Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

6 Haziran 2014 Cuma

Muasır Tekfircilerin Fikrî Kargaşalarına Cevaplar - 2 -

Mutlak ile Muayyen Ayrımına Dikkat Edilmeden Tekfir Edilemez

Ebu Muaz el-Çubukâbâdî
 
Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir: “...Bunlar gibilerden tevbe etmeleri istenir ve hüccet ikamesi yapılır. Eğer ısrar ederlerse o zaman tekfir edilirler. Bundan önce küfürlerine hükmedilemez. Nitekim sahabe Kudame b. Mazun ve arkadaşlarını, te’vildeki hatalarından dolayı tekfir etmemişlerdir.” (Mecmuu’l-Fetava 7/110)
Yine şöyle demiştir: “Kitap, sünnet ve icma ile küfür olan bir söz hakkında, şer’î delillerin gösterdiği gibi bunun küfür bir söz olduğu söylenir. Zira iman, Allah ve rasulü tarafından verilebilecek bir hükümdür. Bu mesele insanların zanlarına ve hevalarına göre hükmettikleri gibi değildir. Hakkında tekfirin şartları sabit olup, manileri ortadan kalkmadıkça herhangi bir şahsın kafir olduğuna hükmetmek gerekmez.” (Mecmuu’l-Fetava 35/165-166)
Şeyh Muhammed b. Abdilvehhab rahimehullah şöyle demiştir: “Muayyen (belirli) bir şahsın tekfiri meselesi bilinen bir meseledir. Kişi küfür olan bir söz söylemiş olabilir ve bu sözü söyleyenin kafir olduğu söylenebilir. Lakin belli (muayyen) bir şahıs bu sözü söylediği zaman ona terk edenin kafir olacağı hüccet ikame edilinceye kadar küfrüne hükmedilemez.” (Dureru’s-Seniyye 8/244)
Şeyh Muhammed b. İbrahim rahimehullah şöyle demiştir: “Burada iki şey vardır:
Birincisi: Bir şeyin küfür olduğu hükmü İkincisi: Şahsın kendisine hükmetmek. Ki bu ayrı bir şeydir.” (Fetava’ş-Şeyh Muhammed b. İbrahim 12/191)
Allame el-Elbânî rahimehullah şöyle demiştir: “Küfürde vuku bulmuş olsa dahi, hüccet ikame edilmedikçe bir kimseyi tekfir etmeyiz.” (Osman b. Abdisselam Nuh, et-Tariku Li’l-Cemaa)
Şeyh İbn Useymin rahimehullah şöyle demiştir: “Böylece anlaşılmıştır ki; bir söz veya bir fiil küfür veya fısk olabilir. Bu durum, bunu işleyenin kafir veya fasık olmasını gerektirmez. Tekfirin veya tefsikin şartlarından birinin bulunmaması veya bunu engelleyen bir maninin bulunması bu hükme engel olabilir.” (Kavaidu’l-Musla, 92)
Şeyhu’l-İslam rahimehullah şöyle demiştir: “Bu cinsten kimseler bu zamanda çokturlar. İlim ve iman davetçileri ise azdır. Risalet izleri birçok beldelerde gevşemiştir. Bu kimselerin çoğunda kendisiyle hidayet bulacakları risalet izleri ve nübüvvet mirası bulunmamaktadır. Çoğuna bunlar hiç ulaşmamıştır. Fetret dönemlerinde ve fetret mekanlarında (ilmin ulaşmasının kesintiye uğradığı zaman ve mekanlarda) kişi az bir imandan dolayı sevap kazanır, Allah, kendisine hüccet ikame olan kimseler için bağışlamayacağı şeyleri, hüccet ikame olmamış kimse için bağışlar. Nitekim hadiste şöyle gelmiştir: “İnsanlar üzerine bir zaman gelecek, namaz, oruç, hac, umre nedir bilmeyecekler. Ancak ihtiyar bir adamla acuze bir kadın şöyle derler: “Babalarımızın “La ilahe illallah” dediklerine yetiştik.” Huzeyfe radıyallahu anh’e: “La ilahe illallah sözü onlara ne fayda verecek ki?” denildi. Huzeyfe radıyallahu anh: “Onları ateşten kurtaracak” dedi.” (Mecmuu’l-Fetava 35/165) Hadis hakkında İbn Hacer Fethu’l-Bari’de (13/16): “İsnadı kavi” dedi. Bkz.: el-Elbani, es-Sahiha (87)

Tekfir Meselesi Tevfikî Değil, Tevkifîdir!


Bu meselenin naslara dayalı olması gerekir. Bu yüzden hüccet ikamesini ehli olan yapar:
Allame Şemsuddin İbni’l-Kayyım rahimehullah şöyle demiştir: “Kim fetvaya ehil olmadığı halde insanlara fetva verirse o günahkardır, isyan etmiştir. Böyle bir kimsenin fetvasını ikrar eden yöneticiler de aynı şekilde günahkar olurlar…” Sonra İbnu’l-Cevzi rahimehullah’ın şu sözünü nakleder: “Yönetici, hastaları tedavi etmek için tabipliği beceremeyen kimseyi tayin ederse, o bundan men olunurken, kitap ve sünneti bilmeyen, dinde fakih olmayan kimsenin durumu nasıl olur?” (İ’lamu’l-Muvakkiin 4/17)

Büyük Bir Konuda Dahi Olsa, Söylenen Bir Söz veya İşlenen Bir Fiil Sebebiyle Tevbe Talep Edilmeden Tekfir Edilmez!


Bu konuda Bedir ashabından olan sahabi; Hatıb b. Beltea radıyallahu anh’ın Sahihayn’de geçen kıssası esastır. Bu kıssada delil olan kısım şurasıdır: Bu amelin zahiri küfürdür. Çünkü Müslümanların aleyhinde müşriklere destek olma söz konusudur. Ancak açıklama talep edilince maksat anlaşıldı ve failin niyeti ortaya çıktı. Hatıb radıyallahu anh İslam dininden çıkma kastıyla değil, dünyevî bir maksatla bunu yapmış, böylece amelinin büyük günahlardan biri olduğu anlaşılmıştır. Allah Teâlâ onu daha önce Bedir savaşına katılmakla işlediği büyük bir iyilik sebebiyle bağışlamıştır.
Burada zahirinde kötülüğe delalet eden amellerden dolayı sahibinin maksadı bilinmedikçe onun aleyhinde hükmedilemeyeceğine delil vardır.
Yine Sahihayn’de Asîf’in/işcinin kıssasında buna delil vardır. Zeyd b. Hâlid El-Cühenî radıyallahu anh'den: “Bedevilerden bir zât Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'e gelerek: “Yâ Resûlâllah! Senden Allah için benim hakkımda ancak kitâbullah ile hüküm vermeni dilerim!”  dedi. Öteki hasım —ondan daha anlayışlı olduğu halde—: “Evet, aramızda Allah'ın kitabı ile hükmet! Bana da müsâde bu­yur!” dedi. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Söyle!” dedi. O zât: “Benim oğlum bu adamda çırak idi. Derken karısı ile zina etti. Ben haber aldım ki oğluma recim lazımmış;  hemen onun nâmına yüz koyunla bir câriye fidye verdim. Bir de ulemâya sordum: Bana oğluma ancak yüz dayakla bir yıl sürgün cezası lâzım geldiğini; bunun karısına da recim îcâb ettiğini haber verdiler” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki, aranızda Al­lah'ın kitabı ile hükmedeceğim!.. Câriye ile koyunlar geri verilecek! Oğ­luna yüz değnekle bir yıl sürgün gerek! Haydi ey Uneys! Bunun karısına git! Şayet i'tiraf ederse onu recmediver!”  buyurdu. Üneys kadına gitti. Suçunu itiraf etti. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem de emir buyurdu ve kadın recmedildi” (Buhârî (2695) Muslim (1697)
 Bu adam bildiği halde Allah’ın hükmünden başkasıyla hükmetti ve bunu oğluna şefkatinden dolayı yaptı. Allah’ın dinini inkarı kastetmedi. Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem de zinadan dolayı hak ettiği cezaya hükmetti. Bu adama kafirlere uygulanan hükmü uygulamadı.
Yine Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in havarisi Zubeyr radıyallahu anh ile Ensar’dan olan hasmı hakkında İmam Buhârî’nin rivayet ettiği hadiste Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Zubeyr radıyallahu anh’e: “Tarlanı sula ey Zubeyr! Sonra suyu komşuna gönder” dedi. Ensarî: “Halanın oğlu olduğu için mi ey Allah’ın rasulü!” dedi. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in yüzünün rengi değişti ve Zubeyr’e: “Tarlanı sula, sonra duvarı aşıncaya kadar da suyu hapset” buyurdu. Bunun üzerine Nisa suresi 65. Ayeti nazil olmuştur.
İbnu’l-Arabî rahimehullah dedi ki: “Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’i hükümde itham eden herkes kafirdir. Lakin ensar’lı şahıs bir zellede bulundu ve Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem ondan yüz çevirerek tökezlemesini görmezden geldi. Zira onun yakininin doğruluğunu biliyordu, onu ağzından kaçırmıştı. Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’den sonra kimse için bunu bilmek söz konusu değildir.” Kurtubi de: “Bu doğrudur” dedi. (Tefsiru’l-Kurtubi, 5/267)
Bunu pekiştiren hususlardan birisi de Sahihayn’de Enes radıyallahu anh’ın şu rivayetidir: “Rubeyyi'in kız kardeşi Ümm Harise bir insanı yaraladı. Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in huzurunda dâvaya çıktılar. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Kısası (yapın!) kısası!” buyurdu. Ümmürrabî': “Yâ Rasûlâllah, hiç filân kadından kısas alınır mı! Vallahi ondan kısas alınmaz!” dedi. Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem: “Subhânallah! Ey Ummerrabî, kısas Allah'ın kitâbı'dır!” buyurdu. Ümmürrabî': “Hayır vallahi! Ondan ebediyyen kısas alınamaz!” de­di. Bu sözü tekrar ede ede nihayet diyeti kabul ettiler. Bunun üze­rine Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Gerçekten Allah'ın kullarından öylesi var ki, Allah üzerine yemîn et­se onu yemininde sâdık çıkarırdı” buyurdu. (Buhârî (5/224) Muslim (1675)
Bu hadisi okudukça yüce bir sahabiyenin Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in huzurunda bu davranışına hayret edersin! Hatta Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in kendi sözü hüccet olduğu halde, Allah’ın kelamını da delil getirmiştir. Buna rağmen olan olmuştur. Olay hakkında şartlar yerine gelmiş, maniler ortadan kalkmıştır. Ancak hevasından konuşmayan Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem, onun mürtet olduğuna hükmetmediği gibi, bilakis övmüştür!  
Bu kıssa açıkça gösteriyor ki, şeriat sahibi ne insanların tekfirine ne de insana benzeyen yarım adamların aceleciliğine yol vermiştir!
İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan: “Bir adam Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e geldi ve: “Allah ve sen dilersen” dedi. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Beni Allah’a denk mi kıldın? Yalnız Allah dilerse demelisin” buyurdu. (İbn Mace (2117) Buhârî Edebu’l-Mufred (783) Ahmed (1/214) el-Elbani rahimehullah hasen dedi: es-Sahiha (139)
Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem, yalnızca iki şehadet kelimesini söylemesiyle kafirin islama girişini kabul ederdi. Nitekim Ahmed b. Hanbel, Enes radıyallahu anh’den şöyle rivayet etmiştir: “Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem bir adama: “Müslüman ol” buyurdu. Adam: “Bundan bir hoşnutsuzluk duyuyorum” dedi. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Hoşlanmasan da Müslüman ol” buyurdu. Bkz.: el-Elbani, es-Sahiha (1454)
Hafız İbn Kesir rahimehullah dedi ki: “Bu hadisler sahihtir. Lakin Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem onu Müslüman olmaya zorlamamış, bilakis davet etmiştir. Adam nefsinin bunu kabul etmek istemediğini haber vermiş, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “İstemesen de Müslüman ol” buyurmuştur. Zira Allah onu niyet ve ihlas ile rızıklandıracaktır.” (Tefsiru İbn Kesir 1/465)
Burada Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in insanları İslam’dan çıkaracak deliller toplamaya hırslı olmadığına delil vardır. Bilakis islama girmeleri için insanları idare ediyor, onlardan islama aykırı söz ve fiiller ortaya çıksa da, zahirlerini kabul ediyor, sırlarını Allah’a bırakıyordu.
* inşâallah bu cevap serisi devam edecek..

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)