Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

28 Eylül 2025 Pazar

Dağların Yürümesi Hakkında İtiraza Cevap

 

Soru: “Dağların Yürütülmesinin sadece kıyamet günü ile ilgili olduğuna delil getirirken, kıyamet gününün dehşeti içinde dağların bulut geçişi gibi aheste yürütülmesi size tezat gelmiyormu? Dağlar Güneş ve aydan daha mı heybetli ki, gökyüzü dürülürken yıldızlar ve felekler savrulurken dağlar tıpış tıpış yürüsün? Gecenin gündüzü örtmesinde yukevviru kelimesinin kullanılması, dolayısı ile sarmal bir örtme kastedildiği apaçıkken, bu manayı verenlere sadece hakaret ederek, herhangi bir delil getirmeden kendi kendinize dünyanın düz olduğu sonucuna nasıl varıyorsunuz. Arapçada "getirmek/götürmek" kelimeleri yokmu ki, Hz Allah "sararak örtmek" ifadesini kullanmış. İlimde hakaret yoktur!  Gerçeği ortaya koyarsın, delillerin batılı örter. Hiç kimse şu ayetin asıl 
manası budur diyemez. En fazla "Alimler şöyle demişler, biz de bu ayetten şunu anlıyoruz." diyebilirsiniz. Kendi nefsinize hoş geleni hakikat gibi gösterip diğerlerine hakaret ediyorsanız, sizin kastınız Allahın rızası değildir. Allah tevhidi bozmak isteyenlere fırsat vermesin inşallah.”

Cevap: Bahsedilen pasaj, Modern Bilimsel Hurafeler kitabımda aşağıda aktaracağım şekilde yer almaktadır ve asla bir hakaret söz konusu değildir. İfadelerim görüleceği üzere hazır konfeksiyon ürünleri gibidir ve kendi üzerine yakıştıran onları alır kendine yakıştırır ve üzerine giyinir. Daha okuduğu Türkçe metinleri dahi anlamamak için ısrarla kendilerini ahmaklaştıranlara, üstüne üstlük bu kıt anlayışla âlimlere üslup öğretmeye kalkışanlara ifadelerim pek de güzel yakışır. Bu soru sahibine ben de o ifadeleri yakıştırdım doğrusu, üzerinde şık durmuş.

Evet bahsi geçen bölüm Modern Bilimsel Hurafeler kitabımda şu şekildedir, bakın bakalım belli bir kimseye hakaret mi var, yoksa aklını kullanmayıp iman etmeyen, dünyanın küre şeklinde olduğu ve döndüğü yalanına kanıverecek kadar kendilerini ahmaklaştıranların durumunun hakikatinin beyanı mı var?

 Dağların Yürümesi Şüphesi

Dünyanın hareketli olduğuna şu ayeti delil getirenler olmuştur:

{وَتَرَى الْجِبَالَ تَحْسَبُهَا جَامِدَةً وَهِيَ تَمُرُّ مَرَّ السَّحَابِ}

Donup kalmış sandığın dağları görürsün. Hâlbuki onlar bulut geçişi gibi geçerler.” (Neml 88)

Ayet bu kadar açıkken onu çarpık yorumlayanın sözleri, onun bilgisizliğini, Allah’ın kitabı hakkındaki basiretsizliğini gerçekler hakkındaki cehaletini ortaya koyan saptırıcı bir kuşkulandırmadan ibarettir. Esasen Allah Teâlâ bu ayet-i kerime’yi kıyamet gününü anlatmak için irad buyurmuştur. Bu ise ondan önceki ayetten anlaşılmaktadır. Çünkü bundan önceki ayet de şöyledir:

وَيَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ فَفَزِعَ مَنْ فِي السَّمَاوَاتِ وَمَنْ فِي الْأَرْضِ إِلَّا مَنْ شَاءَ اللَّهُ وَكُلٌّ أَتَوْهُ دَاخِرِينَ

Sûr'a üfürüldüğü gün, -Allah'ın diledikleri müstesna- göklerde ve yerde bulunanlar hep dehşete kapılır. Herkes küçülmüş olarak O'na gelirler.” (Neml 87)  Sonra Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

وَتَرَى الْجِبَالَ تَحْسَبُهَا جَامِدَةً وَهِيَ تَمُرُّ مَرَّ السَّحَابِ

Donup kalmış sandığın dağları görürsün. Hâlbuki onlar bulut geçişi gibi geçerler.” (Neml 88) Önceki ayetlerden ve bu ayetlerin akışından da anlaşıldığı üzere Allah Teâlâ bununla sura üfleneceği günü işaret buyurmaktadır. Şu ayette olduğu gibi:

وَيَوْمَ نُسَيِّرُ الْجِبَالَ وَتَرَى الْأَرْضَ بَارِزَةً وَحَشَرْنَاهُمْ فَلَمْ نُغَادِرْ مِنْهُمْ أَحَدًا

“Dağları yürüteceğimiz gün yeri çırılçıplak olarak göreceksin. Onların tümünü bir araya toplayacağız da birini bile atlamayacağız.” (Kehf 47)

وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الْجِبَالِ فَقُلْ يَنْسِفُهَا رَبِّي نَسْفًا

“Dağlar hakkında sana soru yönelteceklerdir; de ki: Rabbim onları savurup darmadağın edecektir.” (Taha 105)

يَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ فَتَأْتُونَ أَفْوَاجًا * وَفُتِحَتِ السَّمَاءُ فَكَانَتْ أَبْوَابًا * وَسُيِّرَتِ الْجِبَالُ فَكَانَتْ سَرَابًا

Sura üfleneceği gün bölük bölük geleceksiniz; sema açılacak kapılar oluşacaktır; dağlar yürütülecek, serap olacaktır.” (Nebe 18-20) bu anlamda ayetler çoktur.

Dağların, sabit olarak yerleştirildiği ayetlerde belirtilmiştir. Kıyamet gününde ise bulut gibi olurlar. Nitekim Karia suresinde şöyle buyrulur:

وَتَكُونُ الْجِبَالُ كَالْعِهْنِ الْمَنْفُوشِ

Dağlar ise, atılmış renkli yüne dönerler.” (Karia 5)

Yine Nebe suresinde şöyle buyrulur:

وَسُيِّرَتِ الْجِبَالُ فَكَانَتْ سَرَابًا

Dağlar yürütülür, seraba dönüşür.” (Nebe 20)

Bu münasebetle, bilgimiz olmadan Allah adına bir şey söylemekten Ona sığınırız. Kabullenenleri alçaltan ve onları insanlık mertebesinden hayvanlık derekesine indiren kör taklitten de Allah’a sığınırız. Allah Teâlâ “Yeri görür onu durgun sanırsın” dememiştir, bilakis “Dağları görürsün” demiştir.

Şu halde Müslüman kişi âyeti, ifade etmediği bir anlama dayanarak nasıl kanıt gösterebilir? Bu ayetle, amaçlananı açıkça kanıtlayan ayetleri, nasıl bir kenara atabilir! Çünkü tefsir âlimleri arasında öteden beri uyulan temel kural şudur: ayetler birbirini açıkladığı sürece buna uymak kesinlikle gereklidir. Bundan sapıp başka kurallara dayanmak doğru değildir.

İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

مَنْ قَالَ فِي الْقُرْآنِ بِرَأْيِهِ، أَوْ بِمَا لَا يَعْلَمُ، فَلْيَتَبَوَّأْ مَقْعَدَهُ مِنَ النَّارِ

Kim Kur’ân hakkında re’yi (şahsî görüşü) ile veya bilmeden konuşursa cehennemde oturacağı yere hazırlansın.”[1]

Ebû Bekr radıyallahu anh şöyle demiştir:

أَيُّ سَمَاءٍ تُظِلُّنِي وَأَيُّ أَرْضٍ تُقِلُّنِي إِذَا قُلْتُ فِي كِتَابِ اللهِ بِرَأْيٍ

‘Allah’ın Kitâbı(’ndaki bir ayet) hakkında görüşümle bir şey söylersem, hangi yer beni barındırır, hangi gök beni gölgelendirir.’[2]

Şeyh Muhammed el-Humeyd şöyle der: “Bazı küstah insanlar Allah’a karşı başkaldırmış, diyorlar ki: Neml suresi 88. ayeti dünyanın döndüğüne ve hareket ettiğine delalet etmektedir.” Hâlbuki bu istidlal yanlıştır ve makbul bir tefsir değildir. İşte sana gerçek açıklaması:

“Dünyanın döndüğüne ilişkin olarak bu ayet-i kerimeleri kanıt gösterebilmek, onlardaki siyak ve sibakın, kanıtlayıcının anlamadığı biçimde olmamasına bağlıdır. Bununla birlikte, onunla çatışan bir nass da bulunmamalıdır. Her iki nokta da burada mevcuttur. O zaman istidlal yolu doğru değildir; görüş de isabetli değildir.

Birinci noktaya gelince sibak ki sözün başlangıcıdır ve siyak ki o da sözün sonudur; ikisi de dağların aynen bulutlar gibi yürüdüğünü ifade etmektedirler; ancak bu kıyamet gününde olacaktır. Çünkü ayet o günü nitelemektedir… Açıkça görüldüğü üzere bu ayetler kıyamette olacaklardır, dünyada değil. Ayrıca nice ayetler vardır ki başlangıç ve sonlarından anlaşıldığı gibi Allah’ın, kıyamette ancak dağların yürüyeceğini, -yüce kitabının birçok yerinde- zikrettiğine ilişkin anlam vermektedir. Bunları başka türlü anlamak imkânsızdır… Bu beyanla anlaşılmaktadır ki, dünyanın hareket ettiğini ayetlerle kanıtlamak batıldır.

İkinci noktaya gelince o da, itiraz eden bir nassın bulunmamasıdır. Oysa biz bu düşünceye sırf şerî bir meseledir diye baktığımızda, Kur’an naslarının onu engelleyici hükümlerinden başka bir sonuca varamayız. Şöyle ki: Kur’an, yeryüzünün sabit olduğunu ifade etmektedir. Allah Teâlâ’nın bu konuda şu sözünden daha açık bir şey bulunmamaktadır:

وَجَعَلْنَا فِي الْأَرْضِ رَوَاسِيَ أَنْ تَمِيدَ بِهِمْ وَجَعَلْنَا فِيهَا فِجَاجًا سُبُلًا لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ

Yeryüzünde insanları sarsmaması için üzerinde sabit dağlar, dosdoğru gidebilsinler diye dağlar arasında geniş yollar yarattık.” (Enbiya 31)

وَأَلْقَى فِي الأَرْضِ رَوَاسِيَ أَنْ تَمِيدَ بِكُمْ

 Yeryüzüne ravâsîler koyduk ki onları sarsmasın” (Lokman 10). Bu ayette geçen “Meyd” kelimesi, hareketlenmek, sallanmak demektir. Arapça dil kuralları da bunu teyit etmektedir. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

أَلَمْ نَجْعَلِ الْأَرْضَ مِهَادًا وَالْجِبَالَ أَوْتَادًا

“Yeryüzünü bir düzlük, dağları da birer kazık yapmadık mı?” (Nebe 6-7)

Bu ayetler, Allah Teâlâ’nın, yeryüzünü –hareket etmesin ve sallanmasın diye- dağlarla tespit ettiğini açıkça kanıtlamaktadır.

Tıpkı geminin dengesini korumak için ona ağır şeyler yüklemek gibi - yeryüzünün de sallanmasın diye - dağlarla tespit edilmiş olması onun dönmesine engel değildir” sözü, soğuk bir zorlamadır ve İslâmî zevke uymamaktadır. Kur’an’a özgü belagat da bunu kabul etmemektedir. Çünkü bu, yorumlama ile bir çıkmaz sokağa girilmekte ve nassı, gereksiz yere, akla gelenin dışına çekmektedir. Bu ise hakikatte sıhhatli temellere dayanan bir yorum değil, oyun oynamaktır. Çünkü Kur’an-ı Kerim, dünyanın durgun olduğunu kesin biçimde ifade ettiği gibi Güneş’in ve Ay’ın da hareket halinde olduklarını ve onun etrafında döndüklerini kesin şekilde ifade etmektedir. Allah Teâlâ, bu konuda şöyle buyurmaktadır:

وَهُوَ الَّذِي خَلَقَ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ كُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ

“Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yaratan Odur; bunların her biri bir yörüngede yüzer.” (Enbiya 33)

وَالشَّمْسُ تَجْرِي لِمُسْتَقَرٍّ لَهَا ذَلِكَ تَقْدِيرُ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ  وَالْقَمَرَ قَدَّرْنَاهُ مَنَازِلَ حَتَّى عَادَ كَالْعُرْجُونِ الْقَدِيمِ لَا الشَّمْسُ يَنْبَغِي لَهَا أَنْ تُدْرِكَ الْقَمَرَ وَلَا اللَّيْلُ سَابِقُ النَّهَارِ وَكُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ

“Güneş, kendine âit bir yer çevresinde akar gider. Bu, daima galip olan ve her şeyi hakkıyla bilen Allah'ın takdiridir. Aya da, eski hurma salkımının eğri dalı haline gelinceye kadar konaklar tayin etmişizdir. Ne güneşin aya yetişip onunla birleşmesi mümkündür, ne de gecenin gündüzü geçmesi. Hepsi de bir yörüngede yüzerler.” (Yasin 38-40)

Burada güneş için bir cereyan tespit edilmiştir. Bu, intikalî bir harekettir. Onun değirmen gibi hareketine gelince (yani onun eksen etrafındaki dönüşüne gelince), buna Arap dilinde cereyan değil, deveran denir. Hâlbuki Kur’an’ın nassı bunu cereyan diye ifade etmektedir. Özetle: Bu bölümde zikrettiklerimizin toplamından şöyle bir sonuç meydana çıkmaktadır: Bilimsel delil, dünyanın hareket ettiğini desteklememektedir. Bilakis onun durgun olduğunu, hareketin ise güneşe ve aya ait bulunduğunu belirlemektedir...” (Muhammed Humeyd’den nakil burada bitiyor)”

Evet, kitapta geçen bu ifadeler asla belli kimselere hakaret değil, apaçık ayetleri çarpıtmaya kalkışan sapkın bir zihniyetin durumunu beyan içermektedir.

Sözkonusu ayet hakkında müfessirlerin açıklamaları da benzer şekildedir. Soru sahibinin Allah’ın âyetlerine karşı inat ve kibirle yaklaşarak savsakladığı gibi bir durum söz konusu değildir. Mesela İbn Kesir Tefsir’indeki açıklamalara bakılabilir.

Adı geçen kitabımda “yukevviru” kelimesi ile ilgili yapılan açıklamalara da bakılırsa, anlayıştan nasipsiz soru sahibinin bu konuda söylediği şeylerin ne denli absürt bir itiraz olduğu da ortaya çıkar. Fakat âlîm ve hâkîm olan rabbimiz bakın ne buyuruyor:

Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten dinleyeceğini yahut düşüneceğini mi sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca daha da sapıktırlar.” (Furkan 44)

Gerçi soru sahibine göre burada bir hakaret var ya(!) hakaret eden de samimi değilmiş ya! Bir de ilimde hakaret olmazmış ya!

İlmi vahyin dışında bir yerlerde felsefecilerin zihin süprüntülerinde arayanlar işte böyle abes kurallar koyuyorlar sonra da âlimlere karşı böyle büyükleniyorlar!



[1] Hasen. Taberî (1/72) Tirmizî (2950) Ahmed (1/233, 269) Nesâî Sunenu'l-Kubrâ (8031) İbn Hazm el-İhkam (6/210) el-Muhalla (3/202) Bezzar (11/61, 288) Taberânî (12/35) Ebû Ya'lâ (4/228) Mustagfiri Fadailu’l-Kur’ân (306) Hafız İbn Hacer el-Ucab Fi Beyani’l-Esbab’da (s.51) hasen demiştir. Hafız Iraki de Tahricu’l-İhya’da (1/61) Tirmizi’nin “hasen” demesini ikrar etmiştir.

[2] Sahih mevkuf. İbn Ebî Şeybe, (6/136); Bezzar (18/236) İbn Hazm, el-Muhallâ, (1/72); Sa’lebî, el-Keşfu ve’l-Beyan (s.2437) Ebu Ubeyd Fadailu’l-Kur’an (s.227) Hâtîb, Câmî‘, (1585); Beyhakî, Şu‘ab, (2/424) Beyhakî Medhal, (792); İbn ‘Abdilberr, Câmî‘, (2/52); İbn Kayyım, İ‘lâmu’l-Muvakkî‘în, (1/54); İbn Hacer, Telhîsu’l-Hâbir, (3/208) İbn Hacer, Metâlibu’l-‘Alîye, (3512).

14 Eylül 2025 Pazar

Ümmetin Hâlini ve Meâlini Anlatan İlginç Bir Hadis

İmam Kadı el-Muafa b. Zekeriya en-Nehravani rahimehullah (vefatı 390 hicri) el-Celisu's-Salih adlı kitabında isnadıyla Selim el-Haşşab - İbn Cureyc – Atâ – İbn Abbas radıyallahu anhuma yoluyla rivayet ediyor

لَمَّا حَجَّ النَّبيّ صلى الله عليه وسلم حَجَّةَ الْوَدَاعِ أَخَذَ بِحَلْقَتَيْ بَابِ الْكَعْبَةِ ثُمَّ أَقْبَلَ بِوَجْهِهِ عَلَى النَّاس فَقَالَ يَا أَيهَا النَّاسُ فَقَالُوا لَبَّيْكَ يَا رَسُولَ اللَّهِ فَدَتْكَ آبَاؤُنَا وَأُمَّهَاتُنَا ثُمَّ بَكَى حَتَّى عَلا انْتِحَابُهُ فَقَالَ يَا أَيهَا النَّاسُ إِنِّي أُخْبِرُكُمْ بِأَشْرَاطِ الْقِيَامَةِ إِنَّ مِنْ أَشْرَاطِ الْقِيَامَةِ إِمَاتَةَ الصَّلَوَاتِ وَاتِّبَاعَ الشَّهَوَاتِ وَالْمَيْلَ مَعَ الْهَوَى وَتَعْظِيمَ رَبِّ الْمَالِ قَالَ فَوَثَبَ سَلْمَانُ فَقَالَ بِأَبِي أَنْتَ وَأُمِّي وَإِنَّ هَذَا لَكَائِنٌ؟ قَالَ إِي وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ عِنْدَهَا يَذُوبُ الْمِلْحُ فِي الْمَاءِ مِمَّا يَرَى وَلا يَسْتَطِيعُ أَنْ يُغَيِّرَ قَالَ سَلْمَانُ بِأَبِي أَنْتَ وَأُمِّي وَإِنَّ هَذَا لَكَائِنٌ؟ قَالَ إِي وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ إِنَّ الْمُؤْمِنَ ليمشي بَينهم يؤمئذٍ بِالْمَخَافَةِ قَالَ سَلْمَانُ بِأَبِي أَنْتَ وَأُمِّي وَإِنَّ هَذَا لَكَائِنٌ؟ قَالَ إِي وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ عِنْدَهَا يَكُونُ الْمَطَرُ قَيْظًا وَالْوَلَدُ غَيْظًا تفيض اللئام فيضاً يغيض الْكِرَامُ غَيْضًا قَالَ سَلْمَانُ بِأَبِي أَنْتَ وَأُمِّي وَإِنَّ هَذَا لَكَائِنٌ؟ قَالَ إِي وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ لَلْمُؤْمِنُ يومئذٍ أَذَلُّ مِنَ الأَمَةِ فَعِنْدَهَا يَكُونُ الْمُنْكَرُ مَعْرُوفًا وَالْمَعْرُوفُ مُنْكَرًا وَيُؤْتَمَنُ الْخَائِنُ وَيُخَوَّنُ الأَمِينُ وَيُصَدَّقُ الْكَذَّابُ وَيُكَذَّبُ الصَّادِقُ قَالَ سَلْمَانُ بِأَبِي أَنْتَ وَأُمِّي وَإِنَّ هَذَا لَكَائِنٌ؟ قَالَ إِي وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ عِنْدَهَا يَكُونُ أُمَرَاءُ جَوَرَةً وَوُزَرَاءُ فَسَقَةً وَأُمَنَاءُ خَوَنَةً وَإِمَارَةُ النِّسَاءِ وَمُشَاوَرَةُ الإِمَاءِ وَصُعُودُ الصِّبْيَانِ الْمَنَابِرَ قَالَ سَلْمَانُ بِأَبِي أَنْتَ وَأُمِّي وَإِنَّ هَذَا لَكَائِنٌ؟ قَالَ إِي وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ يَا سَلْمَانُ عِنْدَهَا يليهم أَقْوَامٌ إِنْ تَكَلَّمُوا قَتَلُوهُمْ وَإِنْ سكتوا استباحوهم ويستأثرون بفيئهم يطأون حَرِيمَهُمْ وَيُجَارُ فِي حُكْمِهِمْ يَلِيهِمْ أَقوام جثثهم جُثَثُ النَّاسِ وَقُلُوبُهُمْ قُلُوبُ الشَّيَاطِينِ لَا يُوَقِّرُونَ كَبِيرًا وَلا يَرْحَمُونَ صَغِيرًا قَالَ سَلْمَانُ بِأَبِي أَنْتَ وَأُمِّي وَإِنَّ هَذَا لَكَائِنٌ؟ قَالَ إِي وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ يَا سَلْمَانُ عِنْدَهَا تُزَخْرَفُ الْمَسَاجِدُ كَمَا تُزَخْرَفُ الْكَنَائِسُ وَالْبِيَعُ وَتُحَلَّى الْمَصَاحِفُ وَيُطِيلُونَ الْمَنَابِرَ وَتَكْثُرُ الصُّفُوفُ قُلُوبُهُمْ مُتَبَاغِضَةٌ وأهواؤهم جَمَّةٌ وَأَلْسِنَتُهُمْ مُخْتَلِفَةٌ قَالَ سَلْمَانُ بِأَبِي أَنْتَ وَأُمِّي وَإِنَّ هَذَا لَكَائِنٌ؟ قَالَ إِي وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ عِنْدَهَا يَأْتِي سَبْيٌ مِنَ الْمَشْرِقِ يَلُونَ أُمَّتِي فَوَيْلٌ لِلضُّعَفَاءِ مِنْهُمْ وَوَيْلٌ لَهْمُ مِنَ اللَّهِ قَالَ سَلْمَانُ بِأَبِي أَنْتَ وَأُمِّي وَإِنَّ هَذَا لَكَائِنٌ؟ قَالَ إِي وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ عِنْدَهَا يَكُونُ الْكَذِبُ ظُرْفًا وَالزَّكَاةُ مَغْرَمًا وَتَظْهَرُ الرُّشَا وَيَكْثُرُ الرِّبَا وَيَتَعَامَلُونَ بِالْعِينَةِ وَيَتَّخِذُونَ الْمَسَاجِدَ طُرُقًا قَالَ سَلْمَانُ بِأَبِي أَنْتَ وَأُمِّي وَإِنَّ هَذَا لَكَائِنٌ؟ قَالَ إِي وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ يَا سَلْمَانُ عِنْدَهَا تُتَّخَذُ جُلُودُ النُّمُورِ صِفَاقًا وَتَتَحَلَّى ذُكُورُ أُمَّتِي بِالذَّهَبِ وَيَلْبَسُونَ الْحَرِيرَ وَيَتَهَاوَنُونَ بِالدِّمَاءِ وَتَظْهَرُ الْخُمُورُ وَالْقَيْنَاتُ وَالْمَعَازِفُ وَتُشَارِكُ الْمَرْأَةُ زَوْجَهَا فِي التِّجَارَةِ قَالَ سَلْمَانُ بِأَبِي أَنْتَ وَأُمِّي وَإِنَّ هَذَا لَكَائِنٌ؟ قَالَ إِي وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ يَا سَلْمَانُ عِنْدَهَا يَطْلُعُ كَوْكَبُ الذَّنَبِ وَتَكْثُرُ السِّيجَانُ وَيَتَكَلَّمُ الرُّوَيْبِضَةُ قَالَ سَلْمَانُ وَمَا الرُّوَيْبِضَةُ؟ قَالَ يَتَكَلَّمُ فِي الْعَامَّةِ مَنْ لَمْ يَكُنْ يَتَكَلَّمُ وَيَحْتَضِنُ الرَّجُلُ للسُّمْنَةِ وَيُتَغَنَّى بِكِتَابِ اللَّهِ تَعَالَى وَيُتَّخَذُ الْقُرْآنُ مَزَامِيرَ وَتُبَاعُ الْحكمُ وَتَكْثُرُ الشُّرَطُ قَالَ سَلْمَانُ بِأَبِي أَنْتَ وَأُمِّي وَإِنَّ هَذَا لَكَائِنٌ؟ قَالَ إِي وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ عِنْدَهَا يَحُجُّ أُمَرَاءُ النَّاسِ لَهْوًا وَتَنَزُّهًا وَأَوْسَاطُ النَّاسِ لِلتِّجَارَةِ وَفُقَرَاءُ النَّاسِ لِلْمَسْأَلَةِ وَقُرَّاءُ النَّاسِ لِلرِّيَاءِ وَالسُّمْعَةِ قَالَ سَلْمَانُ بِأَبِي أَنْتَ وَأُمِّي وَإِنَّ هَذَا لَكَائِنٌ؟ قَالَ إِي وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ عِنْدَهَا يُغَارُ عَلَى الْغُلامِ كَمَا يُغَارُ عَلَى الْجَارِيَةِ الْبِكْرِ وَيُخْطَبُ الْغُلامُ كَمَا تُخْطَبُ الْمَرْأَةُ وَيُهَيَّأُ كَمَا تُهَيَّأُ الْمَرْأَةُ وَتَتَشَبَّهُ النِّسَاءُ بِالرِّجَالِ وَتَتَشَبَّهُ الرِّجَالُ بِالنِّسَاءِ وَيَكْتَفِي الرِّجَالُ بِالرِّجَالِ وَالنِّسَاءُ بِالنِّسَاءِ وَتَرْكَبُ ذَوَاتُ الْفُرُوجِ السُّرُوجَ فَعَلَيْهِنِّ مِنْ أُمَّتِي لَعْنَةُ اللَّهِ قَالَ سَلْمَانُ بِأَبِي أَنْتَ وَأُمِّي وَإِنَّ هَذَا لَكَائِنٌ؟ قَالَ إِي وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ عِنْدَهَا يَظْهَرُ قُرَّاءٌ عِبَادَتُهُمُ التَّلاوُمُ بَيْنَهُمْ أُولَئِكَ يُسَمَّوْنَ فِي ملكوت السَّمَاء الأنجاس والأرجاس قَالَ سَلْمَانُ بِأَبِي أَنْتَ وَأُمِّي وَإِنَّ هَذَا لَكَائِنٌ؟ قَالَ إِي وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ تَتَشَبَّبُ الْمَشْيَخَةُ قَالَ قُلْتُ وَمَا تَشَبُّبُ الْمَشْيَخَةِ؟ قَالَ أَحْسبهُ ذهب من كِتَابِي إِنَّ الْحُمْرَةَ هَذَا الْحَرْفُ وَحْدَهُ خِضَابُ الإِسْلامِ وَالصُّفْرَةُ خِضَابُ الإِيمَانِ وَالسَّوَادُ خِضَابُ الشَّيْطَانِ قَالَ سَلْمَانُ بِأَبِي أَنْتَ وَأُمِّي وَإِنَّ هَذَا لَكَائِنٌ؟ قَالَ إِي وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ عِنْدَهَا يُوضَعُ الدِّينُ وَتُرْفَعُ الدُّنْيَا وَيُشَيَّدُ الْبِنَاءُ وَتُعَطَّلُ الْحُدُودُ وَيُمِيتُونَ سُنَّتِي فَعِنْدَهَا يَا سَلْمَانُ لَا تَرَى إِلا ذَامًّا وَلا يَنْصُرُهُمُ اللَّهُ قَالَ بِأَبِي أَنْتَ وَأُمِّي وَهُمْ يَوْمَئِذٍ مُسْلِمُونَ كَيفَ لَا ينْصرُونَ؟ قَالَ يَا سَلْمَانُ إِنَّ نُصْرَةَ اللَّهِ الأَمْرُ بِالْمَعْرُوفِ وَالنَّهْيِ عَنِ النكر وَإِنَّ أَقْوَامًا يَذُمُّونَ اللَّهَ تَعَالَى وَمَذَمَّتُهُمْ إِيَّاهُ أَنْ يَشْكُوهُ وَذَلِكَ عِنْدَ تَقَارُبِ الأَسْوَاقِ قَالَ وَمَا تَقَارُبُ الأَسْوَاقِ؟ قَالَ عِنْدَ كَسَادِهَا كُلٌّ يَقُولُ مَا أَبِيعُ وَلا أَشْتَرِي وَلا أَرْبَحُ وَلا رَازِقَ إِلا اللَّهُ تَعَالَى قَالَ سَلْمَانُ بِأَبِي أَنْتَ وَأُمِّي وَإِنَّ هَذَا لَكَائِنٌ؟ قَالَ إِي وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ عِنْدَهَا يَعُقُّ الرَّجُلُ وَالِدَيْهِ وَيَجْفُو صَدِيقَهُ وَيَتَحَالَفُونَ بِغَيْرِ اللَّهِ وَيَحْلِفُ الرَّجُلُ مِنْ غَيْرِ أَنْ يُسْتَحْلَفَ وَيَتَحَالَفُونَ بِالطَّلاقِ يَا سَلْمَانُ لَا يَحْلِفُ بِهَا إِلا فَاسِقٌ وَيَفْشُو الْمَوْتُ مَوْتُ الْفُجَاءَةَ وَيُحَدِّثُ الرَّجُلَ سَوْطُهُ قَالَ سَلْمَانُ بِأَبِي أَنْتَ وَأُمِّي وَإِنَّ هَذَا لَكَائِنٌ؟ قَالَ إِي وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ عِنْدَهَا تَخْرُجُ الدَّابَّةُ وَتَطْلُعُ الشَّمْسُ مِنْ مَغْرِبِهَا وَيَخْرُجُ الدَّجَّالُ وَرِيحٌ حَمْرَاءُ وَيَكُونُ خَسْفٌ وَمَسْخٌ وَقَذْفٌ وَيَأْجُوجُ وَمَأْجُوجُ وَهَدْمُ الْكَعْبَةِ وَتَمُورُ الأَرْضُ وَإِذَا ذُكِرَ الرَّجُلُ رُؤِيَ

“Nebî sallallahu aleyhi ve sellem veda haccını yaptığı zaman Kâ’benin kapısındaki iki halkayı tuttu, sonra yüzüyle insanlara dönerek şöyle buyurdu:

Ey insanlar!” Onlar da: “Buyur ey Allah’ın rasulü! Babalarımız ve annelerimiz sana feda olsun” dediler. Sonra Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ağladı, hatta hıçkırma sesi yükseldi. Buyurdu ki:

Ey insanlar! Muhakkak ki ben size kıyametin alametlerini haber vereceğim. Kıyamet alâmetlerinden birisi namazların öldürülmesi, şehvetlere uyulması, hevâya meyledilmesi, mal sahiplerine saygı gösterilmesidir.” Bunun üzerine Selman radıyallahu anh sıçradı ve dedi ki: “Babam ve annem sana feda olsun, mutlaka bunlar olacak mı?” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Nefsim elinde olana yemin ederim ki evet. O zaman kişi kötülüğü görüp de değiştirmeye gücü yetmediği için tuzun suda eridiği gibi eriyecek.” Selman radıyallahu anh dedi ki: “Babam ve annem sana feda olsun, bu mutlaka olacak mı?” Buyurdu ki:

Nefsim elinde olana yemin olsun ki evet. Muhakkak ki mü’min o gün aralarında korkarak dolaşacak.” Selman radıyallahu anh dedi ki: “Babam ve annem sana feda olsun, bu mutlaka olacak mı?” Buyurdu ki:

Nefsim elinde olana yemin olsun ki evet. O zaman yağmurlar sıcak, çocuklar hırçın olur. Aşağılık kimseler çoğalır, seçkin kimseler azalır.” Selman radıyallahu anh dedi ki: “Babam ve annem sana feda olsun, bu mutlaka olacak mı?”  Buyurdu ki:

Nefsim elinde olana yemin olsun ki evet. Muhakkak ki o gün mü’min cariyelerden daha zelil olur. O zaman kötülükler iyi görülür, iylikler kötü görülür. Hâine güvenilir, güvenilir kimse hâin görülür. Yalancılar tasdik edilir, sadık kimseler yalanlanır.” Selman radıyallahu anh dedi ki: “Babam ve annem sana feda olsun, bu mutlaka olacak mı?” Buyurdu ki:

Nefsim elinde olana yemin olsun ki evet. O zaman yöneticiler zalim, vezirler fasık, görevliler hâin olur. Kadınlar yönetici olur ve cariyelerle istişare edilir. Çocuklar minberlere çıkarlar.” Selman radıyallahu anh dedi ki: “Babam ve annem sana feda olsun, bu mutlaka olacak mı?” Buyurdu ki:

Nefsim elinde olana yemin olsun ki evet ey Selman! O zaman üzerlerine öyle kavimler gelir ki, konuşsalar onları öldürürler, sussalar onları mubah görüp mallarını alırlar ve onların mahremleriyle ilişkiye girerler. Hükümlerinde zulmederler. Üzerlerine öyle kavimler gelir ki cisimleri insan cismi, kalpleri şeytanların kalpleridir. Ne büyüğe hürmet ederler ne de küçüğe merhamet ederler.” Selman radıyallahu anh dedi ki: “Babam ve annem sana feda olsun, bu mutlaka olacak mı?” Buyurdu ki:

Nefsim elinde olana yemin olsun ki evet ey Selman! O zaman mescidleri, kiliselerin ve havraların süslenmesi gibi süslerler, mushafları yaldızlarlar, minberleri yükseltirler, saflar çoğalır, kalpleri ise birbirinden nefret eder. Arzuları sayısız, dilleri farklıdır.” Selman radıyallahu anh dedi ki: “Babam ve annem sana feda olsun, bu mutlaka olacak mı?” Buyurdu ki:

Nefsim elinde olana yemin olsun ki evet. O zaman doğudan bir esir gelir, ümmetime yönetici olur. Onların zayıflarına yazıklar olsun. Allah’tan onlara veyl olsun.” Selman radıyallahu anh dedi ki: “Babam ve annem sana feda olsun, bu mutlaka olacak mı?” Buyurdu ki:

Nefsim elinde olana yemin olsun ki evet. O zaman yalan süslenir, zekat borç olarak görülür, rüşvet yayılır, fâiz çoğalır, ıyne usulü alışveriş yapılır, mescidler (sadece ziyaret için) yol edinilir.” Selman radıyallahu anh dedi ki: “Babam ve annem sana feda olsun, bu mutlaka olacak mı?” Buyurdu ki:

Nefsim elinde olana yemin olsun ki evet ey Selman! O zaman kaplan derilerinden elbise edinilir, ümmetimin erkekleri altınla süslenir, ipek giyerler, kan dökmeyi hafife alırlar, sarhoş edici içkiler, şarkıcı kadınlar ve çalgı aletleri yayılır, kadın ticarette kocasına ortak olur.” Selman radıyallahu anh dedi ki: “Babam ve annem sana feda olsun, bu mutlaka olacak mı?” Buyurdu ki:

Nefsim elinde olana yemin olsun ki evet ey Selman! O zaman kuyruklu yıldız görülür, taylasan giymek çoğalır, Ruveybida konuşur.” Selman radıyallahu anh dedi ki: “Ruveybida nedir?” Buyurdu ki:

Ehli olmadığı halde genel meseleler hakkında konuşan kimsedir. Kişi şişmanlamak için beslenir, Allah Teâlâ’nın kitabıyla nağme yaparak Kur’ânı çalgı edinirler, hüküm satılır, güvenlik görevlileri çoğalır.” Selman radıyallahu anh dedi ki: “Babam ve annem sana feda olsun, bu mutlaka olacak mı?” Buyurdu ki:

Nefsim elinde olana yemin olsun ki evet. O zaman yöneticiler insanlara eğlence ve tenezzüh (turizm) olsun diye hac yaptırır, insanların orta sınıfı ticaret için hac yapar, fakirler de dilenmek için hacca gider. İnsanların Kur’ân okuyucları riyâ ve sum’a (duyurma) için okurlar.” Selman radıyallahu anh dedi ki: “Babam ve annem sana feda olsun, bu mutlaka olacak mı?” Buyurdu ki:

Nefsim elinde olana yemin olsun ki evet. O zaman bakire kızların kıskanılması gibi oğlan çocukları kıskanılır. Kadına talip olunup isteme yapıldığı gibi oğlan çocuğa talip olunur. Oğlanlar kadınların süslenip hazırlandığı gibi süslenip hazırlanırlar. Kadınlara erkeklere, erkekler kadınlara benzeşir. Erkekler erkeklerle, kadınlar kadınlarla yetinir. Kadınlar minderlere (arabalara) binerler. Ümmetimden onlara Allah’ın laneti vardır.” Selman radıyallahu anh dedi ki: “Babam ve annem sana feda olsun, bu mutlaka olacak mı?” Buyurdu ki:

Nefsim elinde olana yemin olsun ki evet. O zaman ibadetleri aralarında lanetleşmek olan hocalar ortaya çıkar. Onlar göklerin melekûtunda necisler ve pislikler diye isimlendirilirler.” Selman radıyallahu anh dedi ki: “Babam ve annem sana feda olsun, bu mutlaka olacak mı?” Buyurdu ki:

Nefsim elinde olana yemin olsun ki evet. Yaşlılar gençleşmeye çalışır.” Dedim ki: “Yaşlıların gençleşmeye çalışması ne demektir?”[1] … “Kırmızı İslam boyasıdır. Sarı iman boyasıdır. Siyah şeytan boyasıdır.” Selman radıyallahu anh dedi ki: “Babam ve annem sana feda olsun, bu mutlaka olacak mı?” Buyurdu ki:

Nefsim elinde olana yemin olsun ki evet. O zaman din aşağılanır, dünya yüceltilir, binalar yükseltilir, had cezaları iptal edilir, sünnetim öldürülür. İşte o zaman ey Selman! Ancak kötülenmiş şeyler görülür, Allah onlara yardım etmez.” Selman radıyallahu anh dedi ki:

“Babam ve annem sana feda olsun, o gün onlar müslümanlar iken nasıl onlara yardım edilmez?” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Ey Selman! Muhakkak ki Allah’ın yardımı iyiliği emretmek ve kötülükten yasaklama sebebiyledir. Muhakkak ki bazı kavimler Allah Teâlâ’ya hakaret ederler, Allah da onları aşağılar. Bu, çarşılar yakınlaştığı zaman olur.” Selman radıyallahu anh dedi ki: “Çarşıların yakınlaşması ne demektir?” Buyurdu ki:

Alışverişin kesat olduğu zamandır. Herkes der ki: “Ne alabiliyor, ne satabiliyor, ne de kâr edebiliyorum.” Allah Teâlâ’dan başka rızık verici yoktur!” Selman radıyallahu anh dedi ki: “Babam ve annem sana feda olsun, bu mutlaka olacak mı?” Buyurdu ki:

Nefsim elinde olana yemin olsun ki evet. O zaman kişi ana babasına isyan edecek, arkadaşına kaba davranacaklar, Allah’tan başkası adına yemin edecekler, kişi kendisinden yemin istenmediği halde yemin edecek, talak üzerine yemin edilecek. Ey Selman! Talak üzerine ancak bir fasık yemin eder! Anî ölümler yaygınlaşacak, kişi kamçısıyla konuşacak.” Selman radıyallahu anh dedi ki: “Babam ve annem sana feda olsun, bu mutlaka olacak mı?” Buyurdu ki:

Nefsim elinde olana yemin olsun ki evet. O zaman Dabbe çıkar, güneş batıdan doğar, Deccal çıkar, kızıl bir rüzgar eser, yere batma, suretlerin değişmesi ve taşlanma olur, Ye’cüc ile Me’cüc çıkar, Ka’be yıkılır, yeryüzü sarsılır, kişi (Allah’ı) zikrettiği zaman doyar.“[2]

Hadisin birçok şahitleri vardır. Bazıları şunlardır:

Zeyd b. Vakıd – Mekhul - Ali b. Ebi Talib radiyallahu anh yoluyla “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

إِنَّ مِنَ اقْتِرَابِ السَّاعَةِ إِذَا رَأَيْتُمُ النَّاسَ أَمَاتُوا الصَّلَاةَ وَأَضَاعُوا الْأَمَانَةَ وَاسْتَجْلَوُا الْكَبَائِرَ وَأَكَلَوا الرِّبَا وَأَخَذُوا الرِّشَا وَشَيَّدُوا الْبِنَاءَ وَاتَّبَعُوا الْهَوَى وَبَاعُوا الدِّينَ بِالدُّنْيَا وَاتَّخَذُوا ‌الْقُرْآنَ ‌مَزَامِيرَ وَاتَّخَذُوا جُلُودَ السِّبَاعِ صُفُوفًا وَالْمَسَاجِدَ طُرُقًا وَالْحَرِيرَ لِبَاسًا وَكَثُرَ الْجَوْرُ وَفَشَا الزِّنَا وَتَهَاوَنُوا بِالطَّلَاقِ وَأْتُمِنَ الْخَائِنُ وَخُوِّنَ الْأَمِينُ وَصَارَ الْمَطَرُ قَيْظًا وَالْوَلَدُ غَيْظًا وَأُمَرَاءُ فَجَرَةٌ وَوُزَرَاءُ كَذَبَةٌ وَأُمَنَاءُ خَوَنَةٌ وَعُرَفَاءُ ظَلَمَةٌ وَقَلَّتِ الْعُلَمَاءُ وَكَثُرَتِ الْمَصَاحِفُ وَالْقُرَّاءُ وَقَلَّتِ الْفُقَهَاءَ وَحُلِّيَتِ الْمَصَاحِفُ وَزُخْرِفَتِ الْمَسَاجِدُ وَطولَتِ النَّارُ وَفَسَدَتِ الْقُلُوبُ وَاتَّخَذُوا الْقِيَانَ وَاسْتُحِلَّتِ الْمَعَازِفُ وَشُرِبَتِ الْخُمُورُ وَعُطِّلَتِ الْحُدُودُ وَنَقُصَتِ الشُّهُودُ وَنُقِضَتِ الْمَوَاثِيقُ وَشَارَكَتِ الْمَرْأَةُ زَوْجَهَا وَرَكَبَ النِّسَاءُ الْبَرَاذِينَ وَتَشَبَّهَتِ النِّسَاءُ بِالرِّجَالِ وَالرِّجَالُ بِالنِّسَاءِ وَحُلِفَ بِغَيْرِ اللَّهِ وَشَهِدَ الرَّجُلُ مِنْ غَيْرِ أَنْ يُسْتَشْهَدَ وَكَانَتِ الزَّكَاةُ مَغْرَمًا وَالْأَمَانَةُ مَغْنَمًا وَأَطَاعَ الرَّجُلُ امْرَأَتَهُ وَعَقَّ أُمَّهُ وَأَقْصَى أَبَاهُ وَصَارَتِ الْإمَارَةُ مَوَارِيثَ وَسَبَّ آخِرُ الْأُمَّةِ أَوَّلَهَا وَأُكْرِمَ الرَّجُلُ اتِّقَاءَ شَرِّهِ وَكَثُرَتِ الشُّرْطُ وَصَعَدَتِ الْحِمْلَانُ الْمَثَابِرَ وَلَبِسَ الرِّجَالُ الشِّيحَانَ وَضُيِّقَتِ الطُّرُقَاتُ وَشُيِّدَ الْبِنَاءُ وَاسْتَغْنَى الرِّجَالُ بِالرِّجَالِ وَاسْتَغْنَى النِّسَاءُ بِالنِّسَاءِ وَصَارَتْ خِلَافَتُكُمْ فِي صِبْيَانِكُمْ وَكَثُرْ خُطَبَاءُ مَنَابِرِكُمْ وَرَكَنَ عُلَمَاؤُكُمْ إِلَى وُلَاتِكُمْ فَأَحَلُّوا لَهُمُ الْحَرَامَ وَحَرَّمُوا عَلَيْهِمُ الْحَلَالَ وَأَفْتَوْهُمْ بِمَا يَشْتَهُونَ وَتَعَلَّمَ عُلَمَاؤُكُمُ الْعِلْمَ لِيَجْلِبُوا بِهِ دَنَانِيرَكُمْ وَدَرَاهِمَكُمْ وَاتَّخَذْتُمُ الْقُرْآنَ تِجَارَةً وَضَيَّعْتُمْ حَقَّ اللَّهِ فِي أَمْوَالِكُمْ وَصَارَتْ أَمْوَالُكُمْ عِنْدَ شِرَارِكُمْ وَقَطَعْتُمْ أَرْحَامَكُمْ وَشَرِبْتُمِ الْخُمُورَ فِي نَادِيكُمْ وَلَعِبْتُمْ بِالْمَيْسِرِ وَضَرَبْتُمْ بالْكَبْرِ وَالْمَعَازِفِ وَالْمَزَامِيرِ وَمَنَعْتُمْ مَحَاوِيجَكُمْ زَكَاتَكُمْ وَرَأَيْتُمُوهَا مَغْرَمًا وَقُتِلَ الْبَرِيءُ ليغيظ الْعَامَّة بِقَتْلِهِ وَاخْتَلَفَتْ أَهْوَاؤُكُمْ وَصَارَ الْعَطَاءُ فِي الْعَبِيدِ وَالسِّقَاطِ وَطُفِّفَتِ الْمَكَايِيلُ وَالْمَوَازِينُ وَوَلَّيْتُمْ أَمْرَكُمُ السُّفَهَاءُ

Muhakkak ki kıyamet yakınlaştığı zaman şunları görürsün: İnsanlar namazı öldürürler. Emaneti zayi ederler. Büyük günahları helal sayarlar. Faiz yerler. Rüşvet alırlar. Binaları yükseltirler. Hevaya uyarlar. Dünya karşılığında dinlerini satarlar. Kur’ân’ı çalgı edinirler. Yırtıcı hayvanların derilerinden elbise yaparlar. Mescidleri (sadece ziyaret için) yol edinirler. İpeği elbise edinirler. Zulüm artar. Zina yaygınlaşır. Boşanma hafife alınır. Hâine güvenilir. Güvenilir olan hain sayılır. Yağmurlar sıcak yağar. Çocuklar öfkeli (huysuz) olur. Yöneticiler günahkâr kimseler olur. Vezirler (danışmanlar, bakanlar) yalancı olur. Görevliler hain olur. Vekiller zalim olur. Âlimler azalır. Okuyanlar çok fakat fakih olanlar (anlayanlar) az olur. Mushaflar yaldızlanır. Mescidler süslenir. Minberler uzatılır. Kalpler bozuk olur. Şarkıcı kadınlar edinilir. Çalgı aletleri helal sayılır. Sarhoş edici içkiler içilir. Had cezaları (zina eden evlilerin recmedilmesi, hırsızın elinin kesilmesi gibi cezalar) iptal edilir. Aylar kısalır. Anlaşmalar bozulur. Kadın ticarette kocasına ortak olur. Kadınlar katırlara biner. Kadınlar erkeklere, erkekler de kadınlara benzerler. Allah’tan başkası adına yemin edilir. Kişi kendisinden şahitlik istenmeden şahitlik eder. Zekât borç gibi, ödünç de ganimet gibi görülür. Kişi karısına itaat ederek annesine isyan edip babasını uzaklaştırır. Yöneticilik miras gibi devreder. Bu ümmetin sonrakileri öncekilerine hakaret eder. İnsanlara şerrinden korkulduğu için saygı gösterilir. Güvenlik güçleri (zabıta, polis) çoğalır. Cahiller minberlerde söz sahibi olur. Erkekler taylasan (baş üzerinden örtülen şal) giyer. Yollar daralır. Binalar yükseltilir. Erkekler erkeklerle (livata), kadınlar da kadınlarla (lezbiyenlik) yetinir. Minberlerinizde hatipler çoğalır. Âlimleriniz yöneticilere meylederek onlara haramları helal kılar ve helalleri haram kılarlar, onların arzuladıkları fetvaları verirler, Âlimler ilmi dinarlarınızı ve dirhemlerinizi almak için öğretirler. Kur’ân’ı ticaret vasıtası edinirler. Mallarınızda Allah’ın hakkını zayi edersiniz. Mallarınız şerli olanlarınızın eline geçer. Akrabalık bağlarınızı koparırsınız. Toplantılarınızda sarhoş edici içkiler içer, kumar oynar, davul çalarsınız, üflemeli ve telli çalgı aletleri çalarsınız, İhtiyaç sahiplerinize zekâtı vermeyip onu bir borç gibi sayarsınız. Çoğunluğun öfkesinden dolayı suçsuz kimseyi öldürürsünüz. Görüşleriniz ihtilâf eder. Bağışlar yapma işi köle ve düşük kimselerin eline geçer. Ölçü ve tartıda eksiltme yapılır. Sefihler yöneticileriniz olur.”[3]

Abdurrahman b. Necih – Ebu’z-Zahiriyye – Cubeyr b. Nufeyr – Avf b. Malik radıyallahu anh yoluyla: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

كَيْفَ أَنْتَ يَا عَوْفٌ إِذَا افْتَرَقَتْ هَذِهِ الْأُمَّةُ عَلَى ثَلَاثٍ وَسَبْعِينَ فِرْقَةً وَاحِدَةٌ فِي الْجَنَّةِ وَسَائِرُهُنَّ فِي النَّارِ؟ قُلْتُ وَمَتَى ذَاكَ يَا رَسُولَ اللهِ؟ قَالَ إِذَا كَثُرَتِ الشُّرَطُ وَمَلَكَتِ الْإِمَاءُ وَقَعَدَتِ الْحُمْلَانُ عَلَى الْمَنَابِرِ وَاتَّخَذُوا ‌الْقُرْآنَ ‌مَزَامِيرَ وَزُخْرِفَتِ الْمَسَاجِدُ وَرُفِعَتِ الْمَنَابِرُ وَاتُّخِذَ الْفَيْءُ دُوَلًا وَالزَّكَاةُ مَغْرَمًا وَالْأَمَانَةُ مَغْنَمًا وَتُفُقِّهَ فِي الدِّينِ لِغَيْرِ اللهِ وَأَطَاعَ الرَّجُلُ امْرَأَتَهُ وَعَقَّ أُمَّهُ وَأَقْصَى أَبَاهُ وَلَعَنَ آخِرُ هَذِهِ الْأُمَّةِ أَوَّلَهَا وَسَادَ الْقَبِيلَةَ فَاسِقُهُمْ وَكَانَ زَعِيمُ الْقَوْمِ أَرْذَلَهُمْ وَأُكْرِمَ الرَّجُلُ اتِّقَاءَ شَرِّهِ فَيَوْمَئِذٍ يَكُونُ ذَلِكَ وَيَفْزَعُ النَّاسُ يَوْمَئِذٍ إِلَى الشَّامِ تَعْصِمُهُمْ مِنْ عَدُوِّهِمْ قُلْتُ وَهَلْ يُفْتَحُ الشَّامُ؟ قَالَ نَعَمْ وَشِيكًا ثُمَّ تَقَعُ الْفِتَنُ بَعْدَ فَتْحِهَا ثُمَّ تَجِيءُ فِتْنَةٌ غَبْرَاءُ مُظْلِمَةٌ ثُمَّ يَتْبَعُ الْفِتَنُ بَعْضُهَا بَعْضًا حَتَّى يَخْرُجَ رَجُلٌ مِنْ أَهْلِ بَيْتِي يُقَالُ لَهُ الْمَهْدِيُّ فَإِنْ أَدْرَكْتَهُ فَاتْبَعْهُ وَكُنْ مِنَ الْمُهْتَدِينَ

“Bu ümmet yetmiş üç fırkaya ayrıldığında nasıl olursun ey Avf? Onlardan biri cennette diğerleri ateşte olur.” Dedim ki: “Bu ne zaman olacak ey Allah’ın rasulü?” Buyurdu ki:

Güvenlik görevlileri çoğaldığı, cariyelerin hüküm sahibi olduğu, cahillerin minberlere oturduğu, Kur’ân’ın çalgı edinildiği, mescidlerin süslendiği, minberlerin yükseldiği, fe’yin fırsat sayıldığı, zekâtın borç olarak görüldüğü, emanetin ganimet sayıldığı, dinde fıkhın Allah’tan başkası için öğrenildiği, kişinin karısına itaat edip annesine isyan ettiği, babasından uzaklaştığı, bu ümmetin sonrakilerinin öncekilere lanet ettiği, kabilelelere fasıklarının lider olduğu, her kavmin en rezillerinin vekil olduğu, kişiye şerrinden sakınmak için ikram edildiği zaman işte o günlerde bu olur. İnsanlar o gün düşmanlarından korunmak için Şam’a kaçarlar.” Dedim ki: “Şam feth edilecek mi?” Buyurdu ki:

Evet. Yakındır. Oranın fethinden sonra fitneler olur, sonra tozlu, dumanlı karanlık bir fitne görülecek, sonra Ehl-i Beyt’imden kendisine Mehdi denilen bir zat çıkıncaya kadar fitneler birbirini takip edecek. Şayet ona yetişirsen, ona tabi ol ve hidayete erenlerden ol.”[4]

Suveyd b. Said – Ferac b. Fudale – Abdullah b. Ubeyd b. Umeyr el-Leysî – Huzeyfe b. el-Yeman radıyallahu anh yoluyla: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

مِنِ اقْتِرَابِ السَّاعَةِ اثْنَتَانِ وَسَبْعُونَ خَصْلَةً إِذَا رَأَيْتُمُ النَّاسَ أَمَاتُوا الصَّلَاةَ وَأَضَاعُوا الْأَمَانَةَ وَأَكَلُوا الرِّبَا وَاسْتَحَلُّوا الْكَذِبَ وَاسْتَخَفُّوا الدِّمَاءَ وَاسْتَعْلَوُا الْبِنَاءَ وَبَاعُوا الدِّينَ بِالدُّنْيَا وَتَقَطَّعَتِ الْأَرْحَامُ وَيَكُونُ الْحُكْمُ ضَعْفًا وَالْكَذِبُ صِدْقًا وَالْحَرِيرُ لِبَاسًا وَظَهَرَ الْجَوْرُ وَكَثُرَ الطَّلَاقُ وَمَوْتُ الْفُجَاءَةِ وَائْتُمِنَ الْخَائِنُ وَخُوِّنَ الْأَمِينُ وَصُدِّقَ الْكَاذِبُ وَكُذِّبَ الصَّادِقُ وَكَثُرَ الْقَذْفُ وَكَانَ الْمَطَرُ قَيْظًا وَالْوَلَدُ غَيْظًا وَفَاضَ اللِّئَامُ فَيْضًا وَغَاضَ الْكِرَامُ غَيْضًا وَكَانَ الْأُمَرَاءُ فَجَرَةً وَالْوُزَرَاءُ كَذِبَةً وَالْأُمَنَاءُ خَوَنَةً وَالْعُرْفَاءُ ظَلَمَةً وَالْقُرَّاءُ فَسَقَةً وَإِذَا لَبِسُوا مُسُوكَ الضَّأْنِ قُلُوبُهُمْ أَنْتَنُ مِنَ الْجِيفَةِ وَأَمَرُّ مِنَ الصَّبْرِ يُغَشِّيهِمُ اللهُ فِتْنَةً يَتَهَاوَكُونَ فِيهَا تَهَاوُكَ الْيَهُودِ الظَّلَمَةِ وَتَظْهَرُ الصَّفْرَاءُ يَعْنِي الدَّنَانِيرَ وَتُطْلَبُ الْبَيْضَاءُ يَعْنِي الْدَرَاهِمَ وَتَكْثُرُ الْخَطَايَا وَتَغُلُّ الْأُمَرَاءُ وَحُلِّيَتِ الْمَصَاحِفُ وَصُوِّرَتِ الْمَسَاجِدُ وَطُوِّلَتِ الْمَنَابرُ وَخُرِّبَتِ الْقُلُوبُ وَشُرِبَتِ الْخُمُورُ وَعُطِّلَتِ الْحُدُودُ وَوَلَدَتِ الْأَمَةُ رَبَّتَهَا وَتَرَى الْحُفَاةَ الْعُرَاةَ وَقَدْ صَارُوا مُلُوكًا وَشَارَكَتِ الْمَرْأَةُ زَوْجَهَا فِي التِّجَارَةِ وَتَشَبَّهَ الرِّجَالُ بِالنِّسَاءِ وَالنِّسَاءُ بِالرِّجَالِ وَحُلِفَ بِاللهِ مِنْ غَيْرِ أَنْ يُسْتَحْلَفَ وَشَهِدَ الْمَرْءُ مِنْ غَيْرِ أَنْ يُسْتَشْهَدَ وَسُلِّمَ لِلْمَعْرِفَةِ وَتُفِقِّهَ لِغَيْرِ الدِّينِ وَطُلِبَتِ الدُّنْيَا بِعَمَلِ الْآخِرَةِ وَاتُّخِذَ الْمَغْنَمُ دُوَلًا وَالْأَمَانَةُ مَغْنَمًا وَالزَّكَاةُ مَغْرَمًا وَكَانَ زَعِيمُ الْقَوْمِ أَرْذَلَهُمْ وَعَقَّ الرَّجُلُ أَبَاهُ وَجَفَا أُمَّهُ وَبَرَّ صَدِيقَهُ وَأَطَاعَ زَوْجَتَهُ وَعَلَتْ أَصْوَاتُ الْفَسَقَةِ فِي الْمَسَاجِدِ وَاتُّخِذَتِ الْقَيْنَاتُ وَالْمَعَازِفُ وَشُرِبَتِ الْخُمُورُ فِي الطُّرُقِ وَاتُّخِذَ الظُّلْمُ فَخْرًا وَبِيعَ الْحُكْمُ وَكَثُرَتِ الشُّرَطُ وَاتُّخِذَ الْقُرْآنُ مَزَامِيرَ وَجُلُودُ السِّبَاعِ صِفَاقًا وَالْمَسَاجِدُ طُرُقًا وَلَعَنَ آخِرُ هَذِهِ الْأُمَّةِ أَوَّلَهَا فَلْيَتَّقُوا عِنْدَ ذَلِكَ رِيحًا حَمْرَاءَ وَخَسْفًا وَمَسْخًا وَآيَاتٍ

Kıyametin yaklaşmasının alametleri yetmiş iki haslettir: İnsanların namazı öldürdüklerini, emaneti zâyi ettiklerini, fâiz yediklerini, yalanı helal saydıklarını, kanları hafife aldıklarını, binaları yükselttiklerini, dünya için dinlerini sattıklarını, akrabalık bağlarını kopardıklarını, hikmetin zayıflık,  yalanın doğru sayıldığını, ipek giyildiğini, zulmün yaygınlaştığını, boşanmaların arttığını, âni ölümlerin çoğaldığını, hâine güvenildiğini, güvenilir kimsenin hâin sayıldığını, yalancının tasdik edildiğini, sadık kimsenin yalanlandığını, iftiraların çoğaldığını, yağmurların sıcak, çocukların hırçın olduğunu, alçak kimselerin çoğaldığını, seçkin kimselerin azaldığını, yöneticilerin günahkâr, vezirlerin yalancı, görevlilerin hâin, vekillerin zalim olduğunu, hocaların fasık olup koyun postuna büründükleri halde kalplerinin leşten daha kokuşmuş ve sabır otundan daha acı olduğunu, gördüğün zaman Allah onları bir fitneyle kuşatır da onda zalim Yahudilerin çürüdükleri gibi çürürler.  Altın çoğalır, gümüş talep edilir, günahlar çoğalır, yöneticiler devlet malından aşırır, mushaflar yaldızlanır, mescidlere şekiller yapılır, minberler uzatılır, kalpler harap olur, sarhoş edici içkiler içilir, had cezaları iptal edilir, cariyeler efendisini doğurur, yalınayak çıpklakların sultanlara dönüştüğünü görürsün. Kadın ticarette kocasına ortak olur, erkekler kadınlara, kadınlar erkeklere benzeşir, yemin istenmeden Allah adına yemin edilir, kişiden şahitlik istenmediği halde şahitlik eder, sadece tanıdıklara selam verilir, dinden başka gayeyle fıkıh öğrenilir, âhiret ameliyle dünya talep edilir,  ganimetler fırsat, emanetler ganimet edinilir, zekât borç görülür, kavmin temsilcisi en rezilleri olur, kişi babasına isyan eder, annesine kaba davranır, arkadaşına iyilik eder ve hanımına itaat eder. Mescidlerde günahkârların sesleri yükselir, şarkıcı kadınlar ve çalgılar edinirler, yollarda sarhoş edici içkiler içilir, haksızlıklar övünç vesilesi edinilir, hüküm satılır, güvenlik görevlileri çoğalır, Kur’ân çalgı edinilir, yırtıcı hayvanların derilerinden elbise edinilir, mescidler (yalnızca ziyaret için) yol edinilir,  bu ümmetin sonrakileri öncekilere lanet eder. İşte o zaman kızıl bir rüzgardan, yere batırılmaktan, suretlerin değiştirilmesinden ve büyük alametlerden sakınsınlar![5]



[1] Ravi bu kısımda: “Zannederim defterimde bu kısım silinmiş” demiştir. Sözün devamından anlaşılacağı üzere sanki bu bölümde saç ve sakalı siyah renkle boyamanın çirkinliği ile ilgili ifadeler silinmiş olmalıdır.

[2] Muafa b. Zekeriya en-Nehravani Celisu’s-Salih (s.445) isnadında Selim el-Haşşab Cehmîlikle itham edilmiştir. Lakin rivayetin metni Cehmî akidesine aykırı unsurlarla doludur. Yakın lafızlarla İbn Merduye'nin de rivayet ettiği zikredilmiştir. Bkz.: Berzenci el-İşaa (s.157)

[3] Hasen ligayrihi. Ebu Said İsa b. Salim eş-Şâşî Hadis Cüzü (no:46) Şecerî Emali (2724) el-Mustagfirî Delailu’n-Nubuvve (282) Suyuti Cem’ul-Cevami’de (2472) Ebu’ş-Şeyh’in el-Fiten kitabı, Uveys’in Cüz’ü ve Deylemî’ye nispetle zikretmiştir. Ravileri sakıncasızdır, ancak Mekhul eş-Şâmî rahimehullah, Ali radiyallahu anh’e yetişmemiştir.

* Tirmizî (2210) hadisin bir kısmını; el-Ferac b. Fudale yoluyla rivayet etmiştir. el-Ferac b. Fudale zayıftır. Aynı tarikten; Taberânî Mu'cemu'l-Evsat (469) Beyhakî el-Ba’s ve’n-Nuşur (75) ve başkaları da rivayet etmişlerdir. Hadiste zikredilen unsurlar daha başka sahabelerden de bu şekilde topluca rivayet edilmiştir, ancak o rivayetlerin her birinin isnadında şiddetli zayıflık vardır. Lakin hadiste sayılan unsurlar, parçalar halinde birçok rivayetlerde sabit olmuştur.

[4] Hasen ligayrihi. Taberânî Mu'cemu'l-Kebîr (18/51) İbn Mace (3992) Heysemi Mecmau’z-Zevaid’de (7/323) dedi ki: “İbn Mace baş tarafını rivayet etti. İsnadında Abdulhamid b. İbrahim vardır. İbn Hibban onu sika saymıştır ancak o zayıftır. Yine isnadında tanımadığım kimseler vardır.”

[5] Hasen ligayrihi. Ebû Nuaym Hilyetu'l-Evliyâ (3/358) İsnadında Suveyd b. Said saduk bir ravi olup, gözleri kör olduktan sonra telkin kabul eder olmuştur. Abdullah b. Ubeyd ile Huzeyfe radıyallahu anh arasında inkıta vardır.

8 Eylül 2025 Pazartesi

Salim b. Abdillah b. Ömer Radıyallahu anhum’dan İttiba Dersi

 Sencer b. Abdillah’ın tertip ettiği Musnedu’ş-Şafii’de (1023) şöyle denilmiştir: “Bize Sufyan haber verdi, o Amr b. Dinar’dan, o Salim b. Abdillah’tan, o babasından, o Ömer b. el-Hattab radıyallahu anh’den şöyle dediğini rivayet etti:

إِذَا رَمَيْتُمُ الْجَمْرَةَ وَذَبَحْتُمْ وَحَلَقْتُمْ فَقَدْ حَلَّ لَكُمْ كُلُّ شَيْءٍ حَرُمَ عَلَيْكُمْ إِلَّا النِّسَاءَ وَالطِّيبَ قَالَ سَالِمٌ وَقَالَتْ عَائِشَةُ أَنَا طَيَّبْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لِإِحْرَامِهِ قَبْلَ أَنْ يُحْرِمَ وَلِحِلِّهِ بَعْدَ أَنْ رَمَى الْجَمْرَةَ وَقَبْلَ أَنْ يَزُورَ الْبَيْتَ قَالَ سَالِمٌ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ وَسُنَّةُ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَحَقُّ أَنْ تُتَّبَعَ

“Cemre’yi taşladığınız, kurban kestiğiniz ve traş olduğunuz zaman size ihram yasaklarından kadın ve koku dışında her şey helal olur.” Salim rahimehullah dedi ki: “Aişe radıyallahu anha da şöyle dedi:

“Ben Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ihramı için ihrama girmeden önce ve ihramdan çıkmasından önce cemreyi taslamasından sonra ve ziyaret tavafından önce koku sürerdim.” Salim dedi ki:

“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünneti uyulmaya daha layıktır.”

Salim b. Abdillah b. Ömer radıyallahu anhum, Ömer b. el-Hattab radıyallahu anh’ın torunudur ve Medine’nin yedi fakihinden biridir. Dedesinden, onuncu günde cemreyi taşlayan, kurban kesen ve traş olan kimseye kadınlar ve koku dışında bütün ihram yasaklarının kalktığına dair fetvayı naklediyor. Yani kadınlar ve kokulanma beyti tavaf edince ona helal olur.

Sonra Salim rahimehullah, Aişe radıyallahu anha’dan, dedesi Ömer radıyallahu anh’ın fetvasına muhalif haberi, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in tavaftan önce yani taşlamadan, kurbandan ve traştan sonra koku süründüğünü rivayet ediyor.  

Aişe radıyallahu anha’dan bunu merfu olarak rivayet eden başka kimse bilmiyorum. Sonra Salim rahimehullah diyor ki: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünneti uyulmaya daha layıktır.”

Yani Aişe radıyallahu anha’nın rivayet etmiş olduğu ve dedesi Ömer radıyallahu anh’e gizli kalan sünnet, Ömer radıyallahu anh’ın bütün üstünlüğüne rağmen, uyulmaya daha layıktır.

Şayet Salim rahimehullah birine taassup gösterecek olsaydı elbette dedesi Ömer radıyallahu anh’a taassup eder ve onu taklid ederdi. O raşid halifelerin ikincisidir ve Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ile Ebu Bekr radıyallahu anh’den sonra bu ümmetin en üstünüdür!

Şayet burada başkası olsaydı, Aişe radıyallahu anha’nın sözünü tercih eder ve dedesinin makamını korumak için onun fetvasından hiç bahsetmezdi! Lakin Salim rahimehullah inşaallah kıyamet gününe kadar kalacak olan ittibaya dair bir ders vermeyi murad etmiştir.

Son zamanlarda insanların birçoğu delile ittibâ etmemek konusunda bir genişlik olduğunu zannediyorlar! Durum böyle değildir! Bilakis delile ittiba vaciptir!

Neden ecir konusunda zahid davranırlar bilinmez, hâkim (yönetici veya kadı) ictihad edip isabet ederse ona iki ecir, hata ederse bir ecir vardır. Bu, çaba gösteren müçtehid hakkındadır. Peki ya hak apaçık ortada iken onu terk eden ve yanlışa taasup için cehd edenin durumu ne olur?

İnsanlardan kimisi zor olan ameli tercih etmenin gaye olduğunu, bunun dışına ancak müçtehid sıfatına sahip kimsenin çıkabileceğini düşünüyor! Halbuki kişi, iki müçtehid arasında tercih yapmaktadır!

Delile ittibanın geneli, aslında müçtehide tabi olmak ve bir müçtehidin kavline karşı diğer bir müçtehidin kavlini tercih etmektir.

Fıkhı bilen ve bunun derslerini yapan kimseler bilirler ki hakkında ihtilaf edilen meselelerin çoğunda meseleyi açıklığa kavuşturan hadis vardır. İlim talebelerinin geneli bunu anlar.

Bu konuda Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler, Allah’a itaat edin, Rasûl’e itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Bir şey hakkında çekişirseniz, Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız, onu Allah’a ve Rasûl’e götürün. İşte bu daha hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir.” (Nisa 59)

Meselelerde ihtilaf edilmiş ve sünnet aralarında hüküm vermiştir!

Evet, istidlal usullerini ve seleften gelen rivayetleri bilmeyen kimsenin delile ittiba edemeyeceği iddiası vardır. Delile ittiba edenin şaz olduğunun iddia edildiğini de görürsün! İhtilaf eden bu kimseler hazır olsalardı onlara delilin açıklanması gerekirdi, onlar sebebiyle delil terk edilmezdi!

Taassup ehli, eski zamanlarda da, şimdilerde de çoktur. Bazıları şöyle mugalatalar yapıyorlar: “O fakihler delile ittiba etmeyi amaçlamadılar mı?”

Denilir ki: Hadis ehlinin fakihleri delile ittibayı amaçlamışlar ve usullerinde ittifak etmişlerdir. Lakin aralarında kendilerine bazı sünnetlerin ulaşmadığı kimseler olabilir, bu yüzden delile aykırı fetva vermiş olabilir. Mesela Ömer b. el-Hattab radıyallahu anh, sahabe ve tabiinin fakihleri, kendilerine ulaşmayan delil sebebiyle ona aykırı fetva verebilmişlerdir. Bu konuda şüphesiz mazurdurlar.

İnsanlardan bazıları fıkhın delillerinin başlangıçlarından veya: “Her müçtehid hakka isabet etmiştir” sözünden etkileniyorlar. Bu bizim zamanımızda çokça dile getirilen bâtıl bir şüphedir. İnsaf ile değerlendirenlere göre ihtilaf edilen birçok meselelerde hak apaçık ortadadır.

Hadise dair Kutub-u Sitte kitapları bu mana üzere yazılmışlar, insanların ihtiyacı olan meselelerin genelini hadisin beyan edip çözüm sunduğunu ortaya koymuşlardır. Re’y ehli ve kelamcıların aksine olarak, insanların ihtilaf ettikleri şeylerde hakka ulaşmayı kolaylaştırmışlardır.

Nitekim İmam Buhârî, Raf’ul-Yedeyn cüzünde (102) sanki mezhebine taassup göstererek sünneti terk edenleri kastederek şöyle demiştir:

عَنْ سَالِمِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ قَالَ ‌‌‌سُنَّةُ ‌رَسُولِ ‌اللَّهِ صلى الله عليه وسلم أَحَقُّ أَنْ ‌تُتَّبَعَ

“Salim b. Abdillah radıyallahu anhuma şöyle derdi: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünneti uyulmaya daha layıktır!”

Kelamcıların ve Sufilerin Dine Karşı Çiftestandartlı Ortak Konumları

Ebû Dâvûd Sunen’inde (2042) dedi ki: biz Ahmed b. Salih tahdis etti, dedi ki: Ali b. Abdillah b. Nafi’ye okudum, dedi ki: bana İbn Ebi Zi’b haber verdi, o Said el-Makburi’den, o Ebu Hureyre radıyallahu anh’den, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet etti:

لا تجعلوا بيوتكم قبورا ولا تجعلوا قبري عيدا وصلوا علي فإن صلاتكم تبلغني حيث كنتم

Evlerinizi kabirler kılmayın. Kabrimi de bayram yeri edinmeyin. Bana salat edin. Zira nerede olsanız salatınız bana tebliğ edilir.”

İlme nispet edilenler arasında bu hadisin iki şekilde yorumlanması yaygındır:

Birinci yorum: Sufilerin genelinin yorumudur ki, onlara göre manası şudur: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem kabrinin bayram edinilmesinden yasaklıyor, yani “Kabrimi bayram gibi senenin sadece bazı günlerinde gelinen yer edinmeyin. Bilakis her gün gelin” demektir” diyorlar.

Bu yorum şekli, mevlid kandilinin yasaklanmasını gerektirir. Çünkü mevlid kandili, kutlayanlar için yılın sadece bir günü yahut “Kutlu doğum haftası” yapanlara göre yılın sadece bir haftasında kutlanmaktadır. Onların bu kutlama günlerinde; Kur’ân okumak, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e salavat getirmek gibi, müslümanların her gün yapmaları gereken taatlerden bahsettiklerini görürsün!

Çoğunluğunda ise eğlencelerle kutlama yapma galip gelmiştir!

İkinci yorum: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e salat etmek için kabrine gidip gelmenin yasaklanmasıdır. Hadisin devamındaki: “Nerede olsanız salatınız bana tebliğ edilir” sözü de buna delalet etmektedir.

Bu, bir mekanın salat etmek için tahsis edilmesinden yasaklamadır. Yine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e salat için belli bir zamanı tahsis etmek de böyledir.

Ebu Ya’la Musned’inde (469) dedi ki: Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe tahdis etti, dedi ki: bize Zeyd b. el-Hubab tahdis etti, dedi ki: bize Zul-Cenaheyn radıyallahu anh’ın torunlarından Ca’fer b. İbrahim tahdis etti, dedi ki: bize Ali b. Ömer tahdis etti, o babasından, o Ali b. el-Huseyn rahimehullah’tan şöyle rivayet etti:

أنه رأى رجلا يجيء إلى فرجة كانت عند قبر النبي فيدخل فيها فيدعو فنهاه فقال ألا أحدثكم حديثا سمعته من أبي عن جدي عن رسول الله قال لا تتخذوا قبري عيدا ولا بيوتكم قبورا فإن تسليمكم يبلغني أينما كنتم

“Ali b. el-Huseyn rahimehullah bir adamın Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in kabrinde bulunan bir açıklığa gelerek oradan girdiğini ve dua ettiğini gördü. Bunun üzerine onu yasakladı ve dedi ki:

“Size babamdan işittiğim, onun dedem’den (Ali b. Ebi Talib radıyallahu anh’den) rivayet ettiği hadisi rivayet edeyim mi: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

Kabrimi bayram edinmeyin! Evlerinizi de kabirler kılmayın. Zira selamınız nerede olsanız bana tebliğ edilir.”

Gerçekte kutlama yapanlar dindarlığı çirkinleştirdikleri gibi sevgi kavramını da çirkinleştirmektedirler! Zira insanların çoğu hafif ve kolay bir din istemektedirler. Onlara sünnetten ve sünnete sarılmaktan bahsettiğinizde seni taassup, katılık, aşırılık, hatta teröristlik ile itham ederler!

Lakin kutlamalar, kasideler, tatlı dağıtmak, belirli şekillerde giyinmek gibi görüntüler ortaya koyduğunda kadınlar ve çocuklar bunu severler ve nefisler meyleder!

Sevgi iddiasında bulunanların çoğunun bu şekillerde davrandıklarını görürsün! Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den sabit olan, sakalı serbest bırakmak ve izarın boyunu kısaltmak gibi hak ve vacip olan sünnetleri ise görmezden gelirler! Hatta onların çoğunun misvak gibi açık faydaları olan sünnetlerden de yüz çevirdiğini görürsün.

Onların alim geçinenlerinin, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e çokça salat etmenin bereketinin bulunduğu hadis kitaplarından yüz çevirdiklerini de görürsün. Şayet bu kitaplara bakıyorsa da ancak icazet almak veya teberrük için bakar! Çekişilen konularda Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e muhakeme olmak için değil! Onlara göre bu kitaplar ancak mutlak müçtehidin çözebileceği tılsımlardır!

Onların tasavufçu geçinenleri tarikatinin virdlerine, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den sabit olan zikirlerden daha çok hırs gösterir!

Onlardan birinin üzerinde güya Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in terliğinin timsali bulunan bir takke giydiğini görürsün, lakin izarını sarkıtmıştır ve sakalı ya traşlı, ya kısaltılmıştır!

Hatta onlardan birçoğunun zahirdeki sünnetlerden nefret ettiğini görürsün! Bu sünnetlere hırs gösteren birini gördüklerinde de ona “Vahhabi” derler! Nitekim bazı ahmak sufi şeyhleri, kadınların peçelerini çıkarmalarını emredrek: “O Vahhabi âdetidir” diyorlar!

Onların usulü; haberi vahid olduğu gerekçesiyle Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine muhakeme olmamak üzerine kuruludur! Hatta onların büyükleri, laiklerle münazarasında, akide konusunda ahad haberleri kabul etmemesiyle övünmektedir! Sünnetin geneli ahad haberlerdir!

  Peki onlar Kur’ân’ı kabul ediyorlar mı sanıyorsunuz? Onların nezdinde şu beyit meşhurdur:

وكل نص أوهم التشبيها … أوله أو فوض ورم تنزيهاً

“Teşbih düşündüren her nassı te’vil et veya tenzih için tevfiz et.”

Nas; Kur’an ve sünnette ifade edilen şeyler demektir. Bunları teşbih düşündüren şeyler sayıyorlar! Bu yüzden zahirinden tahrif ediyorlar veya o nas hiç gelmemiş gibi muamele ediyorlar! “Nas ile gelenler ve mutevatir naslarda bâtıl bulunmaz”  demiyorlar, bilakis Yunanlardan aldıkları tenzih kavramıyla Kitap ve Sünnet üzerine hükmetmeye kalkıyorlar!

 Bundan sonra da uydurdukları bu sapmış “sevgi” anlayışı üzerine, dine ters düşen şeyler bina ediyorlar!

Açılıp Saçılma ve Taciz İkilemi

 Sıkça sorulan soru şu: Neden bazı dindarlar, sanki tacizciyi haklı çıkarıyormuş ya da suçu hafifletiyormuş gibi, her taciz olayında açılıp saçılma ve giyimden bahsetmekte ısrar ediyorlar?

Cevap: Aslında durum tam tersinedir. Zira taciz olayları açılıp saçılmanın zararının hafife alındığını göstermektedir. Nitekim birçok laiklere göre namus suçları hakkında konuşmak, mutlak olarak gayri meşru ilişkileri haklı çıkarmaya sebep olmaktadır.

Hakikatte taciz, Müslümanlar tarafından da, kâfirler tarafından da ittifakla kötülenmektedir. Birçok kimse taciz suçu işleyen kimsenin cezalandırılması ve hatta hadım edilmesi konusunda rahatça konuşurken, hırsızın elinin kesilmesi hakkında konuşmayı ise şiddetle reddetmektedir!

Lakin açılıp saçılma konusu ihtilaf alanıdır! Feministler ve Liberaller kadının giyim şeklinin mutlak olarak kişisel özgürlük olduğunu söylüyorlar. Toplumun birçok fertleri bu düşünceden etkilenmektedir! Bu fikirlerin yayıldığını ancak kör inkar eder! Bu yüzden tacizciler ve yapılanları görmezden gelmeye çağıranlar kötülenmekle beraber, bu olayların bahsi geçen sapkın düşüncelere teşvik için istismar edilmesinin de önünü kesmek gerekir.

Aklı başında olan herkesin bildiği üzere akılları aydınlatan Kur’ân ve sünnet nasları, açılıp saçılma ile günahkârların kadına tamah etmesi arasındaki alakaya işaret etmektedir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

Ey Nebî’nin hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer sakınıyorsanız, çekici bir eda ile konuşmayın; sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır. Güzel söz söyleyin” (Ahzab 32)

Rabbinin emrine aykırı davranarak çekici eda ile sözü yumuşatan kadına, kalbinde hastalık bulunan fasıklar tamah eder. Böylece bu fasık adamların kötülenmesi gibi, Allah’ın emrine aykırı davranan bu kadın da kötülenmeyi hak eder.

Toplumda hiç fasık adamlar yokmuş gibi konuşmak veya tacizden koruyan, ama karşılıklı rızaya dayalı zina ilişkilerinden ve zinanın mukaddimelerinden korumayan kanunlar bulunmasından bahsetmek, asla uygulaması olmayan, ütopik bir konuşma olur. Hakikatte böyle bir konuşma asla tacizleri sona erdiren köklü bir konuşma olmaz!

İnsanlar sadece tacizciye ve açılıp saçılan kadına odaklanıyorlar da, açılıp saçılmak sebebiyle eziyet veren kadına karşı nefsini kötülükten engelleyen tarafı unutuyorlar!

Kadının açılıp saçılması sebebiyle eziyete uğrayan, fakat iffetinden dolayı bir kötülükten nefsini engelleyen kimseler bu konunun gerçek mazlumları değiller midir?

Neo Mufevvida/Muasır Sapıkların Çıkardıkları Yeni Tevfiz Mezhebi!

 Tefviz; Allah Azze ve Celle’nin sıfatları hakkında gelen nasları zahir manasından tenzih etmekle beraber sadece lafızlarına iman eden bir mezheptir. Mesela “el ile kastedilen kudrettir” demezler, ama derler ki: “Allah’ı el sıfatının zahirinden tenzih ederiz, kudreti ise başka bir nas ile ispat ederiz.” Bu bir hiledir.

Bu yüzden Mufevvida tefvizi sadece hoşlarına gitmeyen naslar hakkında uygularlar, ilim veya kudret sıfatlarını tefviz etmezler. Bilakis Allah Azze ve Celle’ye layık olan şekilde ispat ederler.

Meleklerin kanatlarını, kalemi, levhi, mizanı, havzı veya cennette olan şeyleri tefviz etmezler, bütün bunların hakikatine iman ederler.

Bu eski tefviz (Mufevvida) mezhebidir. Muasır olan yeni tefvizciler ise kültürlü geçinenler ve ilim talebeleri arasında yayılmıştır. Bu tefviz, hakkında ihtilaf edilen ilmî meseleleri küçümseme ve daha önemli şeylerle meşgul olma iddiası üzerine kuruludur. Kişinin Ehl-i Sünnet akidesi veya bid’at ehlinin akidesi üzerine olmasını umursamazlar.

Özetle bu mezhebin mensubu der ki: “Dinin, akidenin sahih olup olmaması önemli değil, önemli olan yaşadığım hayattır”

Bu kimseler Allah hakkındaki akidenin sahih olmasını önemsemez, onun önemsediği şey ahlâkî, siyasî, iktisadî, toplumsal meselelerdir. Veya ortak düşmana karşı durmaktır!

Bu yeni tefviz mezhebi, tarih boyunca var olan fırkaların alimlerini zayıf ihtilaflar çıkarmakla, birbirlerini tekfir etmek veya sapık saymakla suçlarlar.

Gaybe imanın, ibadet meselesi olduğunu hafife alırlar. Hâlbuki Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e: “Amellerin en üstünü hangisidir?” diye sorulduğu zaman “Allah’a imandır” buyurmuş, sonra hac, cihad gibi amelleri zikretmiştir.

Allah’a imanın mertebeleri vardır. İman eden herkes arasında ortak olan icmalî iman, sahih olan tafsilî (ayrıntılı) imandan etkisi bakımından farklıdır.

Gaybe iman her zaman için vaciptir. Vacip ya da mustehap kısımlarıyla bunun etkisi gidişatta görülür. Allah’ın nuzul ettiğine iman vaciptir, ama seherlerde gece namazıyla veya namaz dışında bağışlanma dilemek mustehaptır.

Meleklerin mü’minler için bağışlanma dilediklerine, mizana, havza iman vaciptir. Ancak bu hakikatlere göre amel etme konusunda iman edenlerin arasında farklar vardır.

Bu yeni tefviz mezhebi ise aslında sahih akidenin kalbe ve gidişata etkisinin, bozuk akidenin etkisi gibi olduğu şeklindeki görüşlerini içlerinde saklamaktadırlar! Ümmetin ihtilaflarının vahiyle giderilmesini kabul etmiyorlar! Allah Azze ve Celle’yi sahih delillerle bilmeyi gaye edinmezler! Bilakis hazır olan dünyevî maslahatları veya ümmetin kalkınmasına hizmet etmeyi gaye edinirler! Onların talep ettikleri şey bunlardır, lakin gaybe iman mutlak olarak faydalıdır, başka bir şey için amaç değildir. Bilakis kendisi bir amaçtır ve bunun faydaları vardır.

 İnsanlardan kimi dini, dünyanın mamur olması için bir vesile olarak görür. Bu düşünceye bütün dünyevi kazançları din için kullanmaktan zevk alır. Bu yeni tefvizciler de bu düşünceye meyletmişlerdir. Hakikatte ise dünya, ahiretin yoludur.

Bu yeni mezhebe göre bâtıl akideler, ancak siyasi alandaki faaliyetlere aykırı ise kötülenirler. Selef ise Allah’ın ezelî ilmini inkar eden Kaderiye’yi kötülemişler ve tekfir etmişlerdir. Halbuki bu fırkanın insanların dünyalarına bir zararları yoktu.

Bu yeni tefviz mezhebi, eski mufevvidadan da tehlikelidir! Çünkü insanların çoğu Allah’ın sıfatlarına sahih şekilde iman etmenin etkisini ve buna muhalif olan akidelerin etkisini akledemiyorlar. Halbuki bu mesele her konuya girer. Hatta haktan sapan her grubun diğer akideleri ve ilimleri de bundan etkilenir. Lakin bugünki yaygın cehalet ve dünyevi işleri yüceltme düşüncesi toplumların aklına baskın gelmiştir. Bu ise hak ile bâtıl arasında ayrım yapmamak olan münafıklığın ta kendisidir.

Bu yüzden Kitaba, sünnete ve salih selefe muhalefet eden; Mu’tezile, Cehmiyye, Rafiziyye, Eşariyye, Maturidiyye, Sufiyye, Hariciyye, Mürcie ve her türlü sapıklık fırkalarını reddeden selefîleri bu yeni Tefvizciler en büyük düşman olarak görür, fitnecilikle ve tekfircilikle itham ederler! Ama dünyevî maslahatları için akideleri en sapık gruplarla dahi iyi geçinirler! Çünkü selefiler gariplerdir, onların ellerinde dünyevî imkânlar yoktur!

Selefî bir davetçi olarak Fethullah Gülen’e reddiye verdiğimde yalnız kalmıştım, kendisini selefiliğe nispet edenler dahi bana karşı çıktılar, fitne çıkarmakla suçladılar. Hatta “Onların ilahlarına sövmeyin” uyarısı yapacak kadar şaşkın ve ahlâksız kimselere muhatap oldum!

Bu ithamları yapan davetçilerle özel görüşmeler yapıp kendilerine Selef’in reddiye menhecine dair delilleri arz ettiğimde, beni fitne çıkarmakla suçlayan bu şahısların; “Hükümet onların ellerinde” diyerek mazeret sunduklarını görünce, bu münafıkların da aslında bahsettiğim yeni Tefviz mezhebinin sevgisini içmiş olduklarına şahit oldum!

Sonra ne oldu herkes biliyor, hükümet ile Fethullah Gülen taraftarlarının arası dünyevi maslahatlarının çakışması sebebiyle açılınca, beni fitne çıkarmakla ve “Onların ilahlarına sövmekle” itham eden şaşkınlar, Fetö’ye tekfir dolu serbest yaylım atışına geçtiler!

Eskiden “Küfür tek millettir” diye bir sloganik cümle vardı, şimdi bu yeni Tefviz mezhebi ile “Bid’at ehli tek millettir” diyesim geliyor. Nitekim seleften birisi buna benzer bir söz söylemiş, “Bütün bid’at fırkaları Haricilerdir” demiştir. Yani hepsinin de sünnetin dışına çıkmış olduklarını kastediyordu.

Selefin Vâkıfe mezhebi hakkındaki konumunu, bu yeni tefviz mezhebiyle karşılaştırarak düşünün! Vakıfe mezhebi, “Kur’an Allah’ın kelamıdır” derler ama “Mahluk mudur, değil midir” bu konuda söz söylemezlerdi. Yani Kur’an’ın mahluk olmadığı ifadesini açıkça ifade etmezlerdi. Bu sapık vâkıfîler, zamanında Ehl-i Sünnetin İmamı olan Ahmed b. Hanbel rahimehullah’ı Haricilikle itham ediyorlardı! Çünkü İmam Ahmed, sıfatlar konusunda muhalefetin küfür olduğunu söylüyordu! Demek ki her grubun varisleri var!


Uyarı: Bu yeni tefviz mezhebi mensupları özetle, bid'at ehlinin bid'at ehli olduğunu söylemeye karşı çıkarlar, onlara reddiye verilmesinden rahatsız olurlar, dünya maslahatları için her grupla iyi geçinmeyi din edinirler, bu münafıkça bir sapık yol tutuştur, bu ayrı. Burada kastedilen, bu yeni tefvizcilerden olmamak için bid'ate veya hataya düşmüş herkesi tekfir etmek değildir! Bilakis ilmî meseleleri ilmin ehli olanlar, kendi çerçevesi içerisinde değerlendirirler, muayyen şahıslara hükümler de ehli olan imamlara bırakılır. Çünkü bu işin ehli olanlar onlardır, Allah bize emaneti ehline tevdi etmemizi emreder. 

Bir de haddi tecavüz etmiş diğer bazı ahlâksız, İslam edebinden uzak cahil hevâ ehli vardır ki, bunlar ehli olmadıkları halde alimleri ve müslümanları tekfir etmeyi savunmakta, tekfir etmeyenleri de tekfir etmek gerektiğini söylemektedirler! Bu da sadece hevasını ilah edinmiş kimselerden sadır olabilecek ayrı bir şuursuz, şeytanî harekettir!

Orta yolu korumak vazifedir, lakin bu Allah'ın merhamet ettikleri dışındakilere çok zordur.

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)