Resmi kayıtlara göre çoğunluğu müslüman olan bir ülkede
diyanet işleri başkanının müslüman olması beklenir. Müslümanlar için de Allah’ın
kitabı ve Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in hadisleri hayatın her
meselesini belirleyici, şekillendirici temel unsurlardır.
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler!
Allah’a itaat edin, Rasul’e itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Bir
şey hakkında çekişirseniz, Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız, onu
Allah’a ve Rasul’e götürün. İşte bu daha hayırlı ve sonuç bakımından daha
güzeldir. “ (Nisa 59)
Ayette geçen “bir
şey hakkında çekişirseniz” ifadesindeki “bir şey” şartın devamında nekre
olarak gelmiştir. Bu da, müminlerin, dinin ince-kaba, açık-kapalı her türlüsü
ile tartıştıkları dinî konuların tamamını kapsar. Allah’ın kitabı ve Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetinde bunlarla ilgili herhangi bir açıklama
bulunmasa ve bulunanlar da yeterli olmasaydı Allah Teâlâ böyle bir emri
vermezdi. Çünkü ihtilaflı bir konuyu, hakkında çözüm bulunmayan bir kaynağa
havale etmek imkânsızdır. Diğer taraftan “Allaha havale”nin manası; O’nun
kitabına, rasulüne havalenin manası da hayatta iken kendisine, vefatından sonra
da sünnetine havale demek olduğu hususunda âlimler icma etmişlerdir.
Ayrıca bu havale,
imanın gereklerinden sayıldığı için; bunun olmaması, imanın olmamasını
gerektirir. Zira lazımın olmadığı yerde melzum da olmaz. Özellikle bu iki şey
arasında lazımiyet-melzumiyet birbirine daha fazla bağlıdır. Bunlardan birisi
olmazsa, diğeri de olmaz. Sonra bu havalenin kendileri için daha hayırlı
olduğunu bildirmiş, sonuç olarak da bunun en hayırlı sonuç olduğu ifade
edilmiştir.
Son günlerde çıkan bir haberde T.C.’nin Diyanet İşleri
Başkanının hizmet içi eğitim seminerinde gençlerin kılık kıyafetlerine, keçisakallarına,
küpelerine, dövmelerine müdahale etmeyin, kalplere ulaşın dediği geçmiştir.
Müdahale hukuku bakımından bu sözler bir yere kadar makuldür, lakin bu sözlerin
devamında “Allah’ın mubah kıldığı alanları daraltmayın, Allah’ın yasak
kıldıklarını ortadan kaldırmak için uğraşın….” şeklinde konuştuğu
belirtilmektedir.
Allah’ın mubah kıldığı ve yasak kıldığı şeyleri müslümanlar
ancak Kur’an ve sünnet naslarından öğrenirler. Acaba Görmez Bey bu yasakları ve
mubahları nereden öğreniyor? Kaynağı nedir? Kendisi hangi dine mensuptur? Bunu açıklamalıdır.
Zira kendisinin müslüman olduğu düşünüldüğü için Diyanet İşlerinin başına
getirilmiş olmalıdır.
Allah Teâlâ Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
hükmüne başvurmayı imanın esası sayarak şöyle buyurmuştur:
“Hayır! Rabbine yemin olsun ki aralarında çıkan
anlaşmazlıklarda seni hakem yapıncaya ve sonra senin hükmünden dolayı içlerinde
bir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyetle teslim oluncaya kadar iman etmiş
olmazlar!” (Nisa 65)
Allah Teâlâ yine bu
ayeti kerimede insanlar aralarında meydana gelen küçük büyük her türlü tartışmada
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i hakem tayin etmedikçe imanın meydana
gelmeyeceğine yemin etmektedir. Dahası, iman için hakem tayin etmenin
yetmediği, aksine O’nun vereceği hüküm karşısında en ufak bir sıkıntı ve darlık
duymadan bunu kabul etmek gerektiğini, bununla da yetinmeyip tam manasıyla bu
hükme teslim olup, boyun eğmenin, imanın gerçekleşmesi için şart olduğunu beyan
etmiştir.
Allah Teâlâ şeytanın şöyle dediğini bize bildirmektedir: “And
olsun ki onları saptıracağım ve muhakkak onları kuruntulara düşüreceğim.
Elbette onlara emredeceğim de kesinlikle hayvanların kulaklarını yaracaklar.
Elbette onlara emredeceğim de muhakkak ki Allah’ın yarattığını
değiştirecekler.” Her kim Allah’ı bırakıp da şeytanı veli edinirse muhakkak
apaçık bir hüsran ile hüsrana düşmüştür.” (Nisa 119)
Şeytan, Allah’ın yarattığını değiştirmeyi emredecektir.
Allah’ın yarattığı fıtratın hasletleri şöyle bildirilmiştir:
Aişe
radıyallahu anha’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
عَشْرٌ مِنَ الْفِطْرَةِ: قَصُّ الشَّارِبِ،
وَإِعْفَاءُ اللِّحْيَةِ، وَالسِّوَاكُ، وَاسْتِنْشَاقُ الْمَاءِ، وَقَصُّ الْأَظْفَارِ،
وَغَسْلُ الْبَرَاجِمِ، وَنَتْفُ الْإِبِطِ، وَحَلْقُ الْعَانَةِ، وَانْتِقَاصُ الْمَاءِ
"
قَالَ زَكَرِيَّا: قَالَ مُصْعَبٌ: وَنَسِيتُ
الْعَاشِرَةَ إِلَّا أَنْ تَكُونَ الْمَضْمَضَةَ
“On şey
fıtrat'tandır. Bıyığı kırkmak, sakalı kendi haline bırakıp çoğaltmak, misvak
kullanmak, burna su çekmek, tırnakları kesmek, parmaklardaki boğumları
yıkamak, koltuk altı kıllarını yolmak, kasığı traş etmek, apış arasına su
serpmek.” Râvî Zekeriyya diyor ki: “Mus'âb dedi ki:
Abdullah
b. Mes’ud radıyallahu anh’den: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu
ki:
لَعَنَ
اللَّهُ الوَاشِمَاتِ وَالْمُوتَشِمَاتِ، وَالْمُتَنَمِّصَاتِ وَالْمُتَفَلِّجَاتِ،
لِلْحُسْنِ الْمُغَيِّرَاتِ خَلْقَ اللَّهِ
“Allah
dövme yapana ve yaptıran, kaşları yolan, güzellik için dişlerini düzelttiren,
Allah’ın yarattığını değiştiren kadınlara lanet etmiştir.”[2]
İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
خَالِفُوا الْمُشْرِكِينَ أَحْفُوا الشَّوَارِبَ، وَأَوْفُوا اللِّحَى
“Müşriklere muhalefet edin, bıyıkları kısaltın, sakalları serbest
bırakın.”[3]
Ebu Hureyre radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
إِنَّ فِطْرَةَ الْإِسْلَامِ الْغُسْلُ يَوْمَ الْجُمُعَةِ وَالِاسْتِنَانُ وَأَخْذُ
الشَّارِبِ وَإِعْفَاءُ اللِّحْيَةِ؛ فَإِنَّ الْمَجُوسَ تُعْفِي شَوَارِبَهَا، وَتُحْفِي
لِحَاهَا، فَخَالِفُوهُمْ، فَخُذُوا شَوَارِبَكُمْ وَأَعْفُوا لِحَاكُمْ
“Şüphesiz Cuma günü gusletmek, misvaklanmak, bıyıkları almak ve
sakalı serbest bırakmak İslâm fıtratıdır. Muhakkak ki mecusîler bıyıklarını
serbest bırakır ve sakallarını kısaltırlar. Onlara muhalefet edin;
bıyıklarınızı kesin ve sakallarınızı serbest bırakın.”[4]
Ebu Hureyre radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
إِنَّ أَهْلَ الشِّرْكِ يُعِفُّونَ شَوَارِبَهُمْ، وَيُحِفُّونَ لِحَاهُمْ، فَخَالِفُوهُمْ،
فَأَعِفُّوا اللِّحَى، وَأَحِفُّوا الشَّوَارِبَ
“Şüphesiz şirk ehli bıyıklarını uzatır, sakallarını kısaltırlar. Siz
onlara muhalefet edin, sakalları bırakın, bıyıkları kısaltın.”[5]
Ebu Hureyre radıyallahu anh’den: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
كَانَتِ الْمَجُوسُ تُعْفِي شَوَارِبَهَا وَتُحْفِي لِحَاهَا، فَخَالِفُوهُمْ
فَجُزُّوا شَوَارِبَكُمْ وَأَعْفُوا لِحَاكُمْ
“Mecusiler
bıyıklarını serbest bırakır, sakallarını kısaltırlardı. Siz onlara muhalefet
edin: bıyıklarınızı kesin ve sakallarınızı serbest bırakın.”[6]
Ebu Umame radıyallahu anh’den:
قُلْنَا: يَا رَسُولَ اللهِ إِنَّ أَهْلَ
الْكِتَابِ يَقُصُّونَ عَثَانِينَهُمْ وَيُوَفِّرُونَ سِبَالَهُمْ. قَالَ: فَقَالَ
النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: "قُصُّوا سِبَالَكُمْ وَوَفِّرُوا
عَثَانِينَكُمْ وَخَالِفُوا أَهْلَ الْكِتَابِ
“Dedik ki: “Ey Allah'ın Rasulu! Kitap ehli sakallarını kısaltır,
bıyıklarını gür yaparlar” Buyurdu ki:
“Siz de bıyıklarınızı kesin, sakallarınızı bolca bırakın. Böylece Ehl-i
Kitaba muhalefet edin.”[7]
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bu beyanları,
Görmez’e göre şekilciliktir ve Allah’ın mubah kıldığı şeyler öyle mi?!
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Allah ve rasülü birşeye hükmettikleri zaman, mü'min
erkek ve mümin kadının kendi işlerinde artık başka bir şeyi seçmeye hakları
yoktur. Kim Allah'a ve rasûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.”
(Ahzab 36)
Bu ayette O, Allah ve
rasulü bir konuda karar verdikten sonra, hiçbir müminin seçme hakkının
olmadığını haber vermiştir. Bundan sonra başka şeyleri seçenlerin de apaçık bir
şekilde sapıklığa düştüğünü bildirmiştir. Allah Teâlâ:
“Ey iman edenler!
Allah’ın ve rasulünün önüne geçmeyin, Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah
işitendir, bilendir.” (Hucurat 1) buyurmaktadır. Yani O konuşmadan siz
konuşmayın, o emretmeden siz emretmeyin, O fetva vermeden siz fetva vermeyin,
bir konuda O nihâî kararı verip onaylamadan, siz kesin hükümler vermeyin
demektir.
Bu ayetin en özlü
yorumu şudur: Bir konuda Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den önce
konuşmaya veya bir iş yapmaya acele etmeyin. Nitekim Allah Teâlâ:
“Ey iman edenler!
Seslerinizi Nebi’nin sesinden fazla yükseltmeyin. Biribirinize bağırdığınız
gibi, Nebi’ye yüksek sesle bağırmayın. Öyle yaparsanız farkına varmadan
amelleriniz boşa gider” (Hucurat 2) buyurmaktadır. Bu ayete göre Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında seslerini yükseltmeleri, amellerin boşa
çıkmasına sebep oluyorsa, re’y, akıl yürütme, zevk, siyaset ve bilgilerin onun
önüne geçirilmesi ve onun tercih edilmesi durumunda halleri nice olur?
Diyanet işleri başkanı ya hangi din adına misyonerlik
yaptığını açıklamalı, yahut bir müslüman olarak bu yalan yanlış beyanlarla
Allah’a iftira etmişse, derhal tevbe ve gusül edip İslam’a tekrar girmelidir.
M ürtedin boynunu vuracak bir müessese mevcut değil diye münafık olarak yaşamaya devam edecekse, Allah’ın
şedit azabından sakınmalıdır!
Diyanet İşleri Başkanlığı, Allah’ın ve rasulünün hükümlerine
aykırı hükümlerde bulunmayı adet edinmiş bir taguttur. Allah Teâlâ şöyle
buyurmuştur:
“Sana indirilene ve senden önce indirilene kesin olarak
iman ettiklerini iddia edenleri görmüyor musun? Tağuta muhakeme olmak isterler;
hâlbuki mutlaka onu reddetmekle emrolunmuşlardı. Şeytan da onları çok uzak bir
sapıklıkla saptırmak istiyor. Onlara: “Allah’ın indirdiğine ve Rasul’e gelin!” denildiği
zaman münafıkların senden tam bir yüz çevirişle yüz çevirdiklerini görürsün.”
(Nisa 60-61)
Allah Subhanehu ve
Teâlâ, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in getirdiğinden başkasını hakem
tayin edip onun hakemliğine müracaat etmenin, tagutu hakem olarak benimsemek ve
ona müracaat etmek olduğunu haber vermiştir.
Tagut: Kulun
kendisiyle haddini aştığı her türlü ma’bud, kendisine uyulan ve itaat edilen
varlıktır. Her kavmin tagutu, Allah ve rasulü dışında kendisinin hakemliğine
başvurulan, Allah dışında ibadet edilen, Allah’tan bir yol gösterme olmaksızın
kendisine ittiba edilen veya insanların bilmedikleri konularda kendisine itaat
etmeyi Allah’a itaat kabul ettikleri kimselerdir. İşte bunlar dünyanın
tagutlarıdırlar. Düşünüp incelediğin zaman, insanların çoğunun Allah’a
ibadetten onlara kulluğa, Allaha ve rasulünün hakemliğinden onların
hakemliğine, Allah’a itaat ve rasulüne ittibâdan, onlara itaat ve ittibaya
yöneldiklerini görürsün. Onlar bu ümmetin kurtuluşa ermişleri olan sahabe ve
tabiun’un yolunu tutmamış, onların hedeflerine yönelmemişler, hem menhec hem de
hedef olarak onlardan ayrılmışlardır.
Sonra Allah Teâlâ
haber veriyor ki; “Onlara: Allah’a ve rasulüne gelin” denildiği zaman
bundan yüz çevirir, davetçiye icabet etmez ve başkalarının hükümlerine razı
olurlar. Ardından onları Allah ve rasulünden yüz çevirip, başkalarının
hâkimliğine müracaat etmelerinin, malları, bedenleri, basiretleri, dinleri ve
akıllarına büyük musibetler getireceği ile tehdit etmiştir.
“Eğer yüz
çevirirlerse bil ki, Allah onların bazı günahları sebebiyle başlarına bir
felaket getirmek ister.” (Maide 49) Onlar maksatlarının yalnızca iyilik ve
uyumdan ibaret olduğunu ileri sürerek mazeret beyan ederler. Yani ana gayeleri
her iki zümreyi razı edip aralarını bulmaktı.
Bunların bu
davranışları aynen Rasulün getirdiği ile onun zıddı olanların arasını bulmaya
çalışıp, bununla da iyilik yaptığını ve tarafların arasını düzeltip, uyumlu
hale getirdiğini sananlara benzemektedir.
Hâlbuki iman, rasulün
getirdiği ile onun karşıtları arasında yol, hakikat, inanç, siyaset ve yorum
bakımından tam bir savaş hali ilan etmeyi gerektirmektedir. Katıksız iman işte
bu savaşı başarmakla mümkündür, uyum sağlamakla değil. Başarı Allah’tandır.
[1]
Hasen. Muslim (261); Ahmed (6/137); Nesai (5040);
Tirmizi (2757); Ebu Davud (53); İbn Mace (293).
[2]
Sahih. Buhârî (4886) Muslim (120)
[3]
Sahih. Buhari (5553) Muslim (259)
[4]
Hasen. İbn Hibban (4/23) Mehâmilî, Emali (402)
Tarsusi, Musnedu Ebi Hureyre (59)
[5]
Sahih ligayrihi. Bezzar (14/390) Keşfu’l-Estar
(2970-2971) İbn Hacer, Muhtasaru Zevaidi’l-Bezzar (1222) İbn Hacer: “Hasen”
demiştir.
[6]
Hasen. Buhari, Tarihu’l-Kebir (1/140)
[7]
Sahih. Ahmed (5/264) Taberani (8/236) Beyhaki Şuab
(5/214)