Hafız b. Ahmed el-Hakemî rahimehullah, Mearicu’l-Kabul’de (3/1228-1236)
Bid’atler babında şöyle demiştir:
“Bil ki bütün bid’atler reddedilmiştir, ondan kabul edileni yoktur.
Hepsi de çirkindir, bid’atin güzeli yoktur. Hepsi de sapıklıktır, ondan hidayet
olanı yoktur. Hepsi de günahtır, ecir olanı yoktur. Hepsi de batıldır, bid’atte
hak olan bir şey yoktur.
Bid’at’in manası; Allah’ın izin vermediği, hakkında Nebî sallallâhu
aleyhi ve sellem’in ve ashabının emri bulunmayan dindir. Bu yüzden Nebî
sallallâhu aleyhi ve sellem bid’ati: “Hakkında emrimiz bulunmayan her amel”
sözüyle tefsir etmiştir.
Yetmiş üç fırka içinde kurtulan fırkayı ise: “Onlar el-cemaattir”
sözüyle ve: “Onlar benim ve ashabımın üzerinde bulunduğu yolda olanlar” diye
nitelemiştir.
Bid’atler dini ihlal etmesi bakımından işleyenini küfre sokan ve
küfre sokmayan olmak üzere iki kısımdır.
Küfre sokan bidat’in şartları: Üzerinde icma edilmiş, mütevatir,
dinde bilinmesi zorunlu olan bir farzı inkâr eden veya farz kılınmamış bir şeyi
farz kılan, bir haramı helal sayan veya bir helali haram
sayan yahut Allah, rasulü ve kitabının ispat veya nefiy olarak münezzeh
oldukları şeye itikad eden kimselerin yaptıklarıdır. Çünkü bu kitabı ve Allah’ın
rasulünü kendisiyle gönderdiği şeyleri yalanlamaktır. Mesela Cehmiyye’nin Allah
Azze ve Celle’nin sıfatlarını inkâr etmeleri ve Kur’ân’ın mahluk olduğunu
söylemeleri böyledir. Allah’ın sıfatlarından herhangi birinin mahluk olduğunu
söylemek, Allah Teâlâ’nın İbrahim aleyhi's-selâm’ı halîl edindiğini, Musa aleyhi's-selâm
ile konuştuğunu ve daha başkalarını inkar etmek böyledir. Kaderiyye’nin Allah Azze
ve Celle’nin ilmini, fiillerini, kaza ve kaderini inkar etmeleri, Mucessime’nin
Allah Teâlâ’yı mahlukuna benzetmeleri ve bunun gibi hevalar böyledir.
Lakin bunlardan bazısının maksadının dinin kaidelerini yıkmak, Müslümanları
şüpheye düşürmek olduğu bilinir. İşte bunların küfrü kesindir. Hatta o dinden
uzak ve ona düşman olanlardan biridir. Diğerleri ise meseleler kendilerine
karışık gösterilmiş ve aldanmışlardır. İşte bunlara da ancak bağlayıcı bir
hüccet ikamesinden sonra küfürlerine hükmedilir.
İkinci kısım bid’atler küfre sokmayanlardır. Bu bid’atler kitabı
veya Allah’ın rasulleriyle gönderdiklerini yalanlamayı gerektirmeyen
bidatlerdir. Mesela Mervaniyye bid’atleri böyledir. Faziletli sahabelerden
bazıları onlara karşı çıkmışlar, bunları kabul etmemişler, tekfir edip
biatlerinden de el çekmemişlerdir. Mesela bu yöneticiler bazı namazları son vakitlerine
kadar geciktirmişler, bayram hutbesini namazdan önce yapmışlar, Cuma hutbesini
oturarak vermişler, sahabelerin büyüklerine minberler üzerinde sövmüşler,
bunlar gibi şer’î bir itikad olmayan bilakis te’vil ve nefsani şehvetler ile
dünyevî gayeler içeren türden bidatler işlemişlerdir.
Nitekim İmam Ahmed ve Hasen kaydıyla Tirmizi, Ebu İmran el-Cevnî’den
şöyle rivayet etmişlerdir: Enes b. Malik radıyallahu anh’ın şöyle dediğini
işittim: “Bugün, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem zamanında üzerinde
bulunduğumuz şeylerden bir şey tanıyamıyorum.” Dedik ki: “Peki namaz nerede
kalıyor?” Dedi ki: “Namaz hakkında da öğrendiklerinizi zayi etmediniz mi?”[1]
Sabit el-Bunanî’den aydınlık bir isnad ile şöyle dediği rivayet
edilmiştir: “Enes b. Malik radıyallahu anh şöyle dedi: “Bugün aranızda Rasûlullah
sallallâhu aleyhi ve sellem’in zamanındaki şeylerden la ilahe illallah sözünü
söylemeniz dışında bir şey bilemez oldum.” Dedim ki: “Ey Ebu Hamza! Peki namaz?”
dedi ki: “Güneş batarken namaz kılınıyor. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve
sellem’İn namazı böyle miydi?”[2]
Buhârî ve Muslim’in sahihlerinde Ebu Said
el-Hudrî radıyallahu anh’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Rasûlullah
sallallâhu aleyhi ve sellem ramazan ve kurban bayramlarında musallaya çıkar,
önce namazı kıldırmakla başlar, sonra ayrılır, kalkıp insanlara döner, insanlar
saflarında oturuyor oldukları halde onlara vaaz verir, tavsiye ve emirlerde
bulunurdu. Hatta askerî birlikler gönderecekse buradan gönderir veya vermek istediği
talimatlar varsa verir ve sonra giderdi. Ben Mervân b. el-Hakem'in Medine
valisi olduğu günlerde onunla da bir Ramazan veya Kurban bayramı namazı için musallaya
çıktım. Zaten onun zamanına kadar insanlar Resûlullah sallallâhu aleyhi ve
sellem dönemindeki bu uygulamayı devam ettirmişlerdi. Fakat namaz kılacağımız
yere vardığımızda ne göreyim; bir minber... Bu minberi Kesîr b. es-Salt
yapmıştı. Bu şaşkınlığım henüz geçmemişti ki Mervân'ın daha bayram namazını
kılmadan önce minbere çıkmaya yeltendiğini gördüm. Bunun üzerine hemen
elbisesinden tutup onu geri çektim. Fakat o direnip elimden kurtuldu ve çıkıp
namaz kılmadan önce hutbe îrad etmeye başladı. Ben de ona: “Vallahi, siz
Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem zamanındaki uygulamayı değiştirdiniz!”
dedim. Bunun üzerine aramızda şöyle bir konuşma geçti. O: “Ey Ebû Saîd, senin bildiğin o uygulamanın artık bir geçerliliği kalmadı.” Ebu Said
radıyallahu anh: “Allah'a yemin ederim ki, benim bildiğim bu uygulama hiç
bilmediğim şu uygulamanızdan çok daha hayırlıdır.” Mervan dedi ki: “Fakat halk
namazdan sonra oturup bizi beklemiyor ki, dağılıp gidiyorlar. Ben de bu yüzden
hutbeyi namazın önüne aldım”[3]
Muslim’in bir rivayetinde: “Bunu görünce dedim ki: “Önce namaz ile
başlamak nerede kaldı?” şöyle dedi: “Ey Ebu Said! Senin bildiğin şey terk
edildi.” Dedim ki: “Nefsim elinde olana yemin ederim ki, bildiğim şeyden daha
hayırlısını getiremezsiniz.” Bunu üç sefer söyledi ve sonra oradan ayrıldı.”[4]
Ahmed, Ebu Davud ve İbn Mace, Ebu Said radıyallahu anh’den şöyle
rivayet etmişlerdir: “Mervan bayram günü minberi çıkardı ve namazdan önce
hutbeye başladı. Bir adam kalkıp: “Ey mervan! Sünnete muhalefet ettin, minberi
çıkarttın. Halbuki minber çıkartılmazdı. Namazdan önce hutbeye başladın halbuki
hutbe ile başlanılmazdı.” Bunun üzerine Ebu Said el-Hudrî radıyallahu anh dedi
ki: “Bu kimdir?” falanın oğlu filandır dediler. Dedi ki: “Bu üzerine düşeni
yaptı. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim: “Kim
bir münker görür de eliyle değiştirmeye gücü yeterse eliyle değiştirsin. Buna gücü
yetmezse diliyle, buna da gücü yetmezse kalbiyle yapsın. Bu ise imanın en
zayıfıdır.”[5]
Derim ki: hadisin Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in sözünden merfu
olan kısmı Muslim’in Sahihindedir.[6] Belki de
Mervan’a karşı çıkan bu şahıs, Ebu Said radıyallahu anh’ın eliyle ve diliyle
karşı çıkmasından sonra karşı çıkmıştır. Zira Ebu Said radıyallahu anh’ın karşı
çıkışı, bu işin ilk defa yapıldığı zaman olmuştu. Allah en iyi bilendir.
Muslim’in Sahih’inde Cabir
b. Semura radıyallahu anh’den: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem ayakta
hutbe verir, sonra otururdu. Sonra kalkıp ayakta hutbe verirdi. Kim sana Rasûlullah
sallallâhu aleyhi ve sellem’in oturarak hutbe verdiğini söylerse yalan
söylemiştir. Allah’a yemin olsun O’nunla beraber binden fazla namaz kıldım.”[7]
Ka’b b. Ucra radıyallahu anh mescide girdiğinde Abdurrahman b. Ummi’l-Hakem
oturarak hutbe veriyordu. Dedi ki: “Şu habise bakın, oturarak hutbe veriyor! Allah
Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Bir ticaret veya eğlence gördüklerinde ona koştular
ve seni ayakta bıraktılar.” (Cum’a 11)[8]
Yine Muslim’de rivayet edilmiştir: Ammar b. Ruveybe: “Bişr b. Mervan’ın
minber üzerinde ellerini kaldırdığını görünce: “Allah şu iki eli
çirkinleştirsin. Ben Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in şu elini
kaldırmaktan ve işaret parmağıyla işaret etmekten fazlasını yapmadığını gördüm.”[9]
….
Bid’atler işlendiği konuya göre de taksim edilir:
İbadetler hususunda bid’atler
Ve muamelat hususunda bid’atler.
İbadetler hususundaki bid’atler de yine iki kısımdır:
Birincisi: Allah Teâlâ’nın izin vermediği ve kendisiyle ibadet niyetiyle kulluk edilen şeylerdir. Mesela cahil sufilerin eğlence aletleriyle,
raksederek, el çırparak ve çeşitli çalgı aletleriyle yaptıkları müzik ile
ibadet etmeleri gibi. Onların bu durumları Allah Teâlâ’nın şu ayetindekilere
benzer: “Onların Ka’be yanındaki namazları ancak el çırpmak ve ıslık çalmaktan
ibarettir.” (Enfal 35)
İkincisi: Aslı meşru olan, lakin yeri dışında kullanılarak yapılan
ibadetlerdir. Mesela ihramda başı açmak meşru bir ibadettir. Eğer bu ihram
dışında, oruçta, namazda veya başka ibadetlerde, ibadet niyetiyle yapılırsa
haram bir bid’at olur. Yine diğer meşru ibadetleri de meşru kılındıkları
yerlerden başka yerlerde yapmak da böyledir. Mesela yasaklanan vakitlerde
nafile namaz kılmak, şek gününde ve iki bayram günlerinde oruç tutmak gibi.
Sahih’te Enes radıyallahu anh’den rivayet edilmiştir: Nebî sallallâhu aleyhi ve
sellem bir adamı iki kişi arasında yürürken görünce şöyle buyurmuştur: “Muhakkak
ki Allah’ın, elbette bu adamın nefsine eziyet etmesine ihtiyacı yoktur.”[10]
….
Muamelelerdeki bid’ate gelince; mesela Allah’ın kitabında veya Rasûlullah
sallallâhu aleyhi ve sellem’in sünnetinde bulunmayan şartlar koşmak böyledir….