlık göstermek haramdır. Onların kötülüklerini anlatmak gerekir.  Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لا تَتَّخِذُوا عَدُوِّي وَعَدُوَّكُمْ أَوْلِيَاءَ تُلْقُونَ إِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِ وَقَدْ كَفَرُوا بِمَا جَاءَكُمْ مِنَ الْحَقِّ يُخْرِجُونَ الرَّسُولَ وَإِيَّاكُمْ أَنْ تُؤْمِنُوا بِاللَّهِ رَبِّكُمْ إِنْ كُنْتُمْ خَرَجْتُمْ جِهَاداً فِي سَبِيلِي وَابْتِغَاءَ مَرْضَاتِي تُسِرُّونَ إِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِ وَأَنَا أَعْلَمُ بِمَا أَخْفَيْتُمْ وَمَا أَعْلَنْتُمْ وَمَنْ يَفْعَلْهُ مِنْكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَاءَ السَّبِيلِ
Ey iman edenler! Düşmanımı ve düşmanınızı velîler edinmeyin. Siz onlara sevgi ile karşılık veriyorsunuz; oysa onlar Haktan size geleni inkâr ediyor. Rabbiniz Allah’a iman etmenizden dolayı rasul’ü de sizi de çıkarıyorlar. Eğer siz, yolumda cihad etmek ve rızamı aramak amacıyla çıkmışsanız onlara karşı hâlâ sevgi besliyorsunuz!? Gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı bilirim. Kim sizden bunu yaparsa, artık o, yolun ortasından sapmış olur.” (Mumtehine 1) Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in dininden razı olmamak ve O’nun getirdikleriyle amel etmemek, rasulün zatını (memleketinden) çıkarmaktan daha büyüktür. Zira O, ancak bu sebeple çıkarılıyordu. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
إِنَّمَا وَلِيُّكُمُ اللَّهُ وَرَسُولُهُ وَالَّذِينَ  آمَنُوا الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلاةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُمْ رَاكِعُونَ. وَمَنْ يَتَوَلَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَالَّذِينَ آمَنُوا فَإِنَّ حِزْبَ اللَّهِ هُمُ الْغَالِبُونَ
Sizin veliniz ancak Allah’tır. O’nun Rasulü’dür ve iman edenlerdir ki namazı dosdoğru kılarlar ve rükû edici olarak zekâtı verirler. Her kim Allah’ı, Rasulü’nü ve iman edenleri veli edinirse muhakkak Allah’ın hizbi onlardır ki galip olanlardır.” (Maide 55-56)
Buhârî ve Muslim’in Sahih’lerinde Amr b. el-Âs radiyallahu anh’den gelen rivayette Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yüksek sesle şöyle buyurmuştur:
أنَّ آل أبي فلان ليسوا لي بأولياء، إنما وليي الله وصالح المؤمنين
Muhakkak ki Ebu Falan’ın ailesi benim yakınlarım değildir! Benim yakınım ancak Allah ve müminlerin salih olanlarıdır.”
Bunun manası şöyledir; nesep bakımından benden uzak olsa dahi benim yakınım ancak salih olanlardır. Nesep olarak akrabam olsa dahi salih olmayanlar benim yakınım değildir. Kadı Iyad şöyle demiştir: “Denildi ki: Burada ismi belirtilmeyen kişi el-Hakem b. Ebi’l-Âs’tır. Çünkü bazı raviler bu rivayetin başında: “Dikkat edin! Ebu Falan’ın ailesi benim yakınlarım değildir. Benim yakınlarım ancak Allah ve müminlerin salih olanlarıdır” demişlerdir. Ya şahsın kendisi hakkında ya da başkaları hakkında meydana gelebilecek bir kötülükten dolayı burada ismi açıkça belirtmemişlerdir. Nitekim Nebî sallallahu aleyhi ve sellem nesep olarak kendisine akraba olan bazı kimselerin sırf nesepten dolayı yakınları olmadığını, kendisinin yakınlarının ancak Allah ve müminlerden salih olanların olduğunu haber vermiştir. Kitap ve sünnette bunun örnekleri çoktur. İsimlerde nesebe değil, mü’min, kafir, birr (iyi), fâcir (günahkar), alim, cahil tabirleri gibi Allah’ın övmesi ve yermesine itibar edilir…
Yine aynı şekilde onlardan alakanın kesilmesi ve uzaklaşılması, onlar için bağışlanma dilenmemesi gerekir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
لا تَجِدُ قَوْماً يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ يُوَادُّونَ مَنْ حَادَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُوا آبَاءَهُمْ أَوْ أَبْنَاءَهُمْ أَوْ إِخْوَانَهُمْ أَوْ عَشِيرَتَهُمْ أُولَئِكَ كَتَبَ فِي قُلُوبِهِمُ الْأِيمَانَ وَأَيَّدَهُمْ بِرُوحٍ مِنْهُ
Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiç bir kavmin, Allah’a ve rasulü’ne muhalefet eden kimselere, babaları, oğulları, kardeşleri veya aşiretleri olsa bile sevgi beslediklerini göremezsin. Kalplerine imanı yazmış ve kendisinden bir ruh ile onları desteklemiştir.” (Mucadele 22)
مَا كَانَ لِلنَّبِيِّ وَالَّذِينَ آمَنُوا أَنْ يَسْتَغْفِرُوا لِلْمُشْرِكِينَ وَلَوْ كَانُوا أُولِي قُرْبَى مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمْ أَنَّهُمْ أَصْحَابُ الْجَحِيمِ
Kendilerine cehennemlikler oldukları açıklandıktan sonra yakınları dahi olsa müşrikler için bağışlanma dilemeleri Nebiye de, iman edenlere de yaraşmaz.” (Tevbe 113)
4- Bid’atçilerle oturmanın yasaklanmasında birçok dini maksatlar vardır. Bunlardan birisi, bu yasaktan kaçınarak kulluğun gerçekleştirilmesidir. Bir diğeri vela ve bera ile Allah için sevme ve Allah için buğzetme akidesinin gerçekleştirilmesidir. Bir diğeri, bid’at ehlinin zelil edilmesi ve küçük düşürülmesidir. Bir diğeri te’dip etme, batıldan döndürme ve sakındırmadır. Bir diğeri, onlar sebebiyle fitneye düşme veya onların başkalarını aldatması korkusudur. Bu gayeleri gözetme hususunda akraba ile akraba olmayan arasında bir fark yoktur. Şeriat adalet ve mizan ile gelmiştir ki bu da uyum gösterenler arasında eşitlik göstermek ve muhalefet edenlerden ayrılmaktır. Hatta bu, yakın olanlara uzak olandan daha fazla etki eder. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
وَمَثَلُ جَلِيسِ السُّوءِ كَمَثَلِ صَاحِبِ الْكِيرِ إِنْ لَمْ يُصِبْكَ مِنْ سَوَادِهِ أَصَابَكَ مِنْ دُخَانِهِ
“Kötü arkadaşın misali, ateş körükçüsü gibidir. Onun karalığı zana bulaşmasa dahi isi sana bulaşır.” Ebû Dâvûd ve başkaları rivayet etmiş, el-Elbani sahih demiştir.
5- Salih selef bid’atçileri birçok alametleriyle tanıtmışlardır. Bunların en önemlileri şunlardır: giriş ve çıkışlarda, sığınma ve konaklamalarda bid’at ehlinin yanında olmaları.
Ebu’d-Derda radiyallahu anh şöyle demiştir: “Yürüdüğü kimseler, girdiği ve çıktığı yerler kişinin fıkhındandır. Şöyle diyen şairi Allah öldürsün;
Kişiyi sorma, yakınlarına bak,
Zira kişi, yakın olduğu kimseye uyar.”
Abdullah b. Mes’ud radiyallahu anh şöyle demiştir: “Kişi ancak sevdiği ve kendisi gibi olan kimseyle yürür ve arkadaşlık eder.” Yine şöyle demiştir: “İnsanları yakın dostlarıyla değerlendirin. Zira kişi ancak kendisi gibi olmasını istediği kimseyi yakın dost edinir.” Yine şöyle demiştir: “Yerleri isimleriyle, kişileri de arkadaşlarıyla değerlendirin.”
Sufyan es-Sevrî rahimehullah şöyle demiştir: “Kişiyi bozması veya düzeltmesi hususunda arkadaş gibi etkili bir şey yoktur.”
El-Evzai rahimehullah şöyle demiştir: “Bid’atini bizden gizleyenler, ülfet ettikleri kimseleri bizden gizleyemezler.” Yine şöyle demiştir: “Kişi üç şeyle bilinir: ülfet ettiği kimselerle, oturduğu meclislerle ve konuşmasıyla.”
El-A’meş rahimehullah şöyle demiştir: “Şu üç şeyden sonra kişi hakkında bir şey sormaya gerek duymazlardı: beraber yürüdüğü kimseler, girdiği yerler, ülfet ettiği insanlar.”
Muaz b. Muaz rahimehullah dedi ki: “Yahya b. Said’e dedim ki: “Ey Ebu Said! Kişi bizden görüşünü gizlese de bunu oğlun, arkadaşı ve beraber oturduğu kimseler hususunda gizleyemez.”
Muhammed b. Ubeydillah el-Gallabî rahimehullah şöyle demiştir: “Şöyle denilirdi: Hevâ ehli her şeylerini gizlerler de ülfet ve arkadaşlık ettikleri kimseleri gizleyemezler.”
Malik b. Dinar rahimehullah şöyle demiştir: “İnsanlar da kuşlar gibi, güvercinler, güvercinlerle, kargalar kargalarla, ördekler ördeklerle, çalı kuşları, çalı kuşlarıyla beraber uçtuğu gibi, her insan da kendi cinsinden insanla beraberdir.”
Ebu Hâtim er-Razi rahimehullah şöyle demiştir:  “Musa b. Ukbe es-Surî Bağdad’a geldiği zaman Ahmed b. Hanbel’e bu anlatıldı. O da dedi ki:
“Bakın bakalım, kimin yanına inecek ve kimin yanına sığınacak?”
Yahya b. Said el-Kattan rahimehullah dedi ki: “Sufyan es-Sevrî Basra’ya geldiği zaman er-Rabi b. Subayh’ın durumuna ve insanlar katındaki değerine baktı. Onun mezhebini sordu, dediler ki:
“Onun sünnetten başka mezhebi yoktur.” Sufyan:
“Yakın dostları kimlerdir?” dedi. Dediler ki:
“Kader ehlidir.” Sufyan rahimehullah dedi ki:
“O halde o da bir kaderîdir.”
Bütün bu nakiller İbn Batta’nın el-İbanetu’l-Kubra’sında senetleriyle rivayet edilmiştir. Yine orada Fudayl b. Iyad rahimehullah’tan: “Sünnet ehli birinin bid’at ehli birine meyletmesi ancak nifaktandır” dediğini de rivayet eder ve İbn Batta bunun ardından şöyle der:
“ Fudayl rahimehullah doğru söylemiştir. Zira biz bunu bizzat gördük…” sonra el-Evzai’nin:
“Ben sünnet ehliyle de, bid’at ehliyle de otururum” diyen kimse hakkında şöyle dediğini zikretmiştir:
“Bu adam hak ile batılı eşitlemek istiyor demektir!” Ardından İbn Batta şöyle der:
“el-Evzai doğru söylemiştir. Ben derim ki böyle bir adam hakkı batıldan, küfrü imandan ayıramaz. Böylesinin misali Kur’an’da gelmiş, Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetinde de varid olmuştur. Allah Teâlâ: “İman edenlerle karşılaştıklarında iman ettik derler. Şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında da “Biz sizinleyiz” derler.” Sonra İbn Batta isnadını zikrederek şu hadisi kaydeder: “Ümmetimde münafığın misali iki sürü arasındaki şaşkın koyun gibidir. Bazen şu sürüde, bazen bu sürüde, hangisine tabi olacağını bilemez.” Sonra der ki:
“Zamanımızda bu türden insanlar pekçoktur! Allah onları çoğaltmasın! Bizi ve sizi münafıkların şerrinden, isyankârların tuzaklarından korusun. Bizi de sizi de diniyle oynayanlardan ve şeytanın saptırdığı, eksik olarak dönen ve şaşkınlar haline gelen kimselerden etmesin.”
Bu imamlar, bir adamın bir bid’atçiyle oturduğunu, ziyaret ettiğini veya onun yanında konakladığını gördüklerinde; “Bu onun akrabası mı, değil mi, bunu sılayı rahim için mi yapıyor, başka bir şey için mi” diye sormuyorlardı! Ancak eğer onu iyi tanımıyorlarsa, bid’atçiyle beraber oturduğu, bidat sahibiyle beraber yürüdüğü için durumu kendilerine açık oluyor ve ondan da sakındırıyorlardı. Onu tanıdıktan sonra ısrar ve inat ederse onu da bid’atçilere katıyor ve ona bir değer vermiyorlardı.
Ebu Ya’la, Tabakatu’l-Hanabile’de şöyle zikreder: “Osman b. İsmail es-Sukkeri dedi ki: “Ebu Davud es-Sicistani’nin şöyle dediğini işittim:
“Ebu Abdillah Ahmed b. Hanbel’e: “Ehl-i sünnetten olan bir adamı, bid’at ehlinden biriyle beraber gördüm, onunla konuşmayı terk edeyim mi?” dedim. Dedi ki:
“Hayır, önce ona beraber gördüğün kişinin bidat sahibi birisi olduğunu bildir, eğer onunla konuşmayı terk ederse bu kimseyle konuşmaya devam edersin. Şayet onunla konuşmayı kesmezse o da ona katılır. İbn Mes’ud radiyallahu anh: “Kişi sırdaşıyla beraberdir” demiştir.”
Yine aynı eserde el-Hallal’ın el-Merruzi’den şöyle dediğini naklettiği geçer: “Ebu Abdillah (Ahmed b. Hanbel, Haris el-Muhasibi’den bahsederek dedi ki: “Haris belanın başıdır. – Yani Cehm’in sözleriyle meydana gelen belayı kastediyor – Bela ancak Haris’ten gelmiştir. Onunla arkadaşlık edenlerin hepsinin durumu ortaya çıktı sadece İbnu’l-Allaf gizlenerek öldü. Haris’ten alabildiğine sakındır.” Dedim ki: “Bir topluluk ona gidip geliyorlar.” Dedi ki:
“Onların önüne geçelim, belki de onun bidatini bilmiyorlardır. Eğer kabul ederlerse ne âlâ. Kabul etmezlerse onlardan da uzaklaşırız. Haris için tevbe yoktur. Onun aleyhinde şahitlik yapılmış, fakat o inkâr etmiştir. Tevbe ancak itiraf eden için söz konusudur.”
İshak dedi ki: Ahmed b. Hanbel’in şöyle dediğini işittim: “Allah el-Kerabisi’yi rezil etsin. Onunla oturulmaz, konuşulmaz, kitapları yazılmaz, onunla oturan kimseyle de oturulmaz.” Yine dedi ki: “Huseyn el-Kerabisi’den aman ha sakın! Onunla konuşma! Onunla konuşanla da konuşma!” Bunu dört veya beş sefer tekrar etti.
İbnu’l-Hac rahimehullah, Hazzu’l-Galasim’de (s.110) şöyle demiştir: “Mekkî bir surede: “Ayetlerimiz hakkında konuşmaya dalanları gördüğünde başka bir söze dalmalarına kadar onlardan yüz çevir. Şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra zalimler topluluğuyla beraber oturma” (En’âm 68) buyurulmuştur. Allah Teâlâ böyle yapanların ve emrine muhalefet edenlerin akibetini açıklamıştır. Medine’de nazil olan bir surede de şöyle buyurmuştur: “Hâlbuki muhakkak O size kitapta indirmiştir ki: “Allah’ın ayetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman onlar başka bir söze dalıncaya kadar onlarla beraber oturmayın; yoksa o zaman muhakkak siz de onlar gibisinizdir.” Muhakkak Allah münafıkları da kâfirleri de hep beraber Cehennemde toplayacaktır.” (Nisa 140) Allah Teâlâ, “O size kitapta indirmiştir ki…” diye buyurarak Mekkî bir surede “, hatırladıktan sonra zalimler topluluğuyla beraber oturma” diye emrettiğini açıklıyor. Sonra Medenî surede onlarla beraber oturmanın, itikatta onlara katılmayı gerektirdiğini bildiriyor. Nitekim bu ümmetin imamlarından bir topluluk bu görüştedirler. Bu ayetlerin gereği olarak bid’at ehliyle oturmaktan ve onların arasına karışmaktan yasaklandığına hükmetmişlerdir. Ahmed b. Hanbel, el-Evzai ve İbnu’l-Mubarek de onlar arasındadır. Onlar, bid’at ehliyle oturan kimsenin durumu hakkında şöyle demişlerdir: “Böyle kimselerle oturmaktan yasaklanır. Eğer buna son verirse ne âlâ. Son vermezse bu kimse de o bid’at ehline katılır, aynı hükme girerler. Onlara denildi ki:
“Bu kimse: “Ben onlarla açıklamak ve reddiye vermek için oturuyorum” diyor” Dediler ki:
“Onlarla oturmaktan yasaklanır. Eğer son verirse ne âlâ. Yoksa o da onlara katılır.”
İbn Batta rahimehullah el-İbane’de (s.262) dedi ki: “Komşun olan bir akraban dahi olsa, dinin hususunda bid’at ehlinden hiçkimseyle istişare etme ve yolculukta onunla arkadaşlık etme. Zikrettiğimiz bid’at şeylerden birine itikad eden bir kimseden uzaklaşmak, ona hecir uygulamak ve öfke duymak, yine o kimseye yakınlık gösteren, onu savunan ve arkadaşlık eden kimseden de alakayı kesmek sünnettendir. Bunu yapan kimse sünneti izhar ediyor olsa dahi böyledir!”
El-Berbehari rahimehullah Şerhu’s-Sunne’de (s.121) şöyle demiştir: “Bir adamın heva ehlinden biriyle oturduğunu görürsen, o kimseyi o bidat sahibinden sakındır ve onu tanıt. Eğer bildirdikten sonra onunla yine oturursa, bu kimseden de sakın. Zira o da bir hevâ sahibi demektir.”
 Şeyh Ahmed en-Necmî rahimehullah, Ali el-Halebî ile olan konuşmasında şöyle demiştir: “Özetle, kitap, sünnet ve salih selefin uygulamasından deliller şunu göstermektedir: Bid’at ehline sığınan, onlarla oturan, onlarla beraber yiyip içen, beraber yolculuk yapan kimse onlara katılır. Özellikle de bu konuda nasihat edilmesinden sonra ısrar ederse ve onlara nasihat etmek için beraber oturduğunu söylese dahi böyledir!”
6- Dini ve daveti hususunda gayretli olan, Allah için hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayan samimi selefiye düşen şey, bid’atçilerden alakayı kesmesi ve insanları onlardan alakayı kesmeye çağırmasıdır. Bid’atçiyle oturan kimse akrabası ise, insanları ondan da alaka kesmeye çağırması gerekir. Bunu yapmazsa, akrabalık hatırına “bid’atçi ile alakayı kesme esası”nı iptal etmiş olur. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
أَتَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبِرِّ وَتَنسَوْنَ أَنفُسَكُمْ وَأَنتُمْ تَتْلُونَ الْكِتَابَ أَفَلاَ تَعْقِلُونَ
İnsanlara iyiliği emredersiniz de kendinizi unutur musunuz? Hâlbuki siz o kitabı okuyorsunuz. Hala akletmez misiniz?” (Bakara 44)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا لِمَ تَقُولُونَ مَا لا تَفْعَلُونَ. كَبُرَ مَقْتًا عِندَ اللَّهِ أَن تَقُولُوا مَا لا تَفْعَلُونَ
Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz. Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah katında büyük öfke gerektiren bir şeydir.” (Saf 2-3)
7- Bid’atçi olan akrabayı ziyaret etmek veya onlarla beraber oturmanın sılayı rahim veya akrabalık hakkı olduğu iddia edilerek bu esas iptal edilecek olursa aynı şekilde müslümanın üzerindeki komşuluk hakkı, hastanın hakkı, arkadaşın hakkı, âlimin hakkı ve daha başka haklar da gözetilmesi gereken haklardır! Mesela Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Selam ile de olsa akrabalık bağlarınızı koruyun” buyurmuştur. Yine şöyle buyurmuştur: “Müslümanın Müslüman üzerinde altı hakkı vardır. Karşılaştığında selam vermesi, davet ettiğinde icabet etmesi, nasihat istediğinde nasihat etmesi, hapşırıp elhamdülillah dediğinde onu teşmit etmesi, hastalığında ziyaret etmesi ve öldüğünde cenazesini takip etmesi.”
Bu iddiaya bütün bunlar öncelikli olarak girmez mi? Eğer iddia sahibi, bid’atçiye bütün bunların yapılmasını, onunla oturulmasını, ziyaret edilmesini ve selam verilmesini, bid’atçi hastanın ve komşunun ziyaret edilmesini, dini ilimlerin bazısında âlim olan bid’atçinin de bu durumda olduğunu söylerse, bid’atçiye hecr uygulanması esasını tamamen iptal etmiş olur! Şayet hakları gözetmek iddiasıyla bunlardan bir kısmını tahsis ederse iddiasında çelişkiye düşmüş olur!
8- Bid’atçi olan akrabayla oturmak, ziyaret, karışmak ve ünsiyet kurmak babındandır. Bu ya sevgi ve ülfet ile yapılacak, ya da düşmanlık ve buğz ile yapılacaktır. Öncelikle bunun dinen caiz olmadığında en ufak bir şüphe dahi yoktur. İkinci olarak; böyle bir şey ancak nifaktan, zayıflıktan veya çelişkiden kaynaklanır. Buğz ve düşmanlık ettiği kimseyle oturmasının akraba ziyareti babından olması nasıl düşünülebilir? Buğz ve düşmanlık, uzaklaşmayı ve alakayı kesmeyi gerektirir. Muvalat ve sevgi ise yakınlığı ve arkadaşlığı gerektirir. Hatta her müslümana vacip olan, Allah’a ve rasulüne muhalefet edenlere düşmanlığı ve uzaklaşmayı açıkça izhar etmektir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
قَدْ كَانَتْ لَكُمْ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ فِي إِبْرَاهِيمَ وَالَّذِينَ مَعَهُ إِذْ قَالُوا لِقَوْمِهِمْ: إِنَّا بُرَآءُ مِنكُمْ، وَمِمَّا تَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ، كَفَرْنَا بِكُمْ، وَبَدَا بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةُ وَالْبَغْضَاءُ أَبَدًا حَتَّى تُؤْمِنُوا بِاللَّهِ وَحْدَهُ
İbrahim ve onunla beraber olanlarda sizin için güzel bir örnek vardır. Hani kavimlerine demişlerdi ki: “Biz, sizlerden ve Allah dışında taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Sizinle aramızda, siz Allah’a bir olarak iman edinceye kadar ebedi bir düşmanlık ve bir kin başgöstermiştir.” (Mumtehine 4)
Herhangi bir bid’atçiye düşmanlık ve buğz gösteren, onun bid’atçiliğini ve ondan uzaklaştığını ilan eden Selefî bir kimsenin, o kimseyle oturması düşünülebilir mi? eğer böyle bir şey oluyorsa o kimse selefileri aldatmaya çalışan hilekâr bir kimsedir! Diniyle oyun oynayarak kardeşlerini aldatan böyle bir kimsenin, kendisi hakkında söyledikleri o bid’atçiye ulaştığında, bunu kabul etmesine de imkân yoktur!
Bid’atçiyle oturan ve diniyle eğlenen böyle bir kimseyle oturmak, delile aykırıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
وَلَوْ كَانُوا يُؤْمِنُونَ بِالله والنَّبِيِّ وَمَا أُنزِلَ إِلَيْهِ مَااتَّخَذُوهُمْ أَوْلِيَاء وَلَكِنَّ كَثِيرًا مِّنْهُمْ فَاسِقُونَ
Onlar Allah’a, nebi’ye ve ona indirilene iman etmiş olsalardı onları veliler edinmezlerdi. Fakat onların pek çoğu fasıklardır.” (Maide 81)
9- Bid’atçi akrabayı ziyaret etmenin sılayı rahim olduğunu iddia eden kimse, Ebu Hureyre radiyallahu anh’ın rivayet ettiği: “Ancak akrabalık hakkı vardır ki ben o bağdan dolayı sizlere bağlı bulunuyorum” hadisine gelince, bunun anlamı; sizden mümin olanlara sevgi ve yakınlık olarak, destek, ziyaret, bir araya gelme, dua gibi yollarla tam bir sılayı rahim yaparım, içinizden kâfir olanlarla ise, İslama ve müslümanlara düşmanlık etmedikleri sürece onlara iyilik, ihsan, adalet ile davranmak suretiyle sıla yaparım demektir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
وَإِن جَاهَدَاكَ عَلى أَن تُشْرِكَ بِي مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ فَلا تُطِعْهُمَا وَصَاحِبْهُمَا فِي الدُّنْيَا مَعْرُوفًا
Eğer onlar seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Onlarla dünyada iyi geçin.” (Lukman 15)
لا ينْهَاكُمُ اللَّهُ عَنِ الَّذِينَ لَمْ يُقَاتِلُوكُمْ فِي الدِّينِ وَلَمْ يُخْرِجُوكُم مِّن دِيَارِكُمْ أَن تَبَرُّوهُمْ وَتُقْسِطُوا إِلَيْهِمْ إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُقْسِطِينَ. إِنَّمَا يَنْهَاكُمُ اللَّهُ عَنِ الَّذِينَ قَاتَلُوكُمْ فِي الدِّينِ وَأَخْرَجُوكُم مِّن دِيَارِكُمْ وَظَاهَرُوا عَلَى إِخْرَاجِكُمْ أَن تَوَلَّوْهُمْ وَمَن يَتَوَلَّهُمْ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ
Allah, din konusunda sizinle savaşmayanlara, sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara adaletli davranmanızı size yasaklamaz. Çünkü Allah adaletli davrananları sever. Allah, ancak din konusunda sizinle savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanız için arka çıkanları velî edinmenizi yasaklar. Kim onları velî edinirse, artık onlar zalimlerin kendileridir.” (Mumtehine 8, 9)
مَا كَانَ لِلنَّبِيِّ وَالَّذِينَ آمَنُواْ أَن يَسْتَغْفِرُواْ لِلْمُشْرِكِينَ وَلَوْ كَانُواْ أُوْلِي قُرْبَى مِن بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمْ أَنَّهُمْ أَصْحَابُ الْجَحِيمِ. وَمَا كَانَ اسْتِغْفَارُ إِبْرَاهِيمَ لأَبِيهِ إِلاَّ عَن مَّوْعِدَةٍ وَعَدَهَا إِيَّاهُ فَلَمَّا تَبَيَّنَ لَهُ أَنَّهُ عَدُوٌّ لِلّهِ تَبَرَّأَ مِنْهُ إِنَّ إِبْرَاهِيمَ لأوَّاهٌ حَلِيمٌ
Kendilerine cehennemlikler oldukları açıklandıktan sonra yakınları dahi olsa müşrikler için bağışlanma dilemeleri Nebiye de, iman edenlere de yaraşmaz. İbrahim’in babası için bağışlanma dilemesi, yalnızca ona verdiği bir söz dolayısıyla idi. Kendisine, onun gerçekten Allah’a düşman olduğu açıklanınca ondan uzaklaştı. Şüphesiz İbrahim çok duygulu, yumuşak huyluydu.” (Tevbe 113-114)
Mümin kimseye sılayı rahim ile kâfir kimseye sılayı rahim arasında fark vardır. Yine harp ehli olan kâfir ile harp ehli olmayan kâfir arasında da fark vardır. Müslümanın, akrabaları dahi olsa, müşriklerin arasında yaşaması, onlarla sanki aralarında hiçbir şey yokmuş gibi muamelede bulunması caiz değildir. Bilakis gereken şey, onları davet ettikten ve dönmelerinden ümit kesildikten sonra, onlardan uzaklaşmayı izhar etmek ve Allah’ın dışında ibadet ettikleri şeylerden uzaklaşmaktır. Lakin onlarla iyilik ve ihsana dâhil olan meşru konularda muamele edebilir. Özellikle de dini bir maksat umuluyorsa! Nitekim Buhârî ve başkaları Esma bt. Ebi Bekr radiyallahu anhuma’dan şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:
قَدِمَتْ عَلَيَّ أُمِّي وَهِيَ مُشْرِكَةٌ فِي عَهْدِ رَسُولِ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، فَاسْتَفْتَيْتُ رَسُولَ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قُلْتُ: إِنَّ أُمِّي قَدِمَتْ وَهِيَ رَاغِبَةٌ أَفَأَصِلُ أُمِّي؟ قَالَ: "نَعَمْ صِلِي أُمَّكِ
“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in zamanında müşrike olan annem bana gelmişti. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den fetva isteyerek dedim ki:
“Annem bana geldi. O yüz çevirmiştir. Ona sıla yapayım mı?” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
Evet, annene sıla yap.” Hafız İbn Hacer, Fethu’l-Bari’de şöyle demiştir: “Anlamı şöyledir: Annesi kızının kendisine iyilik yapması talebiyle ve kendisini geri çevirmesinden korkar bir halde gelmişti. Cumhur böyle açıklamıştır… el-Hattabi dedi ki: “Burada tıpkı müslime bir kadına sıla yapıldığı gibi kâfire olan kadına da mal ve benzeri şeylerle sıla yapılabileceği anlaşılmaktadır. Buradan, çocukları müslüman ise kâfir olan babasına ve kâfire olan annesine nafaka gerektiğine istinbat edilir.”
Peki, onlara düşmanlık ve teberri ilan etmeksizin onları ziyaret etmek, onların arasına karışmak, ünsiyet etmek, beraber yiyip içmek nerede?
10-  Buhârî ve Muslim’in sahihlerinde, Kays b. Ebi Hazim’dan, Amr b. el-As radiyallahu anh’ın şöyle dediğini rivayet ediyorlar: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in gizli değil, açıkça şöyle buyurduğunu işittim:
إِنَّ آلَ أَبِي لَيْسُوا بِأَوْلِيَائِي، إِنَّمَا وَلِيِّيَ اللَّهُ وَصَالِحُ الْمُؤْمِنِينَ، وَلَكِنْ لَهُمْ رَحِمٌ أَبُلُّهَا بِبَلاَلِهَا
Muhakkak ki Ebu Falanın ailesi benim yakınlarım değildir! Benim yakınım ancak Allah ve mü’minlerin salih olanlarıdır. Lakin akrabalık bağından dolayı onlara bağlı bulunuyorum.” İbn Battal rahimehullah hadisin şerhinde şöyle demiştir:
“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yakınlığı dine bağlamış, şayet dininden değillerse nesep yoluyla akrabalığı nefyetmiştir. Bu da gösteriyor ki, nesep, arabalar arasında verasetin oluştuğu yakınlığa muhtaçtır. Eğer onları bir araya getiren bir din söz konusu değilse yakınlık ve veraset de söz konusu değildir. Yine Allah’ın gözetilmesini gerekli kıldığı ve koparandan kendi bağını kopardığı akrabalık bağı ancak Allah için olursa ve meşru konulardadır. Kim de Allah için ve meşru olarak bu bağı koparırsa Allah ile ve din ile bağını gözetmiş olur. Allah’tan bağını koparan kimseyle bağını koparan, Allah ile bağını gözetmiş olur.  Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا آبَاءَكُمْ وَإِخْوَانَكُمْ أَوْلِيَاءَ إِنِ اسْتَحَبُّوا الْكُفْرَ عَلَى الْإِيمَانِ
Ey iman edenler! Küfrü imana tercih etmişlerse babalarınızı ve kardeşlerinizi veliler edinmeyin.” (Tevbe 23)
وَالَّذِينَ آمَنُوا وَلَمْ يُهَاجِرُوا مَا لَكُمْ مِنْ وَلَايَتِهِمْ مِنْ شَيْءٍ حَتَّى يُهَاجِرُوا
İman edip hicret etmeyenler de hicret edinceye kadar sizin için onların velayetlerinden hiçbir şey yoktur.” (Enfal 72) İman ettiği halde hicret etmediği için böyleler iken, peki ya iman etmeyen nasıl böyle olsun?! “Lakin akrabalık bağından dolayı onlara bağlı bulunuyorum” kavline gelince; yani onlara meşru konuda sıla yapıyorum demektir. El-bel kelimesi ıslaklık, iyilikle nemlendirme demektir. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem iyilikle sılayı rahimi, ıslatarak nemlendirilen kuru bir şeye benzetmiştir. Araplar kınanmış sıfattaki bir kimseyi elinin kuruluğu ile niteler ve: “Eli iyilikle nemlenmemiş, kuru taş gibi” derler. Yani kuru taştan içecek bir şey beklenmediği gibi ondan da iyilik yapması, hayır işlemesi beklenmez. Kişi iyilikle akrabalık bağını gözettiği zaman: “Akrabalığı ıslattı” derler… Nebî sallallahu aleyhi ve sellem burada kişinin akrabalık bağını gözetmesini, üzerine su serpilerek sönen ateşe benzetmiştir.
El-Muhelleb dedi ki: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bu sözü, Allah Teâlâ’nın kendisine: “Dünyada onlarla iyi geçin” şeklindeki emrinin gereğidir. Kavmi kendisine isyan edip inat ettiklerinde onlara şöyle beddua etti:
Allah’ım! Onlara Yusuf’un yedi kıtlık senesi gibi kıtlık ver.” Onlar kıtlığa yakalanınca kendisine adam göndererek dediler ki:
“Ey Muhammed! Sen akrabalık bağını gözetmeyle gönderildin. Ailen kıtlıkla helak oluyor. Allah’a onlar için dua et.” Bu, Allah’ın diniyle ilgili bir leke getirmez. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in onlara ne yaptığını görmez misin? Fetih günü onlara galip geldiğinde onlardan azat ettiklerini: “Tuleka” diye isimlendirdi. Hürmetlerini çiğnemedi ve mallarını mubah saymadı. Bütün bunlar bu bağı gözetmedendir.”
Hafız İbn Hacer rahimehullah Fethu’l-Bari’de şöyle demiştir: “Nevevi dedi ki: “Hadisin manası şudur: Salih olan kimse, nesep olarak benden uzak olsa dahi yakınımdır. Salih olmayan kimse ise nesep olarak akrabam olsa dahi yakınım değildir.”
El-Kurtubi dedi ki: “Müslüman ile kafir, yakın akraba olsalar dahi aralarında dinde yakınlık kesilmiştir.”
İbn Battal dedi ki: “Bu hadis, din ile yakınlığı vacip kılmakta ve dinin ehlinden değillerse akrabaların yakınlığını reddetmektedir. Bu da gösteriyor ki, akrabalar arasında varislik için nesep, yakınlığa muhtaçtır. Akrabalar aynı dinde değillerse aralarında varislik de, yakınlık da söz konusu olmaz.”
Buradan şu sonuçlar çıkar: Gözetilmesi emredilen ve koparılmasından dolayı tehdit gelen akrabalık; meşru olanlardır. Ama dinden dolayı koparılması emrolunan akrabalık bundan istisna edilir. Akrabalık bağının koparılması hakkında gelen tehdit de bu konuda değildir. Çünkü bu Allah’ın emriyle koparılan bir akrabalıktır. Lakin dünya işlerinden mübah olan konularda sıla yapılırsa elbette bu bir fazilettir. Nitekim Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Kureyş için dua etmiş, onların kendisini yalanlamalarından sonra da kıtlık ile beddua etmiştir. Sonra kendisinden şefaat istemişler, akrabalık bağıyla esirlerin salınmasını istemişler, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de onlara acımış ve dua etmiştir.”
Bu açıklamada iki noktaya itiraz edilir:
Birincisi: akrabalığın nefyedilmesini yalnızca aynı dinden olmayanla sınırlamıştır. Hâlbuki hadisin zahirinde din amellerinde salih olmayan da bu nefye girer. Çünkü yakınlık: “Müminlerden salih olanlar” diye kayıtlanmıştır.
İkincisi: Kâfire sılayı rahimin yine küfürden dönmesinden veya neslinden müslüman doğmasından ümit kesilenlerle kayıtlanması gerekir. Nitekim Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Kureyş için duasında bu illeti zikretmiştir. Kafir olan akrabaya sılayı rahimde ruhsat için bunun amaçlanmasına ihtiyaç vardır. Ama din üzere olan fakat amellerde eksikliği olan kimse, bu konuda kâfir ile aynı hükme katılmaz. Nitekim el-Mişkat şerhinde şu açıklama gelmiştir: “Ben akrabalarımdan olan kimseye yakınlık göstermem. Ben ancak Allah Teâlâ’yı, kullar üzerindeki hakkından dolayı ve Allah Teâlâ’nın rızası için salih müminleri severim. İster akrabalık bağı olsun, ister olmasın İman ve salih amelden dolayı yakınlık gösteririm. Lakin akraba olanı, sılayı rahim hakkından dolayı gözetirim.”
Belki de Hafız İbn Hacer rahimehullah’ın sözlerin sonunda belirttiği duruma Buhârî ve Muslim’in Said b. Cubeyr rahimehullah’dan şu rivayetleri örnek olur: Abdullah b. Mugaffel rahimehullah’in bir akrabası (diğer rivayete göre amcasının oğlu) fiske atıyordu. Abdullah radiyallahu anh onu bundan yasakladı ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in fiske atmaktan yasakladığını, “Bu ne av avlar, ne de düşmanı yaralar. Lakin diş kırar ve göz çıkarır” buyurduğunu söyledi. O akrabası tekrar aynı şeyi yapınca dedi ki:
“Ben sana Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bundan yasakladığını söyledikten sonra fiske atıyorsun! Bir daha asla seninle konuşmayacağım!”
İsyan eden fasık, bid’atçiye göre nerede kalır?
11- “Ancak akrabalık hakkı vardır ki ben o bağdan dolayı sizlere bağlı bulunuyorum” hadisinde hitap kafirlere ise, onlarla bid’at ehlinin muamele ve sıla konusunda eşit olmaları gerekmez. Çünkü bid’atçi, aslen kafir olandan daha tehlikelidir ve fitnesi daha büyüktür. Şayet hadiste gelen bu lafza ziyaret, beraber oturma ve ünsiyet etme girseydi bile bid’at ehli bu genel ifadeye dahil olmazdı. Çünkü onlarla oturmak sapıklık ve fitneye düşmekten, halkın gözünde batılı süslemekten ve aldatmalarından emin olunamayan bir fitnedir.
İşte bu on bir açı, akrabalık bağını gözetme iddiasını öne sürerek bid’at ehliyle oturmanın fasit bir iddia olduğunu göstermektedir. Selefî davete nispet edilen bazı kimselerin bu nesep meselesinde aşırılık ederek çokça övünmesine rağmen, bu boş ve kökünde bâtıl bulunan şüphelerle hareket etmesi ne tuhaftır! Halbuki kendisi Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in şu hadisini işitmekte veya okumaktadır:
Amelinin geri bıraktığı kimseyi nesebi öne geçiremez.”
Ümmetimde şu dört şey cahiliyye işinden olup, terk etmezler: zanlarla övünmek, neseplere hakaret etmek, yıldızlarla yağmur istemek ve ölüyle ağıt yakmak.” Muslim ve başkaları rivayet etmişlerdir.

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)