Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

30 Temmuz 2014 Çarşamba

Üslup Ya da Üslupsuzluğa Kim Karar Veriyor?


Bid’at ehline karşı gereken sertliği gösteremediğim ve onları yeterince aşağılayamadığım için rabbim’den af dilediğim ve acziyetimden şikayet ettiğim şu günlerde bana “üslupsuzluk” eleştirisi yapan kimselerin sadece kalplerinde hastalık olan kimseler yahut bid’at ehliyle dirsek temasında olan, bâtıl ehline meyleden, hak ehline ise buğz eden kimselerden olduğuna şahit oluyor ve “samimî nasihat etme” iddiasında olan kimselerin yüzlerini birer birer bana ifşa ettiği için Allah’a hamd ediyorum. Ağızlarından çıkan bu kadar, içlerinde gizlediklerinin ise daha büyük olduğunu Allah Azze ve Celle bildirmektedir.

Zira hak davet karşısında bu davetin kendilerine ağır geldiği kimseler, bu davetin ağırlığının altından sıyrılabilmek için neler dememişler ki? Hem de kimlere dememişler ki?

Mevzu bahis diller Allah Azze ve Celle’ye dahi uzanmış ve sivrisineğin misal verilmesini üslupsuz bulmuşlar “Allah bununla ne demek istedi?” demişlerdir.

Bazı peygamberlerin getirdikleri davet karşısında hemen davetçiye yönelerek: “O da bizim gibi yiyip içiyor, bize melek indirilmeli değil miydi?” demişlerdir.

Kimi peygamberlere ve ona tabi olanlara “aşırı temiz kalmak isteyenler” ithamını(!) yapmışlardır.

Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’i üslupsuz bulmuşlar “İlahları tek ilah mı yaptı?” demişler, “İlahlarımıza sövüyor” iddiasında bulunmuşlardır. İnsanların şirkten yeni kurtulup Müslüman oldukları bir zamanda Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in isra ve miraç hadisesinden bahsetmesini yersiz bulmuşlar, Ebu Bekir radıyallahu anh gibi Sıddıklar hariç, birçok kimse dinden dönmüşlerdir. Dönmesi gerekenler dinden dönmüşlerdir!

Ama Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in yanında asrımızdaki gibi samimi(!) nasihatçiler olmadığından mıdır nedir, kendilerini davet etmekle mükellef olduğu müşriklerin öfkesini çekici işleri onların inadına yapmış, ganimet olarak ele geçirilen müşrik liderinin devesini kurbanlık olarak işaretleyerek müşriklerin öfkelenmelerini arzu etmiş, kimse ona “samimi (!) nasihatlerde” bulunarak engel olmamıştır! Herhalde böylesine samimi(!) nasihatçilerle imtihan edilmem, Allah’ın nebisine lütfetmediği şeyi lütfetmesi değildir! Hayır! Bizler o peygamberler gibi tertemiz değiliz! Dolayısıyla bâtıl ehlinin rasullerde kusur bulamayınca “kusur”u ya da “üslubu” yeniden tanımlamalarına ihtiyaç yoktur. Biz de kusur çok bulurlar, fazla araştırmaya hacet yok! Yahut bazılarının yaptığı gibi, Allah kendilerinden benim kusurlarımı gizlediği için, iftiralar düzmelerine de aslında gerek yok. Öyle görünüyor ki, böyle samimî nasihatçileri(!) ben, kusurlarımdan dolayı hak etmekteyim.

“Şahitlik ederiz ki sen Allah’ın rasulüsün” deyip de içlerinde daha büyüğünü gizledikleri: “Aziz olan zelil olanı Medine’den çıkaracak” sözünü de kusanlar ademoğullarının efendisine musallat edilmişken, bizim gibi kusurlarla dolu insanların hiçbir eziyete uğramamayı istemesi yahut hatasızlık iddia etmemiz revâ değildir. Lakin şahsımı incitenlere hakkımı helal etsem de, dinimi incitenlere hakkımı helal etmeye hakkım yoktur. Üslüpsuzluk diyerek dil uzatılan ben değilim! Asıl dil uzatılan konu Rasule tabi olan selefin menhecidir! Bu ümmetin selefine açıkça dil uzatmaya cesaret edemeyenler, benim gibi bir zayıf halkaya yüklenerek bütün vebalden ve Allah’ın hesabından kurtulacaklarını zannediyorlar! İşte kalp hastalığı budur!

Bu kalp hastalığı sebebiyledir ki, hak davete karşı kör ve sağır kesilmişlerdir. Allah’a ve rasulüne olan ihanetlerinden dolayı kalpleri mühürlenmiş, anlamaz olmuşlardır! Kendileri gibi anlamaktan mahrum kılınanlara meylettikleri için bid’at ehline “merhametsizlik edildiği” sözünden ibaret ağacın ve taşların arkasına gizlenmişlerdir. Biz iman ediyoruz ki, taşlar ve ağaçlar dile gelecek, arkasındakileri ifşa edecektir.  Tıpkı bu sanal ağaç ve taşların arkasındakileri dile getirdikleri gibi!

Cehmîlerin tasallutuna İmam Ahmed’i teslim ederek kaçan zihniyet bu hastalıklı kalplerden sadır olmuştu.

İmam Ahmed’in oğlu Abdullah rahimehumallah’ın es-Sunne adlı akide ve menhece dair eserinde, Ebu Hanife’yi reddetmeyi akide esaslarından saymasını üslupsuz bularak, ilgili kısmı son yıllarda bu kitabın baskısından çıkaran zihniyet de aynıdır.

İmam Davud’u ve Müceddid imam İbn Hazm’ı üslupsuz bularak onun getirdiği hakka kulak tıkayan zihniyet de aynıdır.

Şeyhulislam İbn Teymiyye’nin “ilmi aklından fazla olduğunu” söyleyerek gölgelemeye çalışan, O’nu ve öğrencisi İbnu’l-Kayyım’ı aşırı ve sert bulan, bu yüzden onları hapislere tıkan zihniyet de aynıdır.

Birçok bâtıllarını destekleyen İmam Suyuti’yi hakkı söylemeye başlayınca tartaklayan ve sürgün ettiren zihniyet de aynıdır.

“Beşinci mezhep kurmaya kalktı” iddiasıyla Şeyhulislam Muhammed b. Abdilvehhab’ı “Vahhabilik çıkarmak” suçlamasıyla itham eden zihniyet de aynıdır. “Bize vahhabi diyecekler” korkusuyla Şeyhulislam’ın bilinen ismini gizleyerek basan, böylece bir çeşit tedlis yapan zihniyet de aynı zihniyetin kardeşidir.

Müceddid alim Şeyh Mukbil b. Hadi rahimehullah hayatta iken kitabının adını “Havlayan köpek kardaviye reddiye”  olarak koymasını, Ebu Hanifeye reddiye yazmasını üslupsuz bulanların bunu dillendirmeye cesaret edemeyip de vefatından sonra havlama korosuna eşlik etmeleri, Allah’ın kelimesini Yemen topraklarında yücelterek şirkin belini kıran bu imamı fitne çıkarmakla suçlamaları aynı zihniyetin eseridir.

Şeyh Elbani’yi hayatında iken fitne çıkarmakla suçlayan, suud kralının resmini indirttiği için sınırdışı eden, hayatı kendisine zehir edenlerin, Allah kendisinin şanını yücelttiği için şeyhin vefatından sonra onu övmek zorunda kalmaları ve bu samimiyetlerini(!) de boy boy resimlerini yayınlayarak göstermeleri, aynı zihniyetin eseridir! İsmini öv, davetine ise ihanet et, nasıl olsa kimse anlamaz!

Bid’at ehline karşı tavizsiz mücadeleye devam eden Şeyh Rebi’yi üslupsuz bulan heva ehli de aynı zihniyettendir.

Fiillerinde kendilerine benzedikleri müşriklere meylederek “Tebbet suresini fazla okumayın, o surede peygamberin amcası kötüleniyor, peygambere eziyet vermiş olursunuz” diyecek kadar ahmaklaşan tasavvuf mutaassıbı zihniyet de aynıdır.

Fatiha suresindeki gazaba uğrayanların Yahudiler olduğunu, sapıtanların ise hıristiyanlar olduğunu söyleyen Rasul sallallâhu aleyhi ve sellem’in sözünü tasdiklemeyi, sırf kitap ehli dostlarını inciteceği için yasaklayan ve bunu suç unsuru ilan eden zihniyet de aynıdır.

Bu zihniyete göre bir ay boyunca Maune faciasına sebep olanlara namazlarda ismen lanet ve beddua okumak üslupsuz gelmez miydi?

Bu zihniyete göre dinde aşırı giden haricilere “cehennem köpekleri” demek üslupsuz gelmez miydi?

Bu zihniyete göre bid’at ehline selam vermeyi, hastalandıklarında ziyaretlerine gitmeyi, öldüklerinde cenazelerine katılmayı yasaklayan, kaderîlerin bu ümmetin Mecusileri olduklarını söyleyen hadisler üslupsuz gelmez miydi?

Müşriklerin ileri gelenlerini ismen hicvetmek üzere mescidde şairlere minber kurulmasını üslupsuz görmezler miydi?

Yahudi ve Hristiyanları aşağılamak için yolun dar yerine sıkıştırmak ve selama onların başlamasına zorlamak üslupsuz görülmez miydi?

Davetin muhatapları olan kitab ehli ve kitapsız müşriklere muhalefet etmeyi ve onlara hiçbir şekilde benzememeyi emretmek üslupsuzluk olarak görülmez miydi?

Koyun postuna bürünmüş kurtlar olan Abdulkadir Gürsever, Ebu Said gibi kimselerin, Fethullah Gülen gibi bir sapıklık önderine reddiye vermemi “çok üslupsuz, bu onların ilahlarına sövmektir” diye nitelemelerini yadırgadım mı sanıyorsunuz?

Türk oldukları halde daha Türkçe edebiyat kurallarına göre yazılmış bir yazıyı anlamaktan aciz kimselerin, başkasına ait bir söz olduğunu belirtmek için tırnak içerisinde verilen ve şart edatıyla verilmiş bir cümleyi “hocaya deyyus dedi” diyerek yayan, “deyyus, pezevenk demektir” diyerek Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in hadisine muhalefet eden, böylece kendi sahtekârlıklarını, yalancılıklarını ve deyyusluklarına hocalarını da ortak etmeye çalışan, yine sünnete muhalif bir ders düzeninin Hristiyan papazlarının ders düzenine benzediğinin ihtar edilmesi üzerine “hocaya papaz” dedi yaygaraları yapan zihniyet de aynı zihniyettir. Öyle demesem de böyle anlaşılıyormuş! Bu da benim suçummuş!

Öyle ya, “insanlara anlayacakları şekilde hitap etmek” de lazım! Peki, anlayanlar yahut sizin gibi çarpık anlamayanlar insanüstü kimseler miydi? Anlamamakta ısrar edenler ve yanlış anlamaya kendilerini zorlayanlar hangi sınıftan yaratıklar? Evet, Allah bizleri insanlar olarak yaratmıştır. Lakin münafıklara: “İnsanların (yani sahabelerin) iman ettiği gibi siz de iman edin denildiğinde, “sefihlerin, kârını zararını düşünemeyen kimselerin iman ettikleri gibi mi iman edelim?” demişlerdi.

Anlamadıklarını yahut anlaşılmaz konuştuğumu, üslupsuz davrandığımı iddia edenler dönsünler, bu meseleleri hevalarıyla değil, selefin menheciyle tartsınlar ve nefislerini “anlayıştan neden mahrum edildik” diye sorgulasınlar. Zira ben yazdıklarımı kendi kendime sorguluyor, muasırlarımın hevalarına değil, selefin menhecine arz ediyorum.

İşte bir örnek: Muasırlarımızın üslupsuz bulacağı tavrı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöylece emretmektedir:

İbn Mes’ud radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Allah’a isyan bayrağı açanlara kalben kızmakla Allah’a yakınlaşmaya çalışın. Onları asık yüzle karşılayın. Onlara kızmakla Allah’ın rızasını arayın. Onlardan uzaklaşmakla Allah’a yakınlaşın.”[1]

İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Bidat sahibini red ve inkar eden kimsenin kalbini Allah emniyet ve imanla doldurur. Bid’at sahibini aşağılayan kimseyi Allah büyük korku gününde güvende kılar. Bid’at sahibine yumuşak davranıp ona ikramda bulunan ve güler yüz gösteren kimse Allah’ın Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e indirdiğini hafife almış olur.[2]

Ebu Nuaym’ın rivayetinde şu şekildedir: “Kendisine Allah için buğz ederek bid’at sahibinden yüzünü çeviren kimsenin kalbini Allah emniyet ve iman ile doldurur. Kim bir bid’at sahibinden sakındırırsa Allah onu kıyamet gününde büyük korkudan emin kılar. Bid’at sahibine selam veren ve onu güler yüzle karşılayıp, güler yüzle ona yönelen kimse, Allah’ın Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e indirdiğini hafife almıştır.”[3]

Diğer rivayetinde lafzı şu şekildedir: “Kim kendisine buğz ederek bid’at sahibinden yüzünü çevirirse Allah onun kalbini emniyet ve imanla doldurur. Kim bid’at sahibini reddederse Allah onu büyük korku gününde emin kılar. Kim bir bid’at sahibine karşı yardım ederse Allah onun cennette yüz derecesini yükseltir. Kim bir bid’at sahibine selam verirse veya onu güleryüzle karşılar ya da onu sevindirecek şekilde yönelirse Allah Azze ve Celle’nin Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e indirdiğini hafife almıştır.”[4]

İbn Asakir’in rivayetinde şöyledir: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Kim bir bid’at sahibini korkutursa Allah onun kalbini bereket ve iman ile doldurur. Kim bir bid’at sahibi reddederse Allah onu büyük korkudan emin kılar. Kim bir bid’at sahibini aşağılarsa Allah onun cennette bir derecesini yükseltir. Kim onunla karşılaştığında yumuşak davranır ve güler yüz gösterirse Allah’ın Muhammed’e indirdiğini hafife almıştır.”[5]

 



[1] Hasen ligayrihi. İbn Şahin et-Tergib (482) Deylemi (2320) İbn Hacer, Garaibu’l-Multekita (el yazma no: 1234)
[2] Hasen. Kudaî Musnedu Şihab (537) İsnadında Ebu Hazım Abdulgaffar b. el-Hasen hakkında Ebu Hâtim: “sakınca yok” demiştir.
[3] Hasen. Ebu Nuaym Hilye (8/199) Hatib Tarih (10/263)
[4] Hasen. Herevî Zemmu’l-Kelâm (949) Hatib, Muvazzahu Evham (288) Hadisu Ebi’l-Fadl ez-Zuhri (no:147) İbn Ebi’l-Muberred, Cem’u Cuyuşi’d-Desakir Ala İbn Asakir (no: 46) Deylemi (5779)
[5] Hasen. İbn Asakir (54/199); …Muhammed b. Mansur - Abdulaziz b. Muhammed ed-Deraverdi – Nafi – İbn Ömer radıyallahu anhuma isnadıyla rivayet etmiştir.

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)