Bid’atçi Akrabalardan Alakayı Kesmek
Şüphesiz hamd yalnız Allah'adır. O'na hamd
eder, O'ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerlerinden,
amellerimizin kötülüklerinden Allah'a sığınırız.
Allah'ın hidayet verdiğini kimse saptıramaz.
O'nun saptırdığını da kimse doğru yola iletemez.
Şehadet ederim ki, Allah'tan başka hiçbir ilâh
yoktur. O, bir ve tektir, O'nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki, Muhammed
Allah'ın kulu ve Rasûlüdür.
"Ey iman edenler! Allah'tan nasıl
korkmak gerekirse öyle korkun ve siz ancak müslümanlar olarak ölünüz."
(Al-i İmran;102)
"Ey insanlar! Sizi tek bir candan yaratan
ve ondan da eşini var eden, her ikisinden birçok erkek ve kadın türeten
Rabbinizden korkun. Kendisi adına birbirinizden dileklerde bulunduğunuz
Allah'tan ve akrabalık bağlarını kesmekten de sakının. Şüphesiz Allah
üzerinizde tam bir gözetleyicidir." (en-Nisâ;1),
"Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve
dosdoğru söz söyleyin. O da amellerinizi lehinize olmak üzere düzeltsin,
günahlarınızı da mağfiret etsin. Kim Allah'a ve Rasûlüne itaat ederse büyük bir
kurtuluşla kurtulmuş olur." (el-Ahzâb; 70-71)
Bundan sonra, Şüphesiz sözlerin en güzeli
Allah’ın Kelam’ı, yolların en hayırlısı Muhammed Sallallahu aleyhi ve sellem’in
yoludur. İşlerin en kötüsü sonradan çıkarılanlarıdır. Her sonradan çıkarılan
şey bidattir ve her bidat sapıklıktır. Her sapıklık ta ateştedir.
Kalbinde hastalık olan bazı kimseler, akrabalık bağını
gözetme iddiasıyla, bid’atçilerle veya bidatçilerden alakayı kesmeyenlerle
beraber oturuyor, ziyaretleşiyor ve beraber yiyip içmekte sakınca görmüyorlar!
Bu konuda sılayı rahim yapmak veya selamı yaymak hakkındaki umumi nasları da
hevalarına alet etmekte, bid’atçilerden alakanın ve selamın kesilmesini, “Haricilik”
diye lanse ederek Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in tertemiz sünnetine
ve ashab-ı kiramın nezih menhecine iftira etmektedirler. Bu iddiayı Allah’ın
izni ve yardımıyla on bir açıdan çürüterek şöyle cevap veririz:
1- Bid’atçilere karşı hecr uygulamak (yani onlar
bid’atlerine devam ettikleri sürece onlardan alakayı ve selamı kesmek) nas ve
icma ile sabittir. Akrabaları bundan istisna etmek delilsiz bir tahsistir.
2- Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
لا تَجِدُ قَوْمًا يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ يُوَادُّونَ
مَنْ حَادَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُوا آبَاءَهُمْ أَوْ أَبْنَاءَهُمْ
أَوْ إِخْوَانَهُمْ أَوْ عَشِيرَتَهُمْ أُوْلَئِكَ كَتَبَ فِي قُلُوبِهِمُ
الإِيمَانَ وَأَيَّدَهُم بِرُوحٍ مِّنْهُ، وَيُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن
تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا، رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا
عَنْهُ، أُوْلَئِكَ حِزْبُ اللَّهِ أَلا إِنَّ حِزْبَ اللَّهِ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
“Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiç bir kavmin,
Allah’a ve rasulü’ne muhalefet eden kimselere, babaları, oğulları, kardeşleri
veya aşiretleri olsa bile sevgi beslediklerini göremezsin. Kalplerine imanı
yazmış ve kendisinden bir ruh ile onları desteklemiştir. Onları, altından
nehirler akan cennetlere sokacaktır; orada süreklidirler. Allah, onlardan razı
olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte bunlar Allah’ın fırkasıdır.
Dikkat edin şüphesiz Allah’ın fırkası kurtuluşa erenlerin kendileridir.”
(Mucadele 22) Bid’atçi de Allah Azze ve Celle’ye ve rasulü sallallahu aleyhi ve
sellem’e muhalefet edenlerdendir.
Kurtubî rahimehullah bu ayetten istinbat edilen faydalar
arasında şöyle zikreder: “Malik
rahimehullah bu âyet-i kerimeden Kaderiye’ye düşmanlık edilmesi ve onlarla
oturup kalkmanın terk edilmesine delil çıkarmıştır. Eşheb, Malik'ten şöyle dediğini rivayet
etmiştir: “Kaderiye ile oturup kalkma ve Allah için onlara düşmanlık et! Çünkü
Allah Teâlâ: "Allah'a ve âhiret gününe iman eden hiçbir kavmin, Allah’a
ve rasûlü’ne muhalefet eden kimselere sevgi beslediklerini göremezsin"
diye buyurmaktadır.” Derim ki: Bütün zulüm ehli
ve haddi aşıp başkalarına haksızlık yapanlar da Kaderiye hükmündedirler. es-Sevrî'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Öncekiler
bu âyet-i kerimenin sultanlar ile arkadaşlık yapan kimseler hakkında indiği
görüşünde idiler. “
Yine Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem’in Tebük harbinden geride kalan üç kişinin eşlerinin onlardan
ayrılmalarını emretmesi de buna örnektir.
3- İlim ehli, akraba
dahi olsalar, Allah’a ve rasulüne muhalefet eden herkese düşmanlık göstermek ve
alakayı kesmek gerektiğini açıkça belirtmişlerdir.
İbn Ömer radiyallahu
anhuma, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Kişi ailesini mescidlere
gitmekten engellemesin” buyurduğunu rivayet edince, Abdullah b. Ömer radiyallahu
anhuma’nın oğlu: “Biz engelleriz” dedi. Abdullah radiyallahu anh dedi ki:
“Sana Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayet ediyorum, sen de bunu söylüyorsun öyle
mi?” Abdullah b. Ömer radiyallahu anhuma, ölünceye kadar bu oğluyla konuşmadı.
Bunu Ahmed b. Hanbel rahimehullah Musned’inde sahih isnadla rivayet etmiştir.
İmam İbn Batta
rahimehullah, el-İbanetu’s-Sugra’da (1/256) şöyle demiştir: “Senin dünya
hususundaki isteğine aykırı dahi olsa, Allah’a itaat eden kimse sevilmelidir.
Akraban dahi olsa ve kendisiyle sıla yapmak dünya hususundaki arzuna uygun dahi
olsa, Allah’a isyan eden ve Allah’ın düşmanlarına yakınlık gösteren kimseye
buğzedilmeli ve alaka kesilmelidir. Bu konuda kişisel görüşler konuşulmaz ve
re’y ile konuşana kulak verilmez. Zira re’y hata da eder, isabet de eder.”
İbn Muflih, el-Adabu’ş-Şer’iyye’de
(1/238) dedi ki: “Kadı Ebu’l-Huseyn, et-Temam’da dedi ki: “Bid’at ehlinden ve
fasıklardan alakayı kesmenin vacip oluşu hususunda gördüğün gibi mutlaklık
vardır. Bunun zahiri, bunu açıkça işleyen ile diğer bida’tçi ve fasıklar
arasında fark olmamasını gösterir. Yine bu konuda akraba ile yabancı arasında
da fark yoktur.”
Şeyh Suleyman b.
Abdillah b. Muhammed b. Abdilvehhab rahimehullah, et-Tavdih An
Tevhidi’l-Hallak’ta (s.204-205) der ki: “Mü’minlere sevgi beslemek, yakınlık
göstermek, onların aleyhinde konuşmamak, onlar için dua edip bağışlanma dilemek
gerektiği gibi, Allah’ın düşmanları olan müşriklere ve kâfirlere de düşmanlık
göstermek gerekir. Onlara yakınlık göstermek haramdır. Onların kötülüklerini
anlatmak gerekir. Allah Teâlâ şöyle
buyurmuştur:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لا تَتَّخِذُوا عَدُوِّي وَعَدُوَّكُمْ
أَوْلِيَاءَ تُلْقُونَ إِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِ وَقَدْ كَفَرُوا بِمَا جَاءَكُمْ
مِنَ الْحَقِّ يُخْرِجُونَ الرَّسُولَ وَإِيَّاكُمْ أَنْ تُؤْمِنُوا بِاللَّهِ
رَبِّكُمْ إِنْ كُنْتُمْ خَرَجْتُمْ جِهَاداً فِي سَبِيلِي وَابْتِغَاءَ
مَرْضَاتِي تُسِرُّونَ إِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِ وَأَنَا أَعْلَمُ بِمَا
أَخْفَيْتُمْ وَمَا أَعْلَنْتُمْ وَمَنْ يَفْعَلْهُ مِنْكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَاءَ
السَّبِيلِ
“Ey iman
edenler! Düşmanımı ve düşmanınızı velîler edinmeyin. Siz onlara sevgi ile
karşılık veriyorsunuz; oysa onlar Haktan size geleni inkâr ediyor. Rabbiniz
Allah’a iman etmenizden dolayı rasul’ü de sizi de çıkarıyorlar. Eğer siz,
yolumda cihad etmek ve rızamı aramak amacıyla çıkmışsanız onlara karşı hâlâ
sevgi besliyorsunuz!? Gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı bilirim. Kim
sizden bunu yaparsa, artık o, yolun ortasından sapmış olur.” (Mumtehine 1)
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in dininden razı olmamak ve O’nun
getirdikleriyle amel etmemek, rasulün zatını (memleketinden) çıkarmaktan daha
büyüktür. Zira O, ancak bu sebeple çıkarılıyordu. Allah Teâlâ şöyle
buyurmuştur:
إِنَّمَا وَلِيُّكُمُ اللَّهُ وَرَسُولُهُ وَالَّذِينَ آمَنُوا
الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلاةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُمْ رَاكِعُونَ. وَمَنْ
يَتَوَلَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَالَّذِينَ آمَنُوا فَإِنَّ حِزْبَ اللَّهِ هُمُ
الْغَالِبُونَ
“Sizin veliniz ancak Allah’tır. O’nun Rasulü’dür ve iman
edenlerdir ki namazı dosdoğru kılarlar ve rükû edici olarak zekâtı verirler.
Her kim Allah’ı, Rasulü’nü ve iman edenleri veli edinirse muhakkak Allah’ın
hizbi onlardır ki galip olanlardır.” (Maide 55-56)
Buhârî
ve Muslim’in Sahih’lerinde Amr b. el-Âs radiyallahu anh’den gelen rivayette
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yüksek sesle şöyle buyurmuştur:
أنَّ آل أبي فلان ليسوا لي بأولياء، إنما وليي الله وصالح المؤمنين
“Muhakkak
ki Ebu Falan’ın ailesi benim yakınlarım değildir! Benim yakınım ancak Allah ve
müminlerin salih olanlarıdır.”
Bunun manası şöyledir; nesep bakımından benden uzak olsa
dahi benim yakınım ancak salih olanlardır. Nesep olarak akrabam olsa dahi salih
olmayanlar benim yakınım değildir. Kadı Iyad şöyle demiştir: “Denildi ki:
Burada ismi belirtilmeyen kişi el-Hakem b. Ebi’l-Âs’tır. Çünkü bazı raviler bu
rivayetin başında: “Dikkat edin! Ebu Falan’ın ailesi benim yakınlarım değildir.
Benim yakınlarım ancak Allah ve müminlerin salih olanlarıdır” demişlerdir. Ya
şahsın kendisi hakkında ya da başkaları hakkında meydana gelebilecek bir
kötülükten dolayı burada ismi açıkça belirtmemişlerdir. Nitekim Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem nesep olarak kendisine akraba olan bazı kimselerin sırf
nesepten dolayı yakınları olmadığını, kendisinin yakınlarının ancak Allah ve
müminlerden salih olanların olduğunu haber vermiştir. Kitap ve sünnette bunun
örnekleri çoktur. İsimlerde nesebe değil, mü’min, kafir, birr (iyi), fâcir
(günahkar), alim, cahil tabirleri gibi Allah’ın övmesi ve yermesine itibar
edilir…
Yine aynı şekilde onlardan alakanın kesilmesi ve
uzaklaşılması, onlar için bağışlanma dilenmemesi gerekir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
لا تَجِدُ قَوْماً يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ يُوَادُّونَ
مَنْ حَادَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُوا آبَاءَهُمْ أَوْ أَبْنَاءَهُمْ
أَوْ إِخْوَانَهُمْ أَوْ عَشِيرَتَهُمْ أُولَئِكَ كَتَبَ فِي قُلُوبِهِمُ
الْأِيمَانَ وَأَيَّدَهُمْ بِرُوحٍ مِنْهُ
“Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiç bir kavmin,
Allah’a ve rasulü’ne muhalefet eden kimselere, babaları, oğulları, kardeşleri
veya aşiretleri olsa bile sevgi beslediklerini göremezsin. Kalplerine imanı
yazmış ve kendisinden bir ruh ile onları desteklemiştir.” (Mucadele 22)
مَا كَانَ لِلنَّبِيِّ وَالَّذِينَ آمَنُوا أَنْ يَسْتَغْفِرُوا
لِلْمُشْرِكِينَ وَلَوْ كَانُوا أُولِي قُرْبَى مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمْ
أَنَّهُمْ أَصْحَابُ الْجَحِيمِ
“Kendilerine cehennemlikler oldukları açıklandıktan sonra
yakınları dahi olsa müşrikler için bağışlanma dilemeleri Nebiye de, iman
edenlere de yaraşmaz.” (Tevbe 113)
4- Bid’atçilerle oturmanın yasaklanmasında birçok dini
maksatlar vardır. Bunlardan birisi, bu yasaktan kaçınarak kulluğun gerçekleştirilmesidir.
Bir diğeri vela ve bera ile Allah için sevme ve Allah için buğzetme akidesinin
gerçekleştirilmesidir. Bir diğeri, bid’at ehlinin zelil edilmesi ve küçük
düşürülmesidir. Bir diğeri te’dip etme, batıldan döndürme ve sakındırmadır. Bir
diğeri, onlar sebebiyle fitneye düşme veya onların başkalarını aldatması
korkusudur. Bu gayeleri gözetme hususunda akraba ile akraba olmayan arasında
bir fark yoktur. Şeriat adalet ve mizan ile gelmiştir ki bu da uyum gösterenler
arasında eşitlik göstermek ve muhalefet edenlerden ayrılmaktır. Hatta bu, yakın
olanlara uzak olandan daha fazla etki eder. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurmuştur:
وَمَثَلُ جَلِيسِ السُّوءِ كَمَثَلِ صَاحِبِ الْكِيرِ إِنْ لَمْ يُصِبْكَ
مِنْ سَوَادِهِ أَصَابَكَ مِنْ دُخَانِهِ
“Kötü arkadaşın misali, ateş körükçüsü gibidir. Onun
karalığı zana bulaşmasa dahi isi sana bulaşır.” Ebû Dâvûd ve başkaları rivayet
etmiş, el-Elbani sahih demiştir.
5- Salih selef bid’atçileri birçok alametleriyle
tanıtmışlardır. Bunların en önemlileri şunlardır: giriş ve çıkışlarda, sığınma
ve konaklamalarda bid’at ehlinin yanında olmaları.
Ebu’d-Derda radiyallahu anh şöyle demiştir: “Yürüdüğü
kimseler, girdiği ve çıktığı yerler kişinin fıkhındandır. Şöyle diyen şairi
Allah öldürsün;
Kişiyi sorma, yakınlarına bak,
Zira kişi, yakın olduğu kimseye uyar.”
Abdullah b. Mes’ud radiyallahu anh şöyle demiştir: “Kişi
ancak sevdiği ve kendisi gibi olan kimseyle yürür ve arkadaşlık eder.” Yine
şöyle demiştir: “İnsanları yakın dostlarıyla değerlendirin. Zira kişi ancak
kendisi gibi olmasını istediği kimseyi yakın dost edinir.” Yine şöyle demiştir:
“Yerleri isimleriyle, kişileri de arkadaşlarıyla değerlendirin.”
Sufyan es-Sevrî rahimehullah şöyle demiştir: “Kişiyi bozması
veya düzeltmesi hususunda arkadaş gibi etkili bir şey yoktur.”
El-Evzai rahimehullah şöyle demiştir: “Bid’atini bizden
gizleyenler, ülfet ettikleri kimseleri bizden gizleyemezler.” Yine şöyle
demiştir: “Kişi üç şeyle bilinir: ülfet ettiği kimselerle, oturduğu meclislerle
ve konuşmasıyla.”
El-A’meş rahimehullah şöyle demiştir: “Şu üç şeyden sonra
kişi hakkında bir şey sormaya gerek duymazlardı: beraber yürüdüğü kimseler,
girdiği yerler, ülfet ettiği insanlar.”
Muaz b. Muaz rahimehullah dedi ki: “Yahya b. Said’e dedim
ki: “Ey Ebu Said! Kişi bizden görüşünü gizlese de bunu oğlun, arkadaşı ve
beraber oturduğu kimseler hususunda gizleyemez.”
Muhammed b. Ubeydillah el-Gallabî rahimehullah şöyle demiştir:
“Şöyle denilirdi: Hevâ ehli her şeylerini gizlerler de ülfet ve arkadaşlık
ettikleri kimseleri gizleyemezler.”
Malik b. Dinar rahimehullah şöyle demiştir: “İnsanlar da
kuşlar gibi, güvercinler, güvercinlerle, kargalar kargalarla, ördekler
ördeklerle, çalı kuşları, çalı kuşlarıyla beraber uçtuğu gibi, her insan da
kendi cinsinden insanla beraberdir.”
Ebu Hâtim er-Razi rahimehullah şöyle demiştir: “Musa b. Ukbe es-Surî Bağdad’a geldiği zaman
Ahmed b. Hanbel’e bu anlatıldı. O da dedi ki:
“Bakın bakalım, kimin yanına inecek ve kimin yanına
sığınacak?”
Yahya b. Said el-Kattan rahimehullah dedi ki: “Sufyan es-Sevrî Basra’ya geldiği zaman er-Rabi b. Subayh’ın
durumuna ve insanlar katındaki değerine baktı. Onun mezhebini sordu, dediler
ki:
“Onun sünnetten başka mezhebi yoktur.” Sufyan:
“Yakın dostları kimlerdir?” dedi. Dediler ki:
“Kader ehlidir.” Sufyan rahimehullah dedi ki:
“O halde o da bir kaderîdir.”
Bütün bu nakiller İbn Batta’nın el-İbanetu’l-Kubra’sında
senetleriyle rivayet edilmiştir. Yine orada Fudayl b. Iyad rahimehullah’tan:
“Sünnet ehli birinin bid’at ehli birine meyletmesi ancak nifaktandır” dediğini
de rivayet eder ve İbn Batta bunun ardından şöyle der:
“ Fudayl rahimehullah doğru söylemiştir. Zira biz bunu
bizzat gördük…” sonra el-Evzai’nin:
“Ben sünnet ehliyle de, bid’at ehliyle de otururum” diyen
kimse hakkında şöyle dediğini zikretmiştir:
“Bu adam hak ile batılı eşitlemek istiyor demektir!”
Ardından İbn Batta şöyle der:
“el-Evzai doğru söylemiştir. Ben derim ki böyle bir adam
hakkı batıldan, küfrü imandan ayıramaz. Böylesinin misali Kur’an’da gelmiş,
Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetinde de varid olmuştur. Allah
Teâlâ: “İman edenlerle karşılaştıklarında iman ettik derler. Şeytanlarıyla
başbaşa kaldıklarında da “Biz sizinleyiz” derler.” Sonra İbn Batta isnadını
zikrederek şu hadisi kaydeder: “Ümmetimde münafığın misali iki sürü arasındaki
şaşkın koyun gibidir. Bazen şu sürüde, bazen bu sürüde, hangisine tabi
olacağını bilemez.” Sonra der ki:
“Zamanımızda bu türden insanlar pekçoktur! Allah onları
çoğaltmasın! Bizi ve sizi münafıkların şerrinden, isyankârların tuzaklarından
korusun. Bizi de sizi de diniyle oynayanlardan ve şeytanın saptırdığı, eksik
olarak dönen ve şaşkınlar haline gelen kimselerden etmesin.”
Bu imamlar, bir adamın bir bid’atçiyle oturduğunu, ziyaret
ettiğini veya onun yanında konakladığını gördüklerinde; “Bu onun akrabası mı,
değil mi, bunu sılayı rahim için mi yapıyor, başka bir şey için mi” diye
sormuyorlardı! Ancak eğer onu iyi tanımıyorlarsa, bid’atçiyle beraber oturduğu,
bidat sahibiyle beraber yürüdüğü için durumu kendilerine açık oluyor ve ondan
da sakındırıyorlardı. Onu tanıdıktan sonra ısrar ve inat ederse onu da
bid’atçilere katıyor ve ona bir değer vermiyorlardı.
Ebu Ya’la, Tabakatu’l-Hanabile’de şöyle zikreder: “Osman b.
İsmail es-Sukkeri dedi ki: “Ebu Davud es-Sicistani’nin şöyle dediğini işittim:
“Ebu Abdillah Ahmed b. Hanbel’e: “Ehl-i sünnetten olan bir
adamı, bid’at ehlinden biriyle beraber gördüm, onunla konuşmayı terk edeyim
mi?” dedim. Dedi ki:
“Hayır, önce ona beraber gördüğün kişinin bidat sahibi
birisi olduğunu bildir, eğer onunla konuşmayı terk ederse bu kimseyle konuşmaya
devam edersin. Şayet onunla konuşmayı kesmezse o da ona katılır. İbn Mes’ud
radiyallahu anh: “Kişi sırdaşıyla beraberdir” demiştir.”
Yine aynı eserde el-Hallal’ın el-Merruzi’den şöyle dediğini
naklettiği geçer: “Ebu Abdillah (Ahmed b. Hanbel, Haris el-Muhasibi’den
bahsederek dedi ki: “Haris belanın başıdır. – Yani Cehm’in sözleriyle meydana
gelen belayı kastediyor – Bela ancak Haris’ten gelmiştir. Onunla arkadaşlık
edenlerin hepsinin durumu ortaya çıktı sadece İbnu’l-Allaf gizlenerek öldü.
Haris’ten alabildiğine sakındır.” Dedim ki: “Bir topluluk ona gidip
geliyorlar.” Dedi ki:
“Onların önüne geçelim, belki de onun bidatini
bilmiyorlardır. Eğer kabul ederlerse ne âlâ. Kabul etmezlerse onlardan da
uzaklaşırız. Haris için tevbe yoktur. Onun aleyhinde şahitlik yapılmış, fakat o
inkâr etmiştir. Tevbe ancak itiraf eden için söz konusudur.”
İshak dedi ki: Ahmed b. Hanbel’in şöyle dediğini işittim:
“Allah el-Kerabisi’yi rezil etsin. Onunla oturulmaz, konuşulmaz, kitapları
yazılmaz, onunla oturan kimseyle de oturulmaz.” Yine dedi ki: “Huseyn
el-Kerabisi’den aman ha sakın! Onunla konuşma! Onunla konuşanla da konuşma!”
Bunu dört veya beş sefer tekrar etti.
İbnu’l-Hac rahimehullah, Hazzu’l-Galasim’de (s.110) şöyle
demiştir: “Mekkî bir surede: “Ayetlerimiz hakkında konuşmaya dalanları
gördüğünde başka bir söze dalmalarına kadar onlardan yüz çevir. Şeytan sana
unutturursa, hatırladıktan sonra zalimler topluluğuyla beraber oturma”
(En’âm 68) buyurulmuştur. Allah Teâlâ böyle yapanların ve emrine muhalefet
edenlerin akibetini açıklamıştır. Medine’de nazil olan bir surede de şöyle
buyurmuştur: “Hâlbuki muhakkak O size kitapta indirmiştir ki: “Allah’ın
ayetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman onlar
başka bir söze dalıncaya kadar onlarla beraber oturmayın; yoksa o zaman
muhakkak siz de onlar gibisinizdir.” Muhakkak Allah münafıkları da kâfirleri de
hep beraber Cehennemde toplayacaktır.” (Nisa 140) Allah Teâlâ, “O size
kitapta indirmiştir ki…” diye buyurarak Mekkî bir surede “, hatırladıktan sonra
zalimler topluluğuyla beraber oturma” diye emrettiğini açıklıyor. Sonra
Medenî surede onlarla beraber oturmanın, itikatta onlara katılmayı
gerektirdiğini bildiriyor. Nitekim bu ümmetin imamlarından bir topluluk bu
görüştedirler. Bu ayetlerin gereği olarak bid’at ehliyle oturmaktan ve onların
arasına karışmaktan yasaklandığına hükmetmişlerdir. Ahmed b. Hanbel, el-Evzai
ve İbnu’l-Mubarek de onlar arasındadır. Onlar, bid’at ehliyle oturan kimsenin
durumu hakkında şöyle demişlerdir: “Böyle kimselerle oturmaktan yasaklanır.
Eğer buna son verirse ne âlâ. Son vermezse bu kimse de o bid’at ehline katılır,
aynı hükme girerler. Onlara denildi ki:
“Bu kimse: “Ben onlarla açıklamak ve reddiye vermek için
oturuyorum” diyor” Dediler ki:
“Onlarla oturmaktan yasaklanır. Eğer son verirse ne âlâ.
Yoksa o da onlara katılır.”
İbn Batta rahimehullah el-İbane’de (s.262) dedi ki: “Komşun
olan bir akraban dahi olsa, dinin hususunda bid’at ehlinden hiçkimseyle
istişare etme ve yolculukta onunla arkadaşlık etme. Zikrettiğimiz bid’at
şeylerden birine itikad eden bir kimseden uzaklaşmak, ona hecir uygulamak ve
öfke duymak, yine o kimseye yakınlık gösteren, onu savunan ve arkadaşlık eden
kimseden de alakayı kesmek sünnettendir. Bunu yapan kimse sünneti izhar ediyor
olsa dahi böyledir!”
El-Berbehari rahimehullah Şerhu’s-Sunne’de (s.121) şöyle
demiştir: “Bir adamın heva ehlinden biriyle oturduğunu görürsen, o kimseyi o
bidat sahibinden sakındır ve onu tanıt. Eğer bildirdikten sonra onunla yine
oturursa, bu kimseden de sakın. Zira o da bir hevâ sahibi demektir.”
Şeyh Ahmed en-Necmî
rahimehullah, Ali el-Halebî ile olan konuşmasında şöyle demiştir: “Özetle,
kitap, sünnet ve salih selefin uygulamasından deliller şunu göstermektedir:
Bid’at ehline sığınan, onlarla oturan, onlarla beraber yiyip içen, beraber
yolculuk yapan kimse onlara katılır. Özellikle de bu konuda nasihat
edilmesinden sonra ısrar ederse ve onlara nasihat etmek için beraber oturduğunu
söylese dahi böyledir!”
6- Dini ve daveti hususunda gayretli olan, Allah için hiçbir
kınayıcının kınamasından korkmayan samimi selefiye düşen şey, bid’atçilerden
alakayı kesmesi ve insanları onlardan alakayı kesmeye çağırmasıdır. Bid’atçiyle
oturan kimse akrabası ise, insanları ondan da alaka kesmeye çağırması gerekir.
Bunu yapmazsa, akrabalık hatırına “bid’atçi ile alakayı kesme esası”nı iptal
etmiş olur. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
أَتَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبِرِّ وَتَنسَوْنَ أَنفُسَكُمْ وَأَنتُمْ
تَتْلُونَ الْكِتَابَ أَفَلاَ تَعْقِلُونَ
“İnsanlara iyiliği emredersiniz de kendinizi unutur musunuz?
Hâlbuki siz o kitabı okuyorsunuz. Hala akletmez misiniz?” (Bakara 44)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا لِمَ تَقُولُونَ مَا لا تَفْعَلُونَ.
كَبُرَ مَقْتًا عِندَ اللَّهِ أَن تَقُولُوا مَا لا تَفْعَلُونَ
“Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz.
Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah katında büyük öfke gerektiren bir şeydir.”
(Saf 2-3)
7- Bid’atçi olan akrabayı ziyaret etmek veya onlarla beraber
oturmanın sılayı rahim veya akrabalık hakkı olduğu iddia edilerek bu esas iptal
edilecek olursa aynı şekilde müslümanın üzerindeki komşuluk hakkı, hastanın
hakkı, arkadaşın hakkı, âlimin hakkı ve daha başka haklar da gözetilmesi
gereken haklardır! Mesela Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Selam ile
de olsa akrabalık bağlarınızı koruyun” buyurmuştur. Yine şöyle buyurmuştur:
“Müslümanın Müslüman üzerinde altı hakkı vardır. Karşılaştığında selam
vermesi, davet ettiğinde icabet etmesi, nasihat istediğinde nasihat etmesi,
hapşırıp elhamdülillah dediğinde onu teşmit etmesi, hastalığında ziyaret etmesi
ve öldüğünde cenazesini takip etmesi.”
Bu iddiaya bütün bunlar öncelikli olarak girmez mi? Eğer
iddia sahibi, bid’atçiye bütün bunların yapılmasını, onunla oturulmasını,
ziyaret edilmesini ve selam verilmesini, bid’atçi hastanın ve komşunun ziyaret
edilmesini, dini ilimlerin bazısında âlim olan bid’atçinin de bu durumda
olduğunu söylerse, bid’atçiye hecr uygulanması esasını tamamen iptal etmiş
olur! Şayet hakları gözetmek iddiasıyla bunlardan bir kısmını tahsis ederse
iddiasında çelişkiye düşmüş olur!
8- Bid’atçi olan akrabayla oturmak, ziyaret, karışmak ve
ünsiyet kurmak babındandır. Bu ya sevgi ve ülfet ile yapılacak, ya da düşmanlık
ve buğz ile yapılacaktır. Öncelikle bunun dinen caiz olmadığında en ufak bir
şüphe dahi yoktur. İkinci olarak; böyle bir şey ancak nifaktan, zayıflıktan
veya çelişkiden kaynaklanır. Buğz ve düşmanlık ettiği kimseyle oturmasının
akraba ziyareti babından olması nasıl düşünülebilir? Buğz ve düşmanlık,
uzaklaşmayı ve alakayı kesmeyi gerektirir. Muvalat ve sevgi ise yakınlığı ve
arkadaşlığı gerektirir. Hatta her müslümana vacip olan, Allah’a ve rasulüne
muhalefet edenlere düşmanlığı ve uzaklaşmayı açıkça izhar etmektir. Allah Teâlâ
şöyle buyurmuştur:
قَدْ كَانَتْ لَكُمْ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ فِي إِبْرَاهِيمَ وَالَّذِينَ
مَعَهُ إِذْ قَالُوا لِقَوْمِهِمْ: إِنَّا بُرَآءُ مِنكُمْ، وَمِمَّا تَعْبُدُونَ
مِن دُونِ اللَّهِ، كَفَرْنَا بِكُمْ، وَبَدَا بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ
الْعَدَاوَةُ وَالْبَغْضَاءُ أَبَدًا حَتَّى تُؤْمِنُوا بِاللَّهِ وَحْدَهُ
“İbrahim ve onunla beraber olanlarda sizin için güzel bir
örnek vardır. Hani kavimlerine demişlerdi ki: “Biz, sizlerden ve Allah dışında
taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Sizinle aramızda, siz Allah’a bir
olarak iman edinceye kadar ebedi bir düşmanlık ve bir kin başgöstermiştir.”
(Mumtehine 4)
Herhangi bir bid’atçiye düşmanlık ve buğz gösteren, onun bid’atçiliğini
ve ondan uzaklaştığını ilan eden Selefî bir kimsenin, o kimseyle oturması
düşünülebilir mi? eğer böyle bir şey oluyorsa o kimse selefileri aldatmaya
çalışan hilekâr bir kimsedir! Diniyle oyun oynayarak kardeşlerini aldatan böyle
bir kimsenin, kendisi hakkında söyledikleri o bid’atçiye ulaştığında, bunu
kabul etmesine de imkân yoktur!
Bid’atçiyle oturan ve diniyle eğlenen böyle bir kimseyle
oturmak, delile aykırıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
وَلَوْ كَانُوا يُؤْمِنُونَ بِالله والنَّبِيِّ وَمَا أُنزِلَ إِلَيْهِ
مَااتَّخَذُوهُمْ أَوْلِيَاء وَلَكِنَّ كَثِيرًا مِّنْهُمْ فَاسِقُونَ
“Onlar Allah’a, nebi’ye ve ona indirilene iman etmiş
olsalardı onları veliler edinmezlerdi. Fakat onların pek çoğu fasıklardır.”
(Maide 81)
9- Bid’atçi akrabayı ziyaret etmenin sılayı rahim olduğunu
iddia eden kimse, Ebu Hureyre radiyallahu anh’ın rivayet ettiği: “Ancak
akrabalık hakkı vardır ki ben o bağdan dolayı sizlere bağlı bulunuyorum”
hadisine gelince, bunun anlamı; sizden mümin olanlara sevgi ve yakınlık olarak,
destek, ziyaret, bir araya gelme, dua gibi yollarla tam bir sılayı rahim
yaparım, içinizden kâfir olanlarla ise, İslama ve müslümanlara düşmanlık
etmedikleri sürece onlara iyilik, ihsan, adalet ile davranmak suretiyle sıla
yaparım demektir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
وَإِن جَاهَدَاكَ عَلى أَن تُشْرِكَ بِي مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ فَلا
تُطِعْهُمَا وَصَاحِبْهُمَا فِي الدُّنْيَا مَعْرُوفًا
“Eğer onlar seni,
hakkında bilgin olmayan bir şeyi bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara
itaat etme. Onlarla dünyada iyi geçin.” (Lukman 15)
لا ينْهَاكُمُ اللَّهُ عَنِ الَّذِينَ لَمْ يُقَاتِلُوكُمْ فِي الدِّينِ
وَلَمْ يُخْرِجُوكُم مِّن دِيَارِكُمْ أَن تَبَرُّوهُمْ وَتُقْسِطُوا إِلَيْهِمْ
إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُقْسِطِينَ. إِنَّمَا يَنْهَاكُمُ اللَّهُ عَنِ الَّذِينَ
قَاتَلُوكُمْ فِي الدِّينِ وَأَخْرَجُوكُم مِّن دِيَارِكُمْ وَظَاهَرُوا عَلَى
إِخْرَاجِكُمْ أَن تَوَلَّوْهُمْ وَمَن يَتَوَلَّهُمْ فَأُوْلَئِكَ هُمُ
الظَّالِمُونَ
“Allah, din
konusunda sizinle savaşmayanlara, sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik
yapmanızı ve onlara adaletli davranmanızı size yasaklamaz. Çünkü Allah adaletli
davrananları sever. Allah, ancak din konusunda sizinle savaşanları, sizi
yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanız için arka çıkanları velî edinmenizi
yasaklar. Kim onları velî edinirse, artık onlar zalimlerin kendileridir.”
(Mumtehine 8, 9)
مَا كَانَ لِلنَّبِيِّ وَالَّذِينَ آمَنُواْ أَن يَسْتَغْفِرُواْ
لِلْمُشْرِكِينَ وَلَوْ كَانُواْ أُوْلِي قُرْبَى مِن بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمْ
أَنَّهُمْ أَصْحَابُ الْجَحِيمِ. وَمَا كَانَ اسْتِغْفَارُ إِبْرَاهِيمَ لأَبِيهِ
إِلاَّ عَن مَّوْعِدَةٍ وَعَدَهَا إِيَّاهُ فَلَمَّا تَبَيَّنَ لَهُ أَنَّهُ
عَدُوٌّ لِلّهِ تَبَرَّأَ مِنْهُ إِنَّ إِبْرَاهِيمَ لأوَّاهٌ حَلِيمٌ
“Kendilerine cehennemlikler oldukları açıklandıktan sonra
yakınları dahi olsa müşrikler için bağışlanma dilemeleri Nebiye de, iman
edenlere de yaraşmaz. İbrahim’in babası için bağışlanma dilemesi,
yalnızca ona verdiği bir söz dolayısıyla idi. Kendisine, onun gerçekten Allah’a
düşman olduğu açıklanınca ondan uzaklaştı. Şüphesiz İbrahim çok duygulu,
yumuşak huyluydu.” (Tevbe 113-114)
Mümin kimseye sılayı rahim ile kâfir kimseye sılayı rahim
arasında fark vardır. Yine harp ehli olan kâfir ile harp ehli olmayan kâfir
arasında da fark vardır. Müslümanın, akrabaları dahi olsa, müşriklerin arasında
yaşaması, onlarla sanki aralarında hiçbir şey yokmuş gibi muamelede bulunması
caiz değildir. Bilakis gereken şey, onları davet ettikten ve dönmelerinden ümit
kesildikten sonra, onlardan uzaklaşmayı izhar etmek ve Allah’ın dışında ibadet
ettikleri şeylerden uzaklaşmaktır. Lakin onlarla iyilik ve ihsana dâhil olan meşru
konularda muamele edebilir. Özellikle de dini bir maksat umuluyorsa! Nitekim Buhârî
ve başkaları Esma bt. Ebi Bekr radiyallahu anhuma’dan şöyle dediğini rivayet
etmişlerdir:
قَدِمَتْ عَلَيَّ أُمِّي وَهِيَ مُشْرِكَةٌ فِي عَهْدِ رَسُولِ اللهِ
صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، فَاسْتَفْتَيْتُ رَسُولَ اللهِ صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قُلْتُ: إِنَّ أُمِّي قَدِمَتْ وَهِيَ رَاغِبَةٌ أَفَأَصِلُ
أُمِّي؟ قَالَ: "نَعَمْ صِلِي أُمَّكِ
“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in zamanında müşrike
olan annem bana gelmişti. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den fetva
isteyerek dedim ki:
“Annem bana geldi. O yüz çevirmiştir. Ona sıla yapayım mı?” Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
“Evet, annene sıla yap.” Hafız İbn Hacer, Fethu’l-Bari’de
şöyle demiştir: “Anlamı şöyledir: Annesi kızının kendisine iyilik yapması
talebiyle ve kendisini geri çevirmesinden korkar bir halde gelmişti. Cumhur
böyle açıklamıştır… el-Hattabi dedi ki: “Burada tıpkı müslime bir kadına sıla
yapıldığı gibi kâfire olan kadına da mal ve benzeri şeylerle sıla
yapılabileceği anlaşılmaktadır. Buradan, çocukları müslüman ise kâfir olan
babasına ve kâfire olan annesine nafaka gerektiğine istinbat edilir.”
Peki, onlara düşmanlık ve teberri ilan etmeksizin onları
ziyaret etmek, onların arasına karışmak, ünsiyet etmek, beraber yiyip içmek
nerede?
10- Buhârî ve Muslim’in
sahihlerinde, Kays b. Ebi Hazim’dan, Amr b. el-As radiyallahu anh’ın şöyle
dediğini rivayet ediyorlar: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in gizli
değil, açıkça şöyle buyurduğunu işittim:
إِنَّ آلَ أَبِي لَيْسُوا بِأَوْلِيَائِي، إِنَّمَا وَلِيِّيَ اللَّهُ
وَصَالِحُ الْمُؤْمِنِينَ، وَلَكِنْ لَهُمْ رَحِمٌ أَبُلُّهَا بِبَلاَلِهَا
“Muhakkak ki Ebu Falanın ailesi benim yakınlarım
değildir! Benim yakınım ancak Allah ve mü’minlerin salih olanlarıdır. Lakin akrabalık
bağından dolayı onlara bağlı bulunuyorum.” İbn Battal rahimehullah hadisin
şerhinde şöyle demiştir:
“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yakınlığı dine
bağlamış, şayet dininden değillerse nesep yoluyla akrabalığı nefyetmiştir. Bu da
gösteriyor ki, nesep, arabalar arasında verasetin oluştuğu yakınlığa muhtaçtır.
Eğer onları bir araya getiren bir din söz konusu değilse yakınlık ve veraset de
söz konusu değildir. Yine Allah’ın gözetilmesini gerekli kıldığı ve koparandan kendi
bağını kopardığı akrabalık bağı ancak Allah için olursa ve meşru konulardadır.
Kim de Allah için ve meşru olarak bu bağı koparırsa Allah ile ve din ile bağını
gözetmiş olur. Allah’tan bağını koparan kimseyle bağını koparan, Allah ile
bağını gözetmiş olur. Allah Teâlâ şöyle
buyurmuştur:
يَاأَيُّهَا
الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا آبَاءَكُمْ وَإِخْوَانَكُمْ أَوْلِيَاءَ إِنِ اسْتَحَبُّوا
الْكُفْرَ عَلَى الْإِيمَانِ
“Ey iman edenler! Küfrü imana tercih etmişlerse babalarınızı
ve kardeşlerinizi veliler edinmeyin.” (Tevbe 23)
وَالَّذِينَ
آمَنُوا وَلَمْ يُهَاجِرُوا مَا لَكُمْ مِنْ وَلَايَتِهِمْ مِنْ شَيْءٍ حَتَّى
يُهَاجِرُوا
“İman edip hicret etmeyenler de hicret edinceye kadar
sizin için onların velayetlerinden hiçbir şey yoktur.” (Enfal 72) İman
ettiği halde hicret etmediği için böyleler iken, peki ya iman etmeyen nasıl
böyle olsun?! “Lakin akrabalık bağından dolayı onlara bağlı bulunuyorum”
kavline gelince; yani onlara meşru konuda sıla yapıyorum demektir. El-bel
kelimesi ıslaklık, iyilikle nemlendirme demektir. Nebî sallallahu aleyhi ve
sellem iyilikle sılayı rahimi, ıslatarak nemlendirilen kuru bir şeye
benzetmiştir. Araplar kınanmış sıfattaki bir kimseyi elinin kuruluğu ile
niteler ve: “Eli iyilikle nemlenmemiş, kuru taş gibi” derler. Yani kuru taştan
içecek bir şey beklenmediği gibi ondan da iyilik yapması, hayır işlemesi
beklenmez. Kişi iyilikle akrabalık bağını gözettiği zaman: “Akrabalığı ıslattı”
derler… Nebî sallallahu aleyhi ve sellem burada kişinin akrabalık bağını
gözetmesini, üzerine su serpilerek sönen ateşe benzetmiştir.
El-Muhelleb dedi ki: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bu sözü, Allah Teâlâ’nın kendisine: “Dünyada onlarla iyi geçin” şeklindeki emrinin gereğidir. Kavmi kendisine isyan edip inat ettiklerinde onlara şöyle beddua etti:
“Allah’ım! Onlara Yusuf’un yedi kıtlık senesi gibi kıtlık ver.” Onlar kıtlığa yakalanınca kendisine adam göndererek dediler ki:
El-Muhelleb dedi ki: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bu sözü, Allah Teâlâ’nın kendisine: “Dünyada onlarla iyi geçin” şeklindeki emrinin gereğidir. Kavmi kendisine isyan edip inat ettiklerinde onlara şöyle beddua etti:
“Allah’ım! Onlara Yusuf’un yedi kıtlık senesi gibi kıtlık ver.” Onlar kıtlığa yakalanınca kendisine adam göndererek dediler ki:
“Ey Muhammed! Sen akrabalık bağını gözetmeyle gönderildin. Ailen
kıtlıkla helak oluyor. Allah’a onlar için dua et.” Bu, Allah’ın diniyle ilgili bir
leke getirmez. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in onlara ne yaptığını görmez misin?
Fetih günü onlara galip geldiğinde onlardan azat ettiklerini: “Tuleka” diye
isimlendirdi. Hürmetlerini çiğnemedi ve mallarını mubah saymadı. Bütün bunlar
bu bağı gözetmedendir.”
Hafız İbn Hacer rahimehullah Fethu’l-Bari’de şöyle demiştir:
“Nevevi dedi ki: “Hadisin manası şudur: Salih olan kimse, nesep olarak benden
uzak olsa dahi yakınımdır. Salih olmayan kimse ise nesep olarak akrabam olsa
dahi yakınım değildir.”
El-Kurtubi dedi ki: “Müslüman ile kafir, yakın akraba
olsalar dahi aralarında dinde yakınlık kesilmiştir.”
İbn Battal dedi ki: “Bu
hadis, din ile yakınlığı vacip kılmakta ve dinin ehlinden değillerse
akrabaların yakınlığını reddetmektedir. Bu da gösteriyor ki, akrabalar arasında
varislik için nesep, yakınlığa muhtaçtır. Akrabalar aynı dinde değillerse
aralarında varislik de, yakınlık da söz konusu olmaz.”
Buradan şu sonuçlar çıkar: Gözetilmesi emredilen ve koparılmasından dolayı tehdit gelen akrabalık; meşru olanlardır. Ama dinden dolayı koparılması emrolunan akrabalık bundan istisna edilir. Akrabalık bağının koparılması hakkında gelen tehdit de bu konuda değildir. Çünkü bu Allah’ın emriyle koparılan bir akrabalıktır. Lakin dünya işlerinden mübah olan konularda sıla yapılırsa elbette bu bir fazilettir. Nitekim Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Kureyş için dua etmiş, onların kendisini yalanlamalarından sonra da kıtlık ile beddua etmiştir. Sonra kendisinden şefaat istemişler, akrabalık bağıyla esirlerin salınmasını istemişler, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de onlara acımış ve dua etmiştir.”
Buradan şu sonuçlar çıkar: Gözetilmesi emredilen ve koparılmasından dolayı tehdit gelen akrabalık; meşru olanlardır. Ama dinden dolayı koparılması emrolunan akrabalık bundan istisna edilir. Akrabalık bağının koparılması hakkında gelen tehdit de bu konuda değildir. Çünkü bu Allah’ın emriyle koparılan bir akrabalıktır. Lakin dünya işlerinden mübah olan konularda sıla yapılırsa elbette bu bir fazilettir. Nitekim Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Kureyş için dua etmiş, onların kendisini yalanlamalarından sonra da kıtlık ile beddua etmiştir. Sonra kendisinden şefaat istemişler, akrabalık bağıyla esirlerin salınmasını istemişler, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de onlara acımış ve dua etmiştir.”
Bu açıklamada iki noktaya itiraz edilir:
Birincisi: akrabalığın nefyedilmesini yalnızca aynı dinden
olmayanla sınırlamıştır. Hâlbuki hadisin zahirinde din amellerinde salih
olmayan da bu nefye girer. Çünkü yakınlık: “Müminlerden salih olanlar” diye
kayıtlanmıştır.
İkincisi: Kâfire sılayı rahimin yine küfürden dönmesinden veya
neslinden müslüman doğmasından ümit kesilenlerle kayıtlanması gerekir. Nitekim Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem Kureyş için duasında bu illeti zikretmiştir. Kafir olan
akrabaya sılayı rahimde ruhsat için bunun amaçlanmasına ihtiyaç vardır. Ama din
üzere olan fakat amellerde eksikliği olan kimse, bu konuda kâfir ile aynı hükme
katılmaz. Nitekim el-Mişkat şerhinde şu açıklama gelmiştir: “Ben akrabalarımdan
olan kimseye yakınlık göstermem. Ben ancak Allah Teâlâ’yı, kullar üzerindeki
hakkından dolayı ve Allah Teâlâ’nın rızası için salih müminleri severim. İster
akrabalık bağı olsun, ister olmasın İman ve salih amelden dolayı yakınlık
gösteririm. Lakin akraba olanı, sılayı rahim hakkından dolayı gözetirim.”
Belki de Hafız İbn Hacer rahimehullah’ın sözlerin sonunda
belirttiği duruma Buhârî ve Muslim’in Said b. Cubeyr rahimehullah’dan şu
rivayetleri örnek olur: Abdullah b. Mugaffel rahimehullah’in bir akrabası
(diğer rivayete göre amcasının oğlu) fiske atıyordu. Abdullah radiyallahu anh
onu bundan yasakladı ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in fiske
atmaktan yasakladığını, “Bu ne av avlar, ne de düşmanı yaralar. Lakin diş kırar
ve göz çıkarır” buyurduğunu söyledi. O akrabası tekrar aynı şeyi yapınca dedi
ki:
“Ben sana Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bundan
yasakladığını söyledikten sonra fiske atıyorsun! Bir daha asla seninle
konuşmayacağım!”
İsyan eden fasık, bid’atçiye göre nerede kalır?
11- “Ancak akrabalık hakkı vardır ki ben o bağdan dolayı
sizlere bağlı bulunuyorum” hadisinde hitap kafirlere ise, onlarla bid’at
ehlinin muamele ve sıla konusunda eşit olmaları gerekmez. Çünkü bid’atçi, aslen
kafir olandan daha tehlikelidir ve fitnesi daha büyüktür. Şayet hadiste gelen
bu lafza ziyaret, beraber oturma ve ünsiyet etme girseydi bile bid’at ehli bu
genel ifadeye dahil olmazdı. Çünkü onlarla oturmak sapıklık ve fitneye
düşmekten, halkın gözünde batılı süslemekten ve aldatmalarından emin olunamayan
bir fitnedir.
İşte bu on bir açı, akrabalık bağını gözetme iddiasını öne
sürerek bid’at ehliyle oturmanın fasit bir iddia olduğunu göstermektedir.
Selefî davete nispet edilen bazı kimselerin bu nesep meselesinde aşırılık
ederek çokça övünmesine rağmen, bu boş ve kökünde bâtıl bulunan şüphelerle
hareket etmesi ne tuhaftır! Halbuki kendisi Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in
şu hadisini işitmekte veya okumaktadır:
“Amelinin geri bıraktığı kimseyi nesebi öne geçiremez.”
“Amelinin geri bıraktığı kimseyi nesebi öne geçiremez.”
“Ümmetimde şu dört şey cahiliyye işinden olup, terk
etmezler: zanlarla övünmek, neseplere hakaret etmek, yıldızlarla yağmur istemek
ve ölüyle ağıt yakmak.” Muslim ve başkaları rivayet etmişlerdir.