Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

7 Haziran 2014 Cumartesi

Muasır Tekfircilerin Fikrî Kargaşalarına Cevaplar - 6 -

Küfrü Sabit Olan Kimseye Mürtet Hükmünü Amelî Olarak Kim Verir?
Muayyen şahsın tekfir hükmü, bunu uygulayabilecek yetki gücüne sahip olmayı gerektirir. Taki bu tehlikeli meselede her iddia sahibi masum kanların dökülmesine sebebiyet vermesin!
Fakihler, hüküm veren kimsenin veya uyarıda bulunacak kimsenin; had cezalarını uygulayabilecek kimse olduğunda ittifak etmişlerdir. Yoksa bu iş fertlerin nefislerine bırakılamaz!
İmam Tahavî, Muslim b. Yesar’dan şöyle dediğini rivayet etmiştir:
كان رجل من الصحابة يقول : الزكاة، والحدود، والفيء، والجمعة إلى السلطان
“Sahabeden birisi şöyle diyordu: zekat, had cezaları, fe’y ve Cuma namazını kıldırmak sultana aittir.” İmam Tahavi dedi ki: “Buna muhalif olan bir sahabi bilmiyoruz.”
Beyhakî rahimehullah, Harice b. Zeyd’den, o da babasından rivayet etti, yine Ebu’z-Zinad’dan, o da babasından şöyle rivayet etti: “Medine’lilerden sözlerine başvurulan fakihler şöyle diyorlardı:
لا ينبغي لأحد أن يقيم شيئاً من الحدود دون السلطان، إلا أن للرجل أن يقيم حدّ الزنا على عبده أو أمته
“Had cezalarından bir şeyi sultandan başkası ikame edemez. Ancak kişinin kölesine veya cariyesine zina haddini kendisinin uygulaması bundan hariçtir.” (Beyhaki, 8/245, Abdurrazzak 7/394)
 Aralarında İmam Şafii rahimehullah’ın da bulunduğu Selef’ten bir cemaat kölenin sahibinin kölesine had ikame edebileceği görüşündedirler. Bu konuda müminlerin emiri Ali radıyallahu anh’den rivayet edilen bir kıssada Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in şöyle demesini delil getirmişlerdir:
أقيموا الحدود على ما ملكت أيمانكم
“Sağ ellerinizin sahip olduğu (kölelerinize) haddi uygulayın.” (Muslim bu manada rivayet etmiştir. Ayrıca Ebu Davud ve Tirmizî de rivayet etmişlerdir. Bkz.: Fıkhu’s-Sunne (3/115-116)
 Allame es-Sindî rahimehullah, Sunenu’n-Nesâî şerhinde Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’e söven bir cariyeyi, onun sahibinin öldürmesini Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in onaylaması hakkında şöyle demiştir: “Belki de Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem vahiy ile bu işi yapan kör adamın doğru söylediğini bilmişti. Çünkü aksi halde bu Müslümanların idarecisinin vazifesidir.”
İmam Kurtubî rahimehullah Nur suresi 2. Ayetinin tefsirinde şöyle demiştir: “Bu emirle muhatab olan kimselerin, imam (İslâm devlet yöneticisi) ile onun adına görevde bulunanlar olduğunda görüş ayrılığı yoktur. Malik ile Şafiî ek olarak: Kölelere de efendileri uygular, demişlerdir. Şafiî; bütün sopa ve el kes­me cezalarında da böyledir (yani efendi köleye cezayı uygular), der. Malik ise el kesme cezasında değil de sopa cezasında efendinin cezayı uygulaya­cağını kabul etmiştir. Burada hitabın müslümanlara yönelik olduğu da söylenmiştir. Çünkü di­nin hükümlerim uygulamak, bütün müslümanların görevidir. Bundan sonra imam, bu hükümleri onların adına vekaleten uygular. Zira hepsinin hadle­rin uygulanması için bir araya gelip toplanmalarına imkân yoktur.
Yüce Allah'ın zina, şarab, zina iftirası ve buna benzer uygulanmasını farz kıldığı hadlerin, yöneticilerin huzurunda uygulanması gerekir. Bu had­di ancak imamın bu iş için seçeceği faziletli ve hayırlı kimseler uygularlar. Böyle bir durum ortaya çıktığı her seferinde sahabe (Allah hepsinden razı ol­sun) böyle yapardı. Buna sebeb, bunların yerine getirilmeleri, miktarları, uy­gulanacakları yerleri ve halleri itibariyle gereği gibi korunmaları gereken, uy­gulanan şer'i bir(er) kural ve Allah'a yakınlaştırıcı bir(er) ibadet olmalarıdır. Bunlara dair şart ve hükümler aşılamaz. Çünkü müslümanın kanı ve değeri pek büyüktür. Mümkün olan her yolla buna gereken riayetin gösterilmesi icab eder.” (Kurtubi Tefsiri 6/144)

İlmî Mesele ve Amelî Mesele Ayrımı Hakkında

Tekfir hükümlerinde usul ve füru ayrımı bid’at olan bir ayrımdır. Bunun şer’î bir delili olmadığı gibi, deliller bu görüşü reddetmektedir.
Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir: “(Sahabe ve tabiine güzellikle uyanlar) Dediler ki: usul ve füru meseleler arasında ayrım yapmak bid’at ehlinden olan Mutezile, Cehmiyye ve onların yolunu tutan kelamcıların görüşleridir. Bu görüş fıkıh usulü hakkında konuşan kimselere de intikal etmiş, bu sözün hakikatini de anlamamışlardır.
Yine dediler ki: Usul meseleleri ile füru meseleleri arasındaki bu ayrım İslam’da sonradan çıkmış bir bid’attir. Kitap, sünnet ve icma buna delalet etmemektedir. Hatta seleften ve imamlardan hiçbiri bunu söylememiştir. Aklen de bâtıldır. Zira bu ayrımı yapanlar usul meselelerini ve füru meselelerini birbirinden doğru bir şekilde ayıramamışlardır. Bilakis üç veya dört fark zikretmişlerdir ki hepsi de batıldır.” (Minhâcu’s-Sunne 5/88)
Yine şöyle demiştir: “Maksadı Rasule ittiba etmek olan te’vilci tekfir edilmez. Hatta o içtihat edip de hata ettiğinde fasık da sayılmaz. Ameli meselelerde insanlar katında meşhur olan budur. Akide meselelerine gelince, insanları çoğu bu konuda hata edeni tekfir ederler. Bu görüş ise sahabe, tabiin ve onlara güzellikle tabi olanlardan veya imamların hiçbirinden bilinmemektedir. Ancak bu muhaliflerini tekfir eden Harici, Mutezile, Cehmiyye gibi bid’at ehlinin bid’at olarak ortaya çıkardıkları görüşlerinin esaslarından biridir. Malik, Şafii, Ahmed ve diğer imamlara tabi olanların çoğu da bu duruma düşmüşlerdir.” (Minhacu’s-Sunne 5/239-240)
Sonra İbn Teymiyye rahimehullah selef arasında itikadi meselelerde de ihtilafa düşüldüğünü ispat eden, ancak birbirlerini tekfir etmeyip, muhaliflerini tıpkı ahkam meselelerinde olduğu gibi mazur gördüklerine dair örnekler zikretmiştir. Sonra şöyle demiştir: “Yine seleften birçok kimse bu meselelerde hata etmişler, bundan dolayı tekfir edilmemesinde ittifak etmişlerdir. Mesela sahabeden biri ölülerin, dirilerin seslenmesini işiteceğini inkar etmiş, bazısı miracın uyanık iken olduğunu inkar etmiş, bazısı Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in rabbini gördüğünü inkar etmiş, bazısı halifelik ve üstünlük konusunda malum sözü söylemiş, bazı birbiriyle savaşmış, bazısı birine lanet etmiş, bazısı birini tekfir etmiştir. Bu sözler malumdur…” “Kadı Şureyh “Bel acibtu” (Saffat 12) şeklindeki kıraati inkar etmiş ve: “Muhakkak ki Allah şaşırmaz” demiştir… Böylece sabit bir kıraati inkar etmiştir. Kitap ve sünnetin delalet ettiği bir sıfatı inkar etmiştir. Bununla birlikte o, ümmetin imamlardan bir imam olduğuna ittifak ettiği birisidir.
Yine seleften birisi Kur’an’dan bir harfi inkar etmiştir. Mesela “efelem yey’esillezine amenu” (Rad 31) ayeti hakkında bu ancak: “evelem yetebeyyenillezine amenu”dur” demiştir. Bir diğeri “ve kada rabbuke ella ta’budûhu illa iyyah” (İsra 23) ayetinin kıraatini inkar etmiş, “Bu ancak: “Ve vassa rabbuke” şeklindedir demiştir. Bazısı felak ve nas surelerini Kur’ândan saymamış, diğeri kunut suresini yazmıştır. İcma ve mütevatir nakil ile bilinmektedir ki bu bir hatadır. Bununla beraber nakil onların katından tevatür halinde değildi. Bu yüzden tekfir edilmediler. Eğer bu yüzden biri tekfir edilirse ancak mütevatir nakil ile hüccet ikamesinden sonra olur.” (Mecmuu’l-Fetava 12/492-493)
İbn Teymiyye rahimehullah bu konuda akide meselelerinde hak olan mezhebe muhalefet ettikleri halde Ehl-i Sünnetin tekfir etmedikleri birçok örnekler zikretmiştir. Nitekim Seleften ve haleften bir topluluk Allah’ın masiyetleri irade etmesini inkar etmişler ve bunun; Allah’ın bundan razı olması, seveceği ve emredeceği manasına geleceğine inanmışlardır. Bkz.: Mecmuu’l-Fetava (20/33-36)
İbn Teymiyye rahimehullah, seleften alimlerin hata eden müçtehidi ne usul meselesinde ne de füru meselesinde günahkar görmediklerini nakletmiştir. Nitekim İbn Hazm ve başkalarından da bunu nakletmiştir. Bu yüzden Ebu Hanife, Şafii ve başkaları heva ehlinin şahitliğini ancak hitabî olarak kabul etmişler, arkalarında namazı sahih görmüşlerdir. Kafirin ise Müslümanlar aleyhinde şahitliği kabul edilmez, arkalarında namaz kılınmaz. Demişlerdir ki: Bu sahabe, tabiin ve onlara güzellikle uyan din imamlarının meşhur görüşüdür. Onlar hata eden müçtehitlerden hiç kimseyi tekfir etmez, günahkar görmezler. İster amelî (fıkhî) mesele olsun, ister ilmî (itikadî) mesele olsun ayrım yapmamışlardır.” (Minhacu’s-Sunne 5/87)
Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir: “Hakkı talep eden mümin müçtehitlerden kim hata ederse muhakkak ki Allah, kim olursa olsun onun hatasını bağışlar, ister nazarî mesele olsun, ister amelî mesele olsun. İşte bu Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in ashabının ve islam imamlarının cumhurunun görüşüdür.” (Mecmuu’l-Fetava 23/346)
Buna göre: özetle deriz ki: cehaletin, tevilin, ikrahın veya bunun gibi mazeretler hakkında zikrettiğimiz şeyler Allah’tan bir rahmettir. Kendisine meydan okumayı ve emrine muhalefet etmeyi kastetmeyen kullarına bir lütuftur. Bu, aralarında fark olmaksızın itikadi ve fıkhî meseleleri de kapsayan bir rahmettir.
İtikadi ve fıkhi meselelerde ilim ehlinin yaptıkları ayrım ancak öğretim ve ders talimi içindir, hükümler için değildir! İster akide meselelerinde olsun, ister fıkhî meselelerde olsun hata eden eşittir. (Et-Tekfir ve Davabituhu s.71-73)
Böylece bu meselede “Selefîlik” davası adı altında hata edenlerin kimler olduğunu, bid’at ehlinin yollarına tabi olanların kimler olduğunu anlamış olmalısın. Kendisinden yıllarca istifade ettiğin ve hüsnüzan beslediğin hocan da bu fitneden selamette kalmamış olabilir. Hissî davranarak bu konuda sükut etmeyi “ahde vefa” zannetme! Bilakis Allah’ın rasulüyle gönderdiği rahmete vefasızlık etmekten sakın! Bid’at söylemlerde ve eylemlerde bulunanlarla dostluğa ve yağcılığa devam etme! Allah’tan kork, niyetini samimileştir, hakkı söyle, batıldan uyar, istikamete çağır! Başına geleceklere de sabret! Zira hak ehlinden olmanın şiarı ve şerefi garipliktir, zulme ve iftiralara uğramak peygamberlerin ve onlara uyanların yoludur! Gerçekten Allah katındaki karşılığı mı umuyorsun yoksa insanların elindeki ikbali mi umuyorsun, bu hususlarda imtihan edilmektesin!
Hem hakka taraftar olup hem de insanlar katında izzete kavuşacağın hayalleriyle kendini avutmaya devam etme! İzzet ancak Allah katındadır. Ahiretin izzetlileri, dünyada Allah için zilleti tadanlar içindir. Namazın da bunu göstermiyor mu? En yüksek yerini alemlerin rabbi için yere yapıştırmadıkça Allah katında yüceliğe ulaşamıyorsun! Şu halde bedenini Allah için zillete buladığın gibi, akidenle, amelinle, sözlerinde en güzel örnek Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in yolunda yürü, bu yolda sana refakat eden var mı yok mu diye sakın bakınma! İyi insanlar iyi atlara bindiler gittiler, itidal ile ilerlersen onlara yetişirsin!
Subhanekellahumme ve bihamdike ve eşhedu en la ilahe illa ente vahdeke la şerike leke ve estagfiruke ve etubu ileyk. 
Ebu Muaz el-Çubukabadî

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)