El-Lecnetu’d-Daime
Li’l-İfta başkan vekili Şeyh Abdurrazzak Afifî rahimehullah’a şöyle soruldu:
“Din ile alay eden veya dine, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e yahut
Kur’ân-ı Kerime söven kimsenin hükmü nedir? Bu kimse cahil ise tekfir edilir
mi?” Şeyh Afifi rahimehullah dedi ki: “Bu mesele tıpkı diğer tekfir meseleleri
gibidir. Ona öğretilir ve tedip edilir. Eğer öğrendikten ve açıklandıktan sonra
tekrar ederse bu küfürdür. “Cehalet ile mazur olmaz” denilirse bunun anlamı;
onun tekfir edilmesi değil, öğretilip te’dip edilmesidir.” (Abdurrazzak
Afifî, Fetava 372)
Burada Şeyhulislam’ın
asrında: “Mazur olmaz” sözüyle kastedilen mana ortaya çıkmaktadır.
Şeyhulislam Muhammed
b. Abdilvehhab rahimehullah şöyle demiştir: “..Lakin bu kıssa (zatu envat
kıssası) şunu ifade eder: Müslüman, hatta alim kimse bilmeden şirk türlerine
düşebilir. Öğrenmek ve sakınmak gerekir. Böylece cahil kimsenin: “Tevhidi
anladık” sözünün şeytanın tuzaklarından olan en büyük cahilliklerden olduğu
anlaşılır. Yine bu kıssa şunu ifade eder: Müslüman bilmeden küfür bir söz
söyleyebilir. Buna karşı uyarılır ve o zaman tevbe eder. O tekfir edilmez.
Tıpkı İsrailoğullarının yaptıkları ve Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’den zatu
envat isteyenlerin yaptıkları gibi.
Yine bu kıssa şunu
ifade eder: Onlar tekfir edilmeseler de haklarında şiddetli ve ağır sözler
söylenir. Tıpkı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in yaptığı gibi.” (Bkz.:
Şeyh Abdulaziz b. Baz’ın takriziyle, Seyyid b. Saduddin el-Gabaşî; Seatu
Rahmeti Rabbu’l-Alemin li’l-Cuhhal s.50)
Önemli Not: Belki de bu son cümle Şeyhin,
Kitabu’t-Tevhid’de bu hadisin (Zatu envat hadisinin) ardından Nebî sallallâhu
aleyhi ve sellem’in onları cahilliklerinden dolayı mazur görmediğini
söylemesini ve koluna bakır halka takan kimse hadisine düştüğü notta cehaletten
dolayı mazur görülmeyeceğini söylemesini açıklığa kavuşturmaktadır. Zira ona
ağır bir söz söyleyerek: “Şayet bu üzerinde olduğu halde ölseydin asla
kurtulamazdın” buyurulmuştur. Hakim’in rivayetinde: “Elbette ona havale
edilirdin” şeklindedir. Yine burada da ağır ifade vardır. Yoksa şeyh burada
cehaletin özür olmadığını söylemezdi. Mana ancak anlattığımız şekilde açıklığa
kavuşmaktadır. Nitekim onların tekfir edilmediklerini kendisi söylemiştir. O
halde mazur olmamalarının manası nedir? Bu durum, bu fiilin küçük şirki ortadan
kaldırmayacağı anlamına gelir. Yine Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in:
“O üzerinde olduğu halde ölseydin” sözü, yasaklamadan sonra hala buna devam
etseydin “asla kurtulamazdın” şeklinde anlaşılır. Nitekim Hakim’in rivayetinde:
“Elbet ona havale edilirdin” sözü de Allah’tan yardım göremezdin, bunu takman
sana fayda vermezdi demektir. Alimler bunu küçük şirk olarak zikretmişlerdir.
Şeyh İbn Baz rahimehullah’ın da ikrarını buna eklemek gerekir.
Geçen açıklamalara Allame
es-Suyutî rahimehullah’ın şu fetvasını delil getirmek de mümkündür:
“…Birinci durum: Bu
söz dilinden kasıtsız olarak kaçmış olabilir. Bu Müslümanın haline layık olan
bir zandır. Belki de mesela: “Malik kabrinden kalksa dahi” demek isterken dili
sürçmüş ve ondan bu söz sadır olmuştur. Bu kimse tekfir edilmez, mazur da
görülmez. Bunun öncesinde hayrı biliniyorsa, dil sürçmesi iddiası kabul edilir.
Kendi haline de bırakılmaz, bilakis pişmanlık sergilemesi gerekir. Topluluk
içinde hata ettiğini ilan eder, tevbe ve istiğfarda bulunur. Başına toprak
saçar, çokça sadaka verir, köle azat eder, iyilik yollarıyla Allah’a
yakınlaşmaya çalışarak bu tökezlemesini örter..” (Suyuti, Tenzihu’l-Enbiya An
Tesfiyhi’l-Agniya s.60-62)
Şu halde ceza; tekfir
de olabilir, tazir de olabilir. Böylece “cehalet mazeret değildir” sözünü
kullanan alimlerin neyi kastettikleri anlaşılmaktadır. Onlar tekfiri değil,
sakındırma ve tedip cezasından mazur olmayacağını kastetmişlerdir.
İlmî Hüccet İkamesini Kim Yapar?
Tekfir hükmünde ancak
İslam devletinin yöneticisi tarafından kendilerine yetki verilmiş olan, ilimde
köklü, ikna kabiliyeti olan, hafızası kuvvetli, sağlam anlayışlı, istinbat
kabiliyetli, yumuşaklık ve ağırbaşlılık hasletlerine sahip, tahammüllü ilim
ehli hüccet ikamesini yapar.
Alimler dinin füru’u ile
alakalı helal ve harama dair hüküm meselelerinde müçtehit ve müftiyi bir şart
olarak koştuklarına göre, küfür, iman, fasıklık, bid’atçilik gibi dinin aslî
meselelerinde de bu şarta itibar etmek zorunlu ve daha önceliklidir.
Şeyh Suleyman b.
Sehman rahimehullah şöyle demiştir: “Anladığım kadarıyla hüccet ikamesini ancak
bunu güzelce yapabilecek kimse yapar. Dininin hükümlerini bilmeyen ve alimlerin
bu konuda neler söylediklerini bilmeyen cahil kimse gibi bu işi güzelce yapamayacak
olan kimseler bildiğim kadarıyla hüccet ikamesi yapamazlar. Allah en iyi
bilendir.” (Minhacu Ehli’l-Hak ve’l-İttiba Fi Muhalefeti Ehli’l-Cehl ve’l-İbtida
s.85)
İnşaallah devam edecek...