Bu yeni putlar şöyledir:
Birinci Put: Kişisel Özgürlük
Bu, insanların doğru anlayamadıkları için yeni putlardan
biri olmuştur. Bu yüzden giyiminde, tavırlarında, konuşmasında, yürüyüşünde,
altınla süslenmesinde, koluna bilezik, boynuna zincir takışında kendini
kadınlara benzeten muhannes erkeğin, bütün bunları kişisel özgürlük adı altında
yaptığını ve kınanmadığını görmeye başladık. Yine evinden tesettürün şartlarını
yerine getirmeden dışarı çıkan, koku sürünen, erkeklerin arasına karışarak
meyleden ve meylettiren, şehvet fitnelerine kışkırtan kadının da kişisel
özgürlük iddiasıyla bunları yaptığını görüyoruz. Kişi, dilediğini
yapabileceğini, dilediği kıyafeti giyebileceğini, buna kimsenin müdahale
edemeyeceğini bu slogan altında iddia ediyor! Hatta durum o hale ulaşmıştır ki,
müslümanların ükesinde, ilme nispet edilen birisinin; kızını dilediği elbiseyi
giyme hususunda özgür bıraktığını işitmişizdir! Allah Azze ve Celle’nin şu
kavlinin karşısında bu kimseler nerede kalıyor?!:
وَمَا
كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَنْ
يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ وَمَنْ يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ
فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا مُبِينًا
“Allah ve rasûlü
bir işe hüküm verdiği zaman, iman etmiş bir erkek ve iman etmiş bir kadına o
işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah’a ve rasûlüne
karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzab 36)
Uyuduğu veya istirahat
ettiği bir vakitte komşusunu, radyo veya televizyon sesini yüksek açması
sebebiyle rahatsız eden, komşu haklarını gözetmeyen kişinin de evinde
kendisinin özgür olduğunu iddia ettiğini görürüz.
Şurası açıktır ki,
arzu edilen kişisel özgürlüğün hakikati; hayır veya şer olarak kişinin
arzuladığı şeye meyletmesidir. Âlimler bunu “hevâ” olarak isimlendirmişlerdir.
Hevâ; nefsin ister hayır, ister şer oldun, arzuladığı şeye meyletmesidir. Sonra
kınanmış bir şey yapar veya kötülüğe saparsa onun hevasına tabi olduğu
söylenir.
Hevânı (arzuların) dine tabi olması ve dinin
sınırlarına uyması, dinin sınırları dışına çıkmaması zorunludur. Aksi halde bu
kınanır. Abdullah b. Amr b. el-As radiyallahu anhuma’dan: Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
لَا يُؤْمِنُ أَحَدُكُمْ حَتَّى
يَكُونَ هَوَاهُ تَبَعًا لِمَا جِئْتُ بِهِ
“Kendi hevanız (arzu ve istekleriniz) benim getirdiğime
uymadıkça iman etmiş olmazsınız."[1]
Yani kulun amelini kitap ve sünnete arz edip, hevasına
muhalefet etmesi, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ile gelene tabi olması
gerekir. Hiç kimsenin Allah Azze ve Celle ve rasulü sallallahu aleyhi ve
sellem’e rağmen bir tercihi veya arzusu söz konusu olamaz. Hevâ ehlinin
kınanması ancak onların muhtaç oldukları şer’î delillere tutunmayıp hevalarını
ve kişisel görüşleri öne geçirmeleri, bunlara dayanmaları, kitap ve sünnetten
olan şer’î delilleri bunun arkasına atmalarıdır. Nitekim Allah Subhanehu ve
Teâlâ, dinlerle gelen haktan yüz çevirip hevâya tabi olanları kınayarak şöyle
buyurmuştur:
إِنْ
يَتَّبِعُونَ إِلَّا الظَّنَّ وَمَا تَهْوَى الْأَنْفُسُ وَلَقَدْ جَاءَهُمْ مِنْ
رَبِّهِمُ الْهُدَى
“Onlar ancak zanna ve nefislerin hevasına uyarlar. Oysa
and olsun, onlara rablerinden yol gösterici gelmiştir.” (Necm 23)
أَفَرَأَيْتَ
مَنِ اتَّخَذَ إِلَهَهُ هَوَاهُ وَأَضَلَّهُ اللَّهُ عَلَى عِلْمٍ وَخَتَمَ عَلَى
سَمْعِهِ وَقَلْبِهِ وَجَعَلَ عَلَى بَصَرِهِ غِشَاوَةً فَمَنْ يَهْدِيهِ مِنْ
بَعْدِ اللَّهِ أَفَلَا تَذَكَّرُونَ
“Şimdi sen, kendi hevasını ilah edinen ve
Allah’ın bir ilim üzerine kendisini saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği
ve gözü üstüne bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah’tan sonra ona
kim hidayet verecektir? Siz yine de öğüt alıp düşünmüyor musunuz?” (Casiye 23)
Allah Teâlâ, hevaya ve heva ehline uymaktan sakındırmıştır:
ثُمَّ
جَعَلْنَاكَ عَلَى شَرِيعَةٍ مِنَ الْأَمْرِ فَاتَّبِعْهَا وَلَا تَتَّبِعْ
أَهْوَاءَ الَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ
“Sonra seni de bu emirden bir şeriat üzerine kıldık;
öyleyse sen ona uy ve bilmeyenlerin hevalarına uyma.” (Casiye 18)
Allah Azze ve Celle, kâfirlerin Rasûlullah sallallahu aleyhi
ve sellem’in davetine icabet etmemelerinin en büyük sebebinin hevâya tâbi olmak
olduğunu açıklamıştır:
فَإِنْ
لَمْ يَسْتَجِيبُوا لَكَ فَاعْلَمْ أَنَّمَا يَتَّبِعُونَ أَهْوَاءَهُمْ وَمَنْ
أَضَلُّ مِمَّنِ اتَّبَعَ هَوَاهُ بِغَيْرِ هُدًى مِنَ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ لَا
يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ
“Eğer sana cevap
veremezlerse, bil ki onlar, sırf heveslerine uymaktadırlar. Allah'tan bir yol
gösterici olmaksızın kendi hevâsına uyandan daha sapık kim olabilir! Elbette
Allah zalim kavmi doğru yola iletmez.” (Kasas 50)
Hatta Allah Azze ve Celle, hevânın münafıklar tarafından
müminleri aldatmak için kullanıldığını bildirmiştir:
وَمِنْهُمْ
مَنْ يَسْتَمِعُ إِلَيْكَ حَتَّى إِذَا خَرَجُوا مِنْ عِنْدِكَ قَالُوا لِلَّذِينَ
أُوتُوا الْعِلْمَ مَاذَا قَالَ آنِفًا أُولَئِكَ الَّذِينَ طَبَعَ اللَّهُ عَلَى
قُلُوبِهِمْ وَاتَّبَعُوا أَهْوَاءَهُمْ
“Onlardan kimi gelip seni dinler. Nitekim yanından çıkıp
gittikleri zaman, ilim verilenlere derler ki: “O biraz önce ne söyledi?” İşte
onlar; Allah’ın kalplerini mühürlediği ve hevâlarına uyan kimselerdir.”
(Muhammed 16)
Hevaya uyanın sapıklığı kendisiyle
sınırla kalmaz, başkalarını da saptırır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
وَإِنَّ كَثِيرًا لَيُضِلُّونَ
بِأَهْوَائِهِمْ بِغَيْرِ عِلْمٍ إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعْلَمُ بِالْمُعْتَدِينَ
“Pek çoğu arzularına uyarak
bilgisizce saptırıyorlar. Muhakkak ki rabbin haddi aşanları hakkıyla bilir.”
(En’am 119)
Allah Azze ve Celle kitabında ve
rasulü sallallahu aleyhi ve sellem’in dili üzerinden bize, insanlar arasında
adaletle hükmetmemizi emretmekte ve bizi hevâya tabi olmaktan yasaklamaktadır:
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا
كُونُوا قَوَّامِينَ بِالْقِسْطِ شُهَدَاءَ لِلَّهِ وَلَوْ عَلَى أَنْفُسِكُمْ
أَوِ الْوَالِدَيْنِ وَالْأَقْرَبِينَ إِنْ يَكُنْ غَنِيًّا أَوْ فَقِيرًا
فَاللَّهُ أَوْلَى بِهِمَا فَلَا تَتَّبِعُوا الْهَوَى أَنْ تَعْدِلُوا وَإِنْ
تَلْوُوا أَوْ تُعْرِضُوا فَإِنَّ اللَّهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرًا
“Ey iman edenler! Kendiniz, ana
babanız ve yakınlarınız aleyhinde bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti
ayakta tutun. İster zengin olsun; ister fakir olsun. Çünkü Allah her ikisine de
daha yakındır. Öyleyse adaletten vazgeçerek hevanıza uymayın. Eğer dilinizi
eğip büker veya yüz çevirirseniz şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”
(Nisâ 135)
Allah Teâlâ, hevâya tabi olmanın,
Allah’ın yolundan saptırdığını haber vermiştir:
يَا دَاوُودُ
إِنَّا جَعَلْنَاكَ خَلِيفَةً فِي الْأَرْضِ فَاحْكُمْ بَيْنَ النَّاسِ بِالْحَقِّ
وَلَا تَتَّبِعِ الْهَوَى فَيُضِلَّكَ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ إِنَّ الَّذِينَ
يَضِلُّونَ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ بِمَا نَسُوا يَوْمَ
الْحِسَابِ
“Ey Davud! Biz seni yeryüzünde halife yaptık. O halde insanlar arasında
adaletle hükmet. Hevâya uyma, sonra bu seni Allah'ın yolundan saptırır. Doğrusu
Allah'ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin bir azap
vardır.” (Sad 26)
Müslümana gereken, hevâsını Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in
getirdiklerine uydurmaktır. Kişisel özgürlüğün dinin sınırlarına uygun olması
ve onun dışına çıkmaması zorunludur. Çünkü Allah, Müslümanın zâyi etmesi caiz
olmayan farzlar, aşması caiz olmayan sınırlar ve işlemesi caiz olmayan haramlar
koymuştur.
Müslümanın farzları yerine getirme veya terk etme hususunda hürriyeti
yoktur. Bilakis günaha girmemesi için farzları eda etmesi gerekir. Haramı
işleme veya terk etme konusunda da özgürlüğü yoktur. Bilakis haramı terk etmesi
gerekir. Aksi halde günah işlemiş olur.
Kişisel özgürlük, mubah olan yiyecekler, içecekler, giyecekler hususunda
söz konusudur. Bu konuda Allah’ın emirlerine muhalefetten uzak olma şartı vardır.
Bir şeyin kendisi helal olabilir. Mesela yiyecekten, içecekten veya giyecekten
bir çeşidi kişi sever, bir başkası sevmeyebilir. Dinin sınırları içinde olduğu
sürece bütün bunlar caizdir. Fakat şehvetlere uyma ve düşük gayeleri
gerçekleştirme hususunda özgürlük yoktur. Bu hürriyet değil, hayvanlaşmaktır!
Şüphelere tabi olmak ve fitnelere kışkırtmak hürriyet değil, terördür!
Erkeğin kadınlara benzeyip muhannesleşmesi caiz değildir. Erkeğin giyim ve
benzer hususlarda kendisini kadına benzetmesi veya kadının kendisini erkeğe
benzetmesi halinde lanete uğrayacağı, Allah’ın rahmetinden uzak olacağı tehditi
hadislerde sabit olmuştur.
İbn Abbas radiyallahu anhuma’dan
لَعَنَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ المُتَشَبِّهِينَ مِنَ الرِّجَالِ بِالنِّسَاءِ،
وَالمُتَشَبِّهَاتِ مِنَ النِّسَاءِ بِالرِّجَالِ
“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem kendilerini
kadınlara benzeten erkeklere ve kendilerini erkeklere benzeten kadınlara lanet
etti."[2]
Ebu Hureyre radiyallahu anh’den:
لَعَنَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الرَّجُلَ يَلْبَسُ لِبْسَةَ الْمَرْأَةِ، وَالْمَرْأَةَ
تَلْبَسُ لِبْسَةَ الرَّجُلِ
“Rasulullah aleyhi’s-salatu ve’s-selam kadın
elbisesi giyen erkeklere ve erkek elbisesi giyen kadınlara lânet etti."[3]
Abdullah b. Amr b. el-Âs radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
لَيْسَ مِنَّا مَنْ تَشَبَّهَ بِالرِّجَالِ مِنَ النِّسَاءِ، ولاَ مَنْ تَشَبَّهَ
بِالنِّساءِ مِنَ الرِّجَالِ
“Kadınlara benzemeye çalışan erkekler ve erkeklere
benzemeye çalışan kadınlar bizden değildir.”[4]
Âişe
radiyallahu anha'ya bir kadının erkek terliği giydiği söylenince şöyle dedi:
لَعَنَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
الرَّجُلَةَ مِنَ النِّسَاءِ
“Rasululah
sallallahu aleyhi ve sellem kadınlardan kendini erkeğe benzetenlere lânet
etti."[5]
Bu hadisler kadınların erkeklere ve
erkeklerin kadınlara benzemesinin haram olduğuna delalet etmektedir.
Kadının evinden tesettüre riayet etmeden, koku sürünerek, fitneye düşürücü
bir görüntüde çıkması caiz değildir. Eğer bunu yaparsa şiddetli tehditin
kapsamına girer.
Ebu Hureyre radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
صِنْفَانِ مِنْ أَهْلِ
النَّارِ لَمْ أَرَهُمَا، قَوْمٌ مَعَهُمْ سِيَاطٌ كَأَذْنَابِ الْبَقَرِ
يَضْرِبُونَ بِهَا النَّاسَ، وَنِسَاءٌ كَاسِيَاتٌ عَارِيَاتٌ مُمِيلَاتٌ
مَائِلَاتٌ، رُءُوسُهُنَّ كَأَسْنِمَةِ الْبُخْتِ الْمَائِلَةِ، لَا يَدْخُلْنَ
الْجَنَّةَ، وَلَا يَجِدْنَ رِيحَهَا، وَإِنَّ رِيحَهَا لَيُوجَدُ مِنْ مَسِيرَةِ
كَذَا وَكَذَا
“Cehennemliklerden
iki sınıf vardır ki ben onları görmedim: Ellerinde sığırkuyrukları gibi
kamçılarla insanlara vuranlar ve giyinmiş oldukları halde çıplak olan, meyleden
ve meylettiren, başlarını deve hörgücü gibi yapan kadınlar! Bunlar cennete
giremedikleri gibi, kokusunu dahi bulamazlar. Hâlbuki cennetin kokusu şu ve şu
kadar mesafeden hissedilir."[6]
Yine kişinin kişisel özgürlük iddiasıyla komşusuna eziyet vermekten
sakınması gerekir. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem kalpte iman alametlerinden
birinin komşuya iyilik edip, ona eziyet vermemek olduğunu bildirmiştir.
Ebu Hureyre radiyallahu anh’den: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
مَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَاليَوْمِ الآخِرِ فَلاَ
يُؤْذِ جَارَهُ
“Allah’a ve ahiret gününe iman eden, komşusuna eziyet vermesin.”[7]
Ebu Şureyh radiyallahu anh ve Ebu Hureyre radiyallahu anh’den: Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
«وَاللَّهِ
لاَ يُؤْمِنُ، وَاللَّهِ لاَ يُؤْمِنُ، وَاللَّهِ لاَ يُؤْمِنُ» قِيلَ: وَمَنْ يَا
رَسُولَ اللَّهِ؟ قَالَ: «الَّذِي لاَ يَأْمَنُ جَارُهُ بَوَايِقَهُ»
“Vallahi iman etmemiştir, vallahi iman etmemiştir, vallahi iman
etmemiştir!” Denildi ki:
“Kim ey Allah’ın rasulü!” Buyurdu ki:
“Komşusunu kendisinin kötülüklerinden güvende kılmayan kişi.”[8]
Günahkâr kimselerin: “Ben özgürüm” sözü, halkın: “Herkes özgürdür”
demeleri, günahkârlardan bir grubun yaptıkları şeylerde hür olduklarına
inanmalarına sebep olmuştur! Onlara göre kendilerine karşı çıkan kişi
haksızdır! Bunun sebebi, İslam nurunun günahkârların kalplerinden gitmiş
olmasıdır. Bunun sonucunda da onlardan biri tıpkı hasta olan kişinin kendisine
fayda verecek tedaviyi reddetmesi gibi, ruhlarını bozan çirkin işlerine karşı
çıkıldığında kendilerini günahın gururu kaplıyor ve kendilerine gelen haktan
yüz çeviriyorlar! İşledikleri isyanların kimsenin karışması caiz olmayan
kişisel özgürlükten olduğunu zannediyorlar! Bu ne kötü bir zan!
Hâlbuki Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu bozuk şüpheyi çürüten
açıklamayı yapmış, insanlardan bir grubun diledikleri şeyi yapmakta serbest
bırakılmalarının hepsinin helakine sebep olacağını belirtmiştir. Nu’man b.
Beşir radiyallahu anh’ın rivayet ettiği hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurmuştur:
“Allah’ın sınırlarında duranla onu
çiğneyenin ve ikiyüzlülük yapanın misali; denizdeki bir geminin alt ve üst katını kur’a çekerek paylaşan insanların
durumuna benzer. Bunlardan kimisine geminin alt kısmı kimine de üst kısmı
düşer. Aşağıdakiler su almak için yukarı inip-çıkarlarken yukarıdakilerin
üzerlerine su sıçrattılar. Bunun üzerine yukarıdakiler şöyle derler:
“Yukarıya çıkarak bize eziyet etmenize müsaade
etmeyeceğiz.” Aşağıdakiler de şöyle derler:
“Biz de geminin alt kısmından bir delik açarak
suyumuzu oradan alırız, yukarıdakilere eziyet vermemiş oluruz.” Bunun üzerine onlardan biri küçük bir balta
alarak geminin altını delmeye başlar. Ona gelip:
“Neyin var?” derler. O da:
“Bana eziyet verdiniz. Su almak zorundayım” der. Eğer
onları istedikleri işi yapmak için bırakırlarsa hepsi birden boğulup ölürler, onlara engel olurlarsa hepsi birden
kurtulurlar.”[9]
Numan b. Beşir radıyallahu anhuma bu hadisi
zikretmeden önce: “Ey insanlar! Düşüklerinize engel olun” der, hadisi
zikrettikten sonra da tekrar:
“Tehlikeye düşmeden önce düşüklerinize engel
olun” derdi.[10]
Bu hadiste anlatılan adamın: “Kendi mekânımda dilediğimi yaparım” demesi,
hevâ ehlinin: “Ben özgürüm” demesiye aynı şeydir. Nitekim büyük sahabi Nu’man
b. Beşir radiyallahu anh, böyle söyleyen kimsenin sefih olduğunu belirtmiştir.
Nitekim Nebî sallallahu aleyhi ve sellem onun elinden tutup engel olunmasını
emretmiş, aksi halde helak olup boğulacaklarını bildirmiştir. Allah Teâlâ bizi
hevâya uyarak hataya ve ayak kaymalarına düşmekten uzaklaştırmış, bizleri
rablerinin makamından korkanlardan kılmıştır:
وَأَمَّا مَنْ خَافَ مَقَامَ
رَبِّهِ وَنَهَى النَّفْسَ عَنِ الْهَوَى * فَإِنَّ الْجَنَّةَ هِيَ الْمَأْوَى
“Kim rabbinin makamından korkmuş ve nefsi hevadan sakındırmışsa
şüphesiz cennet varılacak yerin kendisidir.”
(Naziat 40-41)
Şeyh İbn Useymin’e kişinin: “Ben özgürüm” demesi hakkında sorulunca şöyle
cevap vermiştir:
“Kişi özgür olduğunu söylerken mahlûka kölelikten özgür olduğunu
kastetmişse evet, doğrudur. Ama eğer Allah Azze ve Celle’ye kulluktan özgür
olduğunu kastediyorsa kulluğu kötü anlamış ve özgürlüğün manasını bilmiyor
demektir. Zira kölelik, Allah’tan başkasına kulluk etmektir. Kişinin rabbi Azze
ve Celle’ye kulluk etmesi ise özgürlüğün ta kendisidir. Eğer Allah’a kulluk
etmiyorsa Allah’tan başkasına kulluk ediyor demektir. Böylece kendisini
aldatarak: “Ben özgürüm” der. Yani Allah’a itaat etmekten sıyrılmış olduğunu
söyler ki, bunu asla yapamaz.”[11]
Yine kendisine, günahkâr kimseye
karşı çıkıldığı zaman onun: “Ben yaptığım işlerde özgürüm” demesi hakkında
sorulduğunda şöyle cevap vermiştir:
“Bu yanlıştır. Deriz ki: “Sen
Allah’a isyan konusunda özgür değilsin. Bilakis sen rabbine isyan ettiğinde Allah’a
kulluğu terk edip, şeytanın ve hevanın kulluğuna girmiş olursun.”[12]
[1] Sahih ligayrihi. Beyhaki el-Medhal (209) Hatib Tarih (4/368)
İbn Batta el-İbane (1/387) Herevi
Zemmu’l-Kelam (320-21) İbn Cevzi Zemmu’l-Heva
(s.18) Deylemi (7791) Begavi Şerhu’s-Sunne (104) Nevevi Şerhu Erbain (41) Hakîm
et-Tirmizi Nevadiru’l-Usul (1530) İbn Ebi Asım es-Sunne (15)
[2] Sahih. Buhari (5885)
Abdurrezzak (4/319) İbn Ebi Şeybe (5/319) Tirmizi (2784) İbn
Mace (1904) Ahmed (1/254, 330, 339) Darimi (2652)
Tayalisi (2801) Taberani (11/252) Taberani Evsat (4/212)
[3] Sahih. İbn Hibbân (13/62) Hâkim (4/194) Ebu Davud (4098) Tirmizi (2784) Ahmed (2/325) Nesâî Sunenu'l-Kubrâ (9253)
[4] Sahih. Taberani (13/467)
Ebu Nuaym Hilye (3/321)
[5] Sahih. Ebu Davud (4099)
Humeydi (272) Beyhakî Şuab (7804) Elbani sahih demiştir.
[6] Sahih. Malik (Libas,7)
Muslim (2128) Ahmed (2/355,
440) İbn Hibban (16/500) Taberani Evsat (2/224) Darimi (isti'zan,15) Deylemi
(3783) Beyhaki (2/234)
[7]
Sahih. Buhârî (6018, 6136, 6475)
Muslim (47)
[8]
Sahih. Buhârî (6016) Muslim (46)
[9]
Sahih. Buhari (2493) İbn Hibbân
(1/533) Tirmizi (2173) Ahmed (4/268, 269, 270) es-Silsiletu’s-Sahiha (69)
[10]
İbnu’l-Mubarek, Zühd (s.475)
[11]
İbn Useymin Mecmuu Fetava (3/128)
[12]
İbn Useymin, Mecmuu Fetava (3/128)