Humeydî’nin Musnedindeki Hadisin Tahrifi
Abdullah b. Ömer radiyallahu anhuma’nın namazda elleri
kaldırma hakkındaki hadisi Humeydi’nin Musned’inde şu şekildedir:
حَدَّثَنَا
الْحُمَيْدِيُّ قَالَ: ثنا الزُّهْرِيُّ، قَالَ: أَخْبَرَنِي سَالِمُ بْنُ عَبْدِ
اللَّهِ، عَنْ أَبِيهِ، قَالَ: «رَأَيْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ إِذَا افْتَتَحَ الصَّلَاةَ رَفَعَ يَدَيْهِ حَذْوَ مَنْكِبَيْهِ،
وَإِذَا أَرَادَ أَنْ يَرْكَعَ، وَبَعْدَ مَا يَرْفَعُ رَأْسَهُ مِنَ الرُّكُوعِ فَلَا
يَرْفَعُ وَلَا بَيْنَ السَّجْدَتَيْنِ»
“İbn Ömer radiyallahu anhuma dedi ki: “Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem’in namaza başlarken ellerini omuzları hizasında kaldırdığını
gördüm. Rüku etmek istediğinde ve başını rükudan kaldırdıktan sonra ve iki secde
arasında ellerini kaldırmazdı.”
(Humeydi Musned,
Habiburrahman el-Azami el-Hanefi tahkiki, 1963 tarihli ilk baskısı no:614)
isnadda Humeydi ile ez-Zuhri arasında “haddesena Sufyan” kısmı matbu nüshada
düşmüştür. Sonradan bu kitap Şeyh Huseyn b. Nasır el-Hakemi tahkikiyle dokuz el
yazma nüsha karşılaştırılarak Riyad’da basılmıştır.
Habiburrahman el-Azami el-Hanefi tahkikiyle basılan tahrifli
Musnedu Humeydi nüshasında hadis yukarıdaki şekilde yer almıştır. Buradaki riyavete
yapılan tahrif, namazda elleri kaldırmayı terk eden Hanefi mezhebine uygun
olduğu için Hindistandaki birçok gazeteci ve dergi yazarları Hanefiler için bu
hadisi aldılar ve mezheplerini desteklemek için yaydılar. Zira bu hadis,
imamların sıhhatinde ittifak ettikleri bu konuda yegane hadisti!
Şeyh Azami’nin Bu Tahrifi Genişletmesi
Şeyh Habiburrahman el-Azami, hiç adeti olmadığı halde bu
hadisin altında dipnot düşerek şu açıklamayı da yapmıştır: “Hadisin aslını Buhârî
Yunus – Zühri yoluyla rivayet etmiştir. Süfyan’ın Zühri’den rivayetini ise Ahmed
Musned’inde ve Ahmed’in yoluyla Ebû Dâvûd Sünen’inde rivayet etmiştir. Lakin
Ahmed’in Sufyan yoluyla rivayeti, Musannif’in (Humeydi’nin) rivayetine
muhaliftir. Ahmed’in Musned’inde şu lafızladır: “Rasûlullah sallallahu aleyhi
ve sellem’in namaza başladığında ellerini omuzları hizasına kaldırdığını
gördüm. Rüku etmek istediğinde ve başını rükudan kaldırdığında da. Sufyan bir
seferinde dedi ki: “ve başını kaldırdığında” Çoğunlukla ise “ve başını rükudan
kaldırdığında” dedi. İki secde arasında ise kaldırmazdı.” (Musned 2/8)
Burada görüldüğü gibi rükuya giderken ve rükudan kalkarken
elleri kaldırmak ispat edilmekte, iki secde arasında ise elleri kaldırmak
nefyedilmektedir. Humeydi’nin rivayetinde ise rükuda, rükudan kalkışta ve iki
secde arasında elleri kaldırmak nefyedilmektedir. Muhaddislerden hiçkimse
Humeydi’nin bu rivayetine itiraz etmemiştir.” (Musnedu Humeydi 2/277 dipnot 6)
Evet doğrudur, çünkü hiçkimse el-Azami’nin tahkikini yaptığı gibi, metni tahrif edilmiş olan bu
hadisi mezhebini desteklemek için getirmeye kalkmamıştır! Bu tahrif
yalnızca Azami’in tahkik ettiği tahrif edilmiş Humeydi Musnedi nüshasında, Hind
baskısında mevcuttur!
Muhaddisler, Humeydi Musned’ine yapılan tahrifi görmedikleri
için itiraz etmemişlerdir!
Burada bir tahrif olduğunun kesin delilleri vardır:
Bu rivayet sahih şekliyle, Dımeşk’te Daru’l-Kutubi’z-Zahiriyye
nüshasında şu lafızladır:
حَدَّثَنَا
الْحُمَيْدِيُّ ثنا سُفْيَانُ، نا الزُّهْرِيُّ، قَالَ: أَخْبَرَنِي سَالِمُ بْنُ
عَبْدِ اللَّهِ، عَنْ أَبِيهِ، قَالَ: «رَأَيْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِذَا افْتَتَحَ الصَّلَاةَ رَفَعَ يَدَيْهِ حَذْوَ
مَنْكِبَيْهِ، وَإِذَا أَرَادَ أَنْ يَرْكَعَ، وَبَعْدَ مَا يَرْفَعُ رَأْسَهُ
مِنَ الرُّكُوعِ وَلَا بَيْنَ السَّجْدَتَيْنِ»
“İbn Ömer radiyallahu anhuma dedi ki: “Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem’in namaza başlangıçta, rüku etmek istediğinde ve başını rükudan
kaldırdığında ellerini omuzları hizasında kaldırdığını gördüm. iki secde
arasında ise kaldırmazdı.”
Bu lafız akışı, Buhârî’nin Yunus – Zuhri yoluyla yaptığı
rivayete ve Ahmed’in Sufyan – Zuhri yoluyla yaptığı rivayete muvafıktır. Azami
ise, Ahmed’in rivayetinin Humeydi’nin rivayetine aykırı olduğunu söylemişti!
Halbuki Humeydi’de muhalif olan lafız sadece Hindistan nüshasındaki lafızdır. El-Azami,
bu rivayetteki tahrife işaret etmediği için araştırmacılar katında mazur
görülmemiştir! Bilakis tahkikinde bu işte maksatlı olduğunu ortaya koymuştur.
Kendisi tahkikinde dayandığı üç Hindistan nüshasını tarif ederken şöyle
demektedir:
“Sonra bu Musned’in basılması esnasında Dımeşk’te Daru’l-Kutubi’z-Zahiriyye
nüshasının mikrofilmlerini gördüm. Elimdeki nüsha ile karşılaştırdım ve
basılmayan dipnotlarımda açıklamalar ekledim. Ama bunlar baskı tamamlandıktan
sonra olmuştu. Sonra kitabın arkasında bu notları ayrı bir cüz olarak ekledim
ve “zı” harfiyle bu nüshaya işaret ettim.” (Humeydi Musnedinin tahkikinin
mukaddimesi 1/4)
Bu nebevi hadise yapılan tahrif karşısında sükut etmiş
olması, hiçbir işarette bulunmaması ise tuhaftır! Halbuki Musnedu Humeydi’de
613 nolu rivayetin dipnotunda Zahiriyye nüshasına işarette bulunmuş, burada söz
konusu ettiğimiz 614 nolu tahrif edilmiş rivayete ise işaret etmemiştir!
Şayet Zahiriyye nüshasında geçen lafza, kitabın sonuna
eklediği istidrakta bari işaret etseydi elbette insanlar katında mazur olurdu.
Gerçek yüzleri bilen Allah’tır! Lakin el-Azami bunu yapmamıştır. Halbuki sözünü
ettiği ve kitabın sonuna bir cüz halinde eklediği istidrak kısmında bir sonraki
hadis olan 615 nolu rivayete de not düşmüştür!
* Hatta burada düştüğü not da
ilginç bir çelişkisini ortaya koymakta! Orada şöyle demiş: “s.278, 2 nolu
dipnot: Bunu Buhârî Ref’ul-Yedeyn’de (s.8) Humeydi’den rivayet etmiştir.” Bu nota
şu açıklamayı eklemiştir: “Bunu Ahmed b. Hanbel, el-Velid b. Muslim’den rivayet
etmiş ve el-Muhalla’da geçtiği gibi: “her eğiliş ve kalkışta” dememiştir! İbn
Hazm bu yüzden İbn Ömer radiyallahu anhuma hadisini yalnızca başlangıç
tekbirinde ellerini kaldırmayanları taşlardı diye yorumlayanlara yüklenmiştir.
Derim ki (Azami der ki): Bu ziyade Humeydi’nin tek kaldığı, başkalarının
mutabaat etmediği bir rivayettir. Belki de Humeydi bunu kendi anladığı mana ile
rivayet etmiştir”
El-Azami böyle iddia etse de
İbn Ömer radiyallahu anhuma’nın her eğiliş ve kalkışta ellerini kaldırmayanları
taşladığı rivayeti hususunda Humeydi’ye mutabaat da gelmiş, Darekutni; (1/289)
İsa b. Ebi İmran – el-Velid b. Muslim yoluyla mutabaat etmiştir. Yani Humeydi
bu rivayette tek kalmamıştır. Tuhaf olanı, el-Azami’nin bu rivayette Humeydi’nin
tek kaldığını iddia etmesine rağmen, merfu hadiste kendisinin tahkik ettiği
tahrifli metinde tek kalmasını delil olarak öne sürmesidir! İbn Hazm üzerinden
söylediği sözleri ise ancak kendi tevilidir. Rivayetlerin hiçbirinde İbn Ömer’in
yalnız başlangıç tekbirinde ellerini kaldırmayanları taşladığına dair bir
sarahat yoktur!
Yine bu durumu
doğru-yanlış cetvelinde de zikretmemiştir. 613 nolu rivayetin 5 nolu dipnotunda
meydana gelen hatayı cedvele almış, bir sonraki rivayet olan 614 nolu
rivayetteki tahrifi zikretmemiştir.
Bu durum kendisinin taklit ve taassubdan dolayı bu tahrifi kasten
görmezden geldiğini göstermektedir. Zira bu tahrifli haliyle gelen metin,
mezhebine uymaktadır! Bir de utanmadan: “Hiçbir muhaddis Humeydi’nin bu
rivayetine itiraz etmemiştir…” diyor!
Hadislere karşı bu hilekâr üslup, sabit sünnetlere aykırı
ameller üzerinde bulunan cahilleri ikna etmektedir. Bu ise güzel ahlaka
aykırıdır! Hele nebevi hadislerle meşgul olan kimselere asla yakışmayan bir
tutumdur! Allah’tan selamet dileriz.
İmam Nevevi rahimehullah şöyle demiştir: “Hadis ilmi
şereflidir, güzel ahlak ve güzel gidişat gerektirir. Bu ahiret ilimlerindendir.
Bu ilimden mahrum olan pekçok hayırdan mahrumdur. Bu ilimle rızıklandırılan ise
bol fazilete kavuşmuş demektir. Bu ilmin sahibinin niyetinin düzgün olması,
kalbinin dünyevi gayelerden temiz olması gerekir.” (et-Takrib 143)
Biraz dur ve düşün, şunu sorgula: el-A’zami acaba bu seçkin
sıfatlarla nasiplenmiş midir? Nebevi sünnete altmış seneden fazla hizmet etmiş,
şerefli sünnet kitaplarını tahric etmiş, bunların sayısı kırk cildden fazladır!
El-Azami’nin Allame
Muhammed Nasıruddin el-Elbani’ye reddiyesini okuyanlar, el-Azaminin bahsedilen
güzel ahlak ve güzel gidişattan ne kadar uzak olduğuna şahit olur. Bilakis
belki de el-Azami’nin el-Elbani’yi cahillik ve sapıklıkla suçlaması, el-Elbani
için övgü sayılır!
El-Azami, el-Elbani’ye reddiyesinde şöyle diyor: “Şeyh
Nasıruddin el-Elbani büyük islam âlimlerinden olan uzmanları hatalı bulmakta
şiddetle cüretkârdı. Kim olursa olsun bu konuda kimseden çekinmezdi… Bunu o
kadar çok yaptı ki cahiller ve ayak takımı, el-Elbani’nin benzeri görüşmemiş
ender kimselerden olduğunu zanneder.”
Kitabının bir çok yerinde el-Elbani’yi böyle ifadelerle
okuyucunun önüne atar. Bazen de onu hadislerdeki ziyadeler ve rivayet yolları
hususunda geniş bilgiye vakıf olmakla Allah’ın onu özel kıldığını ifade eder. Sonra
der ki:
“Lakin el-Elbani’yi tanıyanlar onun ilmi âlimlerin ağızlarından
almadığını bilirler. O nerede, ilim nerede! O hocalardan okumamıştır… Bana ulaştığına
göre onun ilimden nasibi, Muhtasaru’l-Kuduriyi okumuş olmasıdır…”
Allah’a hamd olsun ki el-Elbani hocalardan okumamıştır, buna
rağmen sünnete asırlarca unutulmayacak büyük hizmetler etmiştir. Araştırmacılar
onun kitaplarından mustağni kalamazlar.
El-Azami diyor ki: “O (el-Elbani) bizim medreselerimizde
okunan hadis derslerinden talabelerin öğrendiği şeyleri bilmez.”
Böylece utanç verici bir yalan söylüyor! Hindistandaki
Hanefi medreselerinde hadis ilmi ancak teberrük için okunmaktadır. Bunu herkes
bilir. Nitekim Hanefi mezhebine aykırı bir hadis görseler onu geçersiz kılıp,
mezhebin gereğiyle amel etmek için kırk dereden su getirirler. Bu mikrop
yuvalarının Türkiye’deki benzeri Mahmut’çuların medreseleridir. Cübbeli Ahmed
dedikleri karikatür karakteri kendi ağzıyla itiraf ediyor ki: “Zayıf hadislerle
amel etmeyi bırakacak olursak ne tarikatımız kalır, ne hanefi mezhebi”
Sonra el-Azami, çoraplara mesh gibi hadislerde sabit olan
bazı hususları Hanefi olmasına rağmen uygulayan el-Mubarekfuri gibi hanefi
alimlerini şazlıkla, dört imama karşı inatla suçlar ve der ki:
“el-Elbani bu
konuda tereddüt ediyorsa; öğrencisi olan Şeyh Takıyuddin Hilali el-Merakeşi’ye
sorsun.”
Biz Hanefi büyüklerinin imamlara hürmetini iyi biliriz (!)
Bu asırda Hanefilerin avukatı Şeyh Muhammed Zahid el-Kevseri diyor ki: “Şafii’nin
Kureyş’li olması dışında bir ayrıcalığı yoktur, kureyş’li olmasında da ihtilaf
vardır. Malik’in Medine’de ikamet etmiş olması dışında ayrıcalığı yoktur, o
vakitlerde Medine’de ikamet etmek de fazilet sayılmaz. Ahmed b. Hanbel’in
fıkhını incelemediği çok hadis rivayet etmesi dışında bir ayrıcalığı yoktur,
ona da liyakati azdı.” (Şeyh Muhammed Abdurrazzak Hamze, el-Mukabele Beyne’l-Hedyi
ve’d-Dalal s.69)
Abdurrahman el-Mubarekfuri ise kör bir taklidçi değil,
delillere tabi olan bir alimdir. Kendisine Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in
bir sünneti ortaya çıkınca, kim olursa olsun kimseyi o sünnetin önüne geçirmezdi.
Tuhfetu’l-Ahvezi adlı Tirmizi şerhi buna şahittir. Onu hiç sevmemiş olan el-A’zami’nin
Elbani’ye saldırırken, Mubarekfuri’ye de saldırması garip değildir. Yine
el-Azami, hiç alakası olmayan bir konuda Takiyuddin el-Hilali’yi zikrediyor! Bu
da Azami’nin sünnet ehlinden ne kadar rahatsız olduğunu gösteriyor! Zira
Takıyuddin el-Hilali rahimehullah, sünnete ittibaı ve hadisi müdafaası ile
meşhur, akide ve menhec olarak sünnete temessükü ile bilinen bir şeyhtir.
Azami’nin bahsi geçen reddiyesi, burada hepsini
nakledemeyeceğimiz kadar çok hakaret, t’an ve lanetlerle doludur. Güzel ahlaka
yakışmayan bir üslup kullanmıştır. Bu kendisinin şerefli hadis ilmine layık bir
şahsiyete sahip olmadığını gösteren unsurlardandır.
Şeyh Muhammed Enver Şah el-Keşmiri’nin öğrencilerinden biri
olan Dr. Abdurrahman el-Ferivaî şöyle diyor: “Şeyh Habiburrahman el-Azami bu
asırdaki meşhur Hanefilerdendir. Keşmiri’nin medresesinden çıkmıştır. O Hanefi
mezhebine şiddetli taassupla tutunan biriydi. İhtilaflı meselelere dair Urduca
yazdığı eserleri ve hadis ehli alimlerle tartışmaları bunu açıkça
göstermektedir.” (Cuhudu’l-Muhlisa s.139)
Azami’nin tahkikleri ve hadis ehli ile re’y ehli arasındaki
ihtilaflı meselelere dair düştüğü dipnotlar, kendisinin sırf mezhebini
desteklemek için araştırma yaptığını ortaya koymuştur. Hadis ehline de hakaret
etmekten geri durmamıştır. Hatta şöyle demiştir:
“Allah rahmet etsin, onlardan biri İmam Tirmizî’dir. Şeyhi
olan İmam Buhârî’ye taassubu onu haktan yüz çevirtip yağcılığa sürüklememiştir.
Nitekim öncelikle, İbn Mes’ud radiyallahu anh hadisini hasen gördüğünü açıkça
belirtiyor. Sonra da bu görüşte olanları ilan ediyor, ilim ehlinden birçok
kimsenin böyle dediğini söylüyor…” (Abdurrazzak’ın Musannefi, 2/71, 1 nolu
dipnot)
Azami’nin bu dipnotu, Hanefi mezhebini desteklemek için Buhârî
rahimehullah’a nasıl kin güttüğünü göstermektedir. Mezhebine uyan zayıf bir
hadisi Tirmizî’nin hasen saymasını da nasıl beğeniyor!
Bahsettiği İbn Mes’ud radiyallahu anh hadisi, Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in sadece ilk tekbirde ellerini kaldırdığına dair
hadistir. Buhârî, Ahmed, Ebu Hatim ve başkaları bu ziyadenin sabit olmadığını
belirtmişlerdir. Bununla birlikte hadisin diğer bazı illetleri vardır. Bkz.:
Bediuddin Şah er-Raşidi, Cu’zu Ref’il Yedeyn Lil’Buhari (s.86-90)
Nevevi,
el-Hulasa’da: “Bu hadisin zayıf olduğunda ve Tirmizî’nin bunun hasen gösrmesine
itirazda ittifak edildi” demiştir.
Allah allame Muhammed Hayyat es-Sindi’ye rahmet etsin, diyor
ki: “Onların hadis kitaplarını okuduklarını, dersini yaptıklarını görürsün. Fakat
bu, o hadislerle amel etmek için değildir! Bilakis taklid ettikleri kimsenin
delillerini öğrenmek ve ona aykırı olanları tevil etmek içindir. Uzak manalara
yorumlarlar ve bundan aciz kaldıkları zaman da: “Taklid ettiğimiz kişi hadisi
bizden iyi bilir” derler. Onlar bilmiyorlar mı ki, bu şekilde kendilerine Allah
Teâlâ’nın hücceti ikame olmaktadır! Hüccet ile amel etmeyi terk konusunda bilen
ile bilmeyen bir olmaz!” (Tuhfetu’l-Enam s.65)
* Uyarı: Musnedu Humeydi'nin Yusuf Ertuğrul tarafından yapılan tercümesi tahrif edilmemiş olan nüshaya göre yapılan baskısının tercümesidir.