Putların
Altıncısı: Vatancılık (Milliyetçilik)
Dr. Nasır el-Umer, Muhadarat adlı
kitabında, kalp hastalıklarıyla imtihan ile ilgili olarak, haktan başkası için
hizipleşmenin/gruplaşmanın fert ve toplumu helak eden öldürücü bir hastalık
olduğunu söylüyor ve bunun iki türü olduğunu zikrediyor:
"1- Bazı prensipler için fırkalaşma.
Bugünlerde “Vatandaş birliği” sloganını işitiyoruz. Bu, vatan esaslı sevgidir.
Vatanında Müslüman, fasık ve kafir de, vatandaş olarak yaşamaktadır. Başka bir
ülkenin vatandaşı olan Müslüman bir kardeş, daha takvalı olsa dahi, ona bu
sevgi gösterilmez.
Bu, vela ve berânın/yakınlık ve
uzaklaşmanın vatan esası üzerine kurulmasıdır. Bu davanın savunucularından biri
şunu dile getirmiştir: “Vatan sevgisi dışında her sevgi geçicidir.” Yani
memleket toprağı, ülke için sevgi kalıcı! Allah onun karnını irinle doldursun!
Her sevgi, hatta Allah Azze ve Celle ve rasulü sallallahu aleyhi ve sellem için
olan sevgi de vatan sevgisi uğruna gidicidir! Bu ise yeni bir şirk türüdür."
Üstad Nasır İbrahim el-Beridî’nin
Mecelletu’l-Beyan dergisi 10. Sayı, s.45’te yayınlanan: “Kavmiyetçilikten
Vatancılığa” başlıklı makalesinde şöyle denilmektedir:
“Müslümanların ülkeleri işgal edilip uzun
yıllar sömürge olarak kaldı. Bu yıllar İslam’a ve müslümanlara karşı zorlayıcı savaş
yılları idi. Kalemin yazmaktan aciz kaldığı böyle bir durum şöyle toparlanabilir:
Mesajı taşıyan ordular geri kalmış, onun hedeflerinde adamları erimişti. Hâlbuki
onlar bizim tenimizden, bizim dilimizi konuşan, çoğu mescidlerimizde bizimle
beraber namaz kılan kimselerdi. Osmanlı devletinin son zamanlarında mevcut olan
İslam Hilafetine karşı, ümmetimize kötülük ve belalar getiren kavmiyetçilik
sömürgesi başladı. Osmanlı hilafetinin son bulmasından sonra “Sykes–Picot”
anlaşması yapıldı. Bu anlaşmayla Arap ümmeti devletçiklere bölündü ve bu
emperyalizm sürecinde müslümanların söz birliği dağıtıldı. Kavmiyetçilik
seslerinin yükselmesinden sonra çizilen hedefin parçaları yerine oturmaya
başladı ve diğer bir dava ortaya çıktı: Vatancılık!...
Vatan bir ilah edinilip Allah’ın dışında
ona ibadet edilecekti. Birçok İslam devletlerinde vatancıların sesleri yükseldi
ve İslam’a aykırı olan prensiplere davet ettiler. Bunu her bağın üzerinde bir
bağ olarak gördüler. Onlar – bilseler dahi – bu habis fikrin taşıdığı, ümmeti
çeşitli musibetlere uğratacak zehiri idrak edemediler.
Bizler, küfür milletlerinin ümmetimize
karşı tek bir akide etrafında toplandığı vakitte, aramızı ayırıp parçalayacak
şiarların yükseldiğini gördük.
Muhakkak ki Rasûlullah sallallahu aleyhi
ve sellem kabile taassupçuluğunun hâkim olduğu, putların yönettiği bir kavme
gönderilmişti. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in o kimselere karşı
silahı İslam idi. Ayrılıktan sonra onları toparladı, bütün ayrılıklar, renkler,
cinsler ve tabakalar eridi. İslam’ın gölgesinde tarihteki en büyük
kardeşlik bağı kuruldu. Arap ile Rum, Pers ile Evs’li, Habeş’li ile Hazrec’li
bir araya geldiler. Bu birliktelikte cins, renk, vatan gibi ayrımlara itibar
edilmedi.
Şüphesiz böyle bir davanın en tehlikeli
kısmı, niyeti ve maksadı güzel olan bazı müslümanların duygusallıkla bu davayı
savunmalarıdır. Hatta Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in hadisi olduğu iddia
edilen: “Vatan sevgisi imandandır” sözünü tekrar ederler. Hâlbuki bu hadis
uydurmadır.[1]
Bu hadisi delil getirmek ve buna dayanmak caiz değildir.
Burada vatan sevgisinin, insanın tabiatinin
bir gereği olduğu inkar edilemez. Lakin tehlikeli olan şey, vatancılık
davetçilerinin bunu Allah’ın dışında ibadet edinilen bir put kılmaları ve “vatancılık”
adı altında İslamî prensiplerden uzaklaşmalarıdır.
وَمِنَ
النَّاسِ مَنْ يَتَّخِذُ مِنْ دُونِ اللَّهِ أَنْدَادًا يُحِبُّونَهُمْ كَحُبِّ
اللَّهِ وَالَّذِينَ آمَنُوا أَشَدُّ حُبًّا لِلَّهِ
“İnsanlardan öyleleri vardır ki
Allah'tan başka denkler edinirler de onları Allah'ı sever gibi severler. İman
edenlerin ise Allah’ı sevmeleri daha güçlüdür.” (Bakara 165)
Onlardan birinin yazdığı makalede şöyle
dediğini okuruz: “İnsan için vatandan, topraktan daha yüce bir şey yoktur.
İnsanın başka bir insanla alakası toprağı sayesindedir. Toprak bağı en asil ve
en şiddetli bağdır.” Sonra yazar aşırılığında ileri gidiyor ve şöyle diyor: “Mahlûkat
arasında vatan toprağından daha üstün bir değer ve bağ yoktur.” Bununla da
yetinmiyor ve şöyle diyor: “Muhakkak ki vatan sevgisi dışındaki her sevgi yok
olup gidicidir. Vatan sevgisinin ateşi ise, değiştirilemeyen bir dövme gibi
daimî olarak kalıcıdır.”
Vatancılık propagandacılarının düştüğü
durum budur. Yazar burada kendi şahsını değil, bayrağı yükseltilmiş, ekolü
oluşturulmuş bir davayı, vatanın nasıl sevileceğini, kimlerin vatanı sevdiğini
ve ne zamana kadar sevileceğini anlatıyor…
Bu
yazar, Allah için sevgi ve Allah için nefret etmenin imanın en sağlam kulpu
olduğunu görmezden geliyor. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur:
لَا يُؤْمِنُ أَحَدُكُمْ
حَتَّى أَكُونَ أَحَبَّ إِلَيْهِ مِنْ وَلَدِهِ وَوَالِدِهِ وَالنَّاسِ
أَجْمَعِينَ
“Biriniz beni çocuğundan, ana
babasından ve bütün insanlardan daha fazla sevmedikçe iman etmiş olmaz.”[2]
Bu aşırılık sebebiyle kişi ülkesi için
sevip ülkesi için buğzediyor, dostluk ve düşmanlığını vatanı için yapıyor.
Evet, her insan vatanını sever, lakin
Müslüman bu sevgiyi doğru bir çerçeveye koyar. Vatan sevgisi tabiî, fıtrî bir
sevgidir. Lakin hiçbir durumda bu sevgi Allah’ın sevgisinin ve rasulünün sevgisinin
önüne geçirilemez. Vatana olan sevgi ile dine olan sevgi eşit olamaz. Hatta
vatan sevgisi, ana baba sevgisinin dahi önüne geçirilemez.
Vatancılık (milliyetçilik) davetinin
hakikati, vatanın maslahatı ile İslam'ın değerleri çeliştiği zaman ortaya çıkar.
Vatancıların bu maslahatı, İslam'ın değerlerinin önüne geçirdiklerini görürüz. Allah
Teâlâ, Allah yolunda cihada çıkmayıp vatanlarında kalmak isteyen münafıkları
şöyle kınamıştır:
وَلَوْ
أَنَّا كَتَبْنَا عَلَيْهِمْ أَنِ اقْتُلُوا أَنْفُسَكُمْ أَوِ اخْرُجُوا مِنْ
دِيَارِكُمْ مَا فَعَلُوهُ إِلَّا قَلِيلٌ مِنْهُمْ وَلَوْ أَنَّهُمْ فَعَلُوا مَا
يُوعَظُونَ بِهِ لَكَانَ خَيْرًا لَهُمْ وَأَشَدَّ تَثْبِيتًا
“Eğer biz onlara: “Nefislerinizi
öldürün ya da yurtlarınızdan çıkın!” diye yazacak olsaydık –içlerinden
pek azı müstesna- bunu yapmazlardı. Eğer onlar kendilerine öğüt verilen şeyi
yapsalardı and olsun ki onlar için daha hayırlı ve yerleştirme bakımından da
daha sağlam olurdu.” (Nisâ 66)
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
Mekke’yi severdi. Lakin dini hicreti gerektirince bunu vatan sevgisine tercih
etti. Ashabı Kiram da aynı şeyi yaptılar. Vatan sevgisi, o propagandacıların
iddia ettikleri gibi, kayıtlardan azade mutlak bir sevgi değildir. İslam
prensipleri olmaksızın sırf vatan sevgisi iddia edenler de bu iddialarında
yalancıdırlar ve hem ümmete hem de vatanlarına ihanet etmektedirler. Uhud
savaşında ve Hendek savaşında Münafıkların halleri, bu kimselere en açık
reddiyedir ve onların gerçek konumlarını ortaya koymaktadır:
وَإِذْ
قَالَتْ طَائِفَةٌ مِنْهُمْ يَاأَهْلَ يَثْرِبَ لَا مُقَامَ لَكُمْ فَارْجِعُوا
وَيَسْتَأْذِنُ فَرِيقٌ مِنْهُمُ النَّبِيَّ يَقُولُونَ إِنَّ بُيُوتَنَا عَوْرَةٌ
وَمَا هِيَ بِعَوْرَةٍ إِنْ يُرِيدُونَ إِلَّا فِرَارًا * وَلَوْ دُخِلَتْ عَلَيْهِمْ مِنْ
أَقْطَارِهَا ثُمَّ سُئِلُوا الْفِتْنَةَ لَآتَوْهَا وَمَا تَلَبَّثُوا بِهَا
إِلَّا يَسِيرًا * وَلَقَدْ كَانُوا عَاهَدُوا اللَّهَ مِنْ
قَبْلُ لَا يُوَلُّونَ الْأَدْبَارَ وَكَانَ عَهْدُ اللَّهِ مَسْئُولًا
“Onlardan bir gurup da demişti ki: “Ey Yesribliler!
Artık sizin için durmanın sırası değil, haydi dönün!” İçlerinden bir kısmı ise:
“Gerçekten evlerimiz emniyette değil” diyerek Nebî’den izin istiyordu; oysa
evleri tehlikede değildi, sadece kaçmayı arzuluyorlardı. Onun her yanından üzerlerine
saldırılsaydı da, o zaman onlardan fitne istenseydi, şüphesiz hemen bunu
yaparlar ve çok az bir zaman beklerlerdi. And olsun ki daha önce onlar, sırt
çevirip kaçmayacaklarına dair Allah'a söz vermişlerdi. Allah'a verilen söz ise
sorulur!” (Ahzab 13-15)
Hasen el-Arumî,
Münafıklığın 50 Alameti adlı risalesinde şöyle der: “Şu günlerde bu
münafıkların Allah’tan başkası için yeni dostluk programları yaptıklarını,
vatan için, anayasa için vs. dostluk dediklerini işitiyoruz. Allah buyuruyor
ki:
إِنَّمَا وَلِيُّكُمُ اللَّهُ
وَرَسُولُهُ وَالَّذِينَ آمَنُوا الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَيُؤْتُونَ
الزَّكَاةَ وَهُمْ رَاكِعُونَ * وَمَنْ يَتَوَلَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ
وَالَّذِينَ آمَنُوا فَإِنَّ حِزْبَ اللَّهِ هُمُ الْغَالِبُونَ
“Sizin veliniz
ancak Allah’tır. O’nun rasulü’dür ve iman edenlerdir ki namazı dosdoğru
kılarlar ve rükû edici olarak zekâtı verirler. Her kim Allah’ı, rasulü’nü ve
iman edenleri veli edinirse muhakkak Allah’ın hizbi onlardır ki galip olanlardır.”(Maide 55-56) Cenaze törenlerine, bayramlarına katılarak, tarihlerini yazarak, bayramlarını
kutlayarak onlarla sevinir, onlarla hüzünlenirler. Yine bu günlerde pek çok
münafık yönetici veya bazı yönetilenlerin vatan için ve anayasa için dostluk
seslerini yükselttiklerini işitiyoruz. Batıdan gelen bundan başka da batıl
şiarlar vardır. Başkanlardan birinin insanları şöyle emrederek yönlendirdiğini
duydum;
“Dostlarınız yalnızca vatan için ve
anayasa için dost olsun." Veya bu anlamda bir şey dedi. Durumu en iyi olan:
“Allah, vatan ve devrim için” diyerek
vatan ve devrimi Allah’a eş tutuyor, müminlere ve Allah rasulü sallallahu
aleyhi ve sellem’e dostluğu kaldırıyor. Bu, ayette anlatılmıştır ve dinde
bilinen bir şeydir.”
- İnşaallah yazı devam edecek -
[1]
Bkz.: San’anî, Mevduat (s.74 no:81)
[2]
Sahih. Buhârî (iman 15) Muslim (44)