Muayyen şahsın tekfir
hükmü, bunu uygulayabilecek yetki gücüne sahip olmayı gerektirir. Taki bu
tehlikeli meselede her iddia sahibi masum kanların dökülmesine sebebiyet
vermesin!
Fakihler, hüküm veren
kimsenin veya uyarıda bulunacak kimsenin; had cezalarını uygulayabilecek kimse
olduğunda ittifak etmişlerdir. Yoksa bu iş fertlerin nefislerine bırakılamaz!
İmam Tahavî, Muslim b.
Yesar’dan şöyle dediğini rivayet etmiştir:
كان رجل
من الصحابة يقول : الزكاة، والحدود، والفيء، والجمعة إلى السلطان
“Sahabeden birisi
şöyle diyordu: zekat, had cezaları, fe’y ve Cuma namazını kıldırmak sultana
aittir.” İmam Tahavi dedi ki: “Buna muhalif olan bir sahabi bilmiyoruz.”
Beyhakî rahimehullah,
Harice b. Zeyd’den, o da babasından rivayet etti, yine Ebu’z-Zinad’dan, o da
babasından şöyle rivayet etti: “Medine’lilerden sözlerine başvurulan fakihler
şöyle diyorlardı:
لا ينبغي
لأحد أن يقيم شيئاً من الحدود دون السلطان، إلا أن للرجل أن يقيم حدّ الزنا على
عبده أو أمته
“Had cezalarından bir
şeyi sultandan başkası ikame edemez. Ancak kişinin kölesine veya cariyesine
zina haddini kendisinin uygulaması bundan hariçtir.” (Beyhaki, 8/245,
Abdurrazzak 7/394)
Aralarında İmam Şafii rahimehullah’ın da
bulunduğu Selef’ten bir cemaat kölenin sahibinin kölesine had ikame edebileceği
görüşündedirler. Bu konuda müminlerin emiri Ali radıyallahu anh’den rivayet
edilen bir kıssada Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in şöyle demesini delil
getirmişlerdir:
أقيموا
الحدود على ما ملكت أيمانكم
“Sağ ellerinizin sahip
olduğu (kölelerinize) haddi uygulayın.” (Muslim bu manada rivayet etmiştir. Ayrıca
Ebu Davud ve Tirmizî de rivayet etmişlerdir. Bkz.: Fıkhu’s-Sunne (3/115-116)
Allame es-Sindî rahimehullah, Sunenu’n-Nesâî
şerhinde Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’e söven bir cariyeyi, onun sahibinin
öldürmesini Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in onaylaması hakkında şöyle
demiştir: “Belki de Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem vahiy ile bu işi yapan kör
adamın doğru söylediğini bilmişti. Çünkü aksi halde bu Müslümanların idarecisinin
vazifesidir.”
İmam Kurtubî rahimehullah
Nur suresi 2. Ayetinin tefsirinde şöyle demiştir: “Bu emirle muhatab olan kimselerin, imam (İslâm
devlet yöneticisi) ile onun adına görevde bulunanlar olduğunda görüş ayrılığı
yoktur. Malik ile Şafiî ek olarak: Kölelere de efendileri uygular, demişlerdir.
Şafiî; bütün sopa ve el kesme cezalarında da böyledir (yani efendi köleye
cezayı uygular), der. Malik ise el kesme cezasında değil de sopa cezasında
efendinin cezayı uygulayacağını kabul etmiştir. Burada
hitabın müslümanlara yönelik olduğu da söylenmiştir. Çünkü dinin hükümlerim
uygulamak, bütün müslümanların görevidir. Bundan sonra imam, bu hükümleri
onların adına vekaleten uygular. Zira hepsinin hadlerin uygulanması için bir
araya gelip toplanmalarına imkân yoktur.
Yüce Allah'ın zina,
şarab, zina iftirası ve buna benzer uygulanmasını farz kıldığı hadlerin,
yöneticilerin huzurunda uygulanması gerekir. Bu haddi ancak imamın bu iş için
seçeceği faziletli ve hayırlı kimseler uygularlar. Böyle bir durum ortaya
çıktığı her seferinde sahabe (Allah hepsinden razı olsun) böyle yapardı. Buna
sebeb, bunların yerine getirilmeleri, miktarları, uygulanacakları yerleri ve
halleri itibariyle gereği gibi korunmaları gereken, uygulanan şer'i bir(er)
kural ve Allah'a yakınlaştırıcı bir(er) ibadet olmalarıdır. Bunlara dair şart
ve hükümler aşılamaz. Çünkü müslümanın kanı ve değeri pek büyüktür. Mümkün olan
her yolla buna gereken riayetin gösterilmesi icab eder.” (Kurtubi Tefsiri
6/144)
İlmî Mesele ve Amelî Mesele Ayrımı Hakkında
Tekfir hükümlerinde
usul ve füru ayrımı bid’at olan bir ayrımdır. Bunun şer’î bir delili olmadığı
gibi, deliller bu görüşü reddetmektedir.
Şeyhulislam İbn
Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir: “(Sahabe ve tabiine güzellikle uyanlar) Dediler
ki: usul ve füru meseleler arasında ayrım yapmak bid’at ehlinden olan Mutezile,
Cehmiyye ve onların yolunu tutan kelamcıların görüşleridir. Bu görüş fıkıh
usulü hakkında konuşan kimselere de intikal etmiş, bu sözün hakikatini de
anlamamışlardır.
Yine dediler ki: Usul
meseleleri ile füru meseleleri arasındaki bu ayrım İslam’da sonradan çıkmış bir
bid’attir. Kitap, sünnet ve icma buna delalet etmemektedir. Hatta seleften ve
imamlardan hiçbiri bunu söylememiştir. Aklen de bâtıldır. Zira bu ayrımı
yapanlar usul meselelerini ve füru meselelerini birbirinden doğru bir şekilde
ayıramamışlardır. Bilakis üç veya dört fark zikretmişlerdir ki hepsi de
batıldır.” (Minhâcu’s-Sunne 5/88)
Yine şöyle demiştir: “Maksadı
Rasule ittiba etmek olan te’vilci tekfir edilmez. Hatta o içtihat edip de hata
ettiğinde fasık da sayılmaz. Ameli meselelerde insanlar katında meşhur olan
budur. Akide meselelerine gelince, insanları çoğu bu konuda hata edeni tekfir
ederler. Bu görüş ise sahabe, tabiin ve onlara güzellikle tabi olanlardan veya
imamların hiçbirinden bilinmemektedir. Ancak bu muhaliflerini tekfir eden
Harici, Mutezile, Cehmiyye gibi bid’at ehlinin bid’at olarak ortaya
çıkardıkları görüşlerinin esaslarından biridir. Malik, Şafii, Ahmed ve diğer imamlara
tabi olanların çoğu da bu duruma düşmüşlerdir.” (Minhacu’s-Sunne 5/239-240)
Sonra İbn Teymiyye rahimehullah
selef arasında itikadi meselelerde de ihtilafa düşüldüğünü ispat eden, ancak
birbirlerini tekfir etmeyip, muhaliflerini tıpkı ahkam meselelerinde olduğu
gibi mazur gördüklerine dair örnekler zikretmiştir. Sonra şöyle demiştir: “Yine
seleften birçok kimse bu meselelerde hata etmişler, bundan dolayı tekfir
edilmemesinde ittifak etmişlerdir. Mesela sahabeden biri ölülerin, dirilerin
seslenmesini işiteceğini inkar etmiş, bazısı miracın uyanık iken olduğunu inkar
etmiş, bazısı Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in rabbini gördüğünü inkar
etmiş, bazısı halifelik ve üstünlük konusunda malum sözü söylemiş, bazı
birbiriyle savaşmış, bazısı birine lanet etmiş, bazısı birini tekfir etmiştir. Bu
sözler malumdur…” “Kadı Şureyh “Bel acibtu” (Saffat 12) şeklindeki kıraati
inkar etmiş ve: “Muhakkak ki Allah şaşırmaz” demiştir… Böylece sabit bir
kıraati inkar etmiştir. Kitap ve sünnetin delalet ettiği bir sıfatı inkar
etmiştir. Bununla birlikte o, ümmetin imamlardan bir imam olduğuna ittifak
ettiği birisidir.
Yine seleften birisi
Kur’an’dan bir harfi inkar etmiştir. Mesela “efelem yey’esillezine amenu” (Rad
31) ayeti hakkında bu ancak: “evelem yetebeyyenillezine amenu”dur” demiştir.
Bir diğeri “ve kada rabbuke ella ta’budûhu illa iyyah” (İsra 23) ayetinin kıraatini
inkar etmiş, “Bu ancak: “Ve vassa rabbuke” şeklindedir demiştir. Bazısı felak
ve nas surelerini Kur’ândan saymamış, diğeri kunut suresini yazmıştır. İcma ve
mütevatir nakil ile bilinmektedir ki bu bir hatadır. Bununla beraber nakil
onların katından tevatür halinde değildi. Bu yüzden tekfir edilmediler. Eğer bu
yüzden biri tekfir edilirse ancak mütevatir nakil ile hüccet ikamesinden sonra
olur.” (Mecmuu’l-Fetava 12/492-493)
İbn Teymiyye rahimehullah
bu konuda akide meselelerinde hak olan mezhebe muhalefet ettikleri halde Ehl-i
Sünnetin tekfir etmedikleri birçok örnekler zikretmiştir. Nitekim Seleften ve
haleften bir topluluk Allah’ın masiyetleri irade etmesini inkar etmişler ve bunun;
Allah’ın bundan razı olması, seveceği ve emredeceği manasına geleceğine
inanmışlardır. Bkz.: Mecmuu’l-Fetava (20/33-36)
İbn Teymiyye rahimehullah,
seleften alimlerin hata eden müçtehidi ne usul meselesinde ne de füru
meselesinde günahkar görmediklerini nakletmiştir. Nitekim İbn Hazm ve
başkalarından da bunu nakletmiştir. Bu yüzden Ebu Hanife, Şafii ve başkaları
heva ehlinin şahitliğini ancak hitabî olarak kabul etmişler, arkalarında namazı
sahih görmüşlerdir. Kafirin ise Müslümanlar aleyhinde şahitliği kabul edilmez,
arkalarında namaz kılınmaz. Demişlerdir ki: Bu sahabe, tabiin ve onlara
güzellikle uyan din imamlarının meşhur görüşüdür. Onlar hata eden müçtehitlerden
hiç kimseyi tekfir etmez, günahkar görmezler. İster amelî (fıkhî) mesele olsun,
ister ilmî (itikadî) mesele olsun ayrım yapmamışlardır.” (Minhacu’s-Sunne 5/87)
Şeyhulislam İbn
Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir: “Hakkı talep eden mümin müçtehitlerden
kim hata ederse muhakkak ki Allah, kim olursa olsun onun hatasını bağışlar,
ister nazarî mesele olsun, ister amelî mesele olsun. İşte bu Nebî sallallâhu
aleyhi ve sellem’in ashabının ve islam imamlarının cumhurunun görüşüdür.”
(Mecmuu’l-Fetava 23/346)
Buna göre: özetle
deriz ki: cehaletin, tevilin, ikrahın veya bunun gibi mazeretler hakkında
zikrettiğimiz şeyler Allah’tan bir rahmettir. Kendisine meydan okumayı ve
emrine muhalefet etmeyi kastetmeyen kullarına bir lütuftur. Bu, aralarında fark
olmaksızın itikadi ve fıkhî meseleleri de kapsayan bir rahmettir.
İtikadi ve fıkhi
meselelerde ilim ehlinin yaptıkları ayrım ancak öğretim ve ders talimi içindir,
hükümler için değildir! İster akide meselelerinde olsun, ister fıkhî
meselelerde olsun hata eden eşittir. (Et-Tekfir ve Davabituhu s.71-73)
Böylece bu meselede “Selefîlik”
davası adı altında hata edenlerin kimler olduğunu, bid’at ehlinin yollarına
tabi olanların kimler olduğunu anlamış olmalısın. Kendisinden yıllarca istifade
ettiğin ve hüsnüzan beslediğin hocan da bu fitneden selamette kalmamış
olabilir. Hissî davranarak bu konuda sükut etmeyi “ahde vefa” zannetme! Bilakis
Allah’ın rasulüyle gönderdiği rahmete vefasızlık etmekten sakın! Bid’at söylemlerde
ve eylemlerde bulunanlarla dostluğa ve yağcılığa devam etme! Allah’tan kork,
niyetini samimileştir, hakkı söyle, batıldan uyar, istikamete çağır! Başına
geleceklere de sabret! Zira hak ehlinden olmanın şiarı ve şerefi garipliktir,
zulme ve iftiralara uğramak peygamberlerin ve onlara uyanların yoludur!
Gerçekten Allah katındaki karşılığı mı umuyorsun yoksa insanların elindeki
ikbali mi umuyorsun, bu hususlarda imtihan edilmektesin!
Hem hakka taraftar
olup hem de insanlar katında izzete kavuşacağın hayalleriyle kendini avutmaya
devam etme! İzzet ancak Allah katındadır. Ahiretin izzetlileri, dünyada Allah
için zilleti tadanlar içindir. Namazın da bunu göstermiyor mu? En yüksek yerini
alemlerin rabbi için yere yapıştırmadıkça Allah katında yüceliğe ulaşamıyorsun!
Şu halde bedenini Allah için zillete buladığın gibi, akidenle, amelinle,
sözlerinde en güzel örnek Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in yolunda yürü,
bu yolda sana refakat eden var mı yok mu diye sakın bakınma! İyi insanlar iyi
atlara bindiler gittiler, itidal ile ilerlersen onlara yetişirsin!
Subhanekellahumme ve bihamdike ve eşhedu en la ilahe illa ente vahdeke la şerike leke ve estagfiruke ve etubu ileyk.
Ebu Muaz el-Çubukabadî