Daha önce Şeyh Muhammed b. Abdilvehhab rahimehullah’ın bu
meseleyle ilgili bazı sözlerini sitede aktarmıştım. Konunun daha iyi pekişmesi
için diğer bazı nakillere devam edeceğim:
Müceddid imam şeyhülislam Muhammed b. Abdilvehhab rahimehullah
akidesini açıklarken şöyle demiştir: “Tekfire gelince; ben Rasulün dinini
öğrenen, öğrendikten sonra söven, insanları bu dinden yasaklayan ve ona fiilen
düşmanlık edeni tekfir ediyorum. İşte benim tekfir ettiğim böyle bir kimsedir.
Ümmetin çoğunluğu Allah’a hamd olsun böyle değildir.” (Dureru’s-Seniyye 1/73)
Yine şöyle demiştir: “Nebilerden ve velilerden ölümlerinden
sonra şefaat isteyen, kabirlerine tazim eden, onların üzerine kubbeler bina
edip kandiller yakan, kabirlerin yanında namaz kılan, oraları bayram yeri
edinen, koruyuculuk yapan, oraya adak adayan kimselere gelince, bütün bunlar
meydana geleceğini Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in haber verip sakındırdığı
hadiselerdendir. Nitekim hadiste şöyle buyrulmuştur: “Ümmetimden bazı kavimler
müşriklere katılmadıkça ve ümmetimden bazı topluluklar putlara tapmadıkça
kıyamet kopmaz.”Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem tevhidi en büyük himaye
ile korumuş, şirke götüren bütün yolları tıkamış, Muslim’in Sahih’inde Cabir radıyallahu
anh’den rivayet ettiği gibi; kabirlerin sıvanmasını, üzerlerine bina
yapılmasını yasaklamıştır. Yine Ali b. Ebi Talib radıyallahu anh’ı yerden
yüksek hiçbir kabir bırakmamak ve yok etmedik suret bırakmamak emriyle
gönderdiği sabit olmuştur. Bu yüzden birçok alimler, kabirler üzerine yapılmış
binaların Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e isyan üzere yapılmış
olduğundan yıkılmalarının gerektiğini söylemişlerdir. Bizimle insanlar arasında
ihtilafa sebep olan şey işte budur. Hatta durum onların bizi tekfir etmelerine,
bizimle savaşmalarına, kanlarımızı ve mallarımızı helal saymalarına kadar
varmıştır. Ta ki Allah bize onlara karşı yardım etti ve onlara karşı zafer
kazandık. İnsanları davet ettiğimiz şey budur. Allah’ın kitabından, rasulünün
sünnetinden ve salih seleften imamların icmaından hücceti ikame etmemizden
sonra onlarla savaştık. Allah Teâlâ’nın şu ayetine imtisal ettik: “Bir fitne
kalmayıncaya ve din tamamen Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın.”
(Enfal 39) Kim hüccet ve beyan ile yapılan davete icabet etmezse ona kılıç ve
dişlerle savaşırız.(*) Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Andolsun biz
peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti yerine
getirmeleri için beraberlerinde kitabı ve mizanı indirdik. Biz demiri de
indirdik ki onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır. Bu, Allah'ın,
dinine ve peygamberlerine gayba inanarak yardım edenleri belirlemesi içindir.
Şüphesiz Allah kuvvetlidir, daima üstündür” (Hadid 25)” (Dureru’s-Seniyye 1/87)
(*) Burada hatırdan çıkarılmaması gereken bir şey var ki
cahil ve ahmak kimselerin ifsada uğramaması için uyaralım: Şeyhulislam Muhammed
b. Abdilvehhab veliyyul’l-emr/yönetici idi.
Şeyh Muhammed b. Abdilvehhab rahimehullah’a “Kiminle
savaşılır, kim tekfir edilir?” diye soruldu. Şöyle cevap verdi: “İslamın beş
şartının ilki iki şehadet kelimesidir. Sonra diğer dört şart gelir. Diğer şartlara
gelince; bunları hafife alarak terk edenle, bunları yapması için savaşırız. Terkinden
dolayı tekfir etmeyiz. Alimler inkar etmeksizin tembellik ve gevşeklikle
bunları terk edenin küfründe ihtilaf etmişlerdir. Biz ancak bütün alimlerin
icma ettikleri şeyle tekfir ederiz. Bu da iki şehadet kelimesidir. Yine bunu
(iki şehadet kelimesi ile ilgili tekfiri) öğretilip anladıktan sonra inkar
ederse tekfir ederiz…” (Dureru’s-Seniyye 1/102-104)
Yine Şeyh İbn Sehman’ın risalesinde naklettiğine göre Şeyh
Muhammed b. Abdilvehhab şöyle demiştir: “Biz Abdulkadir’in kubbesi üzerindeki
puta, Ahmed el-Bedevi’nin türbesi üzerindeki puta ibadet edeni ve benzerlerini
cahilliklerinden ve onları uyaran kimse olmaması yüzünden tekfir etmediğimize
göre, Allah’a ortak koşmayan veya bize hicret etmeyenleri neden tekfir edip
savaşalım? Allah’ım! Sen noksanlardan münezzehsin, bu büyük bir iftiradır.”
Şeyh İbn Sehman rahimehullah bu söz üzerine şöyle demiştir: “Şeyh
rahimehullah’ın türbeler üzerindeki putlara ibadet eden kimse hakkındaki sözü
böyle olduğuna öğrenmesi kolay olmayan ve hüccet ulaşmayan yeryüzü halkı nasıl
tekfir edilir ve onlarla savaşılarak malları helal sayılabilir? Hiç şeyhin
durumunu ve onun davet ettiği şeyi bilen akıl sahibi bir kimse bunu düşünebilir
mi? Bilakis böyle bir kimse söz anlamayan, diğer ümmetten ayrılan bir kimsedir.
Hatta o ehl-i sünnet ve’l-cemaatten ayrılmıştır! Onun bu konudaki bütün
sözleri, isimlerin ve sıfatların tevhidine, amel ve ibadetlerde tevhide
çağırmak amaçlıdır. Müslümanlar da bunun üzerinde icma etmişlerdir. Bu konuda
ancak onların yolundan çıkan, menheclerinden sapan Cehmiyye, Mutezile ve
kabirlere ibadet edenler gibi kimseler muhalefet etmişlerdir. Hatta (Şeyh’in
sözleri) rasullerin icma edip kitapların üzerinde ittifak ettiği şeydir. Nitekim
şeyhin getirdiği ve kastettiği şeylerden zorunlu olarak şu anlaşılır: Ancak
muteber bir hüccet ikamesinden sonra tekfir edilir. Bu ise bid’atçilere uymak
değil, dosdoğru yolun ta kendisidir.” (Tenbihu Zevi’l-Elbabi’s-Selime An Vukui
Fi’l-Elfazi’l-Mubtediati’l-Vahime kitabı ile Tebrietu’ş-Şeyheyni’l-İmameyn Min
Tenviri Ehli’l-Kizb ve’l-Meyn (S.120, 122-123)
Şeyh Muhammed b. Abdilvehhab’ın çocuklarının ve onlarla
beraber Şeyh Hamed b. Nasır Âl-i Muammer’in sözleri de muayyen şahsa hüccet
ikamesini şart koşmaları bakımından açıktır. Onlara şöyle sorulmuştur: “Bize
sizlerin geçmiş alimlerinden İbn Farız ve başkaları gibi ilimle ve sünnet ehli
olmakla meşhur olan bazı insanları tekfir ettiğiniz ulaştı.” Onlar şöyle cevap
vermişlerdir:
“Bizim geçmiş insanlardan bazılarını ve başka kimseleri
tekfir ettiğimiz hakkında söylenen şey düşmanlarımız tarafından, insanları
dosdoğru yoldan alıkoymak için yayılan iftiralardır. Yine bize bundan başka
birçok şeyleri de iftira olarak nispet ediyorlar. Bunlara cevabımız şöyle
dememizdir: “Hâşâ! Bu, çok büyük bir iftiradır" (Nur 16) Biz, ancak
hakkı bilip de inkar edeni, ona hüccet ikame ettikten sonra, davet edip kabul
etmemesi, inkarına devam edip inat etmesi üzerine tekfir ederiz. Bizim hakkımızda
bunun dışında tekfir ettiğimize dair söylenen her şey bize karşı bir yalandır…”
Sonra şöyle dediler: “Şeyh rahimehullah’ın bir sözün
küfür olduğunu söylemesine rağmen, o sözü söyleyeni tekfir etmemesini iyi
düşün! Aradaki farkı iyi anla! Zira kendisine hüccet ikame edilmemiş muayyen
şahsa kafir demek caiz değildir. Zannederim İmam rahimehullah’ın haklarında bu
sözü söylediği kimseye hüccetin ikame edilmediğini zannettiğinden, İbnu’l-Farız
ve benzerlerinin sözlerindeki ve görüşlerindeki küfrü bilmeyen cahiller
olmalarından dolayı (tekfir etmemiştir.)..” (Dureru’s-Seniyye 3/20-23)
Yine Şeyh Abdullah b.
Eş-Şeyh rahimehullah’a kendisinden kasıtsız olarak küfür sadır olan cahil
kimsenin söz, fiil veya tevessülde bulunmasında mazur olup olmaması soruldu. Şöyle
cevap verdi: “Allah’a ve rasulüne iman eden bir kimse, Allah’ın rasulüyle
gönderdiği şeyi bilmeden küfür bir fiil veya küfür bir itikadda bulunabilir,
böyle bir kimse bize göre kafir değildir. Ona muhalefet edenin kafir olacağı
şekilde risalet hüccetini ikame etmedikçe küfrüne hükmetmeyiz. Ona hüccet ikame
edilip, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in getirdiği din beyan
edildikten sonra, hüccet ikamesinden sonra bu fiilde ısrar ederse, işte o kimse
tekfir edilir. Çünkü küfür ya Allah’ın kitabına ya da Rasûlullah sallallâhu
aleyhi ve sellem’in sünnetine muhalefetten dolayıdır ve bunda bütün alimler
icma etmişlerdir.” (Dureru’s-Seniyye 10/239-240)
Yine şöyle demiştir: “Tevhid üzerine, İslam’ın beş şartını
ve imanın altı şartını ikame ederek ölen, lakin duada tevessül eden, zikrettiğimiz
iki hadise dayanarak (âma kimsenin tevessülü hakkındaki hadisi ve “Arşının
izzet mak’adına sığınırım” hadisini kastediyor) rabbine dua ederken Nebisine
yönelen, cahilliğinden veya ahmaklığından bunu yapan kimselerin hükmü nedir?” Şöyle
cevap vermiştir: “Ölüden istekte bulunma ve ondan istigase etme (yardım isteme)
ile duada tevessül etmek arasındaki farkı açıklamıştık. Ölüden istekte bulunmak
ve ihtiyaçların giderilmesinde, sıkıntıların kaldırılmasında istigase etmek,
Allah’ın ve rasulünün haram kıldığı, ilahi kitapların ve haramlığına dair
nebevî davetin; haramlığı ve işleyen kimsenin tekfir edilmesi, ondan teberri
edip düşmanlık edilmesi gerektiği üzerinde ittifak ettiği en büyük şirktendir.
Lakin ilmin kesintiye uğradığı ve cahilliğin galebe çaldığı
zamanlarda muayyen şahıs, kendisine risalet hücceti ikame edilip bu amelin
Allah ve rasulü tarafından haram kılınan büyük şirkten olduğu açıklanmadıkça
tekfir edilmez. Hüccet ulaşır, ona Kur’an ayetleri ve nebevî hadisler okunur da
şirkinde ısrar ederse o bir kafirdir. Cehaletle bunu yapan, bundan dolayı
uyarılmayan kimse ise böyle değildir. Cahilin fiili küfürdür lakin hüccet ikame
edilmedikçe kendisinin küfrüne hükmedilmez. Hüccet ikame edilip de şirkinde
ısrar ederse, Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed sallallâhu aleyhi ve
sellem’in Allah’ın rasulü olduğuna şahitlik etse de, namaz kılsa da, zekat
verse de, altı esasa iman etse de o bir kafir olur.” (Dureru’s-Seniyye
10/273-274)
* Derim ki: hüccet ikamesini yapacak bir islam devleti ve
onun yetki sahibi kadısı olmadığı zaman hüccetin ikamesi değil ancak tebliği
söz konusu olur. Hüccet tebliğ edilen kimse şirk veya küfründe ısrar eder de,
hala Müslüman olduğunu iddia etmeye devam ederse, böyle bir kimsenin şer’î
tanımı “münafık”tır. O nifak küfrüyle kafir olsa dahi, islamın dışındaki
kafirlerle aynı muamele ona yapılmaz. Bilakis münafıklara nasıl davranılırsa
ona da öyle davranılır.
Şeyh Suleyman b. Sehman rahimehullah şöyle demiştir: “Muhammed
b. Abdilvehhab rahimehullah insanları tekfir etmekten en çok duraklayan bir
kimse idi. Hatta Allah’tan başkasına, kabir ehline veya başkalarına dua eden
cahili, eğer ona nasihat edememişse, terk edenin kafir olacağı hücceti
ulaştıramamışsa tekfir etmezdi. Risalelerinden birinde şöyle dedi: “Biz
el-Kevvaz’ın türbesine ibadet edeni dahi cahilliklerinden ve uyaran kimse
olmadığı için tekfir etmediğimize göre kendisine hüccet ikame edilen, bunun
bilgisine ulaşan kimseyi kabirlere ibadet sebebiyle tekfir ederiz.” (Ziyau’ş-Şarık
s.372)
Şeyh Abdurrahman b. Hasen, Şeyh Muhammed b. Abdilvehhab’ın
hüccet ikamesi hususundaki menhecini şöyle açıklamıştır: “Şeyhimiz Şeyhulislam
Muhammed b. Abdilvehhab rahimehullah dedi ki: “Şerif benden kiminle savaşıp
kimi tekfir ettiğimizi sordu. Cevap olarak şöyle dedi: “Biz ancak bütün
alimlerin icma ettikleri iki şehadet kelimesi öğretilip anladıktan sonra inkar
eden kimseyle savaşırız.” (Dureru’s-Seniyye 11/317)
Şeyh Abdullatif b. Abdirrahman, Şeyhulislam İbn Teymiyye’nin:
“Lakin cahilliğin galebe çaldığı, ilmin ve risalet izlerinin azaldığı,
sonrakilerin çoğunda, Rasulün getirdiği şey beyan edilinceye kadar tekfir
edilmeleri mümkün olmaz” sözüne şu notu düşmüştür: “Şeyhimiz (Muhammed b.
Abdilvehhab) rahimehullah da bu görüşte idi ve bunu ümmetin alimlerine uyarak açıklardı.
Hüccet ikame edilip delil ortaya çıkmadıkça tekfir etmezdi. Hatta o, kabirlere
ibadet eden cahiller hakkında, onlara uyarıda bulunmak kolay olmadığından
duraklardı. Şeyh İbn Teymiyye rahimehullah’ın da: “Rasulün getirdiği
açıklanıncaya kadar” sözüyle kastettiği budur.” (Misbahu’z-Zalam 324-325)
Şeyh Muhammed b. Abdilvehhab rahimehullah’ın risaleleri ile
onun öğrencileri ile çocuklarının risalelerinde bunun gibi daha birçok sözler
vardır. Biz sadece örnek kabilinden zikrettik. Muayyen bir şahsa tekfirde
bulunmak için şer’î hüccetin ikamesi ve o kimsenin bundan sonra inatla ısrar
etmesi şarttır. Nitekim tebliğ ile beraber şüphenin giderilmesi de zorunludur. Aksi
halde onları uyarıp kendilerine şer’î hüccetleri açıklayacak kimseler
bulununcaya kadar, türlü şirk şaibelerine bulaşmış avamın mazeretleri sabittir.
(Bkz.: el-Cehlu Bimesaili’l-İtikad ve
Hukmuhu s.444)