İrbaz b.
Sariye radıyallahu anh’den: "Bir gün Allah Resulü sallallahu aleyhi ve
sellem bize namaz kıldırdı, sonra yüzünü bize çevirerek, gözleri yaşartan, kalpleri
yerinden oynatan son derece güzel ve tesirli bir öğüt verdi. İçimizden biri
dedi ki: “Ey Allah’ın Rasulü! Sanki bu bize veda eden birinin öğütü gibi geldi.
Bize tavsiyen nedir?” Şöyle buyurdu: “Size Allah'tan korkmanızı, dinleyip
itaat etmenizi tavsiye ederim. Habeşî bir köle bile (başınıza geçse) ona itaat
etmelisiniz. Çünkü benden sonra yaşayanlar birçok ihtilaf görecekler. Onun için
benim sünnetime, hidayete ermiş doğru yolda olan râşid halifelerin sünnetine
sarılın. Ona sımsıkı sarılın, azı dişleriyle ısırıp bırakmayın. Sonradan icad
edilmiş işlerden uzak durun. Çünkü sonradan icad edilmiş her şey bid'attir. Her
bid'at de sapıklıktır." (Tirmizî ve Ebû Dâvud)
Allah Azze ve Celle Hud suresi 115-122. Ayetlerinde şöyle
buyurur:
“ Sabret; şüphesiz Allah, iyilik edenlerin ecrini
zayi etmez.
Sizden önceki nesillerden aklı başında olanlar,
(küfürleriyle zulmedenleri) yeryüzünde fesad çıkarmaktan alıkoyamazlar mı idi?
Halbuki onlar arasında kurtardıklarımızdan ancak çok azı bunu yapmış; o
zulmedenler ise, kendilerini ifsad eden nimetlerin peşine düşmüşler ve suçlu
olmuşlardır.
Yoksa Rabbın, ahalisi ıslah edici kimseler olan şehirleri
zulm ile helak edecek değildir.'
Eğer Rabbın dileseydi, insanları tek bir ümmet yapardı.
Oysa, işte ihtilaf edip durmaktadırlar. Ancak Rabbının merhamet ettikleri, (bu ihtilaftan)
istisna teşkil ederler. Zaten Allah, insanları bunun için yaratmıştır.
Ve
böylece, Rabbının "muhakkak cehennemi bütün cin ve insanlarla
dolduracağım" sözü yerine gelmiş olacaktır.
Peygamberlerin haberlerinden sana anlattığımız bütün bu
kıssalarla senin kalbini pekiştiriyoruz. Ayrıca bu kıssalardan, sana (dînin
esasını teşkil eden) hak ile, mü'minler için bir öğüt ve ibret gelmiştir.
İman etmeyenlere de ki: "Gücünüzün yettiğince
işleyin. Biz de (gücümüzün yettiğince Allah'ın bize verdiği görevi)
yapacağız.
"(Neticeyi) bekleyin; biz de bekleyeceğiz."
Hud 117-118. Ayetleri hakkında Katade rahimehullah şöyle
demiştir: “Rahmet ehli olanlar; memleketleri ve bedenleri ayrı olsalar dahi
cemaat ehli olanlardır. Masiyet ehli olanlar ise; memleketleri ve bedenleri bir
arada olsa dahi ayrılık ehli olanlardır.” (Taberi 15/533 isnadı sahih)
İbn Hibban, sahihinde şöyle demiştir: “Cemaatin emredilmesi
umumi bir ifade olup, kastedilen özel manadır. Zira şüphesiz ki cemaat; Rasûlullah
sallallâhu aleyhi ve sellem’in ashabının icmaıdır. Kim onların bulunduğu yol
üzerinde olur ve onlardan sonra gelenlerden ayrılırsa cemaatten ayrılmış olmaz.
Sahabenin yolundan ayrılan ve onlardan sonrakilere tabi olan, cemaatten
ayrılmış olur. Sahabeden sonra cemaat; sayıları az dahi olsa kendilerinde din,
akıl ve ilmin bir araya geldiği, hevayı (kitap ve sünnete aykırı inanç ve
amelleri) terk etmekte devam eden kimselerdir. Cemaat; sayıları çok olan insan
kalabalığı demek değildir.” (Sahihu İbn Hibban 14/124)
Ebu Şame rahimehullah şöyle demiştir: “Her nerede cemaatten
ayrılmamak emrediliyorsa, bununla kastedilen; haktan ayrılmamak ve ona tabi
olmaktır. Hakka sarılan az, ona muhalefet eden çok olsa dahi böyledir. Zira hak;
ilk cemaat olan Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem ve ashabının üzerinde
bulundukları cemaattir. Onlardan sonraki batıl ehlinin çokluğuna itibar
edilmez.” (el-Bais)
Şeyh Salih el-Bekrî şöyle demiştir: “Zamanımızda cemaat;
Şeyh Abdulaziz b. Baz, Allame muhaddis Muhammed Nasıruddin el-Elbani, Yemen
diyarının muhaddisi Şeyh Mukbil b. Hadi el-Vadii, Allame fakih Muhammed b.
Salih el-Useymin, Bidat ehlinden intikam alıcı Şeyh Rebi b. Hadi el-Medhali,
Allame Salih el-Fevzan ve kitap ve sünnete tabi olup savunmada onların yolunu
tutanlardır.”
Bunlardan sonra
bölünüp parçalanma ile sonuçlanan her ihtilafın üç sebebi vardır. Bazen bu
sebeplerin hepsi bir arada, bazen ayrı ayrı bulunur.
1- Bu sebeplerden birincisi, insanın kendisinin
-o dereceye ulaşmadığı halde- ilim adamı ve dinde içtihat derecesinde olduğuna
inanması veya başkaları tarafından onun öyle olduğuna inanılmasıdır. Bu inanç
üzere hareket etmek suretiyle görüşü görüş, ihtilafı ihtilaf sayılmaya başlar.
Fakat bu bazen cüzî ve fer'i bir meselede, bazen de külli ve dinin temel
meselelerinden birinde olur. Dinin aslı ile ilgili olanı ya inançla ilgili veya
amelî bir asıl olur.
Bu kimseyi görürsün ki
dinin teferruatıyla ilgili bir meseleyi almış, dinin külli esaslarını yıkmak
için kullanıyor. Ele aldığı şeylerin manasını kapsamlı olarak kavramadan,
amaçlarını köklü olarak anlamadan ilk bakışta aklına doğanı söyler. İşte bu
bid'atçıdır. Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem'in şu hadisi bu hususta uyarıda
bulunmaktadır. "Allah ilmi (bir eşyayı çıkarıp alır gibi) insanlardan
çekip almaz. Fakat âlimleri vefat ettirmek suretiyle ilmi yok eder. Tâ ki âlim
kalmayınca insanlar, başlarına câhil kimseleri geçirirler. Bunlara sorular
sorulunca bilgisiz olarak fetva verirler; hem kendileri sapar, hem de soranları
saptırırlar.” (Buhari ve Muslim)
Âlimlerden bazısının
dediğine göre bu hadisin takdiri şöyledir: İnsanlara âlim kimselerden asla
zarar gelmemiştir. Ancak insanlar arasındaki âlimler ölünce bilgisi olmayan
kimseler fetva verirler. İnsanlara bunlardan zarar gelmiştir.
Bu yorumu şöyle
değerlendiren de olmuştur: Güvenilir kimse asla hainlik yapmaz. Fakat güvenli
olmayan kimselere emanet verilince onlar hainlik yaparlar. Biz de şöyle
diyoruz: Âlim kimse bid'at işlemez. Fakat âlim olmadığı halde fetva verenler
bid'at işlerler.
Mâlik b. Enes diyor
ki: Bir gün Rabîa şiddetli bir şekilde ağlamıştı. Kendisine: Başına bir belâ mı
geldi? denildiğinde: Hayır! Fakat bilgisi olmayan kimseye fetva soruldu,
cevabını verdi.
Buhari'de Ebu Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur: "Kıyametten önce aldatıcı yıllar olacaktır. Bu yıllarda
yalancı tasdik edilecek, doğru kimse yalanlanacak, güvenilen kimseler hâin
sayılacak, emanetler hainlere verilecek, basit insanlar söz sahibi olacaktır.”
Basit kimseden maksat,
halkın yönetimi hususunda konuşmaya ehil olmadığı halde kamu ile ilgili hususlarda
konuşan kimsedir.
Rivayet olunduğuna
göre Ömer radıyallahu anh şöyle demiştir: “İnsanların ne zaman helak olacağını
iyice bildim: Fıkıh bilgisi küçükten geldiği zaman büyük olanlar küçüklerin
söylediklerini kabul etmezler. Fıkıh bilgisi büyükten geldiği zaman küçük ona
uyar, her ikisi de hidayete erişirler.”
Abdullah b. Mes'ud'un
şöyle dediği rivayet edilmiştir: “İnsanlar ilmi büyüklerinden aldıkları sürece
hayır içerisinde olurlar. Bilgiyi küçüklerinden ve kötülerinden aldıkları zaman
helak olurlar.”
Âlimler Ömer radıyallahu anh'ın
yukardaki sözündeki "küçük" ile neyi kasdettiği hususunda ihtilaf
etmişlerdir. İbn'ul Mübarek bu konuda şöyle demiştir: “Onlar bid'at ehli olan
kimselerdir. Bu uygun bir yorumdur. Çünkü bid'atçılar ilimde küçük kimselerdir.
Böyle oldukları için bidat ehli olmuşlardır.”
el-Bâci şöyle
demiştir: "Küçükler"in ilim sahibi olmayanlar olma ihtimali
vardır." "Ömer radıyallahu anh (yaşça) küçük olanlarla danışmalarda
bulunurdu. Olgun ve genç yaşlardaki kıraat âlimleri Ömer radıyallahu anh'ın
danıştığı kimseler idi." "Küçükler"den maksat, durumu iyi
olmayan ve değersiz kimselerdir. Bu duruma düşmek dini ve insaniyeti bir kenara
atmakla olur. Ama dine ve insaniyete sarılanların şanı yücelir ve değeri
artar"
İbn Vehb'in Hasen'den
maktu' bir senetle naklettiği şu rivayet, bu yorumu açıklamaktadır:
“Bilgi olmaksızın bir şey yapan yol olmaksızın yürüyen kimse gibidir. Bilgi
olmaksızın bir şey yapan, yararlı şeyler yaptığından çok, zararlı şeyler yapar.
O halde öyle bir bilgi öğreniniz ki ibadeti devre dışı bırakarak zarar
vermesin. Öyle bir ibadet, yapınız ki bilgiyi devre dışı bırakarak zarar
vermesin. Çünkü bir topluluk, bilgiyi bırakarak ibadete yöneldiler ve Muhammed
ümmetine kılıç çektiler. -Allah daha iyi bilir ya' Şayet, bilgi sahibi
olsalardı, bilgileri onları yaptıklarına götürmezdi. -Bu sözleri ile Haricileri
kastediyor- Çünkü onlar derinlemesine bilgi sahibi olmaksızın Kur'an
okudular. Hadiste işaret edildiği üzere ".... Onlar kur'an okurlar.
Fakat okudukları gırtlaklarını geçmez..."
Mekhul'ün şöyle dediği
rivayet, edilmiştir: Çobanların fıkıh bilginliğine kalkışması dini ve dünyayı
bozar. Aptalların fıkıh bilginliğine kalkışması ise dini bozar.
Firyâbî diyor ki: Süfyan-ı Sevri Nebatlıların
ilimle uğraşıp bir şeyler yazdıklarını görünce (öfkeden) yüzü bozulurdu. Orada
dedim ki: “Ey Abdullah'ın babası!
Bunların ilmi yazdıklarını görmek sana zor geliyor. O bana şöyle dedi: “İlim Araplarda ve insanların efendisi olan
kimselerde idi. İlim bunlardan çıkıp Nebatlılara ve kafası çalışmayan kimselere
geçince din bozuldu!”
Bu nakledilen
rivayetler yukarda geçen yoruma göre değerlendirilince mesele daha doğru
anlaşılır. Zira küçük kelimesinin dış görünüşe göre yorumlanması problem
yaratır. Felsefeci bidatçıları veya pek çok bid'atçıyı incelediğin zaman
onların çeşitli milletlerden esir alınan kimselerin çocukları olduklarını
görürsün.
Yahut Arapçada köklü
bilgisi olmayanlardandır. Yakın bir gelecekte Allah'ın kitabı yanlış
anlaşılacaktır. Nitekim dinin amaçlarını derinlemesine inceleyip öğrenmeyen de
onları yanlış anlayacaktır.
2- İhtilafa düşmenin sebeplerinden ikincisi
hevaya uymaktır. Bundan dolayıdır ki bid'atçilere "heva ve heveslerine
uyan kimseler" denmiştir. Çünkü onlar keyfi arzularına uyarak, dini delillere
ihtiyaç duyup onlara itimad ederek hükümleri dini delillerden çıkarmadılar.
Bilakis keyfi arzularına öncelik verip, kendi görüşlerine itimad ettiler.
Ancak bundan sonradır ki bir de dini delillere baktılar. Bunların pek çoğu bir
şeyin güzel veya çirkin olduğuna akılları ile karar veren ve felsefecilere ve
başkalarına meyledenlerdir. Yöneticilerden korktuğu, veya yöneticilerden
dünyalık elde etmek istediği, veya bir mevki elde etmek istediği için keyfi
onurlarına uyanlar da bu gruba dahildir. Sultanlara eşlik eden kimselerin
naklettiğine ve ilim adamlarının bildirdiğine göre bunlar insanların arzularına
göre eğilim içinde olurlar ve istedikleri yönde yorumlar yaparlar.
Bunlardan birinciler,
pek çok sahih hadisi akılları ile reddetmişlerdir. Nebî sallallâhu aleyhi ve
sellem'den sahih olarak rivayet edilenler hakkında kötü zan beslemiş, kendi
bozuk görüşleri hakkında ise hüsnü zan sahibi olmuşlardır. Bunun sonucu olarak
sırat, mizan, haşir, cennet, nimeti, cehennemde cesedin azap görmesi gibi
ahiretle ilgili pek çok durumları
reddetmişlerdir. Ahirette Allah'ın görülmesini ve benzeri hususları inkar etmişlerdir. Bunlar
bilakis aklı, bir mesele hakkında -o mesele ile ilgili olarak din ne demiş
olursa olsun- din koyucu yerine koymuşlardır. Hatta din, akıl tarafından
hükmedilen meseleyi açıklayıcı bile olsa yine de aklı o hususta din koyucu gibi
benimsemişlerdir.
Diğerleri ise ana
yoldan çıkmış, dinin isteğine aykırı da olsa ara yollara sapmışlardır. Böyle yapmaları ya
dostuna bir iyilik yapmak, ya düşmanına üstün gelmek veya kendisine menfaat
sağlamak hususunda hırslı davranmaktan dolayıdır. ..
Heva ve hevese uymak
dosdoğru yoldan sapmanın aslıdır. Allah Teâlâ buyurur ki: "Sana kitabı
indiren O'dur. Onun (Kur'an'ın) bazı ayetleri muhkemdir ki, bunlar kitabın
esasıdır. Diğerleri de rnüteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne
çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşabih ayetlerin peşine düşerler..." (Ali imran 7)
Bunların özelliği odur
ki apaçık şeyleri bırakıp bizzat gerçeğin tersine müteşâbih'in peşine düşerler.
İbn Vehb'in tahric
ettiğine göre Abdullah b. Abbas'a Haricîler ve Kuran hakkında söyledikleri
anlatıldığında şöyle dedi: "Onlar Kur'an'ın muhkemine inanır, müteşabihinde
kendilerini helak ederler." İbn Abbas bunu söyledikten sonra (yukarıdaki)
âyeti okudu. Heva ve hevese uymanın kötülüğünü, kur'an'daki şu ayet
göstermekledir: "Hevasını ilah
edinen... kimseyi gördün mü” Kur'an'da hevâ kelimesi, ancak kötülemek maksadı ile zikredilmiştir.
Vehb kanalı ile
Tâvus'tan şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Yüce Allah Kur'an'da "heva" yi nerede zikretmişse mutlaka
kötülemiştir. Nitekim Kasas suresi 50. ayetinde şöyle buyurulmuştur: "....
Allah'tan bir hidayet olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık kim
olabilir?" Aynı anlamda başka âyetler de vardır.
Abdurrahman b.
Mehdi'den rivayet edildiğine göre bir adam İbrahim Nehaî'ye şöyle bir soru
sordu: "Hevâlardan hangisi daha hayırlıdır?" Nehaî bu soruyu şöyle
cevaplandırdı: “Allah
heva denilen şeylerden hiçbirini zerre kadar hayırlı kılmamıştır. Heva ve heves
denilen şey şeytanın süslemesinden ibarettir. İlk durumdan (selefin yolundan)
başka (uyulacak) şey yoktur." Nehaî bu (ilk durum) sözü ile selefi salihin
yaşantısını kastetmiştir.
Sevrî'den rivayet
edildiğine göre bir adam İbn Abbas'a gelerek şöyle dedi: "Ben senin
hevâ'na uyacağım" İbn Abbas şöyle buyurdu: "Hevâ'nın hepsi
sapıklıktır. Senin hevân da ne demek oluyor"?
3- İhtilafa düşme sebeplerinden üçüncüsü, gerçeğe
aykırı ve bozuk da olsa geleneklere bağlılıktır. Bu maddede ele alınan husus babalardan ve
yaşlılardan görülene uymaktır. Bu kötü bir taklittir. Yüce Allah kitabında
bunu kötülemiştir: "...babalarımızı
bir din üzerinde bulduk. Biz de onların izlerine uyarız..."
" Ben size
babalarınızı üzerinde bulduğunuzdan daha doğrusunu getirmişsem (yine mi bana
uymazsınız?) deyince, dediler ki: Doğrusu biz sizinle gönderilen şeyi inkar
ediyoruz."
"İbrahim:
Peki, dedi; yalvardığınızda onlar (putlar) sizi işitiyorlar mı? Yahut size
fayda ya da zarar verebiliyorlar mı? Şöyle cevap verdiler: Hayır! Ama biz babalarımızı böyle yapar bulduk.”
Görülüyor ki (İbrahim aleyhi's-selâm)
onları açık bir delil göstermeleri için uyarmış onlar ise sadece babaları
taklide sarılmışlardır. İşte bu husus, daha önce geçen hadisteki "insanlar
cahil başkanlar edinirler." ifadesinin gereğidir. Bu hadis aynı
zamanda nasıl olursa olsun, birtakım kimselerin yolunun izleneceğini
göstermektedir.
Rivayet olunduğuna
göre Ali radıyallahu anh şöyle demiştir: "Sakın birtakım adamların
yolundan gitmeyin. Çünkü adam vardır; cennetlik kimselerin yaptıklarını yapar.
Sonra Allah'ın o konudaki (ezeli) bilgisinden dolayı tersine döner de cehennem
halkının yaptıklarını yapar ve cehennemlik olarak ölür. Adam vardır;
cehennemlik kimselerin yaptıklarını yapar. Sonra Allah'ın o konudaki (ezeli)
bilgisinden dolayı tersine döner ve cennet halkının yaptıklarından yapar ve cennetlik olarak ölür. Şayet mutlaka
birilerinin yolundan gidecek iseniz, dirilerin değil, ölülerin yolundan
gidiniz."
Ali radıyallahu anh'ın
bu sözü din konusunda ihtiyatlı olmanın gerekliliğini gösteriyor. Bir insanın
başkasının yaptığına, o konuda ne olduğu anlayıp hikmetini sormadıkça
kesinlikle itimat etmesi layık değildir. Çünkü belki yaptığına güvenilen kimse
sünnete aykırı bir şey yapmaktadır. Bundan dolayıdır ki şöyle denilmiştik
"Bilgili kişinin yaptığına bakmayın, lakin (ona neyi ve niçin yaptığını)
sorun sizi doğrulasın."
Yine demişlerdir ki: Bir
kimsenin bir şey yaptığını görüp aynısını yapmak, düşünce zayıflığıdır. Çünkü o
kimse yaptığını belki unutarak yapmıştır. …
Ali radıyallahu anh'ın
".... mutlaka birilerinin yolundan gideceksiniz..." sözü bu konuda
ince bir nüktedir. Bununla sahabe sözü ile fetvası alınıp, güvenilir olup da
sahabe gibi olanlar kastedilmektedir. Onların durumunda olmayanlara gelince,
bunlara uyulmaz. Bir insanın, hakkında iyi kanaatleri olan bir kimsenin
yaptığını görüp, herhangi bir araştırma yapmaksızın, ona uyup ibadet hususunda
ona güvenmesi gibi. Onun yaptığı iş, meşru olacağı gibi, meşru olmayabilir de.
Böyle birinin yaptığını Allah'ın dininde hüccet saymak, durum hakkında bilgi
almaksızın ve fetva ehli kimselere bu işin hükmünü sormaksızın yapılmış ise
sapıklığın tâ kendisidir.
Bid'ate bulaşan halktan
kimselerden ve son devir insanlarından pek çoğu bu yolu tutmaktadır. Buna bir
de cahil veya âlimlerin derecesine gelmemiş bir şeyh'in arkasından gitmek
eklenebilir. Şeyh bir iş yapar, ona uyan da onun yaptığını ibadet sanır. Şeyhin
yaptığı ne olursa olsun; dine uygun olsun, aykırı olsun aldırmadan ona uyar ve
şeyhinin davranışını kendisine yol gösterdiği kimse için hüccet sayar ve şöyle
der: "Filan şeyh evliyadandır ve o bunu yapıyor. O, zahiri ilimleri bilen
âlimlerden uyulmaya daha çok layıktır."
Bu davranış, gerçekte
hata etsin, doğru davransın, hakkında iyi zan beslediği kimseyi taklid etmeye
yönelik bir davranıştır. Bunu yapanlarla atalarına uyanlar eşittir. Bunların
yegâne yaptıkları şunu söylemekten ibarettir: babalarımız ve şeyhlerimiz bu
gibi işleri boşuna bir şey alarak yapmıyor. Bunlar babalarının ve şeyhlerinin
yaptıklarının bir delile dayanmadığını gördükleri halde "bu işler delil ve
belgelere dayanmaktadır" derler” (Şatıbi’nin el-İtisam'ından özetle.)
Alimlerin ölümüyle
ilmin kalkmasından sonra cahil önderler edinme uyarısı, asrımızda nurcuların
uydurduğu, Türkiye’de kendilerini Selefi zanneden mutaassıplarından oluşan Deyyusiyye
fırkasının onlardan iktibas ettikleri “abilik” bid’atini yahut dernek başkanlarını akla getirmektedir.
İlim ehli olmadıkları halde yaşça büyük olmaları veya tecrübeleri sebebiyle “abiler”
söz sahibi edilirler, hatta ilim ehli olanlar da fırkanın başındaki şeyhe
taassup eden “abiler” vasıtasıyla kontrol altında tutulur. Bu yanlış tutum, “büyüklerin
nasihatine kulak verilmesi”, “bereketin büyüklerle beraber olduğu” nasihatiyle
süslenir, büyükler ile kastedilen ilim ehli olduğu hususu savsaklanır ve
fırkanın başındaki şahıstan başka bir ilim ehlinin insanlara hakkı ulaştırması
engellenir. Fırkanın önderi vefat edecek olsa bu “abi”lerin her biri birer
önder ediniliverir. Zaten o hayatta iken de bu abiler hak etmedikleri halde “hoca”
sayılmakta idiler ve hadlerine olmayan fetvalar vermeye alışmışlardı. Arapça
bilmeyen hatta Kur’an okumasını düzeltmek için dahi öğrenme tevazuuna
katlanarak hiçbir hoca önünde diz çökmemiş, farklı yerlerdeki grupçuklar
tarafından koltukları kabartılmış ve kendisini söz sahibi kabul eden bu abiler “ilim
ehli” sanılır hale gelir. Bu abilerin her biri artık, fırka liderinin vefatını
bekleyen yeni bir fırka adayıdır.
Kardeşlerimize
tavsiyemiz bu fırkalardan derhal uzaklaşmaları ve kendilerini Rasûlullah
sallallâhu aleyhi ve sellem’in sahabesinin cemaatine katacak ilme tabi
olmalarıdır.