Mutlak ile Muayyen Ayrımına Dikkat Edilmeden Tekfir Edilemez
Ebu Muaz el-Çubukâbâdî
Tekfir Meselesi Tevfikî Değil, Tevkifîdir!
Büyük Bir Konuda Dahi Olsa, Söylenen Bir Söz veya İşlenen Bir Fiil
Sebebiyle Tevbe Talep Edilmeden Tekfir Edilmez!
Ebu Muaz el-Çubukâbâdî
Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir: “...Bunlar
gibilerden tevbe etmeleri istenir ve hüccet ikamesi yapılır. Eğer ısrar
ederlerse o zaman tekfir edilirler. Bundan önce küfürlerine hükmedilemez.
Nitekim sahabe Kudame b. Mazun ve arkadaşlarını, te’vildeki hatalarından dolayı
tekfir etmemişlerdir.” (Mecmuu’l-Fetava 7/110)
Yine şöyle demiştir: “Kitap, sünnet ve icma ile küfür olan
bir söz hakkında, şer’î delillerin gösterdiği gibi bunun küfür bir söz olduğu
söylenir. Zira iman, Allah ve rasulü tarafından verilebilecek bir hükümdür. Bu
mesele insanların zanlarına ve hevalarına göre hükmettikleri gibi değildir.
Hakkında tekfirin şartları sabit olup, manileri ortadan kalkmadıkça herhangi
bir şahsın kafir olduğuna hükmetmek gerekmez.” (Mecmuu’l-Fetava 35/165-166)
Şeyh Muhammed b. Abdilvehhab rahimehullah şöyle demiştir: “Muayyen
(belirli) bir şahsın tekfiri meselesi bilinen bir meseledir. Kişi küfür olan
bir söz söylemiş olabilir ve bu sözü söyleyenin kafir olduğu söylenebilir.
Lakin belli (muayyen) bir şahıs bu sözü söylediği zaman ona terk edenin kafir
olacağı hüccet ikame edilinceye kadar küfrüne hükmedilemez.” (Dureru’s-Seniyye
8/244)
Şeyh Muhammed b. İbrahim rahimehullah şöyle demiştir:
“Burada iki şey vardır:
Birincisi: Bir şeyin küfür olduğu hükmü İkincisi: Şahsın
kendisine hükmetmek. Ki bu ayrı bir şeydir.” (Fetava’ş-Şeyh Muhammed b. İbrahim
12/191)
Allame el-Elbânî rahimehullah şöyle demiştir: “Küfürde vuku
bulmuş olsa dahi, hüccet ikame edilmedikçe bir kimseyi tekfir etmeyiz.” (Osman
b. Abdisselam Nuh, et-Tariku Li’l-Cemaa)
Şeyh İbn Useymin rahimehullah şöyle demiştir: “Böylece
anlaşılmıştır ki; bir söz veya bir fiil küfür veya fısk olabilir. Bu durum,
bunu işleyenin kafir veya fasık olmasını gerektirmez. Tekfirin veya tefsikin
şartlarından birinin bulunmaması veya bunu engelleyen bir maninin bulunması bu
hükme engel olabilir.” (Kavaidu’l-Musla, 92)
Şeyhu’l-İslam rahimehullah şöyle demiştir: “Bu cinsten
kimseler bu zamanda çokturlar. İlim ve iman davetçileri ise azdır. Risalet
izleri birçok beldelerde gevşemiştir. Bu kimselerin çoğunda kendisiyle hidayet
bulacakları risalet izleri ve nübüvvet mirası bulunmamaktadır. Çoğuna bunlar
hiç ulaşmamıştır. Fetret dönemlerinde ve fetret mekanlarında (ilmin ulaşmasının
kesintiye uğradığı zaman ve mekanlarda) kişi az bir imandan dolayı sevap
kazanır, Allah, kendisine hüccet ikame olan kimseler için bağışlamayacağı
şeyleri, hüccet ikame olmamış kimse için bağışlar. Nitekim hadiste şöyle
gelmiştir: “İnsanlar üzerine bir zaman gelecek, namaz, oruç, hac, umre nedir
bilmeyecekler. Ancak ihtiyar bir adamla acuze bir kadın şöyle derler:
“Babalarımızın “La ilahe illallah” dediklerine yetiştik.” Huzeyfe radıyallahu anh’e:
“La ilahe illallah sözü onlara ne fayda verecek ki?” denildi. Huzeyfe
radıyallahu anh: “Onları ateşten kurtaracak” dedi.” (Mecmuu’l-Fetava 35/165)
Hadis hakkında İbn Hacer Fethu’l-Bari’de (13/16): “İsnadı kavi” dedi. Bkz.:
el-Elbani, es-Sahiha (87)
Tekfir Meselesi Tevfikî Değil, Tevkifîdir!
Bu meselenin naslara dayalı olması gerekir. Bu yüzden hüccet
ikamesini ehli olan yapar:
Allame Şemsuddin İbni’l-Kayyım rahimehullah şöyle demiştir:
“Kim fetvaya ehil olmadığı halde insanlara fetva verirse o günahkardır, isyan
etmiştir. Böyle bir kimsenin fetvasını ikrar eden yöneticiler de aynı şekilde
günahkar olurlar…” Sonra İbnu’l-Cevzi rahimehullah’ın şu sözünü nakleder:
“Yönetici, hastaları tedavi etmek için tabipliği beceremeyen kimseyi tayin
ederse, o bundan men olunurken, kitap ve sünneti bilmeyen, dinde fakih olmayan
kimsenin durumu nasıl olur?” (İ’lamu’l-Muvakkiin 4/17)
Büyük Bir Konuda Dahi Olsa, Söylenen Bir Söz veya İşlenen Bir Fiil
Sebebiyle Tevbe Talep Edilmeden Tekfir Edilmez!
Bu konuda Bedir ashabından olan sahabi; Hatıb b. Beltea
radıyallahu anh’ın Sahihayn’de geçen kıssası esastır. Bu kıssada delil olan
kısım şurasıdır: Bu amelin zahiri küfürdür. Çünkü Müslümanların aleyhinde
müşriklere destek olma söz konusudur. Ancak açıklama talep edilince maksat
anlaşıldı ve failin niyeti ortaya çıktı. Hatıb radıyallahu anh İslam dininden
çıkma kastıyla değil, dünyevî bir maksatla bunu yapmış, böylece amelinin büyük
günahlardan biri olduğu anlaşılmıştır. Allah Teâlâ onu daha önce Bedir savaşına
katılmakla işlediği büyük bir iyilik sebebiyle bağışlamıştır.
Burada zahirinde kötülüğe delalet eden amellerden dolayı
sahibinin maksadı bilinmedikçe onun aleyhinde hükmedilemeyeceğine delil vardır.
Yine Sahihayn’de Asîf’in/işcinin kıssasında buna delil
vardır. Zeyd b. Hâlid El-Cühenî
radıyallahu anh'den: “Bedevilerden bir zât Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve
sellem'e gelerek: “Yâ Resûlâllah! Senden Allah için benim hakkımda ancak
kitâbullah ile hüküm vermeni dilerim!”
dedi. Öteki hasım —ondan daha anlayışlı olduğu halde—: “Evet, aramızda
Allah'ın kitabı ile hükmet! Bana da müsâde buyur!” dedi. Rasûlullah sallallâhu
aleyhi ve sellem: “Söyle!” dedi. O zât: “Benim oğlum bu adamda çırak idi.
Derken karısı ile zina etti. Ben haber aldım ki oğluma recim lazımmış; hemen onun nâmına yüz koyunla bir câriye
fidye verdim. Bir de ulemâya sordum: Bana oğluma ancak yüz dayakla bir yıl
sürgün cezası lâzım geldiğini; bunun karısına da recim îcâb ettiğini haber
verdiler” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Nefsim
elinde olan Allah'a yemin ederim ki, aranızda Allah'ın kitabı ile
hükmedeceğim!.. Câriye ile koyunlar geri verilecek! Oğluna yüz değnekle bir
yıl sürgün gerek! Haydi ey Uneys! Bunun karısına git! Şayet i'tiraf ederse onu
recmediver!” buyurdu. Üneys kadına
gitti. Suçunu itiraf etti. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem de emir
buyurdu ve kadın recmedildi” (Buhârî (2695) Muslim (1697)
Bu adam bildiği halde
Allah’ın hükmünden başkasıyla hükmetti ve bunu oğluna şefkatinden dolayı yaptı.
Allah’ın dinini inkarı kastetmedi. Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem de zinadan
dolayı hak ettiği cezaya hükmetti. Bu adama kafirlere uygulanan hükmü
uygulamadı.
Yine Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in havarisi
Zubeyr radıyallahu anh ile Ensar’dan olan hasmı hakkında İmam Buhârî’nin
rivayet ettiği hadiste Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Zubeyr
radıyallahu anh’e: “Tarlanı sula ey Zubeyr! Sonra suyu komşuna gönder” dedi.
Ensarî: “Halanın oğlu olduğu için mi ey Allah’ın rasulü!” dedi. Rasûlullah
sallallâhu aleyhi ve sellem’in yüzünün rengi değişti ve Zubeyr’e: “Tarlanı
sula, sonra duvarı aşıncaya kadar da suyu hapset” buyurdu. Bunun üzerine Nisa
suresi 65. Ayeti nazil olmuştur.
İbnu’l-Arabî rahimehullah dedi ki: “Rasûlullah sallallâhu
aleyhi ve sellem’i hükümde itham eden herkes kafirdir. Lakin ensar’lı şahıs bir
zellede bulundu ve Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem ondan yüz çevirerek
tökezlemesini görmezden geldi. Zira onun yakininin doğruluğunu biliyordu, onu
ağzından kaçırmıştı. Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’den sonra kimse için bunu
bilmek söz konusu değildir.” Kurtubi de: “Bu doğrudur” dedi.
(Tefsiru’l-Kurtubi, 5/267)
Bunu pekiştiren hususlardan birisi de Sahihayn’de Enes
radıyallahu anh’ın şu rivayetidir: “Rubeyyi'in
kız kardeşi Ümm Harise bir insanı yaraladı. Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in
huzurunda dâvaya çıktılar. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Kısası
(yapın!) kısası!” buyurdu. Ümmürrabî': “Yâ Rasûlâllah, hiç filân kadından kısas
alınır mı! Vallahi ondan kısas alınmaz!” dedi. Nebî sallallâhu aleyhi ve
sellem: “Subhânallah! Ey Ummerrabî, kısas Allah'ın kitâbı'dır!” buyurdu. Ümmürrabî':
“Hayır vallahi! Ondan ebediyyen kısas alınamaz!” dedi. Bu sözü tekrar ede ede
nihayet diyeti kabul ettiler. Bunun üzerine Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve
sellem: “Gerçekten Allah'ın kullarından öylesi var ki, Allah üzerine yemîn etse
onu yemininde sâdık çıkarırdı” buyurdu. (Buhârî (5/224) Muslim (1675)
Bu hadisi okudukça
yüce bir sahabiyenin Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in huzurunda bu
davranışına hayret edersin! Hatta Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in
kendi sözü hüccet olduğu halde, Allah’ın kelamını da delil getirmiştir. Buna rağmen
olan olmuştur. Olay hakkında şartlar yerine gelmiş, maniler ortadan kalkmıştır.
Ancak hevasından konuşmayan Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem, onun mürtet
olduğuna hükmetmediği gibi, bilakis övmüştür!
Bu kıssa açıkça
gösteriyor ki, şeriat sahibi ne insanların tekfirine ne de insana benzeyen
yarım adamların aceleciliğine yol vermiştir!
İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan: “Bir adam Rasûlullah
sallallâhu aleyhi ve sellem’e geldi ve: “Allah ve sen dilersen” dedi. Rasûlullah
sallallâhu aleyhi ve sellem: “Beni Allah’a denk mi kıldın? Yalnız Allah dilerse
demelisin” buyurdu. (İbn Mace (2117) Buhârî Edebu’l-Mufred (783) Ahmed (1/214)
el-Elbani rahimehullah hasen dedi: es-Sahiha (139)
Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem, yalnızca iki şehadet
kelimesini söylemesiyle kafirin islama girişini kabul ederdi. Nitekim Ahmed b.
Hanbel, Enes radıyallahu anh’den şöyle rivayet etmiştir: “Rasûlullah sallallâhu
aleyhi ve sellem bir adama: “Müslüman ol” buyurdu. Adam: “Bundan bir
hoşnutsuzluk duyuyorum” dedi. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Hoşlanmasan
da Müslüman ol” buyurdu. Bkz.: el-Elbani, es-Sahiha (1454)
Hafız İbn Kesir rahimehullah dedi ki: “Bu hadisler sahihtir.
Lakin Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem onu Müslüman olmaya zorlamamış, bilakis
davet etmiştir. Adam nefsinin bunu kabul etmek istemediğini haber vermiş, Rasûlullah
sallallâhu aleyhi ve sellem: “İstemesen de Müslüman ol” buyurmuştur. Zira Allah
onu niyet ve ihlas ile rızıklandıracaktır.” (Tefsiru İbn Kesir 1/465)
Burada Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in insanları İslam’dan
çıkaracak deliller toplamaya hırslı olmadığına delil vardır. Bilakis islama
girmeleri için insanları idare ediyor, onlardan islama aykırı söz ve fiiller
ortaya çıksa da, zahirlerini kabul ediyor, sırlarını Allah’a bırakıyordu.
* inşâallah bu cevap serisi devam edecek..