Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

8 Eylül 2025 Pazartesi

Salim b. Abdillah b. Ömer Radıyallahu anhum’dan İttiba Dersi

 Sencer b. Abdillah’ın tertip ettiği Musnedu’ş-Şafii’de (1023) şöyle denilmiştir: “Bize Sufyan haber verdi, o Amr b. Dinar’dan, o Salim b. Abdillah’tan, o babasından, o Ömer b. el-Hattab radıyallahu anh’den şöyle dediğini rivayet etti:

إِذَا رَمَيْتُمُ الْجَمْرَةَ وَذَبَحْتُمْ وَحَلَقْتُمْ فَقَدْ حَلَّ لَكُمْ كُلُّ شَيْءٍ حَرُمَ عَلَيْكُمْ إِلَّا النِّسَاءَ وَالطِّيبَ قَالَ سَالِمٌ وَقَالَتْ عَائِشَةُ أَنَا طَيَّبْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لِإِحْرَامِهِ قَبْلَ أَنْ يُحْرِمَ وَلِحِلِّهِ بَعْدَ أَنْ رَمَى الْجَمْرَةَ وَقَبْلَ أَنْ يَزُورَ الْبَيْتَ قَالَ سَالِمٌ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ وَسُنَّةُ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَحَقُّ أَنْ تُتَّبَعَ

“Cemre’yi taşladığınız, kurban kestiğiniz ve traş olduğunuz zaman size ihram yasaklarından kadın ve koku dışında her şey helal olur.” Salim rahimehullah dedi ki: “Aişe radıyallahu anha da şöyle dedi:

“Ben Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ihramı için ihrama girmeden önce ve ihramdan çıkmasından önce cemreyi taslamasından sonra ve ziyaret tavafından önce koku sürerdim.” Salim dedi ki:

“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünneti uyulmaya daha layıktır.”

Salim b. Abdillah b. Ömer radıyallahu anhum, Ömer b. el-Hattab radıyallahu anh’ın torunudur ve Medine’nin yedi fakihinden biridir. Dedesinden, onuncu günde cemreyi taşlayan, kurban kesen ve traş olan kimseye kadınlar ve koku dışında bütün ihram yasaklarının kalktığına dair fetvayı naklediyor. Yani kadınlar ve kokulanma beyti tavaf edince ona helal olur.

Sonra Salim rahimehullah, Aişe radıyallahu anha’dan, dedesi Ömer radıyallahu anh’ın fetvasına muhalif haberi, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in tavaftan önce yani taşlamadan, kurbandan ve traştan sonra koku süründüğünü rivayet ediyor.  

Aişe radıyallahu anha’dan bunu merfu olarak rivayet eden başka kimse bilmiyorum. Sonra Salim rahimehullah diyor ki: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünneti uyulmaya daha layıktır.”

Yani Aişe radıyallahu anha’nın rivayet etmiş olduğu ve dedesi Ömer radıyallahu anh’e gizli kalan sünnet, Ömer radıyallahu anh’ın bütün üstünlüğüne rağmen, uyulmaya daha layıktır.

Şayet Salim rahimehullah birine taassup gösterecek olsaydı elbette dedesi Ömer radıyallahu anh’a taassup eder ve onu taklid ederdi. O raşid halifelerin ikincisidir ve Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ile Ebu Bekr radıyallahu anh’den sonra bu ümmetin en üstünüdür!

Şayet burada başkası olsaydı, Aişe radıyallahu anha’nın sözünü tercih eder ve dedesinin makamını korumak için onun fetvasından hiç bahsetmezdi! Lakin Salim rahimehullah inşaallah kıyamet gününe kadar kalacak olan ittibaya dair bir ders vermeyi murad etmiştir.

Son zamanlarda insanların birçoğu delile ittibâ etmemek konusunda bir genişlik olduğunu zannediyorlar! Durum böyle değildir! Bilakis delile ittiba vaciptir!

Neden ecir konusunda zahid davranırlar bilinmez, hâkim (yönetici veya kadı) ictihad edip isabet ederse ona iki ecir, hata ederse bir ecir vardır. Bu, çaba gösteren müçtehid hakkındadır. Peki ya hak apaçık ortada iken onu terk eden ve yanlışa taasup için cehd edenin durumu ne olur?

İnsanlardan kimisi zor olan ameli tercih etmenin gaye olduğunu, bunun dışına ancak müçtehid sıfatına sahip kimsenin çıkabileceğini düşünüyor! Halbuki kişi, iki müçtehid arasında tercih yapmaktadır!

Delile ittibanın geneli, aslında müçtehide tabi olmak ve bir müçtehidin kavline karşı diğer bir müçtehidin kavlini tercih etmektir.

Fıkhı bilen ve bunun derslerini yapan kimseler bilirler ki hakkında ihtilaf edilen meselelerin çoğunda meseleyi açıklığa kavuşturan hadis vardır. İlim talebelerinin geneli bunu anlar.

Bu konuda Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler, Allah’a itaat edin, Rasûl’e itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Bir şey hakkında çekişirseniz, Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız, onu Allah’a ve Rasûl’e götürün. İşte bu daha hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir.” (Nisa 59)

Meselelerde ihtilaf edilmiş ve sünnet aralarında hüküm vermiştir!

Evet, istidlal usullerini ve seleften gelen rivayetleri bilmeyen kimsenin delile ittiba edemeyeceği iddiası vardır. Delile ittiba edenin şaz olduğunun iddia edildiğini de görürsün! İhtilaf eden bu kimseler hazır olsalardı onlara delilin açıklanması gerekirdi, onlar sebebiyle delil terk edilmezdi!

Taassup ehli, eski zamanlarda da, şimdilerde de çoktur. Bazıları şöyle mugalatalar yapıyorlar: “O fakihler delile ittiba etmeyi amaçlamadılar mı?”

Denilir ki: Hadis ehlinin fakihleri delile ittibayı amaçlamışlar ve usullerinde ittifak etmişlerdir. Lakin aralarında kendilerine bazı sünnetlerin ulaşmadığı kimseler olabilir, bu yüzden delile aykırı fetva vermiş olabilir. Mesela Ömer b. el-Hattab radıyallahu anh, sahabe ve tabiinin fakihleri, kendilerine ulaşmayan delil sebebiyle ona aykırı fetva verebilmişlerdir. Bu konuda şüphesiz mazurdurlar.

İnsanlardan bazıları fıkhın delillerinin başlangıçlarından veya: “Her müçtehid hakka isabet etmiştir” sözünden etkileniyorlar. Bu bizim zamanımızda çokça dile getirilen bâtıl bir şüphedir. İnsaf ile değerlendirenlere göre ihtilaf edilen birçok meselelerde hak apaçık ortadadır.

Hadise dair Kutub-u Sitte kitapları bu mana üzere yazılmışlar, insanların ihtiyacı olan meselelerin genelini hadisin beyan edip çözüm sunduğunu ortaya koymuşlardır. Re’y ehli ve kelamcıların aksine olarak, insanların ihtilaf ettikleri şeylerde hakka ulaşmayı kolaylaştırmışlardır.

Nitekim İmam Buhârî, Raf’ul-Yedeyn cüzünde (102) sanki mezhebine taassup göstererek sünneti terk edenleri kastederek şöyle demiştir:

عَنْ سَالِمِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ قَالَ ‌‌‌سُنَّةُ ‌رَسُولِ ‌اللَّهِ صلى الله عليه وسلم أَحَقُّ أَنْ ‌تُتَّبَعَ

“Salim b. Abdillah radıyallahu anhuma şöyle derdi: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünneti uyulmaya daha layıktır!”

Kelamcıların ve Sufilerin Dine Karşı Çiftestandartlı Ortak Konumları

Ebû Dâvûd Sunen’inde (2042) dedi ki: biz Ahmed b. Salih tahdis etti, dedi ki: Ali b. Abdillah b. Nafi’ye okudum, dedi ki: bana İbn Ebi Zi’b haber verdi, o Said el-Makburi’den, o Ebu Hureyre radıyallahu anh’den, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet etti:

لا تجعلوا بيوتكم قبورا ولا تجعلوا قبري عيدا وصلوا علي فإن صلاتكم تبلغني حيث كنتم

Evlerinizi kabirler kılmayın. Kabrimi de bayram yeri edinmeyin. Bana salat edin. Zira nerede olsanız salatınız bana tebliğ edilir.”

İlme nispet edilenler arasında bu hadisin iki şekilde yorumlanması yaygındır:

Birinci yorum: Sufilerin genelinin yorumudur ki, onlara göre manası şudur: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem kabrinin bayram edinilmesinden yasaklıyor, yani “Kabrimi bayram gibi senenin sadece bazı günlerinde gelinen yer edinmeyin. Bilakis her gün gelin” demektir” diyorlar.

Bu yorum şekli, mevlid kandilinin yasaklanmasını gerektirir. Çünkü mevlid kandili, kutlayanlar için yılın sadece bir günü yahut “Kutlu doğum haftası” yapanlara göre yılın sadece bir haftasında kutlanmaktadır. Onların bu kutlama günlerinde; Kur’ân okumak, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e salavat getirmek gibi, müslümanların her gün yapmaları gereken taatlerden bahsettiklerini görürsün!

Çoğunluğunda ise eğlencelerle kutlama yapma galip gelmiştir!

İkinci yorum: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e salat etmek için kabrine gidip gelmenin yasaklanmasıdır. Hadisin devamındaki: “Nerede olsanız salatınız bana tebliğ edilir” sözü de buna delalet etmektedir.

Bu, bir mekanın salat etmek için tahsis edilmesinden yasaklamadır. Yine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e salat için belli bir zamanı tahsis etmek de böyledir.

Ebu Ya’la Musned’inde (469) dedi ki: Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe tahdis etti, dedi ki: bize Zeyd b. el-Hubab tahdis etti, dedi ki: bize Zul-Cenaheyn radıyallahu anh’ın torunlarından Ca’fer b. İbrahim tahdis etti, dedi ki: bize Ali b. Ömer tahdis etti, o babasından, o Ali b. el-Huseyn rahimehullah’tan şöyle rivayet etti:

أنه رأى رجلا يجيء إلى فرجة كانت عند قبر النبي فيدخل فيها فيدعو فنهاه فقال ألا أحدثكم حديثا سمعته من أبي عن جدي عن رسول الله قال لا تتخذوا قبري عيدا ولا بيوتكم قبورا فإن تسليمكم يبلغني أينما كنتم

“Ali b. el-Huseyn rahimehullah bir adamın Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in kabrinde bulunan bir açıklığa gelerek oradan girdiğini ve dua ettiğini gördü. Bunun üzerine onu yasakladı ve dedi ki:

“Size babamdan işittiğim, onun dedem’den (Ali b. Ebi Talib radıyallahu anh’den) rivayet ettiği hadisi rivayet edeyim mi: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

Kabrimi bayram edinmeyin! Evlerinizi de kabirler kılmayın. Zira selamınız nerede olsanız bana tebliğ edilir.”

Gerçekte kutlama yapanlar dindarlığı çirkinleştirdikleri gibi sevgi kavramını da çirkinleştirmektedirler! Zira insanların çoğu hafif ve kolay bir din istemektedirler. Onlara sünnetten ve sünnete sarılmaktan bahsettiğinizde seni taassup, katılık, aşırılık, hatta teröristlik ile itham ederler!

Lakin kutlamalar, kasideler, tatlı dağıtmak, belirli şekillerde giyinmek gibi görüntüler ortaya koyduğunda kadınlar ve çocuklar bunu severler ve nefisler meyleder!

Sevgi iddiasında bulunanların çoğunun bu şekillerde davrandıklarını görürsün! Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den sabit olan, sakalı serbest bırakmak ve izarın boyunu kısaltmak gibi hak ve vacip olan sünnetleri ise görmezden gelirler! Hatta onların çoğunun misvak gibi açık faydaları olan sünnetlerden de yüz çevirdiğini görürsün.

Onların alim geçinenlerinin, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e çokça salat etmenin bereketinin bulunduğu hadis kitaplarından yüz çevirdiklerini de görürsün. Şayet bu kitaplara bakıyorsa da ancak icazet almak veya teberrük için bakar! Çekişilen konularda Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e muhakeme olmak için değil! Onlara göre bu kitaplar ancak mutlak müçtehidin çözebileceği tılsımlardır!

Onların tasavufçu geçinenleri tarikatinin virdlerine, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den sabit olan zikirlerden daha çok hırs gösterir!

Onlardan birinin üzerinde güya Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in terliğinin timsali bulunan bir takke giydiğini görürsün, lakin izarını sarkıtmıştır ve sakalı ya traşlı, ya kısaltılmıştır!

Hatta onlardan birçoğunun zahirdeki sünnetlerden nefret ettiğini görürsün! Bu sünnetlere hırs gösteren birini gördüklerinde de ona “Vahhabi” derler! Nitekim bazı ahmak sufi şeyhleri, kadınların peçelerini çıkarmalarını emredrek: “O Vahhabi âdetidir” diyorlar!

Onların usulü; haberi vahid olduğu gerekçesiyle Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine muhakeme olmamak üzerine kuruludur! Hatta onların büyükleri, laiklerle münazarasında, akide konusunda ahad haberleri kabul etmemesiyle övünmektedir! Sünnetin geneli ahad haberlerdir!

  Peki onlar Kur’ân’ı kabul ediyorlar mı sanıyorsunuz? Onların nezdinde şu beyit meşhurdur:

وكل نص أوهم التشبيها … أوله أو فوض ورم تنزيهاً

“Teşbih düşündüren her nassı te’vil et veya tenzih için tevfiz et.”

Nas; Kur’an ve sünnette ifade edilen şeyler demektir. Bunları teşbih düşündüren şeyler sayıyorlar! Bu yüzden zahirinden tahrif ediyorlar veya o nas hiç gelmemiş gibi muamele ediyorlar! “Nas ile gelenler ve mutevatir naslarda bâtıl bulunmaz”  demiyorlar, bilakis Yunanlardan aldıkları tenzih kavramıyla Kitap ve Sünnet üzerine hükmetmeye kalkıyorlar!

 Bundan sonra da uydurdukları bu sapmış “sevgi” anlayışı üzerine, dine ters düşen şeyler bina ediyorlar!

Açılıp Saçılma ve Taciz İkilemi

 Sıkça sorulan soru şu: Neden bazı dindarlar, sanki tacizciyi haklı çıkarıyormuş ya da suçu hafifletiyormuş gibi, her taciz olayında açılıp saçılma ve giyimden bahsetmekte ısrar ediyorlar?

Cevap: Aslında durum tam tersinedir. Zira taciz olayları açılıp saçılmanın zararının hafife alındığını göstermektedir. Nitekim birçok laiklere göre namus suçları hakkında konuşmak, mutlak olarak gayri meşru ilişkileri haklı çıkarmaya sebep olmaktadır.

Hakikatte taciz, Müslümanlar tarafından da, kâfirler tarafından da ittifakla kötülenmektedir. Birçok kimse taciz suçu işleyen kimsenin cezalandırılması ve hatta hadım edilmesi konusunda rahatça konuşurken, hırsızın elinin kesilmesi hakkında konuşmayı ise şiddetle reddetmektedir!

Lakin açılıp saçılma konusu ihtilaf alanıdır! Feministler ve Liberaller kadının giyim şeklinin mutlak olarak kişisel özgürlük olduğunu söylüyorlar. Toplumun birçok fertleri bu düşünceden etkilenmektedir! Bu fikirlerin yayıldığını ancak kör inkar eder! Bu yüzden tacizciler ve yapılanları görmezden gelmeye çağıranlar kötülenmekle beraber, bu olayların bahsi geçen sapkın düşüncelere teşvik için istismar edilmesinin de önünü kesmek gerekir.

Aklı başında olan herkesin bildiği üzere akılları aydınlatan Kur’ân ve sünnet nasları, açılıp saçılma ile günahkârların kadına tamah etmesi arasındaki alakaya işaret etmektedir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

Ey Nebî’nin hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer sakınıyorsanız, çekici bir eda ile konuşmayın; sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır. Güzel söz söyleyin” (Ahzab 32)

Rabbinin emrine aykırı davranarak çekici eda ile sözü yumuşatan kadına, kalbinde hastalık bulunan fasıklar tamah eder. Böylece bu fasık adamların kötülenmesi gibi, Allah’ın emrine aykırı davranan bu kadın da kötülenmeyi hak eder.

Toplumda hiç fasık adamlar yokmuş gibi konuşmak veya tacizden koruyan, ama karşılıklı rızaya dayalı zina ilişkilerinden ve zinanın mukaddimelerinden korumayan kanunlar bulunmasından bahsetmek, asla uygulaması olmayan, ütopik bir konuşma olur. Hakikatte böyle bir konuşma asla tacizleri sona erdiren köklü bir konuşma olmaz!

İnsanlar sadece tacizciye ve açılıp saçılan kadına odaklanıyorlar da, açılıp saçılmak sebebiyle eziyet veren kadına karşı nefsini kötülükten engelleyen tarafı unutuyorlar!

Kadının açılıp saçılması sebebiyle eziyete uğrayan, fakat iffetinden dolayı bir kötülükten nefsini engelleyen kimseler bu konunun gerçek mazlumları değiller midir?

Neo Mufevvida/Muasır Sapıkların Çıkardıkları Yeni Tevfiz Mezhebi!

 Tefviz; Allah Azze ve Celle’nin sıfatları hakkında gelen nasları zahir manasından tenzih etmekle beraber sadece lafızlarına iman eden bir mezheptir. Mesela “el ile kastedilen kudrettir” demezler, ama derler ki: “Allah’ı el sıfatının zahirinden tenzih ederiz, kudreti ise başka bir nas ile ispat ederiz.” Bu bir hiledir.

Bu yüzden Mufevvida tefvizi sadece hoşlarına gitmeyen naslar hakkında uygularlar, ilim veya kudret sıfatlarını tefviz etmezler. Bilakis Allah Azze ve Celle’ye layık olan şekilde ispat ederler.

Meleklerin kanatlarını, kalemi, levhi, mizanı, havzı veya cennette olan şeyleri tefviz etmezler, bütün bunların hakikatine iman ederler.

Bu eski tefviz (Mufevvida) mezhebidir. Muasır olan yeni tefvizciler ise kültürlü geçinenler ve ilim talebeleri arasında yayılmıştır. Bu tefviz, hakkında ihtilaf edilen ilmî meseleleri küçümseme ve daha önemli şeylerle meşgul olma iddiası üzerine kuruludur. Kişinin Ehl-i Sünnet akidesi veya bid’at ehlinin akidesi üzerine olmasını umursamazlar.

Özetle bu mezhebin mensubu der ki: “Dinin, akidenin sahih olup olmaması önemli değil, önemli olan yaşadığım hayattır”

Bu kimseler Allah hakkındaki akidenin sahih olmasını önemsemez, onun önemsediği şey ahlâkî, siyasî, iktisadî, toplumsal meselelerdir. Veya ortak düşmana karşı durmaktır!

Bu yeni tefviz mezhebi, tarih boyunca var olan fırkaların alimlerini zayıf ihtilaflar çıkarmakla, birbirlerini tekfir etmek veya sapık saymakla suçlarlar.

Gaybe imanın, ibadet meselesi olduğunu hafife alırlar. Hâlbuki Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e: “Amellerin en üstünü hangisidir?” diye sorulduğu zaman “Allah’a imandır” buyurmuş, sonra hac, cihad gibi amelleri zikretmiştir.

Allah’a imanın mertebeleri vardır. İman eden herkes arasında ortak olan icmalî iman, sahih olan tafsilî (ayrıntılı) imandan etkisi bakımından farklıdır.

Gaybe iman her zaman için vaciptir. Vacip ya da mustehap kısımlarıyla bunun etkisi gidişatta görülür. Allah’ın nuzul ettiğine iman vaciptir, ama seherlerde gece namazıyla veya namaz dışında bağışlanma dilemek mustehaptır.

Meleklerin mü’minler için bağışlanma dilediklerine, mizana, havza iman vaciptir. Ancak bu hakikatlere göre amel etme konusunda iman edenlerin arasında farklar vardır.

Bu yeni tefviz mezhebi ise aslında sahih akidenin kalbe ve gidişata etkisinin, bozuk akidenin etkisi gibi olduğu şeklindeki görüşlerini içlerinde saklamaktadırlar! Ümmetin ihtilaflarının vahiyle giderilmesini kabul etmiyorlar! Allah Azze ve Celle’yi sahih delillerle bilmeyi gaye edinmezler! Bilakis hazır olan dünyevî maslahatları veya ümmetin kalkınmasına hizmet etmeyi gaye edinirler! Onların talep ettikleri şey bunlardır, lakin gaybe iman mutlak olarak faydalıdır, başka bir şey için amaç değildir. Bilakis kendisi bir amaçtır ve bunun faydaları vardır.

 İnsanlardan kimi dini, dünyanın mamur olması için bir vesile olarak görür. Bu düşünceye bütün dünyevi kazançları din için kullanmaktan zevk alır. Bu yeni tefvizciler de bu düşünceye meyletmişlerdir. Hakikatte ise dünya, ahiretin yoludur.

Bu yeni mezhebe göre bâtıl akideler, ancak siyasi alandaki faaliyetlere aykırı ise kötülenirler. Selef ise Allah’ın ezelî ilmini inkar eden Kaderiye’yi kötülemişler ve tekfir etmişlerdir. Halbuki bu fırkanın insanların dünyalarına bir zararları yoktu.

Bu yeni tefviz mezhebi, eski mufevvidadan da tehlikelidir! Çünkü insanların çoğu Allah’ın sıfatlarına sahih şekilde iman etmenin etkisini ve buna muhalif olan akidelerin etkisini akledemiyorlar. Halbuki bu mesele her konuya girer. Hatta haktan sapan her grubun diğer akideleri ve ilimleri de bundan etkilenir. Lakin bugünki yaygın cehalet ve dünyevi işleri yüceltme düşüncesi toplumların aklına baskın gelmiştir. Bu ise hak ile bâtıl arasında ayrım yapmamak olan münafıklığın ta kendisidir.

Bu yüzden Kitaba, sünnete ve salih selefe muhalefet eden; Mu’tezile, Cehmiyye, Rafiziyye, Eşariyye, Maturidiyye, Sufiyye, Hariciyye, Mürcie ve her türlü sapıklık fırkalarını reddeden selefîleri bu yeni Tefvizciler en büyük düşman olarak görür, fitnecilikle ve tekfircilikle itham ederler! Ama dünyevî maslahatları için akideleri en sapık gruplarla dahi iyi geçinirler! Çünkü selefiler gariplerdir, onların ellerinde dünyevî imkânlar yoktur!

Selefî bir davetçi olarak Fethullah Gülen’e reddiye verdiğimde yalnız kalmıştım, kendisini selefiliğe nispet edenler dahi bana karşı çıktılar, fitne çıkarmakla suçladılar. Hatta “Onların ilahlarına sövmeyin” uyarısı yapacak kadar şaşkın ve ahlâksız kimselere muhatap oldum!

Bu ithamları yapan davetçilerle özel görüşmeler yapıp kendilerine Selef’in reddiye menhecine dair delilleri arz ettiğimde, beni fitne çıkarmakla suçlayan bu şahısların; “Hükümet onların ellerinde” diyerek mazeret sunduklarını görünce, bu münafıkların da aslında bahsettiğim yeni Tefviz mezhebinin sevgisini içmiş olduklarına şahit oldum!

Sonra ne oldu herkes biliyor, hükümet ile Fethullah Gülen taraftarlarının arası dünyevi maslahatlarının çakışması sebebiyle açılınca, beni fitne çıkarmakla ve “Onların ilahlarına sövmekle” itham eden şaşkınlar, Fetö’ye tekfir dolu serbest yaylım atışına geçtiler!

Eskiden “Küfür tek millettir” diye bir sloganik cümle vardı, şimdi bu yeni Tefviz mezhebi ile “Bid’at ehli tek millettir” diyesim geliyor. Nitekim seleften birisi buna benzer bir söz söylemiş, “Bütün bid’at fırkaları Haricilerdir” demiştir. Yani hepsinin de sünnetin dışına çıkmış olduklarını kastediyordu.

Selefin Vâkıfe mezhebi hakkındaki konumunu, bu yeni tefviz mezhebiyle karşılaştırarak düşünün! Vakıfe mezhebi, “Kur’an Allah’ın kelamıdır” derler ama “Mahluk mudur, değil midir” bu konuda söz söylemezlerdi. Yani Kur’an’ın mahluk olmadığı ifadesini açıkça ifade etmezlerdi. Bu sapık vâkıfîler, zamanında Ehl-i Sünnetin İmamı olan Ahmed b. Hanbel rahimehullah’ı Haricilikle itham ediyorlardı! Çünkü İmam Ahmed, sıfatlar konusunda muhalefetin küfür olduğunu söylüyordu! Demek ki her grubun varisleri var!


Uyarı: Bu yeni tefviz mezhebi mensupları özetle, bid'at ehlinin bid'at ehli olduğunu söylemeye karşı çıkarlar, onlara reddiye verilmesinden rahatsız olurlar, dünya maslahatları için her grupla iyi geçinmeyi din edinirler, bu münafıkça bir sapık yol tutuştur, bu ayrı. Burada kastedilen, bu yeni tefvizcilerden olmamak için bid'ate veya hataya düşmüş herkesi tekfir etmek değildir! Bilakis ilmî meseleleri ilmin ehli olanlar, kendi çerçevesi içerisinde değerlendirirler, muayyen şahıslara hükümler de ehli olan imamlara bırakılır. Çünkü bu işin ehli olanlar onlardır, Allah bize emaneti ehline tevdi etmemizi emreder. 

Bir de haddi tecavüz etmiş diğer bazı ahlâksız, İslam edebinden uzak cahil hevâ ehli vardır ki, bunlar ehli olmadıkları halde alimleri ve müslümanları tekfir etmeyi savunmakta, tekfir etmeyenleri de tekfir etmek gerektiğini söylemektedirler! Bu da sadece hevasını ilah edinmiş kimselerden sadır olabilecek ayrı bir şuursuz, şeytanî harekettir!

Orta yolu korumak vazifedir, lakin bu Allah'ın merhamet ettikleri dışındakilere çok zordur.

7 Eylül 2025 Pazar

Allah'ın Yukarıda Oluşunu Kabul Etmeyenler İle Kabirlere Tapınma Arasındaki İlişki

 Allah alemin ne içindedir, ne dışındadır” diyenler bugün kabirlere bağlanıyorlar. Avamı bu konuda fitneye düşürenler; Allah’ın zatıyla semalar üzerinde oluşunu kabul etmeyen Cehmiyye, Maturidiyye, Eş’ariyye, Mu’tezile meşrepki felsefeci ve kelamcılardır.

Bu yüzden onların hallerine bakan şöyle demekten kendisini alamaz: “Allah’ın semada oluşunu inkar ediyorlar, bu yüzden kalplerini yerin içinde olanlara bağlıyorlar!” Bu apaçık bir hüsrandır!

İbn Teymiyye, Beyanu Telbisi’l-Cehmiyye’de (3/783) şöyle demiştir: “Selef, Cehmiyye’nin şöyle dediklerini zikrederler: “Onlar “Allah’ın arşın üzerinde değildir, O herhangi bir mekanda değildir.” derler.” Bazen: “Her yerdedir” derler. Onlardan kimisi şöyle der: “O vardır, zatının sonu yoktur” Böylece onu yaratılmış varlıklardan kılarlar veya varlığın kendisi olduğunu söylerler. Bazen “Asla bir mekanda değildir, alemin ne içinde, ne dışındadır” derler. Böylece O’nu var olmayan şeyler gibi kılarlar. Onlar sürekli şirk koşma ile ta’til (yok sayma) arasında bir tereddüt içindedirler. Ya mahlûklar gibi kılarlar yahut var olmayan şey gibi kılarlar. Birinci türden olanlar onların abidleri ve tasavvufçularıdır. İkinci türden olanları ise âlimleri ve kelamcılarıdır.”

Evet, İbn Teymiyye rahimehullah’ın dediği gibi, tasavvufçuların sapık olanları Vahdeti Vücuda inanırlar, bütün mahlukatın Allah’ın kendisi olduğuna inanırlar. Dolayısıyla ölülerden medet istemek hatta putlara tapmak bile onlara göre şirk sayılmaz!

Nitekim İbn Arabi’ye nispet edilen kitaplarda güya demiş ki: “Mekke’li müşrikler sadece putlara ibadet ettikleri için yanlış yaptılar, şayet herşeyin Allah olduğunu kabul etselerdi müşrik olmayacaklardı”(!) İbn Arabi gibi ilim ve zeka sahibi bir zat gerçekten böyle bir saçmalığı dile getirmiş midir, uzak ihtimal. Lakin İbn Arabi’ye nispet edilen bu kitaplardaki ifadeleri gulat Sufiler benimsemekte ve itikad etmektedirler!

Diğer sınıf; Eş’ari ve Maturidilerin de dahil olduğu kelamcıların zındık olanları, Allah’ın semaların üzerinde, arşının üzerinde oluşunu kabul etmeyip, “Ne yerdedir, ne göktedir” diyerek yokluğun tanımına sokuyorlar! Dolayısıyla onların da ölülerden medet isteme, istigasede bulunmayı şirk görmüyor olmaları, hatta sufilerin rabıtasını savunmaya geçmeleri, Allah’ın isim ve sıfatları konusundaki bozuk inançlarından kaynaklanmaktadır.

5 Eylül 2025 Cuma

Yasaklanan Ruhbanlık ve Tebettül (Kendini İbadete Verme)

 Ebu Hafs Amr b. Ali – Muhammed b. Sabit el-Abdî el-Basrî – Ebu Galib - Ebu Umâme radıyallahu anh yoluyla: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

تَزَوَّجُوا فَإِنِّي مُكَاثِرٌ بِكُمُ النَّبِيِّينَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَلَا تَكُونُوا كَرْهَبَانِيَةِ النَّصَارَى

Evlenin. Zira ben kıyamet gününde peygamberlere sizin çokluğunuzla övüneceğim. Hristiyan rahipleri gibi olmayın.”[1]

İbn Curayc – Meymûn Ebu’l-Mugallis - Ebu Necîh es-Sulemî radıyallahu anh yoluyla: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim:

مَنْ قَدَرَ عَلَى أَنْ يَنْكِحَ فَلَمْ يَنْكِحْ فَلَيْسَ مِنَّا

Evlenmeye gücü yettiği halde evlenmeyen bizden değildir.”[2]

Haris’in rivayetinde Ebu Nuceyh es-Sulemi, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den işittiğini tasrih etmiştir. Böylece onun sahabe oluşu sabit olmuş, Mürsel olma şüphesi kalkmıştır.

Ebu’l-Abbas el-Kantarî – Adem – el-Heysem b. Adiy b. Abbad el-Minkarî, İbn Cebele ve Ali b. Zeyd b. Cud’an’ın yeğeni Ebu’l-Velid – Ali b. Zeyd b. Cud’an – Said b. el-Museyyeb – Osman b. Maz’un radıyallahu anh yoluyla:

شَكَوْتُ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ حَدِيثَ النَّفْسِ وَمَا أَلْقَى مِنْهَا فَقُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنِّي كَرِهْتُ أَنْ أُحْدِثَ شَيْئًا حَتَّى أُوَامِرَكَ وإنَّ نَفْسِي تُحَدِّثُنِي بِالاخْتِصَاءِ قَالَ مَهْلا يَا عُثْمَانُ إِنَّ اخْتِصَاءَ أمَّتي الصَّوم وَالصَّلاةُ قُلْتُ وَتُحَدِّثُنِي نَفْسِي بالترهُّب فِي الْجِبَالِ قَالَ مَهْلا يَا عُثْمَانُ فَإِنَّ ترهُّب أمَّتي الْجُلُوسُ فِي الْمَسَاجِدِ انْتِظَارًا لصَلاةٍ قَالَ قُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ وَتُحَدِّثُنِي نَفْسِي بِالسِّيَاحَةِ قَالَ مَهْلا يَا عُثْمَانُ فَإِنَّ سِيَاحَةَ أُمَّتِي الحجُّ وَالْعُمْرَةُ وَالْجِهَادُ فِي سَبِيلِ اللَّهِ قَالَ قُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ وَتُحَدِّثُنِي نَفْسِي أَنْ أَخْرُجَ مِمَّا أَمْلِكُ فَقَالَ مَهْلا يَا عُثْمَانُ أَمْسِكْ مَالَكَ تَرْحَمِ الْمِسْكِينَ وَالْيَتِيمَ وَالْفَقِيرَ فَتُطْعِمُهُ كلَّ يَوْمٍ فَذَاكَ أَفْضَلُ قَالَ قُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ فَتُحَدِّثُنِي نَفْسِي أَنْ أطلِّق خَوْلَةَ فَقَالَ مَهْلا يَا عُثْمَانُ فَإِنَّ هِجْرَةَ أُمَّتِي مَنْ هَاجَرَ إِلَيَّ وَأَنَا حَيٌّ أَوْ زَارَ قَبْرِي أَوْ مَاتَ يَوْمَ يَمُوتُ وَلَهُ امْرَأَةٌ أَوِ امْرَأَتَانِ أَوْ ثَلاثٌ أَوْ أَرْبَعُ قَالَ قُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ أَمَا إِذْ نَهَيْتَنِي عَنِ الطَّلاقِ فإنَّ نَفْسِي تُحَدِّثُنِي أَنْ لَا أَغْشَى أَهْلِي أَبَدًا قَالَ مَهْلا يَا عُثْمَانُ فَإِنَّهُ لَيْسَ مِنْ أُمَّتِي عبدٌ يَغْشَى أَهْلَهُ أَوْ مَا مَلَكَتْ يَمِينُهُ فَلَمْ يُصِبْ فِي وَقْعَتِهِ تِلْكَ وَلَدًا إِلا كَانَ لَهُ وصيفٌ فِي الْجَنَّةِ وَإِنْ أَصَابَ وَلَدًا فَمَاتَ وَلَدُهُ قَبْلَهُ أَوْ بَعْدَهُ كَانَ لَهُ فَرَطًا فِي الْجَنَّةِ فَإِنْ مَاتَ قَبْلَ أَنْ يَبْلُغَ الْحُلُمَ كَانَ رَحْمَةً لَهُ وَشَفَاعَةً يَوْمَ الْقِيَامَةِقَالَ قُلْتُ وَتُحَدِّثُنِي نَفْسِي أَنْ لَا آكُلَ اللَّحْمَ أَبَدًا فَقَالَ مَهْلا يَا عُثْمَانُ فَإِن أكل اللَّحْم يجبني وَلَوْ وَجَدْتُهُ كُلَّ يَوْمٍ لأَكَلْتُهُ وَلَوْ سَأَلْتُ رَبِّي لأَطْعَمَنِيهِ قُلْتُ وَتُحَدِّثُنِي نَفْسِي أَنْ لَا أمسَّ الطِّيبَ أَبَدًا فَقَالَ مَهْلا يَا عُثْمَانُ فَإِنَّ جِبْرِيلَ أَمَرَنِي بِالطِّيبِ غَبًّا وَأَمَّا الْجُمُعَةُ فَلا مَتْرَكَ لَهَا يَا عُثْمَانُ لَا ترغبنَّ عَنْ سنَّتي فَمَنْ رَغِبَ عَنْ سنَّتي ثُمَّ لَمْ يَتُبْ حَتَّى يَمُوتَ ضَرَبَتِ الْمَلائِكَةُ وَجْهَهُ عَنْ حَوْضِي

“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e içimden geçen düşünceleri şikâyet ettim. Dedim ki: “Ey Allah’ın rasulü! Sana danışmadan bir şey yapmak istemiyorum. İçimden hadımlaşmak geçiyor.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Yavaş ol ey Osman! Ümmetimin hadımlığı oruç tutmak ve namaz kılmaktır.” Dedim ki: “Ey Allah’ın rasulü! İçimden dağlarda ibadete çekilip rahipleşmek geçiyor.” Buyurdu ki:

Yavaş ol ey Osman! Ümmetimin rahipliği mescidlerde namazı bekleyerek oturmaktır.” Dedim ki: “Ey Allah’ın rasulü! İçimden seyahat etmek geçiyor.” Buyurdu ki:

Yavaş ol ey Osman! Ümmetimin seyahati hac, umre ve Allah yolunda cihaddır.” Dedim ki: “Ey Allah’ın rasulü! İçimden mal varlığımı elimden çıkarmak geçiyor.” Buyurdu ki:

Yavaş ol ey Osman! Malını elinde tut, yoksula, yetime, fakire merhamet et ve her gün yemek yedir, bu daha üstündür.” Dedim ki: “Ey Allah’ın rasulü! İçimden eşim Havle’yi boşamak geçiyor.” Buyurdu ki:

Yavaş ol ey Osman! Muhakkak ki ümmetimin hicreti ben hayatta iken bana hicret etmek veya kabrimi ziyaret etmektir. Yahut kişinin öldüğü gün bir, iki, üç veya dört eşinin olmasıdır.” Dedim ki: “Ey Allah’ın rasulü! Beni boşanmaktan yasakladığına göre içimden bir daha eşimle ilişkiye girmemek geçiyor.” Buyurdu ki:

Yavaş ol ey Osman! Ümmetimden eşiyle yahut cariyesiyle ilişkiye girip de bundan bir çocuk meydana gelmeyen hiçbir kul yoktur ki onun cennette bir hizmetçisi olmasın. Eğer çocuğu olur da kendisinden önce veya sonra ölürse cennette onun öncüsü olur. Eğer buluğa ermeden ölürse ona bir rahmet ve kıyamet gününde şefaat vesilesi olur.” Dedim ki: “İçimden bir daha et yememek geçiyor.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Yavaş ol ey Osman! Muhakkak ki et yemek benim hoşuma gider. Şayet hergün et bulsam onu yerim. Şayet rabbimden isteseydim bana hergün et yedirirdi.” Dedim ki: “İçimden asla güzel koku sürünmemek geçiyor.” Buyurdu ki:

Yavaş ol ey Osman! Muhakkak ki Cibril bana günaşırı koku sürünmeyi emretti. Cuma günü koku sürünmek ise terk edilemez. Ey Osman! Sünnetimden yüz çevirme! Kim sünnetimden yüz çevirir ve tevbe etmeden ölürse melekler onu havzımdan uzaklaştırmak için yüzüne vururlar.”[3]

El-Kasım b. Abdillah b. Ömer b. Hafs b. Asım b. Ömer b. el-Hattab – Ubeydullah b. Ömer - Ali b. Zeyd b. Cud’an - Said b. el-Museyyeb rahimehullah yoluyla:

جاءَ عثمانُ بنُ مظعونٍ إلى رسولِ اللهِ صلى الله عليه وسلم فقالَ يا رسولَ اللهِ غَلبَني حديثُ النفسِ فلم أُحبَّ أَن أحدِثَ شيئاً حتى أَذكُرَه لكَ فقالَ رسولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم وما تُحدِّثُكَ نفسُكَ به يا عثمانُ؟ قالَ تُحدِّثُني نَفسي أَن أَختَصيَ فقالَ مهلاً يا عثمانُ فإنَّ خِصاءُ أُمتي الصيامُ قالَ يا رسولَ اللهِ فإنَّ نَفسي تُحدِّثُني بأَن أَترهَّبَ في رُؤوسِ الجبالِ قالَ مهلاً يا عثمانُ فإنَّ تَرهُّبَ أُمتي الجلوسُ في المساجدِ وانتظارُ الصلاةِ بعدَ الصلاةِ قالَ يا رسولَ اللهِ فإنَّ نَفسي تُحدِّثُني أَن أَسيحَ في الأرضِ قالَ مهلاً يا عثمانُ فإنَّ سِياحَةَ أُمتي الغزوُ في سبيلِ اللهِ والحجُّ والعمرةُ قالَ يا رسولَ اللهِ فإنَّ نَفسي تُحدِّثُني بأَن أُخرِجَ مالي كلَّه قالَ مهلاً يا عثمانُ فإنَّ صَدَقَتَكَ يوماً بيومٍ وتكُفَّ نفسَكَ وعيالَكَ وترحمَ المسكينَ واليتيمَ وتُطعمَه أفضلُ مِن ذلكَ قالَ يا رسولَ اللهِ فإنَّ نَفسي تُحدِّثُني بأنْ أُطلِّقَ خولةَ امرأَتي قالَ مهلاً يا عثمانُ فإنَّ هجرَةَ أُمتي مَن هَجَرَ ما حرَّمَ اللهُ عليهِ وهاجَرَ إليَّ في حَياتي أو زارَ قَبري بعدَ مَوتي أو ماتَ وله امرأَتانِ أو ثلاثٌ أو أربعٌ قالَ يا رسولَ اللهِ فإنَّ نَفسي تُحدِّثُني بأَن لا أَغشاها قالَ مهلاً يا عثمانُ فإنَّ الرجلَ المسلمَ إذا غَشيَ أهلَه فإنْ لم يكنْ مِن وَقعتِهِ تلكَ ولدٌ كانَ له وصيفٌ في الجنةِ وإنْ كانَ له مِن وَقعتِهِ تلكَ ولدٌ فماتَ قبلَه كانَ له فَرَطاً وشفيعاً يومَ القيامةِ وإنْ ماتَ بعدَه كانَ له نوراً يومَ القيامةِ قالَ يا رسولَ اللهِ، فإنَّ نَفسي تُحدِّثُني أَن لا آكُلَ اللحمَ قالَ مهلاً يا عثمانُ فإنِّي أحبُّ اللحمَ وآكُلُه إذا وجدتُه ولو سألتُ ربِّي عزَّ وجلَّ أَن يُطعِمَنيهِ في كلِّ يومٍ لأَطعَمَنيهِ قالَ يا رسولَ اللهِ صلى الله عليه وسلم فإنَّ نَفسي تُحدِّثُني أَن لا أمسَّ الطِّيبَ قالَ مهلاً يا عثمانُ فإنَّ جبريلَ عليه السلامُ أمَرَني بالطِّيبِ غِبّاً ويومَ الجمعةِ لا مَتْرَكَ له يا عثمانُ لا تَرغَبْ عن سُنَّتي فمَن رغبَ عن سُنَّتي ثم ماتَ قبلَ أَن يَتوبَ صَرفَت الملائكةُ وجهَهُ عن حَوْضِي

“Osman b. Ma’zun radıyallahu anh Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e geldi ve dedi ki: “Ey Allah’ın rasulü! İçimden geçen bazı düşünceler bana galip geldi, onları sana söylemeden bir şey yapmak istemiyorum.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

İçinden ne geçti ey Osman?” Dedi ki: “İçimden hadım olmak düşüncesi geçti.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Yavaş ol ey Osman! Ümmetimin hadımlığı oruç tutmaktır.” Dedi ki: “Ey Allah’ın rasulü! İçimden dağ başlarında ruhbanlık etme düşüncesi geçiyor.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Yavaş ol ey Osman! Ümmetimin rahipliği (ibadete çekilmesi) mescidlerde oturup bir namazdan sonra diğer namazı beklemektir.” Dedi ki: “Ey Allah’ın rasulü! İçimden yeryüzünde seyahat etmek düşüncesi geçti.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Yavaş ol ey Osman! Ümmetimin seyahati Allah yolunda savaşmak, hac ve umredir.” Dedi ki: “Ey Allah’ın rasulü! İçimden bütün malımı çıkarmak düşüncesi geçti.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Yavaş ol ey Osman! Günlük olarak sadaka vermen, kendini ve aileni koruman, yoksula ve yetime merhamet edip doyurman bundan üstündür.” Dedi ki: “Ey Allah’ın rasulü! İçimden eşim Havle’yi boşamak düşüncesi geçti.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Yavaş ol ey Osman! Ümmetimin hicreti Allah’ın haram kıldığı şeyleri terk eden, ben hayatta iken bana hicret eden, ölümümden sonra kabrimi ziyaret eden yahut iki, üç veya dört hanımı olduğu halde ölen kimseninkidir.” Dedi ki: “Ey Allah’ın rasulü! İçimden eşimle cinsel ilişkiye girmemek geçiyor.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Yavaş ol ey Osman! Müslüman kişi eşiyle ilişkiye girdiği zaman bundan dolayı çocuk meydana gelmese bile cennette onun için bir hizmetçi olur. Eğer çocuğu olur da kendisinden önce ölürse kıyamet gününde onun öncüsü ve şefaatçisi olur. Eğer kendisinden sonra ölürse kıyamet gününde kendisi için bir nur olur.” Dedi ki: “Ey Allah’ın rasulü! İçimden et yememe düşüncesi geçti.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki;

Yavaş ol ey Osman! Ben eti severim ve bulduğumda yerim. Şayet rabbimden bana her gün yedirmesini isteseydim elbette bana onu hergün yedirirdi.” Dedi ki: “Ey Allah’ın rasulü! İçimden güzel koku sürünmeme düşüncesi geçti.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Yavaş ol ey Osman! Muhakkak ki Cibril aleyhi's-selâm bana günaşırı koku sürünmeyi emretti. Cuma günleri koku sürünmek ise terk edilmez. Muhakkak onu ben de sana emrediyorum ey Osman! Sünnetimden yüz çevirme! Kim sünnetimden yüzçevirir ve tevbe etmeden ölürse melekler onun yüzünü havzımdan çevirirler.”[4]

Ahmed b. Yunus – Abbad b. Kesir – Ali b. Zeyd b. Cud’an – Said b. el-Museyyeb rahimehullah yoluyla benzer rivayette şu ziyade vardır:

أنه قال يا رسول الله! إن نفسي تحدثني أن أخرج من جميع ما أملك؟ قال مهلاً يا عثمان صدقةٌ على اليتيم والمسكين والأرملة فكذلك حتى يأتيك الموت

“Osman b. Maz’un radıyallahu anh dedi ki: “Ey Allah’ın rasulü! İçimden sahip olduğum herşeyi elimden çıkarmak geçiyor.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Yavaş ol ey Osman! Sana ölüm gelinceye kadaryetime, yoksula ve dul kadınlara sadaka ver.”[5]

Ali b. Zeyd b. Cud’ân rahimehullah bu rivayette tek kalmamıştır. Birçok tarikten şahitleri sabit olmuştur:

Muhammed b. Fudayl – Muhammed b. İsmail b. Ebi Fudeyk – Mukrik b. Kaz’a – Said b. el-Museyyeb rahimehullah yoluyla:

جاء عثمان بن مظعون إلى رسول الله صلى الله عليه وسلم وقال يا رسول الله غلبني حديث النفس ولا أحب أن أحدث شيئاً حتى أذكر لك قال صلى الله عليه وسلم وَمَا تُحَدِّثُكَ نَفْسُكَ يَا عُثْمَانُ؟ قال تحدثني أن أخصي نفسي قال مَهْلاً يَا عُثْمَانُ فَإِنَّ إِخْصَاءَ أُمَّتِي الصِّيَامُ قال يا رسول الله إن نفسي تحدثني أن أترهب في رؤوس الجبال فقال مَهْلاً يَا عُثْمَانُ فَإِنَّ تَرْهِيبَ أُمَّتِي الجُلُوسُ فِي المَسَاجِدِ لانْتِظَارِ الصَّلَوَاتِ قال يا رسول الله فإن نفسي تحدثني أن أسيح في الأرض؟ قال مَهْلاً يَا عُثْمَانُ: فَإِنَّ سِيَاحَةَ أُمَّتِي الغَزْوُ فِي سَبِيلِ الله وَالحَجُّ وَالعُمْرَةُ قال فإن نفسي تحدثني أن أخرج من مالي كله؟ قال مَهْلاً يَا عُثْمَانُ فَإِنَّ صَدَقَتَكَ يَوْماً بِيَوْمٍ وَتَكُفُّ نَفْسَكَ وَعِيَالَكَ وَتَرْحَمُ المَسَاكِينَ وَاليَتِيمَ أَفْضَلُ مِنْ ذلك فقال يا رسول الله فإن نفسي تحدثني أن أطلق خَوْلة فقال مَهْلاً يَا عُثْمَانُ فَإِنَّ الهِجْرَةَ فِي أُمَّتِي مَنْ هَجَرَ مَا حَرَّمَ الله أَوْ هَاجَرَ إِليَّ فِي حَيَاتِي أَوْ زَارَ قَبْرِي بَعْدَ وَفَاتِي أَوْ مَاتَ وَلَهُ امْرَأَةٌ أَوِ امْرَأَتَانِ أَوْ ثَلاثٌ أَوْ أَرْبَعٌ قال يا رسول الله فإن نهيتني أن أطلقها فإن نفسي تحدثني بأن لا أغشاها قال مَهْلاً يَا عُثْمَانُ فَإِنَّ الرَّجُلَ المُسْلِمَ إِذَا غَشِيَ أَهْلَهُ أَوْ مَا مَلَكَتْ يَمِينُهُ فَلَمْ يَكُنْ مِنْ وَقْعَتِهِ تِلْكَ وَلَدٌ كَانَ لَهُ وَصِيفاً فِي الجَنَّةِ وَإِنْ كَانَ مِنْ وَقْعَتِهِ تِلْكَ وَلَدٌ فَمَاتَ قَبْلَهُ كَانَ فَرَطاً وَشَفِيعاً يَوْمَ القِيامَةِ. فَإِنْ مَاتَ بَعْدَهُ كَانَ لَهُ نُوراً يَوْم القِيَامَةِ فقال يا رسول الله فإن نفسي تحدثني بأن لا آكل اللحم قال مَهْلاً يَا عُثْمَانُ فَإِنِّي أُحِبُّ اللَّحْمَ وَآكُلُهُ إِذَا وَجَدْتُهُ وَلَوْ سَأَلْتُ رَبِّي أَنْ يُطْعِمَنِيهِ فِي كُلِّ يَوْمٍ لأَطْعَمَنِيهِ قال يا رسول الله فإن نفسي تحدثني بأن لا أمسّ الطيب قال مَهْلاً يَا عُثْمَانُ فَإِنَّ جِبْرِيلَ أَمَرَنِي بَالطَّيِّبِ غبّاً غبّاً  وقال لا تَتْرُكْهُ يَا عُثْمَانُ لا تَرْغَبْ عَنْ سُنَّتِي فَمَنْ رَغِبَ عَنْ سُنَّتِي ثُمَّ مَاتَ قَبْلَ أَنْ يَتُوبَ صَرَفَتِ المَلاَئِكَةُ وَجْهَهُ عَنْ حَوْضِي يَوْمَ القِيَامَةِ

“Osman b. Maz’un radıyallahu anh Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e geldi ve dedi ki: “Ey Allah’ın rasulü! İçimden geçen düşünceler bana galip geldi ve sana anlatmadan bir şey yapmak istemedim.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

İçinden geçenler nedir ey Osman?” Dedi ki: “Kendimi hadım etme düşüncesi içimden geçti.” Buyurdu ki:

Yavaş ol ey Osman! Ümmetimin hadımlığı oruçtur.” Dedi ki: “Ey Allah’ın rasulü! İçimden dağ başlarında rahiplik etmek geçti.” Buyurdu ki:

Yavaş ol ey Osman! Muhakkak ki ümmetimin rahipliği mescidlerde oturup namazları beklemektir.” Dedi ki: “Ey Allah’ın rasulü! İçimden yeryüzünde seyahat etme düşüncesi geçti.” Buyurdu ki:

Yavaş ol ey Osman! Ümmetimin seyahati Allah yolunda savaşmak, hac ve umredir.” Dedi ki: “İçimden bütün malımı elimden çıkarmak geçti.” Buyurdu ki:

Yavaş ol ey Osman! Günlük olarak sadaka vermen, kendini ve aileni koruman, yoksullara ve yetime merhamet etmen bundan üstündür.” Dedi ki: “Ey Allah’ın rasulü! İçimden eşim Havle’yi boşamak geçti.” Buyurdu ki:

Yavaş ol ey Osman! Muhakkak ki ümmetimde hicret Allah’ın haram kıldıklarından ayrılan veya hayatımda bana hicret eden, ölümümden sonra kabrimi ziyaret eden veya öldüğünde geride bir, iki, üç veya dört hanımını bırakanın yaptığıdır.” Dedi ki: “Ey Allah’ın rasulü! Beni onu boşamaktan yasakladığına göre içimden onunla ilişkiye girmemek geçiyor.” Buyurdu ki:

Yavaş ol ey Osman! Müslüman kişi hanımıyla veya cariyesiyle ilişkiye girdiği zaman bundan dolayı eğer çocuk olmazsa cennette onun için bir hizmetçi olur. Eğer çpcuk olur da kendisinden önce ölürse kıyamet gününde öncüsü ve şefaatçisi olur. Eğer kendisinden sonra ölürse kıyamet gününde kendisi için bir nur olur.” Dedi ki: “Ey Allah’ın rasulü! İçimden asla et yememek geçiyor.” Buyurdu ki:

Yavaş ol ey Osman! Zira ben eti severim ve bulduğumda yerim. Şayet rabbimden bana her gün et yedirmesini isteseydim yedirirdi.” Dedi ki: “Ey Allah’ın rasulü! İçimden güzel kokuya dokunmamak geçiyor.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Yavaş ol ey Osman! Cibril bana günaşırı güzel koku sürünmemi emretti. Onu terk etme! Ey Osman! Sünnetimden yüz çevirme! Kim sünnetimden yüz çevirir de tevbe etmeden ölürse kıyamet gününde melekler onun yüzünü havzımdan uzaklaştırmak için çevirirler.”[6]

Ebu Abdillah Muhammed el-Hakîm et-Tirmizî – Salih b. Muhammed - Hammad b. Abdirrahman – İdris b. Subayh el-Evdî – Said b. el-Museyyeb rahimehullah yoluyla:

جَاءَ عُثْمَان بن مَظْعُون إِلَى رَسُول الله صلى الله عَلَيْهِ وَسلم فَقَالَ يَا رَسُول الله غلبني حَدِيث النَّفس فَلم أحب أَن أحدث شَيْئا حَتَّى أذكر ذَلِك لَك فَقَالَ لَهُ النَّبِي صلى الله عَلَيْهِ وَسلم وَمَا تحدثك بِهِ نَفسك يَا عُثْمَان قَالَ تُحَدِّثنِي نَفسِي أَن أختصي فَقَالَ مهلا يَا عُثْمَان فَإِن خصاء أمتِي الصّيام إِلَى أَن قَالَ لَهُ رَسُول الله صلى الله عَلَيْهِ وَسلم يَا عُثْمَان لَا ترغب عَن سنتي وَمن رغب عَن سنتي فَمَاتَ قبل أَن يَتُوب ضربت الْمَلَائِكَة وَجهه عَن حَوْضِي يَوْم الْقِيَامَة

“Osman b. Maz’un radıyallahu anh Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e geldi ve dedi ki: “Ey Allah’ın rasulü! İçimden geçen düşünceler bana galip geldi. Sana anlatmadan bir şey yapmak istemedim.” Nebî sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

İçinden neler geçti ey Osman!” Dedi ki: “İçimden hadım olma düşüncesi geçti.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Yavaş ol ey Osman! Ümmetimin hadımlığı oruç tutmaktır…” Rivayetin sonunda Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ona şöyle buyurdu:

Ey Osman! Sünnetimden yüz çevirme! Sünnetimden yüz çevirip de tevbe etmeden ölenin yüzüne melekler kıyamet gününde vurarak havzımdan uzaklaştırırlar.”[7]

Rişdeyn b. Sa’d ve Ebu Muaviye Muhammed b. Hazım ed-Darir – Abdurrahman b. Ziyad b. En’um – Sa’d b. Mes’ud rahimehullah yoluyla:

أَنَّ عُثْمَانَ بْنَ مَظْعُونٍ أَتَى النَّبِيَّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ ائْذَنْ لَنَا بِالِاخْتِصَاءِ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَيْسَ مِنَّا مَنْ خَصَى وَلَا اخْتَصَى إِنَّ إِخْصَاءَ أُمَّتِي الصِّيَامُ فَقَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ ايْذَنْ لَنَا فِي السِّيَاحَةِ فَقَالَ إِنَّ سِيَاحَةَ أُمَّتِي الْجِهَادُ فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَقَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ ائْذَنْ لَنَا فِي التَّرَهُّبِ فَقَالَ إِنَّ تَرَهُّبَ أُمَّتِي الْجُلُوسُ فِي الْمَسَاجِدِ انْتِظَارَ الصَّلَاةِ

“Osman b. Ma’zun radıyallahu anh Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e geldi ve dedi ki: “Bizim için hadım olmamıza (kısırlaşmamıza) izin ver” Bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

Hadım olan ve kendisini hadım ettirenler bizden değildir. Ümmetimin hadımlığı oruç tutmaktır.” Dedi ki: “Ey Allah’ın rasulü! Bizim için seyahat etmemize izin ver” buyurdu ki:

Ümmetimin seyahati Allah yolunda cihad etmektir.” Dedi ki: “Ey Allah’ın rasulü! Bizim için ruhbanlığa (ibadete çekilmemize) izin ver.” Buyurdu ki:

Ümmetimin ruhbanlığı mescidlerde oturmak ve namazı beklemektir.”[8]

Abdurrahman b. Ziyad b. En’um el-İfrikî – Sa’d b. Mes’ud es-Sadefî ve Umare b. Gurab el- Yahsubî rahimehumallah yoluyla:

أَنَّ عُثمانَ بنَ مَظعونٍ أَتَى النَّبيَّ صَلى الله عَلَيه وسَلم فَقالَ يا رَسولَ الله إِنِّي لاَ أُحِبُّ أَن تَرَى امرَأَتي عَورَتي قالَ رَسولُ الله صَلى الله عَليه وسَلم ولِمَ؟ قالَ أَستَحيي مِن ذَلِكَ وأَكرَهُهُ قالَ إِنَّ اللهَ جَعَلَها لَكَ لِباسًا وجَعَلَكَ لَها لِباسًا وأَهلي يَرَونَ عَورَتي وأَنا أَرَى ذَلِكَ مِنهُم قالَ أَنتَ تَفعَلُ ذَلِكَ يا رَسولَ الله؟ قالَ نَعَم قالَ فَمِن بَعدِكَ فَلَمّا أَدبَرَ قالَ رَسولُ الله صَلى الله عَليه وسَلم إِنَّ ابنَ مَظعونٍ لَحَييٌّ سِتّيرٌ

“Osman b. Maz’un radıyallahu anh Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e geldi ve dedi ki: “Ey Allah’ın rasulü! Ben eşimin benim avretimi görmesini istemiyorum.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Neden?” Dedi ki: “Bundan utanıyorum ve istemiyorum.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Muhakkak ki Allah onu sana örtü kılmış ve seni de ona örtü kılmıştır. Benim eşlerim avretimi görürler, ben de onlarınkini görürüm.” Osman radıyallahu anh: “Sen de bunu yapıyor musun ey Allah’ın rasulü?” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:

Evet” buyurdu. Osman radıyallahu anh dedi ki: “Senden sonra kim yapmaz!” O gidince Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Muhakkak ki İbn Maz’un hayâ sahibi ve örtünmeyi seven biridir.”[9]

Muhammed b. İsmail b. Ebi Fudeyk – İbn Ebi Zi’b – İbn Şihab ez-Zuhrî rahimehullah yoluyla:

أَنَّ عُثمانَ بنَ مَظعونٍ أَرادَ أَن يَختَصي ويَسيحَ في الأَرضِ فَقالَ لَهُ رَسولُ الله صَلى الله عَليه وسَلم أَلَيسَ لَكَ فيَّ أُسوَةٌ حَسَنَةٌ؟ فَأَنا آتي النِّساءَ وآكُلُ اللَّحمَ وأَصومُ وأُفطِرُ إِنَّ خِصاءَ أُمَّتي الصّيامُ ولَيسَ مِن أُمَّتي مَن خَصَى أَو اختَصَى

“Osman b. Maz’un radıyallahu anh hadım olmak ve yeryüzünde seyahat etmek istedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ona buyurdu ki:

Bende senin için güzel örnek yok mu? Ben kadınlarla ilişkiye girerim, et yerim, bazı günler oruç tutar, bazı günler tutmam. Ümmetimin hadımlığı oruç tutmaktır. Hadım olan veya kendisinini hadım ettiren ümmetimden değildir.”[10]

ez-Zuhri – Said b. el-Museyyeb – Sa’d b. Ebi Vakkas radıyallahu anh yoluyla:

رَدَّ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَلَى عُثْمَانَ بْنِ مَظْعُونٍ التَّبَتُّلَ وَلَوْ أَذِنَ لَهُ لَاخْتَصَيْنَا

“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Osman b. Maz’un radıyallahu anh’ın tebettül (kendini ibadete verme) isteğini reddetti. Şayet ona izin verseydi elbette kendimizi hadım ederdik.”[11]

İbn Lehia ve İbn Vehb – Huyey b. Abdillah – Ebu Abdirrahman el-Hubulî – Abdullah b. Amr b. el-As radıyallahu anhuma yoluyla:

جَاءَ رَجُلٌ إِلَى رَسُولِ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ يَا رَسُولَ اللهِ ائْذَنْ لِي أَنْ أَخْتَصِيَ فَقَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ خِصَاءُ أُمَّتِي الصِّيَامُ وَالْقِيَامُ

“Bir adam Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e geldi ve dedi ki: “Ey Allah’ın rasulü! Hadım olmam için bana izin verir misin?” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Ümmetimin hadımlığı oruç tutmak ve gece namazıdır.”[12]

Ma’mer – Halid el-Hazzâ - Ebu Kılabe rahimehullah yoluyla:

أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَدَ رَجُلًا مِنْ أَصْحَابِهِ فَأَقَامَ عَلَيْهِ ثَلَاثًا ثُمَّ إِنَّ الرَّجُلَ جَاءَ فَقَالَ لَهُ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَيْنَ كُنْتَ؟ قَالَ رَأَيْتُ عُيَيْنَةَ - يَعْنِي عَيْنًا - فَتَبَتَّلْتُ عِنْدَهَا هَذِهِ الثَّلَاثَ فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَنْ تَبَتَّلَ فَلَيْسَ مِنَّا

“Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ashabından bir adamı göremedi. Üç gün sonra o adam geldi. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ona:

“Neredeydin?” dedi. Adam dedi ki: “Bir pınar gördüm ve onun yanında üç gün tebettül yaptım (ibadete çekildim).” Bunun üzerine Nebî sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Tebettül yapan bizden değildir[13]



[1] Hasen. Beyhaki (7/78) Ru’yanî Musned (1170) İbn Adiy (7/312) Deylemi (2289) el-Elbani es-Sahiha (1782)

[2] Sahih. Haris b. Ebi Usame Müsned (475) Darimi (2210) İbn Ebi Şeybe (3/453) Abdurrazzak (6/178) Hallal es-Sunne (1447, 1455) Ebu Davud Merasil (202) Beyhaki (7/78) Beyhakî Şuab (5095) Taberânî Mu'cemu'l-Kebîr (22/367) Taberânî Mu'cemu'l-Evsat (989) Dulabi el-Kuna (491) Haris’in rivayetinde Ebu Nuceyh es-Sulemi, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den işittiğini tasrih etmiştir. Böylece onun sahabe oluşu sabit olmuş, Mürsel olma şüphesi kalkmıştır.

[3] Hasen ligayrihi. Ebu’l-Ferac el-Muafa b. Zekeriya en-Nehravani el-Celisu’s-Salih (s.629) İsnadında Ali b. Zeyd b. Cud’an zayıftır. Said b. Museyyeb ile Osman b. Mazun radıyallahu anh arasında inkıta vardır.

[4] Zayıf. İbn Bişran Emali (1636) Ebu Ali İbn Himkan el-Hemedani Fevaidu’l-Ahbar (12) Hakîm et-Tirmizî Nevadiru’l-Usul (1606) İbnu’l-Cevzi Telbisu İblis (s.270) el-Kasım b. Abdillah el-Umerî metruktur. Ali b. Zeyd zayıftır.

[5] Zayıf. Hakîm et-Tirmizî Nevadiru’l-Usul (1607) Abbad b. Kesir metruk, Ali b. Zeyd zayıftır.

[6] Hasen ligayrihi. Ebu’l-Leys es-Semerkandî Bahru’l-Ulum (1/413)

[7] Hasen ligayrihi. İbn Beşkuval, ez-Zeyl Ala Havdi Kevser (s.149 no:77) Hammad b. Abdirrahman zayıf, İdris b. Subayh meçhuldür.

[8] Hasen ligayrihi. İbn Mubarek Zühd (845) Begavi Şerhu’s-Sunne (484) İbn Abdilberr et-Temhid (21/226) Huseyn el-Mervezi Ziyadatu’z-Zuhd (1106) Mürseldir.

[9] Mürsel. İbn Sad Tabakat (3/394) Hennad Zühd (1358) İsa b. Salim eş-Şaşi el-Begavi Cüz (107) Taberani’den naklen: Mecmau’z-Zevaid (4/294)

[10] Sahih ligayrihi. İbn Sad Tabakat (3/394) Belazuri Ensabu’l-Eşraf (10/254) el-Elbani es-Sahiha (1830)

[11] Sahih. Buhârî (5073-74) Muslim (1402) İbn Sa’d Tabakat (3/394)

[12] Sahih. Ahmed (2/173) Begavi Şerhu’s-Sunne (2238) Taberânî Mu'cemu'l-Kebîr (13/45) İbn Adiy el-Kamil (3/388) Elbani Sahihu’l-Cami (3228) es-Sahiha (1830)

[13] Mürsel. Abdurrazzak (7/150) Mamer b. Raşid Cami (1179)

4 Eylül 2025 Perşembe

Terk Edilmiş Vacip Şiar: Sarık! Te'lif: Ebu Muaz el-Çubukâbâdî

Sarık Sarmanın Vacip Şiarlardan Oluşu

Başı açmak İslam düşmanı olan Yahudi ve hristiyanların şiarlarından olduğu için, namazda da namaz dışında da onlara benzemek caiz değildir. 

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem muhayyer bırakıldığı konularda Mekke’li müşriklere muhalefet edip, Ehl-i Kitaba benzemeyi tercih ediyordu. Hatta saç tarama şeklinde bile böyle davrandığını İbn Abbas radıyallahu anhuma açıklamıştır.

Sarık sarma konusunda Mekke’li müşriklere muhalefet etmemesi, sarığın İslamda ikrar edilmiş olduğunun delilidir. Zira sarık arapların âdeti idi. Bu yüzden İslam Tarihinde Zımmî’lerin Müslümanlara benzememeleri için onlara sarık sarmak yasaklanmıştır.[1]

Ebu Bekr el-Kattan – Ahmed b. Yusuf es-Sulemî – Muhammed b. Yusuf el-Firyabi – Sufyan es-Sevri – Sevr b. Yezid – Halid b. Ma’dan rahimehullah yoluyla:

أَتَى النَّبِي بِثِيَاب مِنَ الصَّدَقَة فَقَسمهَا بَيْنَ أَصْحَابه فَقَالَ اعتموا خالفوا عَلَى الْأُمَم قبلكُمْ

“Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e zekât mallarından kumaşlar geldi. Bunları ashabı arasında taksim etti ve buyurdu ki:

Sarık sarın, sizden önceki ümmetlere muhalefet edin.”[2]

Bu hadis mürsel olup ravileri güvenilirdir. El-Elbani hadisin ravisi Muhammed b. Yusuf’un adını Muhammed b. Yunus şeklinde okuyarak onun el-Kedimî olduğunu zannetmiş ve rivayetin uydurma olduğuna hükmetmiştir.[3] Fakat Şuabu’l-İman kitabının bütün nüshalarında Muhammed b. Yusuf şeklinde geçmektedir ve o sika bir imam olan Muhammed b. Yusuf el-Firyabî’dir. Üstelik el-Kedimî, Sufyan es-Sevri’nin vefatından 20 sene sonra doğmuş olup, ondan rivayeti yoktur. Firyabi ise Sufyan’ın meşhur talebelerindendir ve “Haddesena Sufyan” şeklinde işitme sigasıyla rivayet etmiştir. Bu konuda el-Elbani açık bir yanılgıya düşmüştür.

İsmail b. Ayyaş – Safvan b. Amr – Halid b. Ma’dan ve Fudayl b. Fudale rahimehumallah yoluyla: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

أَكْرَمَ اللَّهُ عز وجل هَذِهِ ‌الْأُمَّةَ ‌بِالْعَمَائِمِ وَالْأَلْوِيَةِ

Allah Azze ve Celle bu ümmete sarıklarla ve sancaklarla ikramda bulunmuştur.”[4]

Muhammed b. Rebia – Ebu’l-Hasen el-Askalanî – Ebu Ca’fer Muhammed b. Rukane – babası Rukane radıyallahu anh yoluyla: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

فَرْقُ مَا بَيْنَنَا وَبَيْنَ الْمُشْرِكِينَ الْعَمَائِمُ عَلَى الْقَلَانِسِ

Bizimle müşrikler arasındaki fark kalensuveler (takkeler) üzerine sarılan sarıklardır.”[5]

Ebu Bekr İbn Lal – Muhammed b. Abdilvahid (b. Şazan) – İbrahim b. el-Huseyn (b. Diyzil) – Muslim b. İbrahim (el-Ferahidî) – Ömer b. Nebhan (el-Abdî) – Humeyd b. Hilal – İmran b. Husayn radıyallahu anhuma yoluyla: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

العمائمُ وقارٌ للمؤْمِن وعزٌّ لِلْعَربَ فإذا وَضَعَتْ العرَبُ عمائِمَهَا وضَعَتْ عِزَّهَا

Sarıklar mü’minin vakarı ve Arapların izzetidir. Araplar sarıkları bıraktıkları zaman izzetlerini bırakmış olurlar.”[6]

İsnadında Ömer b. Nebhan el-Abdî dışındaki ravileri sikadır. Ömer b. Nebhan hakkında sarih bir cerh sabit olmamıştır. Hadisi şahit ve mutabaata elverişlidir. Yahya b. Main dedi ki: “Ömer b. Nebhan salihu’l-hadistir.” Bezzar: “Meşhurdur” dedi.  Ebu Hatim ve Yakub b. Sufyan: “Zayıf” dediler. 

Sad b. Abdilhamid b. Ca’fer – Ebu Yahya Eymen b. Abdilgaffar el-Kelbî – el-Kelbî – Ebu Salih – İbn Abbas radıyallahu anhuma yoluyla: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

الْعَمَائِمُ ‌تِيجَانُ ‌الْعَرَبِ فَإِذَا وُضِعَتْ ذَهَبَ عِزُّهَا

Sarıklar Arapların taçlarıdır. Onu bıraktıkları zaman izzetleri gider.”[7]

İbn Ebi’z-Zerd – Attab b. Harb – Ubeydullah b. Ebi Humeyd – Ebu’l-Melih – İbn Abbas radıyallahu anhuma yoluyla: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

العمائِمُ تِيجَانُ العَربَ فإِذا وَضَعوا العَمَائِمَ وَضَعَ الله عِزَّهم

 Sarıklar Arapların taçlarıdır. Onu bıraktıkları zaman izzetleri gider.”[8]

Ukbe b. Amir radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

اعتموا تزدادوا حلما ووقارا فَإِذا تركت أمتِي الأعمة تركت عزها ووقارها

Sarık sarın hilminiz ve vakarınız artsın. Ümmetim onu terk ettiği zaman izzet ve vakarını terk etmiş olur.”[9]

Hilal b. Bişr – İmran b. Temmam – Ebu Cemre – İbn Abbas radıyallahu anhuma yoluyla: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

‌اعْتَمُّوا تَزْدَادُوا حِلْمًا

Sarık sarın, hilminiz arsın.”[10]

Malik b. Enes – İbn Şihab – Enes b. Malik radıyallahu anh yoluyla:

أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ دَخَلَ مَكَّةَ عَامَ الْفَتْحِ وَعَلَى رَأْسِهِ مِغْفَرٌ

“Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Fetih günü Mekke’ye başında miğfer olduğu halde girdi.”[11]

İbn Hibban dedi ki: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Mekke’nin fethinde Mekke’ye girdiği gün başında bir miğfer vardı ve üzerine siyah sarık sarmıştı. Cabir radıyallahu anh sarık gördüğünü söylemiştir. Enes radıyallahu anh de miğfer gördüğünü söylemiştir. Bu iki haber arasında zıtlık yoktur.”[12]

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Mekke’nin fethi gününde siyah bir sarık sarmış olduğuna dair rivayetler aşağıda zikredileceği üzere mütevatirdir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in migferi üzerine siyah sarık sarmış olması, sarığın vacip şiarlardan olduğunu göstermektedir:

Muaviye b. Ammar ed-Duhenî, Ammar ed-Duhenî, Hişam ed-Dustuvaî, Cami b. Ebi Raşid ve Hammad b. Seleme – Ebu’z-Zubeyr – Cabir b. Abdillah el-Ensarî radıyallahu anh yoluyla:

أَنَّ رَسُولَ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ دَخَلَ يَوْمَ فَتْحِ مَكَّةَ وَعَلَيْهِ عِمَامَةٌ سَوْدَاءُ

“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Mekke’nin fethi gününde Mekke’ye ihramsız olarak ve üzerinde siyah bir sarık olduğu halde girdi.”[13]

Abdurrahman b. Ebi’r-Rical ve Abdurrahman b. Ebi’l-Mevali – ez-Zuhrî – Enes radıyallahu anh yoluyla:

أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ دَخَلَ يَوْمَ فَتْحِ مَكَّةَ وَعَلَيْهِ عِمَامَةٌ سَوْدَاءُ

 “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Fetih günü Mekke’ye üzerinde siyah bir sarık olduğu halde girdi.”[14]

Abdulhamid – Hazim b. el-Huseyn – Yezid er-Rakaşî – Enes radıyallahu anh yoluyla:

دَخَلَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَوْمَ فَتْحِ مَكَّةَ وَعَلَيْهِ عِمَامَةٌ سَوْدَاءُ

“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Fetih günü Mekke’ye üzerinde siyah bir sarık olduğu halde girdi.”[15]

Musa b. Ubeyde – Abdullah b. Dinar – İbn Ömer radıyallahu anhuma yoluyla:

أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ دَخَلَ يَوْمَ فَتْحِ مَكَّةَ وَعَلَيْهِ عِمَامَةٌ سَوْدَاءُ

“Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Fetih günü Mekke’ye üzerinde siyah sarık olduğu halde girdi.”[16]

Muhammed b. Ubeydillah – Abbad b. Ebi Salih – babası Ebu Salih – Ebu Hureyre radıyallahu anh yoluyla:

دَخَلَ رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم ‌يَوْمَئِذٍ ‌وَعَلَيْهِ ‌عِمَامَةٌ ‌سَوْدَاءُ وَرَايَتُهُ سَوْدَاءُ وَلِوَاؤُهُ أَسْوَدُ

“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem o gün (Mekke’nin fethi günü) üzerinde siyah bir sarık olduğu halde girdi. Bayrağı da sancağı da siyah idi.”[17]

Ebu Usame – Musavir el-Verrak – Cafer b. Amr – Amr b. Hureys radıyallahu anh yoluyla:

رَأَيْتَ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عليه وسلم دخل مكة يَوْمَ الفتح وَعَلَيْهِ عِمَامَةٌ سَوْدَاءُ حَرَقَانِيَّة قَدْ أَرْخَى طَرَفَهَا بَيْنَ كَتِفَيْهِ

“Fetih günü Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i Mekke’ye girerken gördüm. Üzerinde siyah bir sarık vardı, ucunu da omuzları arasına sarkıtmıştı.”[18]

Sufyan ve Vekî – Musavir el-Verrak – Cafer b. Amr b. Hureys – babası Amr b. Hureys radıyallahu anh yoluyla:

أَنَّ رَسُولَ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ خَطَبَ النَّاسَ وَعَلَيْهِ عِمَامَةٌ سَوْدَاءُ

“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem insanlara hutbe verirken üzerinde siyah bir sarık vardı.”[19]

Sarığın Ucunu Sarkıtmak

Sarık sarmak ve ucunu sarkıtmak hakkında Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den hem kavlî emir ve teşvik, hem de fiilî sünnet varid olmuştur:

Ebu Usame – Musavir el-Verrak – Cafer b. Amr – Amr b. Hureys radıyallahu anh yoluyla:

كَأَنِّي أَنْظُرُ إِلَى رَسُولِ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَلَى الْمِنْبَرِ وَعَلَيْهِ عِمَامَةٌ سَوْدَاءُ قَدْ أَرْخَى طَرَفَيْهَا بَيْنَ كَتِفَيْهِ

“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e bakıyor gibiyim: Minber üzerinde, başında siyah bir sarık vardı ve iki ucunu omuzları arasına sarkıtmıştı.”[20]

Ubeydullah b. Ömer – Nafi - İbn Ömer radıyallahu anhuma yoluyla:

كَانَ النَّبِيُّ صلى الله عليه وسلم إِذَا اعْتَمَّ سَدَلَ عِمَامَتَهُ بَيْنَ كَتِفَيْهِ قَالَ نافع وَكَانَ ابْنُ عُمَرَ يَفْعَلُ ذَلِكَ

“Nebî sallallahu aleyhi ve sellem sarık sardığında ucunu omuzları arasına sarkıtırdı.” Nafi dedi ki: İbn Ömer radıyallahu anhuma da böyle yapardı.”[21]

Ebu Ma’şer el-Berrâ – Halid el-Hazzâ - Ebu Abdisselam rahimehullah yoluyla::

سَأَلْتُ ابْنَ عُمَرَ كَيْفَ كَانَ النَّبِيُّ صلى الله عليه وسلم يَعْتَمُّ؟ قَالَ كَانَ يُدِيرُ الْعِمَامَةَ عَلَى رَأْسِهِ وَيَغْرِزُهَا مِنْ وَرَائِهِ وَيُرْسِلُ لَهَا ذُؤَابَةً بَيْنَ كَتِفَيْهِ

“İbn Ömer radıyallahu anhuma’ya Nebî sallallahu aleyhi ve sellem sarığı nasıl sarardı?” diye sordum. Dedi ki:

“Başı üzerinden dolandırır, ucunu arkasından geçirir, iki omuzu arasından sarkıtırdı.”[22]

el-Haccac b. Rişdeyn – Muaviye b. Salih – Ebu Ukbe - Sevban radıyallahu anh yoluyla:

أَنَّ النَّبِيَّ صلى الله عليه وسلم كَانَ إِذَا اعْتَمَّ أَرْخَى عِمَامَتَهُ بَيْنَ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِهِ

“Nebî sallallahu aleyhi ve sellem sarık sardığı zaman sarığının ucunu önünden ve arkasından sarkıtırdı.”[23]

el-Heysem b. Humeyd ve Halid b. Yezid b. Ebi Malik – Hafs b. Gaylan ve Yezid b. Ebi Malik – Atâ b. Ebi Rabah – İbn Ömer radıyallahu anhuma yoluyla:

ثُمَّ أَمَرَ عَبْدَ الرَّحْمَنِ بْنَ عَوْفٍ أَنْ يَتَجَهَّزَ لِسَرِيَّةٍ أَمَّرَهُ عَلَيْهَا فَأَصْبَحَ قَدِ اعْتَمَّ بِعِمَامَةِ كَرَابِيسَ سَوْدَاءَ فَدَعَاهُ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَنَقَضَهَا فَعَمَّمَهُ وَأَرْسَلَ مِنْ خَلْفِهِ أَرْبَعَ أَصَابِعَ ثُمَّ قَالَ هَكَذَا يَابْنَ عَوْفٍ فَاعْتَمَّ فَإِنَّهُ أَعْرَبُ وَأَحْسَنُ

“Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Abdurrahman b. Avf radıyallahu anh’e orduğu hazırlamasını emretti ve onu başlarına emir tayin etti. Sabah Abdurrahman radıyallahu anh siyah pamuklu bir sarık sarmıştı. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem onu çağırdı, sarığını çözdü, tekrar sarıp sarığın ucunu arkasından dört parmak sarkıttı ve şöyle buyurdu:

İşte böyle sarık sar ey İbn Avf! Bu daha hoş ve daha güzeldir.”[24]

Ebu Hariz Sehl el-Medenî - İbn Şihab ez-Zuhrî – Urve – Aişe radıyallahu anha yoluyla:

عَمَّمَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عَبْدَ الرَّحْمَنِ بْنَ عَوْفٍ وَأَرْخَى لَهُ أَرْبَعَ أَصَابِعَ وَقَالَ إِنِّي لَمَّا صَعِدْتُ إِلَى السَّمَاءِ رَأَيْتُ أَكْثَرَ ‌الْمَلَائِكَةِ ‌مُعْتَمِّينَ

“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Abdurrahman b. Avf radıyallahu anh’e sarık sardı ve arkasından dört parmak sarkıttı. Buyurdu ki:

Semaya çıkarıldığımda meleklerin çoğunluğunu sarıklı gördüm.”[25]

Yahya b. Osman el-Mısrî – Muhammed b. el-Ferac el-Haşimî – İsa b. Yunus – Malik b. Migvel – Nafi – İbn Ömer radıyallahu anhuma yoluyla: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

عَلَيْكُمْ بِالْعَمَائِمِ فَإِنَّهَا سِيمَاءُ الْمَلَائِكَةِ وَأَرْخُوا لَهَا خَلْفَ ظُهُورِكُمْ

Sarıkları sarmalısınız. Zira o meleklerin simâsıdır. Ucunu da arkanızdan sırtınıza sarkıtın.”[26]

Yahya b. Osman saduktur. Muhammed b. el-Ferac ise Haşimoğullarının azatlısıdır. İmam Ahmed’in komşusudur. Saduktur. Muslim onunla hüccet getirmiştir. Yahya b. Osman’ın ondan rivayeti sabittir. Muhammed b. el-Ferac’ın da rivayette bulunduğu İsa b. Yunus; İbn Ebi İshak es-Sebiî’dir, sikadır. Diğer ravileri güvenilirdir. Bu isnad hasendir.

Zehebî, İbn Merduye’nin İntika’sında Muhammed b. el-Ferac’ın nispesini “el-Mısrî” olarak zikretmesi sebebiyle onun meçhul olduğunu zannetmiş ve bu haberin münker olduğuna hükmetmiştir. İbn Hacer ve Şeyh el-Elbani de ona tabi olmuşlardır. Ancak Taberani’nin Mu’cem’inden naklettiğim gibi, Muhammed b. el-Ferac’ın nispesi el-Haşimî’dir ve o maruf bir ravidir. Ubade b. Samit radıyallahu anh’den gelen rivayet de bunun şahididir.

İsa b. Yunus – el-Ahvas b. Hâkim – Halid b. Ma’dan - Ubâde b. Samit radıyallahu anh yoluyla: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

عَلَيْكُمْ بِالْعَمَائِمِ فَإِنَّهَا سِيمَاءُ الْمَلَائِكَةِ وَأَرْخُوا لَهَا خَلْفَ ظُهُورِكُمْ

Sarıklar sarmalısınız. Zira o meleklerin simâsıdır. Ucunu da arkanızdan sırtınıza sarkıtın.”[27]

İsnadında el-Ahvas b. el-Hakîm hafızası bakımından eleştirilmiştir. Yahya b. Said ve başkaları onu sika görmüşlerdir. İbn Ammar: “Salih” demiştir. Darekutni: “Eğer ondan rivayet eden sika birisi ise, rivayetine itibar edilir” demiştir. Bu hadisi el-Ahvas’tan; sika bir ravi olan İsa b. Yunus rivayet etmiştir. Şahit olmaya elverişlidir.

Abdulaziz el-Uveysî – Ali b. Ebi Ali el-LehebÎ – Cafer b. Muhammed – babası – dedesi – Ali b. Ebi Talib radıyallahu anh yoluyla:

أنَّ النَّبيَّ صلى الله عليه وسلم عَمَّمَ عَلِيَّ بْنَ أَبِي طَالِبٍ بِيَدِهِ ورتب الْعِمَامَةَ مِنْ وَرَائِهِ وَمِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ ثُمَّ قَالَ لَهُ النَّبيُّ صلى الله عليه وسلم (أدبر فَأَدْبَرَ ثُمَّ قَالَ لَهُ أَقْبِلْ فَأَقْبَلَ عَلَى أَصْحَابِهِ فَقَالَ النَّبيُّ صلى الله عليه وسلم هَكَذَا تَكُونُ تِيجَانُ الْمَلائِكَةِ

“Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Ali b. Ebi Talib radıyallahu anh’e kendi eliyle sarık sardı, ucunu da arkasından ve önünden sarkıttı. Sonra Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ona:

Arkanı dön” dedi, döndü, “Önünü dön” buyurdu ve ashabına dönerek buyurdu ki:

Meleklerin tacları bu şekilde olur.”[28]

Müslümanlar İle Müşrikler Arasında Fark Sarığın Ucunu Sarkıtmaktır

Ebu’l-A’la – Muhammed b. es-Sabbah ed-Dulabi – İsmail b. Zekeriyya – Abdullah b. Busr – Hakîm el-Ahvas yoluyla:

دَعَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عَلِيًّا فَعَمَّمَهُ بِعِمَامَةٍ سَوْدَاءَ ثُمَّ أَرْخَاهَا بَيْنَ كَتِفَيْهِ مِنْ خَلْفِهِ فَقَالَ هَكَذَا فَاعْتَمُّوا فَإِنَّ ‌الْعَمَائِمَ ‌حَاجِزٌ ‌بَيْنَ ‌الْمُسْلِمِينَ وَالْمُشْرِكِينَ وَهِيَ سِيمَاءُ الإِسْلامِ

“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Ali radıyallahu anh’ı çağırdı, ona siyah bir sarık sarıp arkasından iki omuzu arasına ucunu sarkıttı ve şöyle buyurdu:

Bu şekilde sarık sarın. Zira sarıklar müslümanlar ile müşrikler arasında ayırıcı bir İslam alametidir.”[29]

Ebu’r-Rebi el-Eş’as b. Said es-Semman – Abdullah b. Busr - Ebu Raşid el-Hubrani - Ali radıyallahu anh yoluyla:

عَمَّنِي رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَوم غَدِيرِ خُمٍّ  بِعِمَامَةٍ سَدَلَهَا خَلْفِي ثُمَّ قَالَ إِنَّ اللَّهَ تَعَالَى أَيَّدَنِي يَوْمَ بَدْرٍ وَحُنَيْنٍ بِمَلَائِكَةٍ يَعْتَمُّونَ هَذِهِ الْعِمَامَةَ وَقَالَ إِنَّ الْعِمَامَةَ حَاجِزَةٌ بَيْنَ الكفر والإيمان وَرَأَى رَجُلًا يَرْمِي بِقَوْسٍ فَارِسِيَّةٍ فَقَالَ ارْمِ بِهَا ثُمَّ نَظَرَ إِلَى قَوْسٍ عَرَبِيَّةٍ فَقَالَ عَلَيْكُمْ بِهَذِهِ ‌وَأَمْثَالِهَا ‌وَرِمَاحِ الْقَنَا فَإِنَّ بِهَذِهِ يُمَكِّنُ اللهُ لَكُمْ فِي الْبِلَادِ وَيُؤَيِّدُ لَكُمْ فِي النَّصْرِ

“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Gadir Hum günü bana bir sarık sardı ve ucunu arkamdan sarkıttı. Sonra buyurdu ki:

Muhakkak ki Allah beni Bedir’de ve Huneyn’de bu şekilde sarık sarmış meleklerle destekledi. Muhakkak ki sarık iman ile küfrün arasını ayırandır.” Bir adamın İran yayı ile ok attığını gördü ve buyurdu ki:

Onu bırak!” Sonra bir Arap yayı gördü ve buyurdu ki:

Size bunun gibi yay ve oklarla atış yapmak gerekir. Zira Allah bununla size beldeleri mümkün kılar ve yardımla sizi destekler.”[30]

Ali b. Hişam – Eş’as b. Said – Abdullah b. Busr – Ebu Raşid – Ali radıyallahu anh yoluyla şu lafızla rivayet etti:

إِنَّ الْعِمَامَةَ ‌حَاجِزَةٌ ‌بَيْنَ ‌الْمُسْلِمِينَ ‌وَالْمُشْرِكِينَ

Muhakkak ki sarık, Müslümanlarla müşrikler arasındaki ayırıcıdır.”[31]

Muhammed b. Osman b. Ebi Şeybe – Sufyan b. Bişr - İsmail b. Ayyaş – Abdullah b. Busr – Abdurrahman b. Adiy el-Bahranî – kardeşi Abdula’lâ yoluyla

أن رسول الله صلى الله عليه وسلم دعا علي بن أبي طالب فعممه وأرخى عذبة العمامة من خلفه ثم قال هكذا فاعتموا! فإن العمامة سيما الإسلام وهي ‌حَاجِزَةٌ ‌بَيْنَ ‌الْمُسْلِمِينَ ‌وَالْمُشْرِكِينَ

“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Ali b. Ebi Talib radıyallahu anh’ı çağırdı ve ona sarık sarıp sarığın ucunu arkasına sarkıttı. Sonra buyurdu ki:

Bu şekilde sarık sarın! Zira sarık İslam görüntüsüdür. O müslümanlarla müşriklerin ayırıcısıdır.”[32]

Hişam b. Ammar – Yahya b. Hamze – Ebu Ubeyde el-Humusî – Abdullah b. Busr yoluyla:

بَعَثَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَلِيًّا إِلَى خَيْبَرَ فَعَمَّمَهُ بِعِمَامَةٍ سَوْدَاءَ ثُمَّ أَرْسَلَهَا من وَرَائه أَن قَالَ عَلَى كَتِفِهِ الْيُسْرَى ثُمَّ خَرَجَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَتْبَعُ الْجَيْشَ وَهُوَ متوكىء على قَوْسٍ فَمَرَّ بِهِ رَجُلٌ يَحْمِلُ قَوْسًا فَارِسِيَّةً فَقَالَ أَلْقِهَا فَإِنَّهَا مَلْعُونَةٌ مَلْعُونٌ مَنْ يَحْمِلُهَا عَلَيْكُمْ بِالْقَنَا وَالْقِسِيِّ الْعَرَبِيَّةِ فَإِنَّ بِهَا يُعِزُّ اللَّهُ دِينَكُمْ وَيَفْتَحُ لَكُمُ الْبِلادَ

“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Ali radıyallahu anh’ı Hayber’e gönderdi ve ona siyah bir sarık sardı, ucunu da sol omuzu üzerine arkasından sarkıttı. Sonra Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem çıktı, orduyu aradı. Bir yaya dayanmıştı. Bir adam İran yayı taşıyarak geçti. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Onu bırak. Zira o lanetlidir. Onu taşıyan da lanetlidir. Size arap okları ve yayı gerekir. Zira Allah dininizi onunla aziz kılar ve beldelerin fethini size nasip eder.[33]

Bütün bu rivayet yollarında Abdullah b. Busr tek kalmıştır. Yahya b. Said onun hakkında: “Bir şey değildir” dedi.[34]

Nesâî: “Sika değildir” dedi.[35]

Ebû Dâvûd; “Kuvvetli değil” dedi.[36]

Ebu Hatim[37] ve Darekutni[38]: “Zayıf” dediler.

İbn Hibban es-Sikat’ta zikretti.[39]

Abdullah b. Busr yoluyla gelen rivayetin ikinci kısmı şu tarikle gelmiştir: Ebu Ahmed Abdurrahman b. el-Haris el-Ganevî – el-Hasen b. Ali b. Muhammed el-Haffaf – el-Hakem b. Amr el-Enmati – Muhammed b. İbrahim el-Kuraşî – Sufyan es-Sevrî – Ebu İshak – el-Haris – Ali b. Ebi Talib radıyallahu anh yoluyla:

دَعَانِي رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَوْمَ غَدِيرِ خُمٍّ فَإِذَا رَجُلٌ بِيَدِهِ قَوْسٌ فَارِسِيَّةٌ فَذَكَرَ الْحَدِيثَ

“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem beni Gadir Hum günü çağırdı. Bir adamın elinde İran yayı vardı…” Böylece hadisi zikretti”[40]

Böylece bu kıssanın rivayetinde Abdullah b. Busr’un tek kalmadığı anlaşılmaktadır. Abdullah b. Busr zayıf bir ravi olsa da yalanla itham edilmiş değildir. Zayıflığı hafızasıyla ilgilidir. Daha önce geçen Rukane hadisi ve Halid b. Ma’dan’ın mürsel rivayetiyle bu hadis kuvvet kazanmaktadır. Allah en iyi bilendir.

Taylasan

Taylasan, bugün Arap ülkelerinde sarık yerine adet edindikleri bir musibet olan, başın üzerinden atılan örtülerdir. Yahudilerin dinî kıyafetlerindendir.

İbn Kayyım rahimehullah şöyle demiştir: “Ne Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in, ne de ashabından birinin taylasan (şal, pelerin) giyindiği nakledilmiştir.”[41]

Mansur b. Ebi Muzahim – Yahya b. Hamze – el-Evzai – İshak b. Abdillah - amcası Enes b. Mâlik radıyallahu anh yoluyla: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

يَتْبَعُ الدَّجَّالَ مِنْ يَهُودِ أَصْبَهَانَ سَبْعُونَ أَلْفًا عَلَيْهِمُ الطَّيَالِسَةُ

Deccal’e Esbehan Yahudilerinden yetmiş bin taylasanlı Yahudi tabi olur.”[42]

Muhammed b. Said el-Huzaî – Ziyad b. er-Rabi - Ebu İmran rahimehullah yoluyla:

نَظَرَ أَنَسٌ إِلَى النَّاسِ يَوْمَ الجُمُعَةِ فَرَأَى طَيَالِسَةً فَقَالَ كَأَنَّهُمُ السَّاعَةَ يَهُودُ خَيْبَرَ

“Enes radıyallahu anh Cuma günü insanlara baktı ve onları taylasan (şal) gitmiş halde görünce şöyle dedi: “Şu an onlar Hayber Yahudilerine benziyorlar.”[43]

Yine İbn Kayyım rahimehullah şöyle demiştir: “Hicretin anlatıldığı hadiste Nebî sallallahu aleyhi ve sellem gündüzün sıcağın­da Ebu Bekir radıyallahu anh'ın yanına, başına bir bürgü (kapişon) geçirerek gel­mesi ise Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in o saat gizlenmek için yaptığı birşeydi. İhtiyaçtan dolayı yapmıştı. Yoksa başına bürgü bürünmek âdeti değildi… Hem bu örtü­, taylasan (şal bürünmek) demek değildir.”[44]

Ahmed b. İbrahim – Ebu Bekr b. Ayyaş – Asım b. Ebi’n-Nucud - Ziyad b. Hudeyr el-Esedî rahimehullah yoluyla:

قَدِمْتُ عَلَى عُمَرَ بْنِ الْخَطَّابِ وَعَلَيَّ طَيْلَسَانُ وَشَارِبِي عَافٍ فَسَلَّمْتُ عَلَيْهِ فَرَفَعَ رَأْسَهُ فَنَظَرَ إِلَيَّ وَلَمْ يَرُدَّ السَّلَامَ فَانْصَرَفْتُ عَنْهُ فَأَتَيْتُ ابْنَهُ عَاصِمًا فَقُلْتُ لَهُ لَقَدْ رَمَيْت مِنْ أَمِيرِ الْمُؤْمِنِينَ فِي الرَّأْسِ فَقَالَ سَأَكْفِيكَ ذَلِكَ فَلَقِيَ أَبَاهُ فَقَالَ يَا أَمِيرَ الْمُؤْمِنِينَ أَخُوكَ زِيَادُ بْنُ حدير يُسَلِّمُ عَلَيْكَ فَلَمْ تَرُدَّ عَلَيْهِ السَّلَامَ فَقَالَ إِنِّي قَدْ رَأَيْتُ عَلَيْهِ طَيْلَسَانًا وَرَأَيْتُ شَارِبَهُ عَافِيًا قَالَ فَرَجَعَ إِلَيَّ فَأَخْبَرَنِي فَانْطَلَقْتُ فَقَصَصْتُ شَارِبِي وَكَانَ مَعِي بُرْدٌ شَقَقْتُهُ فَجَعَلْتُهُ إِزَارًا وَرِدَاءً ثُمَّ أَقْبَلْتُ إِلَى عُمَرَ فَسَلَّمْتُ عَلَيْهِ فَقَالَ وَعَلَيْكَ السَّلَامُ هَذَا أَحْسَنُ مِمَّا كُنْتَ فِيهِ يَا زِيَادُ

“Ömer b. el-Hattab radiyallahu anh’ın yanına geldim. Üzerimde taylasan vardı ve bıyıklarım uzun idi. Ona selam verdim, başını kaldırıp bana baktı ve selamını almadı. Onun yanından ayrıldım ve oğlu Asım’a geldim. Ona dedim ki:

“Mü’minlerin emiri tarafından başımdan vuruldum.” Dedi ki: “Senin için aracı olurum.” Babasıyla karşılaşınca dedi ki: “Ey mü’minlerin emiri! Kardeşin Ziyad b. Hudeyr sana selam vermiş, selamını almamışsın.” Ömer radiyallahu anh dedi ki:

“Ben onun üzerinde taylasan gördüm ve bıyıklarının uzun olduğunu gördüm.” Asım bana döndü ve durumu haber verdi. Hemen bıyıklarımı kısalttım. Yanımda bir bürde vardı, onu iki parça yapıp izar (bel altını örten etek) ve ridâ (omuzların üzerinden atılan atkı) yaptım. Sonra Ömer radiyallahu anh’e gittim ve selam verdim. Dedi ki:

“Ve aleyke’s-Selam! Bu önceki halinden daha güzel ey Ziyad!”[45]



[1] Bu konuda bkz.: Ebu Abdillah Halid b. Muhammed el-Gırbanî, et-Tezkir Biba’di Ahkami’l-Amame

[2] Hasen ligayrihi, Beyhakî Şuab (5/176)

[3] El-Elbani ed-Daife (2347)

[4] Mürsel. Said b. Mansur (2528) ravileri güvenilirdir.

[5] Hasen ligayrihi. İbn Sa’d Tabakat (1/282) Buhârî Tarih (1/337, 4/253) Ebû Dâvûd (4078) Tirmizî (1887) Hâkim (3/511) Beyhakî Şuab (2658) Ebu Ya’la (3/5) Taberânî Mu'cemu'l-Kebîr (5/71) Hatib el-Cami (891) Ebu Nuaym Marife (2809) Begavi Mu’cem (796) İbn Mende Marifetu’s-Sahabe (2/653) İbnu’l-Adim Tarihu Haleb (6/2783) isnadında Ebu’l-Hasen el-Askalani ve Muhammed b. Rukane meçhuldürler.

[6] Hasen ligayrihi. İbn Hacer Zehru’l-Firdevs (2085 Garaibu’l-Multekita 2169)) Deylemi (4247)

[7] Zayıf. Sem’anî Edebu’l-İmla (s.30) Muhammed b. Saib el-Kelbî metruktur. Eymen b. Abdilgaffar meçhuldür.

[8] Zayıf. İbn Hacer Zehru’l-Firdevs (2084) Bezzar (Keşfu’l-Estar 2/362) Ebu Ya’la Mu’cem (165) Ebu’ş-Şeyh el-Emsal (248) Bu isnadda Attab b. Harb zayıf, Ubeydullah b. Ebi Humeyd metruktur.

[9] Deylemi (293)

[10] Zayıf. Taberânî Mu'cemu'l-Kebîr (12/221) Bunun isnadında İmran b. Temmam meçhuldür. Hadis daha çürük tariklerle de gelmiştir.

[11] Sahih. Muslim (1357)

[12] Sahihu İbn Hibban (9/37)

[13] Sahih. Muslim (1358) İbn Hibban (9/37, 12/243) Ahmed (3/363, 387) Ebû Dâvûd (4076) Tirmizî (1679, 1735) Nesâî (1869, 5344) İbn Mace (2822, 3585) Dârimî (1982) Taberânî Mu'cemu'l-Evsat (5396, 6971)

[14] Hasen. İbn Asakir Tarih (4/190) Ebu’l-Kasım et-Tenuhi Fevaidu’l-Avali (9) Darekutni el-Efrad (1107)

[15] Hasen ligayrihi. Ebu’ş-Şeyh Ahlaku’n-Nebi (311) İbn Adiy el-Kamil (3/531) Yezid er-Rakaşî zayıftır.

[16] Sahih ligayrihi. İbn Mace (3586) İbn Ebî Şeybe (5/179) Darekutni el-Efrad (3079) Musa b. Ubeyde’de zayıflık vardır.

[17] Hasenligayrihi. Vakidi el-Megazi (2/823) Muhammed b. Ömer el-Vakidi zayıftır.

[18] Muslim'in şartına göre sahih. Hattabi Garibu’l-Hadis (3/140) Beyhakî Delail (5/68)

[19] Sahih. Muslim (1359) Ahmed (4/307) İbn Mace (1104, 3584) İbn Ebî Şeybe (5/178)

[20] Sahih. Muslim (1359) İbn Mace (2821, 3587) Nesâî (9674, 9758) Ebû Dâvûd (4077) Nesâî (5346) İbn Ebî Şeybe (5/180)

[21] Sahih. Tirmizî Şemail (117) Tirmizî Sunen (1736) İbn Sa’d Tabakat (1/456) Begavi Şerhu’s-Sunne (3109) Beyhakî Şuab (5837) Ebu’ş-Şeyh Ahlaku’n-Nebi (308)

[22] Hasen ligayrihi. Buhârî el-Kuna (s.52) Beyhakî Şuabu’l-İman (5838) Beyhakî el-Adab (513) Ebu’ş-Şeyh Ahlaku’n-Nebi (306) İbn Asakir Tarih (4/192) Ebu Abdisselam meçhuldür.

[23] Hasen ligayrihi. Taberânî Musnedu'ş-Şamiyyîn (2065) Taberânî Mu'cemu'l-Evsat (432) Bunun isnadında el-Haccac b. Rişdeyn zayıftır.

[24] Hasen. Hâkim (4/582) Bezzar (12/315) Taberânî Mu'cemu'l-Evsat (4671) Taberani Musnedu’ş-Şamiyyin (1558) Ebu Nuaym Ma’rife (482) Acurri eş-Şeria (1790) İbn Asakir Tarih (35/261) el-Elbani ve Şeyh Mukbil: “hasen demişlerdir: Mukbil b. Hadi, Delailu’n-Nubuvve (s.418) el-Elbani es-Sahiha (1/168)

[25] Hasen ligayrihi. Taberânî Mu'cemu'l-Evsat (8901) İbn Asakir Tarih (22/81) Bunun isnadında Ebu Hariz zayıftır.

[26] Muslim'in şartına göre sahih. Taberânî Mu'cemu'l-Kebîr (12/383) İbn Merduye, el-İntika Ale’t-Taberani (37)

[27] Hasen. Beyhakî Şuab (5/176) İbn Adiy el-Kamil (2/114)

[28] Zayıf. Ebu Ali el-Hazen b. Şazan el-Bezzar Meşyeha (26) Ebu Ali el-Hasen b. Şazan Hadisu Abdilbaki b. Kani (187) İsnadında Ali b. Ebi Ali el-Lehebî zayıftır.

[29] Zayıf. İbn Adiy’in el-Kamil (5/286) İsnadında Abdullah b. Busr el-Hubranî zayıftır.

[30] Zayıf. Tayalisi (154) Begavi Mu’cem (2354) Taberani Fadlu’r-Remy (27) Beyhakî (10/14) isnadında Eş’as b. Said metruk, Abdullah b. Busr el-Hubrani zayıftır. İbn Adiy’in rivayetinde (5/285) metruk bir ravi olan Abdusselam b. Haşim, Eş’as b. Said’e mutabaat etmiştir.

[31] Zayıf. Ahmed b. Meni’nin Musnedi’nden naklen: İbn Hacer Metalibu’l-Aliye (2208) Busayri İthaf (4799) Abdullah b. Busr zayıftır.

[32] Zayıf. Ebu Nuaym Ma’rife (1883) Ebû Dâvûd Merasil (331) Beyhakî (10/14) Deylemi (2/258) Abdullah b. Busr zayıftır.

[33] Zayıf. Ziyau'l-Makdisi el-Muhtâre (9/109) İbn Ebî Hâtim el-İlel (1457) Begavi Mu’cem (1686) İbn Asakir Tarih (63/255) isnadında Abdullah b. Busr zayıf olup rivayet mürseldir. Ebu Hatim dedi ki: “Bu hatadır. Buradaki ravi Abdullah b. Busr el-Mazinî el-Humusî radıyallahu anh değil, Abdullah b. Busr el-Hubranî’dir.”

[34] Buhârî Tarih (5/48)

[35] Nesâî ed-Duafa (345)

[36] İbn Hacer et-Tehzib (5/160)

[37] İbn Ebî Hâtim el-Cerh ve’t-Ta’dil (57)

[38] Darekutni ed-Duafa (317) Darekutni el-İlel (1/244)

[39] İbn Hibban es-Sikat (5/15)

[40] Zayıf. Ebu Nuaym Riyadatu’l-Ebdan (13) Muhammed b. İbrahim el-Kuraşi meçhuldür. Haris el-A’ver zayıftır.

[41] Zadu’l-Mead (1/141)

[42] Sahih. Muslim (2944)

[43] Sahih. Buhârî (4208)

[44] Zadu’l-Mead (1/142)

[45] Sahih. Ebû Nuaym Hilyetu'l-Evliyâ (4/197) Belazuri Ensabu’l-Eşraf (11/206)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)