Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

9 Ağustos 2023 Çarşamba

Kıyasla Helal ve Harama Hükmetmek Sapıklıktır

 

Avf bin Malik el Eşcai radıyallahu anhden, Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

تَفْتَرِقُ أُمَّتِي عَلَى بِضْعٍ وَسَبْعِينَ فِرْقَةً أَعْظَمُهُمْ فِتْنَةً عَلَى أُمَّتِي قَوْمٌ يَقِيسُونَ الآُمُورَ بِآرَائِهِمْ فَيُحِلُّونَ الْحَرَامَ وَيُحَرِّمُونَ الْحَلاَلَ

’Ümmetim yetmiş küsur fırkaya ayrılır, onların fitne bakımından en büyükleri; meseleleri kendi şahsi görüşleriyle kıyas eden, Allah’ın helal kıldığını haram kılan ve haram kıldığını helal kılan bir kavimdir.’’[1]

Hadisin Sıhhatinin İspatı

Ebu Zur’a dedi ki: “Nuaym’ın bu rivayetini Yahya b. Main’e sordum. Karşı çıktı ve: “Bunu kim getirdi? O karıştırmıştır” dedi. İbn Abdilber dedi ki: “İlim ehline göre bu hadis sahih değildir. Bununla Nuaym b. Hammad’a yüklenmişlerdir.” Ahmed ve Yahya b. Main: “Bu hadisin aslı yoktur” dediler.  İbn Adiy aşırı giderek “Nuaym b. Hammad re’y ehline karşı çok sert olduğu için bunu uydurmakla itham edildi” dedi.

Allah İbn Adiy’e rahmet etsin. Nuaym b. Hammad saduktur, lakin Takrib’de de belirtildiği gibi çok hata eder. Nuaym’ın hata ettiği söylense bile uydurmakla itham edilemez. Nuaym bundan uzaktır. Bu hadisi rivayet ettikten sonra Beyhaki: “Nuaym bu rivayette tek kaldı” demiştir.  Fakat durum böyle değildir. Bilakis bir topluluk buna mutabaat etmiştir:

Hatib Tarih’inde (13/308) Ali b. Ahmed er-Razzaz[2] – Ahmed b. Süleyman en-Neccad[3] – Hilal b. el-A’la[4] – Abdullah b. Cafer  (er-Rakkî)[5] – İsa b. Yunus yoluyla rivayet etmiştir. bu isnad hasendir.

Hatib der ki: “Bu rivayette Nuaym’a Abdullah b. Cafer er-Rakki ve Suveyd b. Said el-Hadesani muvafakat etmiştir. Amr b. İsa b. Yunus’dan da geldiği söylenmiştir. Hepsi de İsa’dan rivayet etmişlerdir.”

Hadisin başka mutabileri de vardır. Suveyd b. Said’den mutabisini: İbn Adiy el-Kamil’de (3/429) Hatib Tarih’inde (13/308) rivayet etmişlerdir.

Abdulvehhab b. ed-Dahhak el-Faradi’den mutabisini: Hatib Tarih’inde (13/309-310) ve Ebu Said en-Nakkaş Fevaidu’l-Irakiyyin’de (30) rivayet etmiştir.

İbn Adiy dördüncü ve beşinci mutabilerinin en-Nadr b. Tahir ve el-Hakem b. el-Mubarek yoluyla geldiğini söylemiştir. İbn Adiy “el-Hakem b. el-Mubarek hakkında sakınca yoktur” dendiğini zikretmiştir.

Altıncı mutabisi: İbn Adiy el-Kamil’de (1/185) ve Hatib Tarih’inde (13/310) İsa b. Ahmed es-Sadefi – Ebu Ubeydullah ibn Ahi İbn Vehb (ismi Ahmed b. Abdirrahman b. Vehb’dir) yoluyla rivayet etmişlerdir. Ahmed b. Abdirrahman b. Vehb saduktur, ömrünün sonlarında hafızası karışmıştır.[6] Ahmed b. İsa es-Sadefi; İbn Adiy’in şeyhi olup hali bilinmemektedir. Diğer ravileri sahihin ricalidir.

Hadisin yedinci mutabisi: Hatib Tarih’inde (13/309) Amr b. İsa – babası İsa b. Yunus yoluyla rivayet etmiştir. isnadında Muhammed b. Abdilaziz b. Cafer el-Berzai vardır. Hatib onun hakkında: “Ondan hadis yazdım fakat onda şüphe vardır” dedi. Amr b. İsa ve ondan sonraki raviler tanınmamaktadır.

Hadisin sekizinci mutabisi: Hatib Tarih’inde (13/310) Muhammed b. Selam el-Menbeci – İsa b. Yunus yoluyla rivayet etmiştir. Hatib bunu şeyhi Yusuf b. Rabah el-Basri’den rivayet etmiştir. Zehebi: “Onda bir sakınca bilmiyorum” demiştir.[7] Hatib Tarih’inde (13/311) “Muhammed b. Selam huccet değildir” demiştir.[8]  Diğer ravileri güvenilirdir. 

Rivayet yollarının toplamı ile hadis sahihtir.

Şeyhulislam İbn Teymiyye bu hadisin sahih olmadığını söyleyenlere Fetava’l-Kubra’da (6/143-144) şöyle demiştir: 

“Bu hadis Nuaym b. Hammad el-Mervezi’den meşhurdur. O güvenilir bir imamdır. Ancak İbn Main’den “Bu hadis batıldır, aslı yoktur, bunu karıştırmıştır” dediği rivayet edilmiştir. Bu İbn Main’den başkasından da rivayet edilmiştir. Bazı insanlar İsa b. Yunus’tan rivayet eden diğer topluluğun ise bunu Nuaym’dan çaldıklarını söylemiştir. Bunu söyleyen insanların bir delili yoktur. İsa b. Yunus’tan rivayet edenlerden biri olan Suveyd b. Said’i imam Ahmed överdi. Yine babası da onu övmüştür. Müslim ve başkaları ondan rivayette bulunmuştur. İbn Main hadisin tek yoldan geldiği gerekçesiyle karşı çıkmıştı. Sonra başkasından rivayetin bir aslı bulunmuştur…” Sonra İbn Teymiyye hadisin rivayet yollarından bir kaçını zikrederek isnadının ceyyid olduğunu söyler.



[1] Sahihtir. Ebu Zur’a ed-Dımeşki Tarih (1/622) Hakim (3/457, 4/430) Bezzar (7/186)Taberani (18/50)  İbn Ebi Asım es-Sunne (68) el-Lalkai (149) Ebu Said en-Nakkaş Fevaidu’l-Irakiyyin (s.46) Hatib (13/307) İbn Abdilberr Cami (2/891) İbn Batta el-İbane (272) Beyhaki Medhal (207)İbn Asakir (62/151) Herevi Zemmu’l-Kelam (261) Mecmau’z-Zevaid (1/179) İbn Hazm Muhalla (1/62) heysemi dedi ki: “Taberani ve Bezzar Sahihin ricali ile rivayet ettiler.” Hakim: “Buhari ve Müslim’in şartlarına göre sahih” demiştir. 

[2] Ali b. Ahmed er-Razzaz saduktur. Bkz.: Zehebi Mizan (4/33) İbn Hacer Lisan (4/196)

[3] Ahmed b. Süleyman en-Neccad da saduktur. Bkz.: Zehebi Mizan (1/101) “Fıkıhta ve rivayette önder idi… derim ki: o saduktur” demiştir. Lisanu’l-Mizan (1/180) Hatib Tarihinde (4/188) onun hakkında: “Saduk ve arif idi” demiştir

[4] Hilal b. el-A’la er-Rakkî de saduktur. Bkz.: Ebu Hatim er-Razi saduk demiştir: el-Cerh ve’t-Ta’dil (c.9 no:318) Hafız İbn Hacer de et-Takrib’de saduk olduğunu söylemiştir.

[5] Ebu Abdirrahman Abdullah b. Cafer b. Gaylan er-Rakkî el-Kuraşi güvenilirdir. Lakin ömrünün sonlarında ihtilata uğramıştır. Et-Takrib’de belirtildiği gibi ağır bir karıştırması olmamıştır. İbn Hibban es-Sikât’ta (8/351-352) şöyle demiştir: “Bazen muhalefet etse de onun ağır bir karıştırması olmamıştır.” Onun hafıza karışıklığına uğraması vefatından iki sene önce olmuş, Hilal b. A’la er-Rakki de buna işaret etmiştir. bkz.: Tehzibu’l-Kemal (14/378)

[6] Bkz.: Zehebi Mizan (1/113)

[7] Bkz.: Siyeru A’lami’n-Nubela (16/464)

[8] İbn Makula el-İkmal’de (7/322) es-Sem’ani el-Ensab’da (11/476) cerh ve tadilde bulunmadan zikretmişlerdir.

8 Ağustos 2023 Salı

Muhannesler/Kadınsı Tabiatliler Hakkında

 Muhannes (veya muhannis şeklinde de okunur): Konuşması, hareketleri ve davranışları konusunda kadınlara benzeyen kimsedir. Çirkinlik işlesin veya işlemesin bu isim kullanılır. Tehannis: naziklik ve yumuşaklık demektir.[1]

Âlimler dediler ki: “Muhannesler iki kısımdır:

Birincisi: Yaratılışında kadınsılık olup kendisini kadın gibi davranmaya zorlamayan, süslenmesi ve konuşmasında kadınları taklit etmeyendir. Bilakis Allah onu bu şekilde yaratmıştır. Bu kimse kınanamaz, günah veya ceza söz konusu değildir. Bu kimse mazurdur. Bunu kendisi tercih edip yapmamıştır.

İkincisi: Yaratılışında olmadığı halde kadınlar gibi görünmeye çalışan, konuşmasında ve süslenmesinde kendisini kadınlara benzetendir. Sahih hadislere hakkında lanet varid olanlar işte bunlardır.

Mesela İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan gelen rivayette şöyle demiştir:

لَعَنَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ المُتَشَبِّهِينَ مِنَ الرِّجَالِ بِالنِّسَاءِ وَالمُتَشَبِّهَاتِ مِنَ النِّسَاءِ بِالرِّجَالِ

“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kadınlara benzemeye çalışan erkeklere ve erkeklere benzemeye çalışan kadınlara lanet etti.”[2]

İlk kısımdakiler ise lanetlenmiş değillerdir. Şayet öyle olsalardı, az sonra açıklaması geleceği üzere Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bu kimselerin kadınların yanına girmelerine en başında izin vermezdi.[3]

Muhanneslerin Kadınların Yanına Girmelerinin Hükmü

Bu meselenin hükmüne geçmeden önce Nur Suresi 31. Ayetinde geçen “Gayri uli’l-irbe” kavramının açıklanması gerekir. Allah Azze ve Celle bu ayette şöyle buyurmuştur:

وَقُلْ لِلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ أَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلَى جُيُوبِهِنَّ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا لِبُعُولَتِهِنَّ أَوْ آبَائِهِنَّ أَوْ آبَاءِ بُعُولَتِهِنَّ أَوْ أَبْنَائِهِنَّ أَوْ أَبْنَاءِ بُعُولَتِهِنَّ أَوْ إِخْوَانِهِنَّ أَوْ بَنِي إِخْوَانِهِنَّ أَوْ بَنِي أَخَوَاتِهِنَّ أَوْ نِسَائِهِنَّ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُنَّ أَوِ التَّابِعِينَ غَيْرِ أُولِي الْإِرْبَةِ مِنَ الرِّجَالِ أَوِ الطِّفْلِ الَّذِينَ لَمْ يَظْهَرُوا عَلَى عَوْرَاتِ النِّسَاءِ وَلَا يَضْرِبْنَ بِأَرْجُلِهِنَّ لِيُعْلَمَ مَا يُخْفِينَ مِنْ زِينَتِهِنَّ وَتُوبُوا إِلَى اللَّهِ جَمِيعًا أَيُّهَ الْمُؤْمِنُونَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

Mümin kadınlara da söyle: “Gözlerini kıssınlar; namus ve iffetlerini korusunlar. Kendiliğinden görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini göstermesinler. Başörtülerini, yakalarının üzerine örtsünler. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları, ellerinin altında bulunanlar, erkeklerden, ailenin kadınına şehvet duymayan hizmetçi gibi tâbi kimseler yahut henüz kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına zinetlerini göstermesinler. Gizlemekte oldukları zinetleri anlaşılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar.” Hep birden Allah'a tevbe edin ki ey mü’minler, kurtuluşa eresiniz.” (Nur 31)

İbn Kesir bu ayetin tefsirinde “Gayri uli’l-irbe” kavlini açıklarken şöyle demiştir: “Kadın­ların dengi olmayan, bununla birlikte akıllan zayıflamış ve kadınlara karşı şehvetleri ve düşünceleri kalmamış olan hizmetçiler kasdedilmektedir. İbn Abbâs radıyallahu anhuma bunların, şehveti olmayan burulmuş kimseler olduğunu söyler.”[4]

İbn Kesir’in İbn Abbas radiyallahu anhuma’ya nispet ettiği bu söz, İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan şu şekilde sabit olmuştur:

{أَوِ التَّابِعِينَ غَيْرِ أُولِي الْإِرْبَةِ مِنَ الرِّجَالِ} فَهَذَا الرَّجُلُ يَتْبَعُ الْقَوْمَ وَهُوَ مُغَفَّلٌ فِي عَقْلِهِ لَا يَكْتَرِثُ لِلنِّسَاءِ وَلَا يَشْتَهِيهِنَّ

“Aklı kıt olup da topluma uyan, kadınları istemeyen ve onlara karşı şehveti olmayan kimseler demektir.”[5]

El-Hasen el-Basrî rahimehullah dedi ki:

أَوِ التَّابِعِينَ غَيْرِ أُولِي الْإِرْبَةِ مِنَ الرِّجَالِ قَالَ هُمْ قَوْمٌ طُبِعُوا عَلَى التَّخْنِيثِ فَكَانَ الرَّجُلُ مِنْهُمْ يَتْبَعُ الرَّجُلَ يَخْدُمُهُ لِيُطْعِمَهُ وَيُنْفِقَ عَلَيْهِ لَا يَسْتَطِيعُونَ غَشَيَانَ النِّسَاءِ وَلَا يَشْتَهُونَهُ

“Onlar kadınsılık tabiatinde olan kimselerdir. Onlardan bir adam bir adama hizmet etmek, yemek yedirmek ve infak etmek için tabi olur, kadınlarla ilişkiye güç yetiremez ve onlara şehvet de duymazdı.”[6]

Tavus rahimehullah dedi ki:

{غَيْرِ أُولِي الإِرْبَةِ} الأَحْمَقُ لاَ حَاجَةَ لَهُ فِي النِّسَاءِ

Gayri uli’l-irbe” (Nur 31) ayetinde kastedilen kadınlara bir ihtiyacı olmayan ahmak kimse demektir.”[7]

Bu ayetin manası hakkında birbirine yakın bu açıklamalar varid olmuştur.

İbn Abdilber bu konuda gelen açıklamaları şu sözüyle cem etmiştir: “Anlayışı olmayan, kadınların işlerine karşı bir arzusu olmayan kimse demektir.”[8]

Şevkânî ayette kastedilenin bu şekilde yorumlanmasına ve burada kastedilenin burulmuş kimse olduğuna dair görüşe itiraz etmiş ve şöyle demiştir: “Bilakis ayette kastedilen zahiridir. Onlar ev halkına tabi olan, kadınlara ihtiyaç hissetmeyen, hiçbir durumda kadınlara arzu duymayan kimselerdir. Bu özellikte olan kimseler bu kapsamdadır ve bunun dışındakiler ayetin kapsamı dışındadır.”[9]

Ez-Zeylaî ayeti müteşabih görmüş ve şöyle demiştir: “Sahih olanı, ayetin bu kısmının müteşabih olmasıdır. “Gözlerini yumsunlar” kavli ise muhkemdir. Biz buna tutunuruz.”[10]

Bu açıklamalardan sonra muhanneslerin kadınların yanına girmelerinin hükmü şu iki hadiste açıklanmaktadır:

Aişe radıyallahu anha’dan:

كَانَ يَدْخُلُ عَلَى أَزْوَاجِ النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مُخَنَّثٌ فَكَانُوا يَعُدُّونَهُ مِنْ غَيْرِ أُولِي الْإِرْبَةِ قَالَ فَدَخَلَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَوْمًا وَهُوَ عِنْدَ بَعْضِ نِسَائِهِ وَهُوَ يَنْعَتُ امْرَأَةً قَالَ إِذَا أَقْبَلَتْ أَقْبَلَتْ بِأَرْبَعٍ وَإِذَا أَدْبَرَتْ أَدْبَرَتْ بِثَمَانٍ فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَلَا أَرَى هَذَا يَعْرِفُ مَا هَاهُنَا لَا يَدْخُلَنَّ عَلَيْكُنَّ قَالَتْ فَحَجَبُوهُ

“Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in hanımlarının yanına muhannes (kadın tabiatlı bir adam) giriyordu. Onu kadınlara ihtiyaç duymayanlardan sayıyorlardı. Derken bir gün o adam, hanımlarından birinin yanında iken Nebî sallallahu aleyhi ve sellem içeri girdi. Adam bir kadını niteleyerek şöyle diyordu:

“Geldiği zaman dörtle gelir, gittiği zaman sekizle gider.” Bunun üzerine Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

Dikkat! Görüyorum ki; bu adam orada ne olduğunu biliyor! Sakın sizin yanınıza girmesin!” Artık onu (girmekten) men ettiler.”[11]

Umm Seleme radıyallahu anha’dan:

أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَانَ عِنْدَهَا وَفِي البَيْتِ مُخَنَّثٌ فَقَالَ لِعَبْدِ اللَّهِ أَخِي أُمِّ سَلَمَةَ يَا عَبْدَ اللَّهِ إِنْ فَتَحَ اللَّهُ لَكُمْ غَدًا الطَّائِفَ فَإِنِّي أَدُلُّكَ عَلَى بِنْتِ غَيْلاَنَ فَإِنَّهَا تُقْبِلُ بِأَرْبَعٍ وَتُدْبِرُ بِثَمَانٍ فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لاَ يَدْخُلَنَّ هَؤُلاَءِ عَلَيْكُنَّ

“Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Umm Seleme radıyallahu anha’nın yanında idi. Evde bir de muhannes (kadın tabiatlı bir adam) vardı. O, Umm Seleme radıyallahu anha’nın kardeşi Abdullah’a dedi ki:

“Ey Abdullah! Eğer yarın Allah Taif’in fethini nasip ederse ben sana Gaylan’ın kızını göstereyim. Zira o gelirken dört, giderken sekizdir.” Bunun üzerine Nebî sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Bunlar (muhannesler) siz kadınların yanlarına girmesinler.”[12]

Bu iki hadisten şunlar anlaşılmaktadır:

1- Eğer muhannes kişinin kadınlara bir ilgisi yoksa, aklı zayıf ve ebleh ise, onlardan kadınlara yönelik korkulan bir durum söz konusu değilse bunların, mahremleri olmasalar dahi kadınların yanına girmesinde sakınca yoktur. Çünkü ayette geçen  “Gayri uli’l-irbe” kapsamındadırlar.[13]

En-Nevevî şöyle demiştir: “Bu muhannes kimsenin mü’minlerin annelerinin yanına girmesi, bu hadisin varid olma sebebini açıklamaktadır. Çünkü onlar bu muhannesin gayri uli’l-irbeden olduğuna inanıyorlardı ve bu tür kimselerin onların yanına girmeleri mubahtır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bu muhannes kişiden bu sözleri işitince onun ayette kastedilenlerden değil de, ulu’l-irbeden olduğunu anladı ve kadınların yanına girmekten yasakladı.”[14]

Kurtubî dedi ki: “Mü’minlerin anneleri bu muhannes kişinin kadınların özelliklerinden bir şey bilmeyen bir kimse olduğunu sanıyorlardı ve ondan sakınmıyorlardı. Bunun sebebi, o kimsenin yaratılış ve tabiatındaki kadınsılık idi. Onu sadece bu şekilde biliyorlardı. Bu yüzden onu uli’l-irbeden saymıyorlardı.”[15]

2- Eğer muhannes kişinin ulu’l-irbe yani kadınlara erkekler gibi arzu duyan biri olduğu bilinirse böyle kimselerin kadınların yanına girmeleri hiçbir şekilde caiz değildir. Çünkü bu durumda bu kişiler ayette istisna edilen “gayri uli’l-irbe” kapsamında değil, ulu’l-irbe kapsamındadırlar.[16]

İbn Abdilber dedi ki: “Görmez misin, Gaylan’ın kızı kıssasında kadınların durumlarını anlayan muhannes kimseyi Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem kadınların yanına girmekten yasaklamış ve onu sürgün etmiştir.”[17]

Es-Serahsî dedi ki: “Muhannes hakkında görüşümüz şudur: Eğer muhannesin çirkin hareketleri varsa diğer erkekler gibidir, hatta fasıklardandır. Kadınlardan uzak tutulur. Ama yaratılışı icabı azalarında naziklik, dilinde kibarlık varsa, kadınlara şehvet duymuyorsa, çirkin hareketleri yoksa bazı şeyhlerimiz böyle kimselerin kadınların yanına girmesine izin vermişlerdir ve bu konuda muhannes kimsenin, söylediği sözü söyleyinceye kadar Mü’minlerin annelerinin yanına girmesini delil getirmişlerdir.”[18]

Görüldüğü üzere muhanneslerin kadınların yanına girmelerinin hükmü duruma göre değişmektedir.

Muhannesin kadınların yanına girmesi hususunda meydana gelen bu olaydan üç mana anlaşılmaktadır:

1- Bu muhannesin ulu’l-irbeden olmadığı zannedilmiş, sonra kendisinden erkeklerin kadınlar hakkında söyleyeceği türden bir söz meydana gelince bu zan ortadan kalkmış, onun ulu’l-irbeden olduğu anlaşılmıştır.

2- Bu muhannes kişi kadınların özelliklerini, güzelliklerini ve avretlerini erkeklerin yanında anlatmıştır. Nitekim kadınlara da başka bir kadını kocasına anlatması yasaklanmıştır. Peki ya erkeğin başka bir erkeğe bir kadını nitelemesi nasıl olur![19]

El-Muhelleb şöyle demiştir: “Bu kişi ancak erkeklerin kalplerini kadınlara karşı harekete geçiren böyle nitelemelerde bulunduğu için kadınların yanına girmekten yasaklanmıştır. Onun yasaklanması eşlerin insanlara nitelenmemesi içindir. Aksi halde hicabın (kadınlarla erkeklerin birbirlerini görmeyecek şekilde ayrılmalarının) anlamı ortadan kalkar.”[20]

3- Bu muhannes kimsenin kadınların bedenlerinden, birçok kadınların dahi haberdar olamayacağı şekilde haberdar olduğu ortaya çıkmıştır.[21]

İbn Hacer’in bu konuda çok güzel bir açıklaması vardır. Şöyle diyor: “Bu hadiseden kadınların güzellikleriyle fitneye düşecek kimselerden perdelenmesi/örtülmesi gerektiği anlaşılır. Bu hadis, şüpheye mahal olacak her işten uzaklaşmak konusunda bir asıldır.”[22]

Bazıları: “Bunlar siz kadınların yanına girmesin” hadisinden dolayı muhanneslerin mutlak olarak kadınların yanına girmesinin yasaklanması görüşünde olmuşlardır. Burada bütün muhanneslerin kadınlarda gördüklerini anlatma riskine ve muhanneslerin de kadınlar hakkında erkeklerin bildiği şeyleri bildiklerine işaret vardır.[23]

Yine bu konuda İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan rivayet edilen şu hadisi delil getirmişlerdir:

لَعَنَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ المُخَنَّثِينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالمُتَرَجِّلاَتِ مِنَ النِّسَاءِ وَقَالَ أَخْرِجُوهُمْ مِنْ بُيُوتِكُمْ قَالَ فَأَخْرَجَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فُلاَنًا وَأَخْرَجَ عُمَرُ فُلاَنًا

“Nebî sallallahu aleyhi ve sellem kadınlaşan erkeklere ve erkekleşen kadınlara lanet etti ve:

Onları evlerinizden çıkarın” buyurdu. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem falan adamı çıkardı, Ömer radıyallahu anh de falan kimseyi çıkardı.”[24]

Dediler ki: “Bu hadis, ilk hükmün yani Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in muhanneslerin kadınların yanına girmelerine dair izninin nesh olunduğunu gösteriyor.”[25]

Nevevi Nur Suresi 31. Ayetinde geçen “Gayri uli’l-irbe” kavlini tefsir ettikten sonra dedi ki: “Cinsel organı kesilmiş, hadım edilmiş, burulmuş, muhannes (kendini kadınlara benzeten) kimseler ve bunamış yaşlı kimseler diğer erkekler gibidir. Çoğunluğun görüşü budur.”[26]

Malikîler de bu meselede ihtilaf etmişlerdir.[27]

Bu görüşte olanların: “Bunlar siz kadınların yanına girmesin” hadisini delil getirmelerine şöyle cevap verilir: Burada kadınların güzelliklerini anlayan ve bundan dolayı haklarında fitneye düşmesinden korkulan kimselerin kadınların yanına girmesi yasaklanmıştır.[28]

İbn Abbas radıyallahu anhuma hadisindeki “Onları evlerinizden çıkarın” hadisini delil getirmelerine de şöyle cevap verilir:

Bu hadiste bütün muhannesleri kapsayan hüküm söz konusu değildir. Onların çıkarılmalarının emredilmesi, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in kadınların yanına girmekten yasakladığı muhannesin durumu gibi olabilir. Böyle bir ihtimal söz konusu olduğu zaman da nesih iddiası sahih olmaz.[29]

Allah en iyi bilendir.



[1] Bkz.: İbn Hacer Fethu’l-Bari (9/246) İbn Abdilber et-Temhid (8/290) İbn Manzur Lisanu’l-Arab (2/145)

[2] Sahih. Buhârî (5885)

[3] Bkz.: Nevevi Şerhu Sahihi Muslim (14/336)

[4] Tefsiru İbn Kesir (3/296)

[5] Hasen. Taberî Tefsir (17/267) İbn Ebî Hâtim Tefsir (8/2578) Beyhaki (7/96)

[6] Sahih. İbn Abdilber et-Temhid (8/290) Begavi Tefsir (6/35)

[7] Sahih. Buhârî (3/30) Taberî (17/269) Abdurrazzak Tefsir (3/57, 58)

[8] İbn Abdilber et-Temhid (8/291)

[9] Fethu’l-Kadir (4/36)

[10] Zeylaî Tebyinu’l-Hakaik (7/47)

[11] Sahih. Muslim (2181) Ebû Dâvûd (4107) Ahmed (25700)

[12] Sahih. Buhârî (5887, 4324) Muslim (2180) Ebû Dâvûd (4929) İbn Mace (1902, 2614) Ahmed (27023, 27234)

[13] Bkz.: İbn Abdilber et-Temhid (8/289) İbn Kudame el-Mugni (2/1634)

[14] Nevevi Şerhu Sahihi Muslim (14/336)

[15] Kurtubi el-Mufhim (5/515)

[16] Bkz.: İbn Abdilber et-Temhid (8/289) İbn Kudame el-Mugni (2/1634)

[17] Et-Temhid (8/290)

[18] El-Mebsut (10/158)

[19] Bkz.: Nevevi Şerhu Sahihi Muslim (14/336)

[20] İbn Hacer Fethu’l-Bari (9/247)

[21] Nevevi Şerhu Sahihi Muslim (14/336)

[22] Fethu’l-Bari (9/247)

[23] Bkz.: Nevevi Şerhu Sahihi Muslim (14/336)

[24] Sahih. Buhârî (5886, 6834) Ebû Dâvûd (4930, 4097) Tirmizî (2785) İbn Mace (1904) Ahmed (1982, 2123, 2291)

[25] Bkz.: İbnu’l-Kattan Ahkamu’n-Nazar (s.227)

[26] Nevevi Ravdatu’t-Talibin (7/23)

[27] Bkz.: İbnu’l-Kattan Ahkamu’n-Nazar (s.221)

[28] Bkz.: İbnu’l-Kattan Ahkamu’n-Nazar (s.224)

[29] Bkz.: İbnu’l-Kattan Ahkamu’n-Nazar (s.227)

6 Ağustos 2023 Pazar

İnkıta Şüphesi Bulunan Bazı Rivayetler Hakkında

Şeyh Abdulaziz et-Tarifî’ye şöyle soruldu: “Ebu Ubeyde’nin babası İbn Mes’ud’dan rivayeti, Said (b. El-Museyyeb)’in Ömer radıyallahu anh’den rivayeti, Amir (eş-Şa’bî)nin Ali radıyallahu anh’den rivayeti ve el-Hasen (el-Basrî)’nin Semura radıyallahu anh’den rivayetinin sıhhati nedir?”

Cevap: Birincisi: Ebu Ubeyde’nin babasından rivayetinde aslolan sıhhattir. Ancak metni düzgün değilse, metninde nekâret gibi bir şey varsa hariç. Hafız Tirmizî’nin böyle rivayeti birçok yerde sahihlediğini gördüm. Az bir yerde de illetlendiriyordu. İbnu’l-Medini, Nesâî, Darekutni gibi hafızların cumhuru Ebu Ubeyde’nin, babası İbn Mes’ud radıyallahu anh’den rivayetini kabul etmişlerdir.[1]

İkincisi: Said’in Ömer radıyallahu anh’den rivayetinde aslolan sıhhattir. Ancak metni düzgün değil veya nekâret varsa bu hariç. Ahmed, Yahya b. Said, Tirmizî, Ebu Hatim er-Razi ve başka hafızlar Said b. El-Museyyeb’in Ömer radıyallahu anh’den rivayetini sahih kabul etmişlerdir.

Üçüncüsü: Amir’in Ali radıyallahu anh’den rivayeti zayıftır.  Bununla beraber Amir (eş-Şa’bî), Ali radıyallahu anh’ı görmüş olması, Said’in Ömer radıyallahu anh’den rivayetinden daha yakındır. Ancak hafızlar Said’in Ömer radıyallahu anh’den rivayeti kabul ederlerken Amir’in Ali radıyallahu anh’den rivayetini reddetmişlerdir. Çünkü Amir zayıf kimselerden hadis rivayeti konusunda gevşek idi. Çoğunlukla Amir (eş-Şa’bî) ile Ali radıyallahu anh arasında el-Haris el-A’ver gibi zayıf bir ravi vasıta olup Amir onu zikretmiyordu. Amir’in Ali radıyallahu anh’den feraiz konusunda yaptığı rivayetlerin geneli Haris el-A’ver vasıtasıyladır. Yine Amir, Cabir el-Cufî gibi zayıf raviler vasıtasıyla da Ali radıyallahu anh’den rivayette bulunmuştur.

Dördüncüsü: Hasen el-Basri’nin Semura radıyallahu anh’den rivayetini önceki hafızların geneli kabul etmişlerdir. Metinde münkerlik olmadığı sürece aslolan bu rivayetin kabul edilmesidir. Nitekim Buhârî, İbnu’l-Medini, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Ebu Hatim, İbn Huzeyme ve başkaları bu rivayeti sahih kabul etmişlerdir. Hasen’in Semura radıyallahu anh’den Akika hadisi dışındaki rivayetlerini Nesâî, el-Berdici, İbn Asakir gibi bazı hafızlar zayıf kabul etmişlerdir.



[1] Yakub b. Şeybe dedi ki: “Ashabımız Ebu Ubeyde’nin babası (Abdullah b. Mes’ud) radıyallahu anh’den rivayetini müsned yani muttasıl hadis saymışlardır. Çünkü Ebu Ubeyde babasının sahih hadislerini bilir. Bu konuda münker bir rivayet de getirmemiştir.” (İbn Receb Şerhu İleli’t-Tirmizî (1/544)

Bu gayet açık bir ifadedir. Nitekim hafızlar Ebu Ubeyde’nin babasından rivayetlerini araştırmışlar ve münker bir rivayet görmemişlerdir. Şüphesiz o, babasının rivayetlerini başkalarından daha iyi bilir. İbn Receb dedi ki: “Ebu Ubeyde babasından iştmemiştir. Lakin babasından rivayetleri sahihtir.” Yine dedi ki: “Ebu Ubeyde, babasından işitmemiş olsa dahi bu rivayetleri sahihtir. Bu rivayetleri babasının hadislerini iyi bilen sika aile fertlerinden almıştır. İbnu’l-Medini ve başkaları böyle demişlerdir.”


28 Temmuz 2023 Cuma

Vasatlık ve Dinin Kolay Olması Hakkında!

 İsyankârlara tavır uygulanmasına itiraz edenlerin dinin vasat ve kolaylık dini olmasını öne sürmeleri şaşırtıcı işlerdendir! Sanki vasatlık ve dindeki kolaylık, yollarına tutulmakla emrolunduğumuz Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in ve ashabının üzerinde oldukları şeyden başkasıymış gibi!

Şimdi vasatlığı düşün ve bu hevâlarına tâbi olanların zannettikleri şey mi bir bak! Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

وَكَذَلِكَ جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطاً لِتَكُونُوا شُهَدَاءَ عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهِيداً

Sizi böylece vasat bir ümmet kıldık ki insanlara şahitler olasınız ve rasul de size şahit olsun.” (Bakara 143)

Vasat bir ümmet tabirini Nebî sallallahu aleyhi ve sellem: “Adaletli” demektir diye açıklamıştır. Burada talep edilen şey insanların çoğunun âdetlerine veya hevâlarına aykırı bir din hükmü işittiklerinde: “Din vasattır” veya: “İşlerin en hayırlısı orta yollu olanıdır”[1] diye hakkı inkâr ettiklerini açıklamaktır.

Cahil kimse bunu işitince zanneder ki, din vasat (orta yollu) olduğu için bu (hak), karşı çıkılması gereken bir münkerdir! Sonra da dindarları orta yolu terk etmiş oldukları iddiasıyla suçlar!

Bu kimseler aslında dindarları suçlamak ve onlara hakaret etmek olan maksatlarını kapalı sözlerle ifade ederler!

Denilir ki: Evet, din vasattır, işlerin en hayırlısı orta yollu olanıdır. Bu hususta tartışma yok! Biz de bunu söyler ve bunu emrederiz. Dinde aşırılık etmekten ve orta yolu aşmaktan da Allah’a sığınırız. Lakin bu vasatlık, orta yol nedir? Bunu akıllar veya zamanımız halkının üzerinde oldukları şey mi belirliyor?

Vasat olan din ve işlerin en hayırlısı olan orta yol, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ve ashabının üzerinde oldukları yol değil midir? Bu, emrolunanları yapmak, yasaklananlardan uzak durmak değil midir? Ekleme ve çıkarma yapmadan emrolunduğumuz vasatlık ve orta yol bu değil midir?

Ama eğer vasatlığın nefsinin arzularına uyan şey olduğunu ve zamanının halkının alışageldikleri şey olduğunu iddia edersen dinde Allah’ın izin vermediği yeni bir hüküm koymuş olursun! Yine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, ashabı ve onlara güzellikle uyanların yolunu eleştirmiş, onları dinde vasat olmamakla itham etmiş olursun! Bu ise yeni bir din uydurma sapıklığı cinsindendir!

 Bu kimselerden, sakalını kısaltan birine: “Bu sana helal değildir” denildiğinde: “İşlerin en hayırlısı orta yollu olanıdır” diyor!

Görüyor musun nasıl bir gerekçe gösteriyor! Hak bir söz söylüyor fakat bâtılı kast ediyor! Ona göre sakalını kısaltan kimse sakalı tamamen serbest bırakan ile tamamen traş eden arasında orta bir yolu tutmuştur! Şeytanı da ona: “İşlerin en hayırlısı orta yollu olanıdır” diye telkin ediyor! Ona göre sakalı serbest bırakma emri orta yol değildir!

Kısır aklıyla ve iflas etmiş anlayışıyla dinin meselelerini böyle tartıyor!  Şayet günahını itiraf etseydi ve bu sözü delil olarak getirmeseydi kendisi için daha hayırlı olurdu. Çünkü bunun manası, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ve onun emrine itaat ederek sakallarını bolca serbest bırakanlar, yolların en hayırlısı olan orta yola uymuyorlar demektir! Dinin ölçüsü insanların akılları olsaydı elbette din zayi olur giderdi!

Böyle ahmaklara denilir ki: “Bir kimse Ramazan ayının yarısında oruç tutsa ve Ramazan ayının tamamını oruçla geçiren birini görse, sonra: “İşlerin en hayırlısı orta yollu olanıdır” diye gerekçe öne sürse ne dersin?” O kimse: “Bu caiz değildir” diyecektir. Ona:

“Neden?” denilir. Der ki: “Çünkü Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Ramazan ayının tamamında oruç tutulmasını emretmiştir” Ona denilir ki:

“Sakal da böyledir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem sakalın tamamen serbest bırakılmasını emretmiştir. İşlerin en hayırlısı ve vasat olanı senin hayal ettiğin şey değil, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in emrettiği gibi sakalını tamamen serbest bırakmandır. Ramazan orucu ve diğer bütün meselelerde de böyledir.

Çünkü Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in üzerinde olduğu şey ve O’nun emrettikleri işlerin en hayırlısıdır ve en vasatıdır. Bundan fazlası ifrattır, bundan eksiği ise tefrittir. Bütün meselelerde ölçü budur, senin aklın ve hevân değil!”

Böylece bâtıl ehlinin cahillerin zihnini karıştırmak ve hevâlarına göre ölçü koymak için kullandıkları: aşırılık ve katılık, vasatlık ve kolaylık kelimelerinin manasını da anlamış oldun.

İnsanların söyledikleri sözlerin Kitap ve sünnete arzedilmeleri gerekir. Çünkü hakkı ve bâtılı tespit etmede asıl ölçü budur.

Şeyhulislam rahimehullah şöyle demiştir: “Vacip olan; Allah’ın indirmiş olduğu kitap ve hikmeti (sünneti) bütün meselelerde ölçü kılmaktır. Sonra insanların sözleri bu esaslara arz edilir. Kitap ve sünnete uygun olan lafız ve manalar kabul edilir, kitap ve sünnete aykırı olan lafız ve manalar ise reddedilir.”[2]

Zan ve hevaya tabi olmak ise haktan bir şey ifade etmez!

Yine bâtıl ehli dinin kolay olmasını gerekçe göstererek Allah ve rasulünün murâd etmedikleri şeyleri kastediyorlar. Bu sözü ancak işlemiş oldukları haramları ve terk etmiş oldukları farzları temize çekmek için söylüyorlar. Kendilerinin bir münkerine karşı çıkıldığı zaman: “Din kolaydır” diyorlar!

Onlara denilir ki: Doğru! Din kolaydır. Can korkusu söz konusu olduğu zaman Allah sana leşten yemeyi mubah kılmıştır! Yine su bulamadığın zaman sana teyemmüm etmeni meşru kılmıştır. Ayakta namaz kılmaya güç yetiremediğin zaman sana gücünün yettiği şekilde namaz kılmayı meşru kılmıştır. Hatta bütün bunlardan ötesi, gönlünün imanla mutmain olması şartıyla, can korkun bulunduğu zaman küfür sözünü söylemeni dahi mubah kılmıştır. İşte bunlar Allah’a hamd olsun ki dindeki kolaylıklardandır.

Din tamamen kolaydır. Hatta senin zor kıldığın şeyler dahi kolaylaştırılmıştır. Lakin sen onu hakikati üzere bilmiyorsun.

Kolay olduğunu kastettiğin din nedir peki? Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in Allah katından getirdiği dini mi, yoksa zamanındaki insanların arzularına göre edindikleri dini mi kastediyorsun?

Eğer Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in Allah katından getirdiği dini kastediyorsan, kolaylık ile kastettiğin nedir?

İnsanların adet edindikleri sapmalara itiraz edildiği zaman: “Din kolaydır” diyerek dilediklerini yapmaları mı?

Halbuki bu, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in getirdiği dine aykırdır! Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bizi, kendisinin üzerinde olduğu yolu değiştirmekten, bozmaktan, ona ekleme ve çıkarma yapmaktan yasaklamıştır! Bunun delilleri sayılamayacak kadar çok olup malum ve meşhurdur!

Eğer zamanındaki insanların üzerinde oldukları dini kastediyorsan, bizim dinde insanların arzularına göre değişiklik yapma hakkımız yoktur! Her zaman insanların üzerinde oldukları şey hak din değildir! Bilakis Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in ve ashabının üzerinde oldukları şey hak dindir!

Tuhaftır ki hevasına aykırı olan dînî emrilerin zorluk ve katılık olduğunu idda eden kimse farkında olmadan zorluk ve katılığa düşmektedir! İşte bu, Allah’ın kullarına olan merhametinin ve onlara sevap ve cezada ihsanda bulunmasının delillerindendir. Nitekim ilim ehli günahların ve isyanların insan tarafından lezzetli bulunacağını, bunun hissedilen bir durum olduğunu açıklamışlardır ve bunu uyuz kaşıntısının lezzetine ve aç kimsenin zehirli yemeği iştahla yemesine benzetmişlerdir.[3]

Bunun sonucunu düşün! Uyuz kaşıntısı ve benzerlerindeki lezzet, onu kaşıdıkça o an sakinleşse de acısı katlanarak artar. Zehirli yemek de lezzetlidir ama sonucu ortadadır.

Bazı insanlar şöyle diyebilir: “Ben günahlarda bu etkileri bulamıyorum.”

Ona denilir ki: Bu acı verici kötü etkiler vardır, lakin seni aldığın lezzet ve şehvetler aldatmış, bunların ardına gizlenmiştir. Yoksa bu etkiler mevcuttur ve işlemektedir. Bunu anlamak istersen kalbinin bağlandığı şeyi yani Allah’a isyan imkanını kaybettiğini düşün,, kalbin buna razı olur mu! Rabbine yemin olsun ki içinde bulunduğun durumu göreceksin! Eğer Allah’tan korkarak onu terk edersen Allah Azze ve Celle senin kalbine onunla azap etmekten kerimdir! Hatta onun yerine sana ferahlık ve sevinç lütfeder. Allah için terk ettiğin şeyden daha hayırlısını sana verir.

Bu acıların en açık ve büyük olanı hayattan ayrılmaktır. İnsan şehvetlerinden ve lezzet aldığı şeylerden ayrılınca ne olur? Onu, bunların akibetleri karşılayacaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

وَحِيلَ بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ مَا يَشْتَهُونَ

Onlarla arzuladıkları şeylerin arasına engel konulmuştur.” (Sebe 54)

Böylece kaçınmış olduğu zorluk ve katılık, sonunu düşünemediği şekilde zorluk ve katılık olarak karşısına çıkmıştır. Yağmurdan kaçarken doluya yakalanır!

Bu durumu, dinin emir ve yasağını anlamak açıklar. O sadece bir mükellefiyet midir yoksa insanın ruhuna, kalbine ve bedenine uygun bir rahmet ve ihsan mıdır?

Bunu anlamak isteyen kimse İbn Kayyım rahimehullah’ın: “Miftahu Dari’s-Seade” kitabının ikinci cildine baksın. Yine Medaricu’s-Salikin kitabına da. Bu iki kitap da Türkçe’ye tercüme edilmiştir. İbn Kayyım rahimehullah bu esası oldukça güzel açıklamıştır ki, bu ahiretten önce dünyada insana saadet kazandırır, gönlünü genişletir. Bu esas; Allah’ın emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından kaçınmaktır.

İnsanlardan birçok kimseye isyankârlara tavır uygulamak ağır gelmektedir. Çünkü herkes az ya da çok bazı muhalefetlere düşüyor. Bu önemli durum karşısında zayıf düşüyor ve gevşek davranması için kurduğu hilelere sığınıyor! Bazen bu tutumun katılık olduğunu söylüyor, bazen de bu tavrı uygulayan şahsın mizacıyla ilgili bir katılık ve cahillik olduğunu söylüyor! Bu konuda da kendi lehine olmayan şeyleri gerekçe gösteriyor! Mesela Mescide idrarını yapan bedevî kıssasını[4] veya namazda konuşan adam kıssasını[5] yahut Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in Yahudi’yi ziyaret etmesini[6] ve benzerlerini delil getirir. Bunları Allah Teâlâ için gazaplanmayı ve Allah’ın emri olan isyankâr muhaliflere sert davranmayı iptal etmek için delil getirir!

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in Allah’ın haramları çiğnenince öfkelenmesini[7], Tebük Gazvesinden geri kalan üç kişiden alakaları kesmesini[8], Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in bazı eşlerine tavır uygulamasını[9], perdede ruh taşıyan canlılara ait resim gördüğü zaman öfkeden yüzünün renginin değişmesini[10] ve buna benzer şeyleri unutuyorlar veya bilmezden geliyorlar! Bunlardan ibret çıkarmazlar, çünkü hevaya aykırıdır!

Hatta isyankârlara katı davranılmaması ve hecir uygulanmaması için delil getirirler ki, bu deliller onların kastettiklerine delalet etmemektedir! Mescide idrarını yapan bedeviye Nebî sallallahu aleyhi ve sellem sert davranmamıştır. Çünkü o adam mescidi ve namazı bilmiyordu ki ona sert davranılsın! Ona sert davranılsaydı bundan dolayı meydana gelecek zarar daha büyük olurdu. Bu yüzden ona yumuşak davranıldı ve İslam’a ülfet etmesi sağlandı. Bu İslam’ın ilk zamanlarındaydı. Bu bedevî de mescidinin hürmetini, mescid ile deve ağılları arasındaki farkı bilmiyordu. Lakin bugün bir kimse aynı şeyi yapsa ona karşı da Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in bedeviye muamele ettiği gibi muamele edilebilir mi? Bu bozuk bir kıyastır! Çünkü artık herkes mescidin saygınlığını, temiz tutulması gerektiğini bilir! Bu bedevinin yaptığını bugün ancak bir suçlu veya deli bir kimse yapar!

Şimdi, Allah’ın haramlarının delinmesine karşı, bedevinin mescidde yaptığına Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in sert davranmamış olması gerekçe gösterilerek yumuşak davranılması öne sürülebilir mi? Böyle bir gerekçe öne sürmek dinde çözülme ve dinin değerini düşürmek demektir.

أوْحى الله إلى يوشع بن نون أني مُهْلِك من قومك أربعينَ ألْفاً من خِيَارِهم وَسِتِّين ألفاً من شِرَارِهم فقال يا رَبُّ هؤلاء الأشرَار فمَا بالُ الأخيَار؟! قال (إنَّهُمْ لَمْ يَغْضَبُوا لِغَضَبِي وَكَانوُا يُواكِلُونَهُمْ وَيُشَارِبُونَهُمْ)؟.

Allah Teâlâ, Yuşa b. Nûn aleyhi's-selâm’a: “Kavminden kırk bin hayırlı kişiyi ve altmış bin şerli kişiyi helak edeceğim” diye vahyettiğinde Yuşa aleyhi's-selâm dedi ki:

“Ey rabbim! Şunlar şerliler, tamam da hayırlıları neden helâk ediyorsun?” Allah Azze ve Celle buyurdu ki:

Çünkü onlar benim öfkelendiğim şeye öfkelenmediler ve onlarla beraber yeyip içmeye devam ettiler.”[11]

Kısaca söylemek gerekirse, İslam’ın ilk yıllarında insanların çoğuna bazı hükümler gizli kalmıştır. Bu yüzden onların İslama ısındırılmaları söz konusu idi. Bugün ise böyle değildir. Çünkü bugün bilmeyen kimse bilen kimseyle aynı durumdadır. Bugün işlenen muhalefetler bilerek ve ısrar ile işlenmektedir! Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in kıbleye tüküren bir adamı imamlıktan azletmesi ve mescid halkında:

Bunun arkasında namaz kılmayın!” demesi bu durumu açıklar. Adam Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e gelmiş ve:

“Ey Allah’ın rasulü! Sen onlara arkamda namaz kılmalarını mı yasakladın?” demişti. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Evet! Çünkü sen Allah’a ve rasulüne eziyet verdin!”[12]

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in bu kimseye nasıl katı davrandığına bak! Onu imamlıktan azletmiş ve mescid halkına onun arkasında namaz kılmayı yasaklamıştır. Bütün bunlardan da ağırı kıbleye tükürmesinden dolayı ona: “Sen Allah’a ve rasulüne eziyet ettin” sözüdür!

Şayet Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bugün mescidlere sokulan hoparlörleri, mikrofonları, fotoğraf makinelerini, cep telefonuyla resim çekilmesini, hatta mescidlerde telefondan çalan melodileri, namaz kılarken zil sesi olarak çalan şeytan çalgılarını görseydi ne derdi? Vallahi bunlar büyük fitnelerdir!

Zamanımız halkı böyle şeyleri umursamıyor ve böyle bir tavrı uygun görmüyor! Bizim dini hevâlarımıza ve zamanların görüşlerine göre değiştirmeye hakkımız yoktur! Aynı şekilde kabalıktan, katılıktan, söylediklerimizi desteklemek için delil aramaktan da Allah’a sığınırız. Maksadımız iki taraftan birini desteklemek değil, hakkı ortaya koymak, bâtıl iddiaların bozukluğunu açıklamak, delil getirilen şeylerin onlara delil olmadığını ortaya koymaktır.

Sertliğin yeri vardır böyle yerlerde yumuşak davranmak uygun olmaz. Yine yumuşaklığın yeri vardır ki burada sert davranmak uygun olmaz. Her kim bunlardan yalnız birini uygulamaya davet eder ve diğerini terk ederse o bâtıldadır.

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bir gün (savaş dönüşü) bineği üzerindeydi ve yanında bulunanlara namazı binekleri üzerinde kılmalarını emretmişti. Bir adam bineğinden atlayıp yerde kıldı. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Muhalif düştü! Allah da ona muhalefet etsin!” Bu asam İslam’dan çıkmadan ölmedi!”[13]

Bu adam meşru bir şey yapmış olmasına rağmen, yeri dışında yaptığı için ona karşı kullanılan bu sert ifadeyi düşün! Çünkü o Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e kendi görüşü ile muhalefet etmiştir! İbadette aşırılık yapmak istemiştir.

Yine namazda gözü semaya kaldırmak hakkında şöyle buyurmuştur:

Bazı kimselere ne oluyor da namazlarında gözlerini semaya kaldırıyorlar!” Sözünü sertleştirip dedi ki:

Ya buna son verirler ya da gözleri onlardan alınır!”[14]

Yine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

Biriniz başını imamdan önce kaldırmasından dolayı Allah’ın onun başını eşekbaşına çevirmesinden veya şeklini eşek şekline sokmasından korkmaz mı?”[15]

Bu, namazda bir ihlâldir. İnsanların çoğunun nazarında bu basit bir şeydir! Lakin ifadedeki sertliğe bakın! Peki ya tamamen namaz kılmayana ne denir?

Hevâya tabi olan ve dini bozan kimseler yalnız bir yönden bakar, diğer yönden terk eder. Hatta dinin gereğiyle amel edenlere hücum eder ve onu çirkin sıfatlarla niteler!

Yine namazda konuşan sahabi kıssasını da gevşeklik için öne sürerler. Yine namazda konuşan bu sahabi de, namazda konuşmanın helal olmadığını bilmiyordu. Çünkü bu yasaklanmadan önce namazda iken konuşurlardı. Bu konudaki yasak daha sonra gelmiştir. Bu sahabiye ise yasak ulaşmadığından, yasaklanmasından sonra namazda konuşmuştur. Bilmeden yaptığı için ona sert davranılmamıştır.

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in Yahudiyi ziyaret etmesine gelince, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem onu İslam’a davet etmek için gitmiştir. Bu kıssayı isyankârlara hatta kâfirlere yumuşak davranmaya ve onlara sevgi besleyip meclislerine katılmaya delil getiren kimse dine karşı en büyük iftirayı atmıştır ve Nebî sallallahu aleyhi ve sellem adına yalan söylemiştir!

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in ziyaret ettiği Yahudi ölmek üzere idi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem onu İslam’a davet etti, o da müslüman oldu. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bunu müşriklere ve kitap ehline gidip onları Allah Teâlâ’ya davet etmek suretiyle de yapardı. Bu, onlara sevgi beslemek ve onlarla ünsiyet ederek birlikte oturmak şeklinde olmamıştır! Hiçbir müslüman böyle bir şey iddia etmez! Bu nasıl olabilir ki, Allah Teâlâ kendisine şu ayeti indirmiştir:

لا تَجِدُ قَوْماً يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ يُوَادُّونَ مَنْ حَادَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُوا آبَاءَهُمْ أَوْ أَبْنَاءَهُمْ أَوْ إِخْوَانَهُمْ أَوْ عَشِيرَتَهُمْ أُولَئِكَ كَتَبَ فِي قُلُوبِهِمُ الْأِيمَانَ وَأَيَّدَهُمْ بِرُوحٍ مِنْهُ وَيُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ أُولَئِكَ حِزْبُ اللَّهِ أَلا إِنَّ حِزْبَ اللَّهِ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiç bir kavmin, Allah’a ve rasûlüne muhalefet eden kimselere, babaları, oğulları, kardeşleri veya aşiretleri olsa bile sevgi beslediklerini göremezsin. Kalplerine imanı yazmış ve kendisinden bir ruh ile onları desteklemiştir. Onları, altından nehirler akan cennetlere sokacaktır; orada süreklidirler. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte bunlar Allah’ın fırkasıdır. Dikkat edin şüphesiz Allah’ın fırkası kurtuluşa erenlerin kendileridir.” (Mucadele 22)

Musa aleyhi's-selâm, Firavunu rabbine davet etmek için gitmekle emrolundu diye, “Musa aleyhi's-selâm, Firavun’u ziyaret ederdi” iftirası yapılabilir mi? Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in bu Yahudi’yi Allah Teâlâ’ya davet için gitmesi de işte böyledir!

Şeyh Hamd b. Atik rahimehullah şöyle demiştir: “Bir adam gündüzleri oruç tutsa, geceleri namaz kılsa, dünyadan tamamen zahid olsa, bununla beraber Allah için öfkelenip yüzü buruşmasa, bu adam Allah katında insanların en nefret edileni, dindarlığı en az olanıdır. Büyük günah sahipleri bile Allah katından bu kimseden daha ehvendir.”

Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir: “Farzları terk etmek veya haramları işlemekle bilinen bir kimse kendisine hecir uygulanmasını (tavır konulmasını) hak etmiştir. Ona tazir cezası olarak tevbe edinceye kadar selam verilmez!”[16]

Bugün halkın geneli dinin bu yönünü terk etmiş olduklarından Allah Azze ve Celle’nin ve rasulü sallallahu aleyhi ve sellem’in razı olmadığı unsurlar giriş yolu bulmuş, şeytan da buna destekler ve savunma yolları hazırlamıştır. Allah yardımcımız olsun.

Hatta insanın akrabaları ve yakınları kâfirlerden ve günahkâr müslümanlardan ise Allah’ın emrini onlara karşı uygulayıp onlara buğzetmesi ve tavır uygulaması, onlardan günahkâr müslümanları tevbe edinceye kadar dargın durması gerekir.

ولا يَسْتَخِفَّنَّكَ الَّذِينَ لا يُوقِنُونَ

İyice inanmamış olanlar, sakın seni gevşekliğe sevk etmesin!” (Rûm 60)

Samimî ilim ehlinin sözlerini düşün ve dinde şahsi görüşüyle yorum yapan, fitneye düşmüş kimselerin sözlerinden sakın! Zira onların çoğu bu zamanın deccalleridir!

Hak ehline düşmanlık edenlerin düşmanlıklarına aldırma! Zamanımızdaki insanların kabul edip iyi gördükleri şey münkerin ta kendisidir ve çirkin bulup karşı çıktıkları şey marufun/iyiliğin ta kendisidir!



[1] Beyhakî Şuab (6601) İbn Sa’d Tabakat (7/142) İbn Asakir Tarih (58/304) Mutarrif b. Abdillah b. Şıhhir rahimehullah’ın sözü olarak rivayet etmişlerdir. Ebu Nuaym Hilye’de (2/286) Ebu Kılabe rahimehullah’ın sözü olarak rivayet etmiştir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e nispeti ise sahih değildir. Bkz.: Acluni Keşfu’l-Hafa (1247)

[2] Mecmuu’l-Fetava (17/306)

[3] Bkz.: İbn Teymiyye Mecmuu’l-Fetava (1/24) İbn Kayyım Tariku’l-Hicreteyn (s.100-106) İgasetu’l-Lehfan (1/30)

[4] Buhârî (5679) Muslim (284) Enes b. Malik radıyallahu anh’den.

[5] Ebû Dâvûd (931) İbn Huzeyme (859) Muaviye b. El-Hakem es-Sulemî radıyallahu anh’den

[6] Buhârî (1290) Enes b. Malik radıyallahu anh’den.

[7] Bkz.: Buhârî (6461) Muslim (2328)

[8] Buhârî (4156) Muslim (2769)

[9] Ebû Dâvûd (4602) Ahmed (25046) Taberânî Mu'cemu'l-Evsat (2609)

[10] Buhârî (5758) Muslim (2107)

[11] İbn Ebi'd-Dunyâ el-Emru Bi’l-Ma’ruf ve’n-Nehyi Ani’l-Munker (75)

[12] Ebû Dâvûd (481) İbn Hibban (1636)

[13] İbn Teymiyye Mecmuu’l-Fetava (25/276) Hadisi İbnu’l-Mubarek Kitabu’l-Cihad’da ve İbn Asakir Tarih’inde rivayet etmişlerdir.

[14] Buhârî (717) Enes radıyallahu anh’den, Muslim (482) Cabir radıyallahu anh’den.

[15] Buhârî (650) Muslim (427) Ebu Hureyre radıyallahu anh’den.

[16] Mecmuu’l-Fetava (23/252)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)