Soru: “Dağların
Yürütülmesinin sadece kıyamet günü ile ilgili olduğuna delil getirirken,
kıyamet gününün dehşeti içinde dağların bulut geçişi gibi aheste
yürütülmesi size tezat gelmiyormu? Dağlar Güneş ve aydan daha mı heybetli ki, gökyüzü dürülürken yıldızlar ve felekler
savrulurken dağlar tıpış tıpış yürüsün? Gecenin gündüzü örtmesinde yukevviru kelimesinin kullanılması,
dolayısı ile sarmal bir örtme kastedildiği apaçıkken, bu manayı
verenlere sadece hakaret ederek, herhangi bir delil getirmeden
kendi kendinize dünyanın düz olduğu sonucuna nasıl varıyorsunuz.
Arapçada "getirmek/götürmek" kelimeleri yokmu ki, Hz
Allah "sararak örtmek" ifadesini kullanmış. İlimde hakaret yoktur!
Gerçeği ortaya koyarsın, delillerin batılı
örter. Hiç kimse şu ayetin asıl
manası budur diyemez. En fazla "Alimler şöyle demişler, biz de bu
ayetten şunu anlıyoruz." diyebilirsiniz. Kendi nefsinize hoş
geleni hakikat gibi gösterip diğerlerine hakaret ediyorsanız, sizin
kastınız Allahın rızası değildir. Allah tevhidi bozmak isteyenlere
fırsat vermesin inşallah.”
Cevap:
Bahsedilen pasaj, Modern Bilimsel Hurafeler kitabımda aşağıda aktaracağım
şekilde yer almaktadır ve asla bir hakaret söz konusu değildir. İfadelerim
görüleceği üzere hazır konfeksiyon ürünleri gibidir ve kendi üzerine yakıştıran
onları alır kendine yakıştırır ve üzerine giyinir. Daha okuduğu Türkçe metinleri
dahi anlamamak için ısrarla kendilerini ahmaklaştıranlara, üstüne üstlük bu kıt
anlayışla âlimlere üslup öğretmeye kalkışanlara ifadelerim pek de güzel yakışır.
Bu soru sahibine ben de o ifadeleri yakıştırdım doğrusu, üzerinde şık durmuş.
Evet
bahsi geçen bölüm Modern Bilimsel Hurafeler kitabımda şu şekildedir, bakın
bakalım belli bir kimseye hakaret mi var, yoksa aklını kullanmayıp iman etmeyen,
dünyanın küre şeklinde olduğu ve döndüğü yalanına kanıverecek kadar kendilerini
ahmaklaştıranların durumunun hakikatinin beyanı mı var?
Dağların
Yürümesi Şüphesi
Dünyanın hareketli olduğuna şu ayeti delil getirenler
olmuştur:
{وَتَرَى الْجِبَالَ
تَحْسَبُهَا جَامِدَةً وَهِيَ تَمُرُّ مَرَّ السَّحَابِ}
“Donup kalmış sandığın dağları görürsün. Hâlbuki
onlar bulut geçişi gibi geçerler.” (Neml 88)
Ayet bu kadar açıkken onu çarpık yorumlayanın sözleri,
onun bilgisizliğini, Allah’ın kitabı hakkındaki basiretsizliğini gerçekler
hakkındaki cehaletini ortaya koyan saptırıcı bir kuşkulandırmadan ibarettir.
Esasen Allah Teâlâ bu ayet-i kerime’yi kıyamet gününü anlatmak için irad
buyurmuştur. Bu ise ondan önceki ayetten anlaşılmaktadır. Çünkü bundan önceki
ayet de şöyledir:
وَيَوْمَ يُنْفَخُ
فِي الصُّورِ فَفَزِعَ مَنْ فِي السَّمَاوَاتِ وَمَنْ فِي الْأَرْضِ إِلَّا مَنْ شَاءَ
اللَّهُ وَكُلٌّ أَتَوْهُ دَاخِرِينَ
“Sûr'a üfürüldüğü gün, -Allah'ın diledikleri
müstesna- göklerde ve yerde bulunanlar hep dehşete kapılır. Herkes küçülmüş
olarak O'na gelirler.” (Neml 87) Sonra
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
وَتَرَى الْجِبَالَ
تَحْسَبُهَا جَامِدَةً وَهِيَ تَمُرُّ مَرَّ السَّحَابِ
“Donup kalmış sandığın dağları görürsün. Hâlbuki
onlar bulut geçişi gibi geçerler.” (Neml 88) Önceki ayetlerden ve bu
ayetlerin akışından da anlaşıldığı üzere Allah Teâlâ bununla sura üfleneceği
günü işaret buyurmaktadır. Şu ayette olduğu gibi:
وَيَوْمَ نُسَيِّرُ
الْجِبَالَ وَتَرَى الْأَرْضَ بَارِزَةً وَحَشَرْنَاهُمْ فَلَمْ نُغَادِرْ مِنْهُمْ
أَحَدًا
“Dağları yürüteceğimiz gün yeri çırılçıplak olarak
göreceksin. Onların tümünü bir araya toplayacağız da birini bile atlamayacağız.”
(Kehf 47)
وَيَسْأَلُونَكَ
عَنِ الْجِبَالِ فَقُلْ يَنْسِفُهَا رَبِّي نَسْفًا
“Dağlar hakkında sana soru yönelteceklerdir; de ki:
Rabbim onları savurup darmadağın edecektir.” (Taha 105)
يَوْمَ يُنْفَخُ
فِي الصُّورِ فَتَأْتُونَ أَفْوَاجًا * وَفُتِحَتِ السَّمَاءُ فَكَانَتْ أَبْوَابًا * وَسُيِّرَتِ الْجِبَالُ فَكَانَتْ سَرَابًا
“Sura üfleneceği gün bölük bölük geleceksiniz; sema
açılacak kapılar oluşacaktır; dağlar yürütülecek, serap olacaktır.” (Nebe
18-20) bu anlamda ayetler çoktur.
Dağların, sabit olarak yerleştirildiği ayetlerde
belirtilmiştir. Kıyamet gününde ise bulut gibi olurlar. Nitekim Karia suresinde
şöyle buyrulur:
وَتَكُونُ الْجِبَالُ
كَالْعِهْنِ الْمَنْفُوشِ
“Dağlar ise, atılmış renkli yüne dönerler.”
(Karia 5)
Yine Nebe suresinde şöyle buyrulur:
وَسُيِّرَتِ الْجِبَالُ
فَكَانَتْ سَرَابًا
“Dağlar yürütülür, seraba dönüşür.” (Nebe 20)
Bu münasebetle, bilgimiz olmadan Allah adına bir şey
söylemekten Ona sığınırız. Kabullenenleri alçaltan ve onları insanlık
mertebesinden hayvanlık derekesine indiren kör taklitten de Allah’a sığınırız.
Allah Teâlâ “Yeri görür onu durgun sanırsın” dememiştir, bilakis “Dağları
görürsün” demiştir.
Şu halde Müslüman kişi âyeti, ifade etmediği bir
anlama dayanarak nasıl kanıt gösterebilir? Bu ayetle, amaçlananı açıkça
kanıtlayan ayetleri, nasıl bir kenara atabilir! Çünkü tefsir âlimleri arasında
öteden beri uyulan temel kural şudur: ayetler birbirini açıkladığı sürece buna
uymak kesinlikle gereklidir. Bundan sapıp başka kurallara dayanmak doğru değildir.
İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
مَنْ قَالَ فِي
الْقُرْآنِ بِرَأْيِهِ، أَوْ بِمَا لَا يَعْلَمُ، فَلْيَتَبَوَّأْ مَقْعَدَهُ مِنَ
النَّارِ
“Kim Kur’ân hakkında re’yi (şahsî görüşü) ile veya bilmeden konuşursa
cehennemde oturacağı yere hazırlansın.”[1]
Ebû Bekr radıyallahu anh şöyle demiştir:
أَيُّ سَمَاءٍ تُظِلُّنِي وَأَيُّ أَرْضٍ
تُقِلُّنِي إِذَا قُلْتُ فِي كِتَابِ اللهِ بِرَأْيٍ
‘Allah’ın Kitâbı(’ndaki bir ayet) hakkında görüşümle bir şey söylersem,
hangi yer beni barındırır, hangi gök beni gölgelendirir.’[2]
Şeyh Muhammed el-Humeyd şöyle der: “Bazı küstah
insanlar Allah’a karşı başkaldırmış, diyorlar ki: Neml suresi 88. ayeti
dünyanın döndüğüne ve hareket ettiğine delalet etmektedir.” Hâlbuki bu istidlal
yanlıştır ve makbul bir tefsir değildir. İşte sana gerçek açıklaması:
“Dünyanın döndüğüne ilişkin olarak bu ayet-i
kerimeleri kanıt gösterebilmek, onlardaki siyak ve sibakın, kanıtlayıcının
anlamadığı biçimde olmamasına bağlıdır. Bununla birlikte, onunla çatışan bir
nass da bulunmamalıdır. Her iki nokta da burada mevcuttur. O zaman istidlal
yolu doğru değildir; görüş de isabetli değildir.
Birinci noktaya gelince sibak ki sözün
başlangıcıdır ve siyak ki o da sözün sonudur; ikisi de dağların aynen
bulutlar gibi yürüdüğünü ifade etmektedirler; ancak bu kıyamet gününde
olacaktır. Çünkü ayet o günü nitelemektedir… Açıkça görüldüğü üzere bu ayetler
kıyamette olacaklardır, dünyada değil. Ayrıca nice ayetler vardır ki başlangıç
ve sonlarından anlaşıldığı gibi Allah’ın, kıyamette ancak dağların
yürüyeceğini, -yüce kitabının birçok yerinde- zikrettiğine ilişkin anlam
vermektedir. Bunları başka türlü anlamak imkânsızdır… Bu beyanla anlaşılmaktadır ki, dünyanın hareket ettiğini ayetlerle
kanıtlamak batıldır.
İkinci noktaya gelince o da, itiraz eden bir nassın
bulunmamasıdır. Oysa biz bu düşünceye sırf şerî bir meseledir diye
baktığımızda, Kur’an naslarının onu engelleyici hükümlerinden başka bir sonuca
varamayız. Şöyle ki: Kur’an, yeryüzünün sabit olduğunu ifade etmektedir. Allah
Teâlâ’nın bu konuda şu sözünden daha açık bir şey bulunmamaktadır:
وَجَعَلْنَا فِي
الْأَرْضِ رَوَاسِيَ أَنْ تَمِيدَ بِهِمْ وَجَعَلْنَا فِيهَا فِجَاجًا سُبُلًا لَعَلَّهُمْ
يَهْتَدُونَ
“Yeryüzünde insanları sarsmaması için üzerinde sabit dağlar, dosdoğru
gidebilsinler diye dağlar arasında geniş yollar yarattık.” (Enbiya 31)
وَأَلْقَى فِي الأَرْضِ رَوَاسِيَ أَنْ تَمِيدَ بِكُمْ
“Yeryüzüne
ravâsîler koyduk ki onları sarsmasın” (Lokman 10). Bu ayette geçen “Meyd”
kelimesi, hareketlenmek, sallanmak demektir. Arapça dil kuralları da bunu teyit
etmektedir. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
أَلَمْ نَجْعَلِ
الْأَرْضَ مِهَادًا وَالْجِبَالَ أَوْتَادًا
“Yeryüzünü bir düzlük, dağları da birer kazık yapmadık mı?” (Nebe 6-7)
Bu ayetler, Allah Teâlâ’nın, yeryüzünü –hareket
etmesin ve sallanmasın diye- dağlarla tespit ettiğini açıkça kanıtlamaktadır.
“Tıpkı geminin dengesini korumak için ona ağır
şeyler yüklemek gibi - yeryüzünün de sallanmasın diye - dağlarla tespit edilmiş
olması onun dönmesine engel değildir” sözü, soğuk bir zorlamadır ve İslâmî
zevke uymamaktadır. Kur’an’a özgü belagat da bunu kabul etmemektedir. Çünkü bu,
yorumlama ile bir çıkmaz sokağa girilmekte ve nassı, gereksiz yere, akla
gelenin dışına çekmektedir. Bu ise hakikatte sıhhatli temellere dayanan bir
yorum değil, oyun oynamaktır. Çünkü Kur’an-ı Kerim, dünyanın durgun olduğunu
kesin biçimde ifade ettiği gibi Güneş’in ve Ay’ın da hareket halinde
olduklarını ve onun etrafında döndüklerini kesin şekilde ifade etmektedir.
Allah Teâlâ, bu konuda şöyle buyurmaktadır:
وَهُوَ الَّذِي خَلَقَ
اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ كُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ
“Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yaratan Odur; bunların her biri bir
yörüngede yüzer.”
(Enbiya 33)
وَالشَّمْسُ تَجْرِي
لِمُسْتَقَرٍّ لَهَا ذَلِكَ تَقْدِيرُ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ وَالْقَمَرَ قَدَّرْنَاهُ مَنَازِلَ حَتَّى عَادَ
كَالْعُرْجُونِ الْقَدِيمِ لَا الشَّمْسُ يَنْبَغِي لَهَا أَنْ تُدْرِكَ الْقَمَرَ
وَلَا اللَّيْلُ سَابِقُ النَّهَارِ وَكُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ
“Güneş, kendine âit bir yer çevresinde akar gider. Bu, daima galip olan ve
her şeyi hakkıyla bilen Allah'ın takdiridir. Aya da, eski hurma salkımının eğri
dalı haline gelinceye kadar konaklar tayin etmişizdir. Ne güneşin aya yetişip
onunla birleşmesi mümkündür, ne de gecenin gündüzü geçmesi. Hepsi de bir
yörüngede yüzerler.”
(Yasin 38-40)
Burada güneş için bir cereyan tespit edilmiştir. Bu,
intikalî bir harekettir. Onun değirmen gibi hareketine gelince (yani onun eksen
etrafındaki dönüşüne gelince), buna Arap dilinde cereyan değil, deveran denir.
Hâlbuki Kur’an’ın nassı bunu cereyan diye ifade etmektedir. Özetle: Bu bölümde
zikrettiklerimizin toplamından şöyle bir sonuç meydana çıkmaktadır: Bilimsel
delil, dünyanın hareket ettiğini desteklememektedir. Bilakis onun durgun
olduğunu, hareketin ise güneşe ve aya ait bulunduğunu belirlemektedir...” (Muhammed
Humeyd’den nakil burada bitiyor)”
Evet, kitapta geçen bu ifadeler asla belli kimselere
hakaret değil, apaçık ayetleri çarpıtmaya kalkışan sapkın bir zihniyetin
durumunu beyan içermektedir.
Sözkonusu ayet hakkında müfessirlerin açıklamaları da
benzer şekildedir. Soru sahibinin Allah’ın âyetlerine karşı inat ve kibirle
yaklaşarak savsakladığı gibi bir durum söz konusu değildir. Mesela İbn Kesir
Tefsir’indeki açıklamalara bakılabilir.
Adı geçen kitabımda “yukevviru” kelimesi ile ilgili
yapılan açıklamalara da bakılırsa, anlayıştan nasipsiz soru sahibinin bu konuda
söylediği şeylerin ne denli absürt bir itiraz olduğu da ortaya çıkar. Fakat
âlîm ve hâkîm olan rabbimiz bakın ne buyuruyor:
“Yoksa
sen, onların çoğunun gerçekten dinleyeceğini yahut düşüneceğini mi sanıyorsun?
Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca daha da sapıktırlar.” (Furkan 44)
Gerçi soru sahibine
göre burada bir hakaret var ya(!) hakaret eden de samimi değilmiş ya! Bir de
ilimde hakaret olmazmış ya!
İlmi vahyin dışında bir
yerlerde felsefecilerin zihin süprüntülerinde arayanlar işte böyle abes kurallar
koyuyorlar sonra da âlimlere karşı böyle büyükleniyorlar!
[1]
Hasen. Taberî (1/72) Tirmizî (2950) Ahmed (1/233, 269) Nesâî
Sunenu'l-Kubrâ (8031) İbn Hazm el-İhkam (6/210) el-Muhalla (3/202) Bezzar
(11/61, 288) Taberânî (12/35) Ebû Ya'lâ (4/228) Mustagfiri Fadailu’l-Kur’ân
(306) Hafız İbn Hacer el-Ucab Fi Beyani’l-Esbab’da (s.51) hasen demiştir. Hafız
Iraki de Tahricu’l-İhya’da (1/61) Tirmizi’nin “hasen” demesini ikrar etmiştir.
[2]
Sahih mevkuf. İbn Ebî Şeybe, (6/136); Bezzar (18/236) İbn Hazm, el-Muhallâ,
(1/72); Sa’lebî, el-Keşfu ve’l-Beyan (s.2437) Ebu Ubeyd Fadailu’l-Kur’an
(s.227) Hâtîb, Câmî‘, (1585); Beyhakî, Şu‘ab, (2/424) Beyhakî Medhal,
(792); İbn ‘Abdilberr, Câmî‘, (2/52); İbn Kayyım, İ‘lâmu’l-Muvakkî‘în,
(1/54); İbn Hacer, Telhîsu’l-Hâbir, (3/208) İbn Hacer, Metâlibu’l-‘Alîye,
(3512).